TÜRKLERDE İLME VE İLİM ADAMINA SAYGI

Türklerde ilerlemenin ve huzurlu yaşamanın teşvikçisi olan ilim, hiçbir devirde ihmal edilmediği gibi ilim adamlarına da asla sırt çevrilmemiştir. İlim adamları her zaman büyük küçük her türk tarafından saygı gören insanlar olarak insanlığa hizmet etmişlerdir.

Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye vasiyetinde “Bilmediğin bir işe başlama. Bilmediğini alimlerden sor.“diyerek ilim ve ilim adamlarının terk edilmemesini emretmiştir.

Türklere Anadolu’nun kağılarını açan “Malazgirt fatihi Alparslan, bazı kaynakların iddia ettiği gibi, kültürsüz bir hükümdar değildir. Ayrıca büyük bir bilgin olan ve bir çok eserler veren Nizam-ül Mülk gibi bir vezire sahipti. 600.000 esere sahip olan Bağdat medresesi bu kültürlü vezir tarafından kurulmuş, Melik Şah da yine onun tarafından sıkı bir eğitimden geçmiştir. İmam-ı Gazali, Ömer Hayam gibi düşünür ve şairler o devirde yaşamıştır. Bütün Selçuk ülkelerinde kurulan İslam yüksek okullarında din derslerinin yanı sıra hukuk gibi sosyal, matematik, astronomi ve tıp gibi de fen dersleri okutulurdu. Sonunda Anadolu da bu ilim kervanına katıldı. (F.K. Kıenitz, Büyük Sancağın Gölgesinde : S.122)

İstanbul’un Fatihi büyük Türk padişahının İstanbul’daki ilk işi de ilmi ele almak ve ilim yuvalarını yaptırmak oldu. Fatih Camiinin yanında “Sahn-ı Semen” denilen sekiz medrese yaptırdı. Kaynaklara göre Fatih, Sahn-ı Semen’de ilmi çalışmaları izleyebilmek için bir oda istedi. Medreseye tayin ettiği hocalar : “Bunları siz yaptırdınız ama size bir oda veremeyiz. Çünkü talebe değilsiniz” dediler. Fatih imtihan edildi. İmtihanı kazandıktan sonra hayatı boyunca ilmi araştırma ve çalışmaları o odada takip etti. Fatih’in hatırası için bu oda içindeki minderi ve rahlesi ile beraber 1923 yılına kadar değiştirilmeden muhafaza edilmiştir.

Sultan Melikşah devrinde yoksulları, ilim adamlarını ve sanatkarları korumak için bugünkü Türk parası ile 360 milyon TL.sı konmuştu. Bu ödeneği fazla gören Harbiye Nazırı Tacül mülk, Sultan Melikşah’a : 

  • Bu para ordu bütçesine eklense Bizans surlarını açmak  mümkün olur” demişti. Sultan Melikşah :
  • Yoksulların ve ilim adamlarının korunması, Bizans surlarını açmaktan daha önemlidir” cevabını verdi.

Fatih’in babası Molla Gürani’yi hoca olarak tayin ettikten sonra eline bir değnek vermiş ve Manisa’da bulunan oğlu şehzade Mehmed’in yanına göndermişti. Değneği gören şehzade sordu :

  • Bu değnek ne içindir ?
  • Bunu devletlü baban verdi. Taki derse muhalefet edersen seni bununla cezalandıracağım.

Şehzade ilk önce şaka zannetti. Bir gün derse iyi hazırlanmadığı için dayağı yedi. Bunun için Şehzade babasına şikayette bulundu. Padişah II. Murad, Molla Gürani ile anlaştı. Bir gün Şehzade Mehmedin yanında babasına da değnek kaldırınca II. Murat, Şehzade Mehmed’e dönerek :

  • Oğlum çalışmaktan başka çare yok, bak hocan beni de dövecek, demişti.

Bundan sonra Şehzade saygıda kusur etmedi. Yanına geldiğinde her defasında ayağa kalktı.

            Fatih’in kendisini yetiştiren diğer hocası Akşemseddin’ e karşı gösterdiği saygı da dillere destandır. İstanbul’un fethi sırasında Fatih hocasının arkasında yürümüş Bizans halkı Akşemseddin’i padişah zannetmişti.

Kanuni, Süleymaniye Camiini yaptırırken temel taşını “Bu işe benden daha layıktır” diyerek büyük alim Ebüssuud Efendi’ye koydurtmuştur. Cami bitince de anahtarını teslim ederken Mimar Sinan’a “Bu camiyi sen yaptın, kapılarını ibadete açmak senin hakkındır” diyerek Camiyi ibadete Mimar Sinan’a açtırmıştır.

Emir Sultan, Yıldırım Beyazıt’ın kızı Hundi Hatunla evlenmek istemiş ve Sadrazam Çandarlı Ali Paşa’ya aracılık yapmasını rica etmiştir. Çandarlı Ali Paşa :

  • Sen fakir bir dervişsin. Soyunu ve haddini neden bilmezsin ? diyerek isteğini reddetmiş ve hakarette bulunmuştu. Hadise Yıldırım’ın kulağına gelmiş ve Veziri çağırarak :
  • Lala, Şarkın en büyük bilginine ziyade ayıp etmişsin. Biz de asalete önem veririz. Ancak ilmin de aliminde bir asaleti olsa gerektir. Biz ilim sahibi bilgini kendimize damat edinmeyi münasip buluruz, demiş ve kızını Emir sultan’a vermiştir.

Bursa’da Molla Fenari mahkemede Yıldırımın şahitliğini kabul etmemiştir. Yıldırım ise bu duruma itiraz etmemiştir.

Zenbilli Ali Cemali Efendi, Yavuz Sultan Selim’le konuşurken daima “Allah zalimleri sevmez” diyerek söze başlardı.

Yavuz Sultan Selim, İbni Kemal’i çok sever, onun sohbetlerinden ziyade hoşlanırdı.  Birgün atları ile yolda giderken; İbni Kemal’in atının ayağından sıçrayan bir çamur Yavuzun elbisesini kirletmişti. Yavuz’un asabiliğini bilen İbni Kemal telaşlandı. Yavuz : – Üzülme hocam, ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için bir ziynettir.” Dedikten sonra yanındakilere dönerek ölünce bu çamurlu elbisenin sandukası üzerine örtülmesini vasiyet etti.

Görülüyorki, bugün bazılarının iddia ettiği gibi Türk padişahları zalim, cahil, insanlar değildir. Bilakis ilmi, alimi seven, saygı duyan, ilim adamlarını yanlarından ayırmayan, ilim yuvaları kurarak ilmin gelişmesi için çalışan kimselerdi.

0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir