YÖNETİCİLİK KUTSAL BİR GÖREVDİR

Devlet adamı, milletin işlerini gören, devleti, milleti yöneten, sevk ve idare eden kimsedir. Devletin her kademesinde çalışan en küçük devlet memurundan devlet başkanına kadar herkes devlet adamı olarak görev yapar ve millete hizmet etme sorumluluğu taşır.

İnsanların işlerini yürütmek, dünyanın nizam ve intizamı için dört hak mezhebe göre yönetici tayin etmek gereklidir. Halk da o yöneticiye itaat edecektir.

Yani bir sürüye iyi bir çoban nasıl gerekli ise, insan topluluklarına da bir başkan, onların işlerini gören, haklarında karar veren bir yönetici de gerekli görülmüştür.

İslam peygamberi: “Üç kişi bir araya gelince birisi başkan olsun.” Buyurarak başıboşluk, başına buyruk ve dağınık olma yerine derli toplu olunması için yönetici seçimini emretmiştir.

Yüce Allah da Kur’an’da:

“Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifesi kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O’dur. Doğrusu Rabbi’nizin cezalandırması süratlidir. ġüphesiz O bağışlar, merhamet eder.” Buyurmuştur. (1)

Demek oluyor ki, yönetenler olacak yönetilenler olacaktır. Tarih boyunca bu böyle olmuştur.

İnsanları yönetmek, onların işlerini görmek hem şerefli hem de kutsal bir görev bilinmiştir. a)Türklerde yöneticilik Anlayışı:

Tarih boyunca dünyanın düzeni ve insanların huzuru için Türkler cihana hükmetmeye her zaman talip olmuşlardır. İnsanları mutlu etmek için Türk devlet adamları, hiçbir zaman başka milletlerin devlet adamlarıyla mukayese edilemeyecek derecede fedakârlıklar göstermişlerdir. Yusuf Has Hacip, bu durumu şöyle ifade etmiştir:

“Görüverse şimdi Türk beyleri, 

Dünya beyleri içinde bunlardır en iyileri.”

Kaynaklar incelendiği zaman görülecektir ki, tarih boyunca Türk beyleri hiçbir zaman insanları köle edinmek düşüncesiyle cihan tahtına oturma veya bey olup insanlara zulmetme arzusu ile hareket etmemişlerdir. Asla tahta oturup beylik gururu ile sarhoş olmamışlardır.

Türklerin dünyayı ve insanları yönetme arzuları kaprislerinden değildir.

Uygulamalar göstermiştir ki, Türklerin başa geçme arzusu, insani bir idare kurmak, yeryüzünden zulmü ve her türlü kötülüğü kaldırarak adaleti ve iyiliği hâkim kılmak idealine dayanıyordu. Bunun içindir ki, Türkler en huzurlu ve en uzun ömürlü imparatorluklar kurmuşlar, fetihler yapmışlar ve geniş hâkimiyetler gerçekleştirmişlerdir. Dünyanın birçok yerinden de Türk idaresinin özlemini çekenler olmuştur. Denilebilir ki, şuanda insanlık, daha önce türkün kendisine sunduğu sisteme hasrettir.

Düne kadar Türkler, mazlum insanların inançlarına göre yeryüzünü tanzim ve ıslah için tanrı tarafından gönderilmişlerdir. Son devrin tarihçilerinden Yılmaz Öztuna bu konuda:

“Türklerin en büyük vasfı, bir toplumun başına geçmekteki istidatlarıdır. Doğuştan hükümdar ve komutan olmak; emir vermek ve toplulukları idare etmek için yaratılmışlardır.” (2) İslam’dan önce Türklerde de yöneticilerin tanrı tarafından, tanrının kullarının işlerini görmesi için gönderildiğine inanılırdı. Bu bakımdan tahta çıkmanın, sorumluluk almanın kutsal bir anlamı vardı. Yöneticilik görevi de kutsal sayılırdı. Bunun için yöneticilik görevi kusursuz yerine getirilmeye çalışılırdı. Yetkiler kötüye kullanılmazdı. Hanlar, beyler, hakanlar, kağanlar kendilerini insanlığın hamisi, babası sayarlardı. Bu sebepten halka baba gibi davranırlardı.

Bilge kağan bu durumu şöyle ifade etmiştir:

“Babam Hakan, amcam Hakan tahta oturdukları vakit dört taraftaki kavimleri nice tanzim etmiş, tanrı buyruğu için ben de tahta oturduğumda dört taraftaki kavmi tanzim ettim.” (3) “Tanrı buyruğu için ölecek milleti diriltip besledim, tanrı buyruğu için kağan oturdum.” (4) Türk milletinin başına geçenler de kendilerinin tanrı tarafından görevlendirildiklerine inanırlardı. “Mete Han, mektuplarının ve konuşmalarının başında: “Tanrının tahta çıkardığı Hun milletinin büyük Kağanı” ifadesini kullanırdı. Göktürk Kağanları da Çin imparatorlarına gönderdiği mektuplarda şu ifadelerle başlarlardı: “Tanrı tarafından gönderilen büyük Türk

Kağanı…”(5)

Oğuz destanında Köl Erki Han şöyle der: “Padişahlık tahtı, bu iş için yüce tanrı tarafından seçilmiş olanlara, onların nesillerinden gelen kimselere layıktır.”  (6)

Kaşgarlı Mahmud’un : “tanrı devlet güneşini Türklerin burçlarından doğurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onların saltanatları çevresinde döndürmüş ve Türkleri yeryüzünde hâkim kılmıştır.” Sözünü Türk sultanlarının yeryüzünü tanzim etmeleri için Allah tarafından gönderildikleri şeklinde yorumlamışlardır.

Selçuklularda da yöneticilik görevinin Allah tarafından verildiğine inanılırdı. Nizam’ül Mülk’e göre sultan, Allah adına saltanat sürer ve O’nun iradesiyle göreve gelirdi.

Selçuklu veziri Nizam’ül Mülk’ün ölümünden bir sene önce yazıp tamamladığı

“Siyasetname” adlı eserinde: “Tanrı her asırda ve zamanda halk arasından padişahlık vasıfları ve övülmeye değer hasletleriyle süslediği birini seçer; dünyanın işlerini ve reayanı sulh ve sükûn içinde yaşamalarını ona tevcih eder.” der. (7)

Diğer taraftan bizzat Alp Aslan’a göre tanrı kendisine teveccüh göstererek, onu âdemoğulları arasından, dünya işlerinin nizama konulması için seçmiş… Devlet merdivenlerini çıkmasını emretmiştir.” (8)

İşte tarih boyunca devam eden bu inanç ve düşünce Türk devlet adamlarını rahat yataklarında yatırtmamışlardır. Allah tarafından gönderildiklerine inandıkları için bir peygamber gibi görevlerini tam olarak yerine getirmeye çalışmışlardır, güçlerini iyi yönde kullanmışlar ve gece gündüz Allah’ın kulları için çalışmışlardır. Asla insanlara zulmetmemişler, zevk sefaya dalmamışlar, servet toplama hırsına da kapılmamışlardır. Aksine ziyafetler verip mallarını yağmalatmışlar, fakir fukara için vakıflar kurmuşlardır.

Osmanlılarda da padişaha “Cihan padişahı” denir ve yeryüzünde Allah’ın vekili kabul edilirdi. Halk onların Allah adına iş gördüklerine inanırdı. İmparatorluğun kurucusu Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye şöyle nasihat etmişti:

“Bak Orhan! Bizim davamız şan, şöhret, mertlik ve kuru cihangirlik davası değildir. Bizim davamız ilahi Kelimetullah davasıdır. Ey bahtiyar oğlum, Tanrı buyruğundan ayrı iş işleme!

Zalim olma! Ulemaya riayet eyle ki, işlerin nizam bulsun. Memleket işlerini noksansız gör. Bütün işlerinde hukuku üstün tut…”

Atalarımız başa geçme ve sorumluluk almanın kutsiyetine inandıkları için makam ve mevkileri hep emin ve ehil ellere teslim etmeye çalışmışlardır. Devlete, millete hizmet edecek kimselere özel önem vermişlerdir. Özel hocalarla özel bir şekilde eğitmişlerdir. Bursa’da, Edirne’de sonra da İstanbul saraylarında göreve getirilecek kimseler küçük yaştan itibaren eğitilmişlerdir. Bu iş için Enderun mektebini açmışlar, dünyayı kendilerine dar gören padişahlar, sadrazamlar vezirler ve diğer devlet adamları yetiştirmişlerdir. b) Yöneticileri Bekleyen Görev:

Günümüzde de devleti millet adına, milletten aldığı yetki ile yönetmek için siyasi partiler kurulmuştur. Bu partiler sundukları program ve yaptıkları propaganda ile seçimlere katılırlar, milleti yönetmeye talip olurlar.

Buraya Kadar kısaca Türk devlet adamlarının kutsal görev üslendiğini, şan, şöhret gösterisi yapmadıklarını, dünyaya karşı hırslanmadıklarını, kötülüğü yok etmek ve yeryüzünü tanzim için savaştıklarını herkese karşı adil bir yönetim uyguladıklarını ifade etmeye çalıştık. Yakın zamana kadar Türk devlet adamları gerçekten baba gibi görev yapmışlardır. Hiçbir zaman emaneti kötüye kullanmamışlardır. Allah’ın kullarına eziyet çektirmemek için gece kuştüyü yataklarında yatmamışlar, gündüz dinlenmemişlerdir. İnançları doğrultusunda görevlerini kusursuz yapmaya çalışmışlardır. Sonunda da emaneti ehline vererek bu dünyadan ayrılmışlardır.

Fakat bugün akıl almaz olayların cereyan ettiği bir dönemde yaşıyoruz. Görev almanın, sorumluluk yüklenmenin anlamı değişik. Makam ve mevkiler saltanat yeri, yetkiler servet toplama, mal biriktirmek için kullanılıyor. Halka verilen sözlerin, yapılan vaatlerin hiç anlamı yok. Allah rızası da gözetilmediği için dokunulmazlıkların arkasına sığınılıp sorumsuzca saltanat sürülüyor. Milli çıkarların hiç mi hiç hesabı yapılmıyor.

İnanıyoruz ki, devlet adamlarımızı tarihi görevler bekliyor. Bugün yeryüzünde esaret altında yaşayan tek millet Türklerdir. Anadolu’nun dışında yaşayan Türkler esirdir. Bu bakımdan tek Türkler için esir Türkler haftası ilan edilmiştir. Anadolu’nun dışında Türklerin mal, can emniyetler yoktur. Din, vicdan hürriyetleri ellerinden alınmıştır.

Yeryüzündeki insanların da yarısı sömürge halindedir. Müslümanlar abluka altına alınmıştır. Halkından kopmuş dış güçlerin yönettiği kimseler yönetimi ellerine almıştır. Tabii afetler karşısında bile sırf inançlarından dolayı yardım görmeyip ölüme terk edilen insanlar vardır.

İdeolojik nedenlerle insanların bir kısmı da zalimlerin zulmüne terk edilmişlerdir.

İslam ülkelerine bakıyoruz, sultanlık, emirlik, krallık, bazılarının adı cumhuriyet. Fakat hepsi süper güçlerin güdümünde. Halk hak etmediği bir hayat yaşarken yöneticiler de halktan kopmuş, lüks bir hayat yaşıyor. Kahvaltılarını özel uçaklarıyla Londra’da, Paris’te, Newyork’ta yapıyorlar. Başka ülkelerde köşkleri, sarayları, çiftlikleri var. Milletin hazinesi yabancı bankalarda kendi adlarına yatırılmış başları sıkışınca çekip gidecekler. Saltanatlarını oralarda devam ettirecekler.

Çok manidardır; Zalim Haccac devrin âlimlerinden birine sormuş:

-“Ben zalim miyim? O zat da:

-“Hayır, efendim, sen zalim değilsin. Biz sana layık olduğumuz için Allah seni bizim başımıza gönderdi.” Cevabını vermiştir.

O halde bu zulüm boşuna değildir. İnsanlar layık oldukları gibi idare olunurlar. Kime layıksalar onun tarafından yönetilirler. Hak etmedikleri ve layık olmadıkları hiçbir şeyle Allah kullarına zulmetmez. Bunun için insanlığın iyilere layık olması ve iyiliğe nail olması için çaba sarf etmesi, kendine çeki düzen vermesi gerekmektedir. ġuanda içinde bulunduğu durum ve karşılaştığı olaylar karşısında başta insanımız olmak üzere insanlık bir arayış içindedir. Herkes lider arıyor, kurtarıcı arıyor, huzur verecek kadrolar bekliyor. Kendisini aldatmayacak, baba gibi davranacak, uyanık yöneticilerin özlemini duyuyor. Dürüst kimselerin, idealist insanların uyduluğu bırakıp politika yapmasını ve ideallerine sahip çıkarak meydanı şarlatanlara bırakmamasını istiyor.

Kimse kendi kendini aldatmasın. Makamda, mevkide gözüm yok, siyaset bizim yapacağımız iş değil diyerek görevden kaçamayız. ġuanda elinde fırsat olup da milli çıkarlar doğrultusunda hareket etmeyene, milletin ızdırabını dindirmek için çaba sarf etmeyene, şikâyet ettiği şeylerin karşısına çıkmayana vebal vardır. 

~~~~~~~~~

~~~~~~~~

~~~~~

~~

  1. En’am Suresi, ayet: 165
  2. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, c.l. s 37
  3. H.N.Orkun,Eski Türk Yazıtları, s. 56
  4. Prof.Dr. Muharrem Ergi, Orhun Abideleri, s. 23
  5. Prof.Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, c.l.s.44
  6. Ord. Prof. Z.V.Toğan,Oğuz Destanı,s. 61
  7. Mehmet Altay Köymen, Nizamü’l Mülk, s. 8
  8. Mehmet Altay Köymen, Alp Arslan Zamanı Saray Teşkilatı, s.4
0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir