TÜRKLER BARBAR MIDIR ? BARBAR KİMDİR ?
Türk tarihi, bugüne kadar bilgisini, zekasını Türk aleyhinde kullanan bir nesil yetiştirmediği gibi son iki asırdaki kadar da dış düşmanları tarafından mesnetsiz iftiralar ve yersiz iddialara maruz kalmıştır.
Türkler Hıristiyan olmadıkları için Hıristiyan ve Yahudi milletlerin her zaman hışmına ve insafsız saldırılarına uğramıştır. Barbar ve ilkel bir millet olarak dünyaya ilan edilmiştir. İngiliz devlet adamı Çorçil bile, Türkler’in Hıristiyan olmadığı için insan sayılamayacağını söyleyecek kadar ileri gitmiş, Türkler’e karşı kin ve nefretini gizleyememiştir. Bugüne kadar Müslüman Türkler’e yapılan işkence ve insanlık dışı davranışlar dünyaya düşmanları tarafından Türk mezalimi olarak tanıtılmış, Türk’ ün adı barbarlığa çıkarılmıştır. Yeni nesle ecdadı barbar, kanlı bıçaklı, insanları köleleştiren, kan döküp insan öldüren emperyalist kimseler olarak tanıtılırken, Türk’ ü küçültmek ve kendi barbarlıklarını gizlemeye çalışan milletler, kitap ve ansiklopedilerdeki “Türk” kelimesinin karşısındaki anlamlara varıncaya kadar değiştirmişlerdir. Amerika’nın larusu olarak bilinen Webster’in Türk maddesi “vahşicesine ters, zalim bir adamdır” şeklinde değiştirilmiştir. Kendilerinden methiye beklemediğimiz diğer birçok milletler Türk’ ü “barbar, kaba, her yönü ile berbat “ olarak tanıtmaya çalışmaktadırlar. Bunun sebebi, Avrupa uzun zaman o kadar müthiş bir barbarlık içinde yaşamıştır ki, bu yüzden kendi barbarlığını gizlemeye çalışmasıdır. Türk’ e isnat edilen “barbarlık” düşmanın yalana yaslanan ifadesidir. Tarihte Türkler asla barbarlık iftirasını doğrulayacak bir davranışta bulunmamışlardır. Başta dinleri ve milli seciyeleri insanlık dışı davranışlara müsaade etmez.
Josef Strzygowski, Türklere barbar denmesinin sebebini şöyle izah eder: “Türkler ve İslamiyet, sanatları itibariyle barbar veya ilkel midirler ? Hayır Türkler, Avrupalı olmayıp başka milliyete mensup oldukları ve son asırlarda ise her şeyi taraflı olarak Avrupa mikyası üzerinden ölçmek revaçta bulduğu için barbar ve ilkel olarak telakki edilmişlerdir.” Tarihi ezikliğin ve dini husumetin neticesi Batı, Türkleri yanlış tanımış ve yanlış tanıtmıştır. Türklerin eli kanlı bıçaklı olduğu, azınlıklara zulmettiği propagandası hala ısrarla sürdürülmektedir. Halbuki Türkler iyi muamele ve adil davranışları ile yedi iklim, üç kıtaya hükmetmiştir. Bugünde Türk’ e barbar kelimesi yakıştırılmıştır. Türkler kimseye karşı tahripçi olmamışlardır. Bu yüzden tarihin sayfalarını kirleten olaylar Türklerin eseri değildir. Araştırmalara görei geçmişte ve bugün dünyada yaşayan azınlıklar içinde en huzurlu ve her şeyinden emin yaşayanı Türklerin idaresi altında yaşayan azınlıklardır.
Beş bin yıllık Türk tarihi baştan sona kahramanlıklar, fedakarlıklar ve insanlığa sunduğu medeniyet nimetleri ile doludur. Harp ettik. Fakat hiçbir zaman zalim olmadık, kötü davranmadık, hakkı ve hukuku başkaları gibi çiğnemedik. Türk-İslam tarihinde zulüm, yağmacılık yasaktı. Yapanlar ölüm cezası ile cezalandırılırdı.
Türk’ ün insalığa hizmetten, her dinden her milletten insanları Türk bayrağının gölgesinde mes’ut ve bahtiyar yaşatmaktan başka suçu yoktur. Çin seyyahı Hüan Dzang, Göktürklerin insanca yaşadıklarından, misafirperver olduklarından, Çin ve diğer toplulukların iddia ettikleri gibi barbar bir millet olmadıklarından bahsetmiştir. Mete M.Ö. 176’ da
Türklerin barbar olduğuna inanan Çin İmparatoru Hiao Wen’ e şu mektubu yazmıştır : “Sizinle aramızda olan geçmiş olayları unutup eski anlaşmayı yenilemek istiyorum. Eskiden olduğu gibi halkımız sulh içinde yaşasın. Küçük çocuklar büyüsün, ihtiyarlar ömürlerinin sonuna kadar rahat yaşasın. Milletlerimiz nesilden nesle sulh ve asayişten istifade etsin.” 1932-1933 yıllarında Türkiye’de elçilik görevi yapan Charles H. Sherrill : “ Türkiye’de Amerikan elçisi olarak bulundum. Ama hiçbir zaman kendimi bir büyük elçi olarak hissetmedim. Türkiye’ de bulunduğum müddet içinde vatanımda imiş gibiydim” demiştir.
Daha evvel Türklerin yapılan propagandanın etkisi ile barbar olduklarına inanan Seyyah Obissiyini, Türkleri tanıdıktan sonra şöyle demiştir : “Kelimenin tek anlamıyla bugüne kadar bize barbar diye tanıtılan Müslüman Türkler kadar insaniyet sahibi bir millet görmedim.”
Bir Fransız yazarı Türkler hakkında şöyle der: “Gerek İstanbul’ da, gerek İmparatorluğun bütün şehirlerinde hüküm süre emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkan bırakmayacak surette ispat etmektedir ki, Türkler hiçbir zaman görülmemiş derecede medenidirler. Uzun zaman itham edildikleri barbarlıkla alakaları yoktur.” Türklerde insana verilen değer büyüktü. Ona zulmedilmez ve kötü davranılmazdı. 1071 Malazgirt meydan muharebesinden sonra yenilgiye uğrayan Romen Diyojen Alpaslan’ın sorusu üzerine fikrini açıkça belirtmesine rağmen bir konuk gibi muamele gördü. Yurduna dönmesine izin verildi. Ne yazık ki, kendi adamları ona kötü davrandı. Tahtından indirdiler, gözlerini oydular. Niğbolu savaşından sonra Yıldırım Beyazıd, Korkusuz Jan’ a tutsak gibi davranmadı. Verdiği ziyafette: “Ülkenizde şerefli bir askerdiniz, bu lekeyi temizlemek ve eski şerefinizi kazanmak isterseniz her zaman savaşa hazırım” dedi. Fatih İstanbul’ un fethinden sonra bir bildiri yayınlayarak halkın mal, can, namus ve din güvenliğinin her zaman korunacağını belirtti. Daha evvel Hıristiyanların yaptığı kötü davranışların hiçbiri yapılmadı. Hiçbir kimsenin malı yağmalanmadı. Çünkü Türk askeri bunu yapacak ruha sahip değildir.
ġimdi bize barbar diyen, kendi barbarlıklarını görmeyenlerin tarih boyunca işledikleri barbarlıklardan bir kaçını lanetleyerek nakledelim :
1204’ te haçlılar İstanbul’ u aldıkları zaman “En nefret verici haydutluklardan birini oluşturan müthiş bir talan başladı. Boru sesleri arasında yalın kılıçlarını sallayarak evleri ve kiliseleri yağmaya koyuldular… bu kötü adamların işledikleri dinsizlikleri nasıl anlatabileceğimi bilemiyorum. Kutsal tasvirleri kırdılar. Din şehitlerinin kemiklerini, adını anmaktan utanç duyduğum kötü yerlere attılar… Bu kıyamet günü habercileri, kıyametin gelişine öncülük eden bu günah işleyiciler, kiliselerdeki eşyaları aldılar. Büyük kiliseye karşı gösterdikleri hakaret, derin bir korku duymadan tasavvur olunamaz. Bütün ulusların hayranlığına konu olan mihrabı kırdılar, parçalarını aralarında diğer eşyalar gibi paylaştılar. Aldıkları kıymetli eşyaları yüklemek için katırları kilisenin içine soktular. Bu hayvanlardan kaygan olan döşeme üzerine düşenlerini delik deşik ettiler. Hayvan pislikleri ve kanları ile kiliseyi kirlettiler. Gezginci zevk ve günah dükkanı bir genel kadın, Patrik kürsüsüne oturdu, orada şarkı söyledi ve dans etti. Genç kızlara ve kendilerini tanrıya adamış rahibelere tecavüz ettiler.” Daha sonra bunları anlatan Nikitas Akominatos, Batı Hıristiyanlarının vahşiliğini, aç gözlülüğünü, sahtekarlığını o zamana kadar Müslümanların örneğini verdiği ılımlı davranışla karşılaştırmaktan kendini alamaz ve şöyle der : “Hiç olmazsa Müslümanlar, kadınlarımıza tecavüz etmiyorlardı. Ahaliyi sefalete sürüklemiyorlardı. Onları sokak ortasında anadan doğma soymuyorlar, açlıkla ve ateşle yok etmiyorlardı. Buna rağmen tanrının adını duyunca istavroz çıkaran ve dinimizi paylaşan Hıristiyan uluslar işte bize bu muameleyi yaptılar” (1) Venedik’ in seksen, papalığın on Napoli’ nin onyedi ve Rodos’ un ondört kadırgası gerçek bir haçlı donanması teşkil ederek zaman zaman Akdeniz ve İzmir sahillerine çıkartmalar yapıyor, yağma, cinayet, ırza geçme olayları birbirini kovalıyordu. Birleşik Hıristiyan kuvvetlerine katılan tarihçilerden biri şöyle anlatmaktadır.
“Venedikliler ve müttefikleri Rodos şövalyeleri İzmir’ e girdiklerinde erkekleri boğazladılar, camilere sığınmış olan kadın ve kızları ihtiraslarına alet etmek için kapılarına kırdılar. Harekatı idare eden Venedik kumandanı Mocenigo, askerlerinin insani duygularını uyandırmak yerine yağmayı, kundakçılığı, ve ırza geçmeyi teşvik ediyordu. Kendisine getirilecek her Türk’ ün kafası için bir düka altın vaat etmişti. Esir alınanlar ise açık arttırmayla satılıyorlardı. Rodos’ un karşısına isabet eden kıyı kasabalarının ahalisi kılıçtan geçirildi. Bağlara ve ağaçlara varıncaya kadar her şey yakıldı…” (2)
1475’ te haçlı ordularının eline esir düşen Türkleri kazığa oturtup, kemiklerinin yığınları ile galibiyet abideleri yaptıklarını Tarihçi Hammer bizzat ifade etmiştir.
“Engizisyon, krala ve papaya meydan okuyan bir kudretle İspanya’yı sardı. Kraliyetin varidatına el koymaktan çekinmiyor, papanın paraya karşılık beraatlerine hüküm verdiği kimseleri ateşte yaktırıyordu. O Sevilla ġehrinin kapılarına her köşesinde bir insan yakılan, içleri boş birer peygamber heykeli bulunan, taştan işkence yerleri yaptırdı. İniltiler yükseliyor, yağ kokuları genizleri dolduruyor, dumanlar etrafı bürüyor, her taraf kokuyordu. Fakat ölümü bekleyenlerin dehşet veren çehreleri ve kıvranmaları görünmüyordu. Bir şehrin yalnız bir tek 1481 senesi içinde, erkek veya kadın, zengin veya fakir olmak üzere 2000 insanın ateşte yaktırıldığı, bütün bir milletin alevlere kurban edildiği tespit olunmuştur. Bilhassa ilk senelerde, yani 1480 den 1498’ e kadar Engizisyon’ un başı Torquemeda zamanında bütün İspanya bir ocak gibi tütmüştü.” (3)
Tarihçi Hammerin ifadesiyle : “Türkler Estergon’ u aldıkları zaman, şehrin bütün eski eserlerine saygı göstermişlerdir. ġatolarını, şatolarındaki tabloları bütün hakimiyetleri müddetince aynen muhafaza etmişlerdi. Faat Almanlar, Türklerden aldıklar şehre girer girmez yağmaya başlayıp bütün eserleri tahrip ettiler.”
É1595’te Mihai, Targovişte’ ye girince şehri savunan 3500 Türkten paşa Koçu Bey ve diğer yüksek rütbeli subaylar, hafif ateşte çevrile çevrile kızartıldılar ve o akşam Mihai ve maiyeti tarafından kemal-i iştaha ile ekl olundular. Diğer Türkler kazığa oturtuldu. Bu suretle kazıklı Voyvoda’ dan 1,5 asra yakın bir zamandan beri, Romenlerin barbarlıkta bir nebze geriye gitmedikleri anlaşıldı. Esasen hepsi vahşi olan Balkan kavimciklerini bu gibi alışkanlıklarından alıkoyan Türk idaresiydi. Hortlak ve vampir hikayelerinin bütün dünyaya Eflak çevresinden yayılması tesadüf değildir.” (4)
1596’ da Hatvan kalesinde bulunan Türkler yanlarında taşıyabilecekleri malları alıp gitme şartı ile Almanlara teslim olmuştu. Fakat Almanlar, verdikleri sözü tutmayıp kalede bulunan kadın, çocuk demeyip bütün Türkleri kılıçtan geçirmişlerdi. Aynı yıl Eğri ġehri de
Türkler tarafından alınmış ve halk aynı şartlarla teslim olmuştu. Almanlar Eğri’ den taşıyabileceği malları alıp çıkıp gitmişlerdi. Almanların yaptığı gibi verilen söz unutulmamış ve kimse öldürülmemişti.
“Alman egemenliğinde yaşayan Macarların durumu, Almanların tutumu yüzünden pek kötüydü. Bunlar Türk idaresinden yaşayan ve Macar milletinin en büyük kısmını teşkil eden ırktaşlarının hürriyet ve refahını görüyor, Türk idaresine geçmek istiyorlardı. Alman Macarları Tökeli İmre’ yi kendilerine prens seçmişlerdi. Bu prensin merkezi, Macarları meskun bir bölge olan güneydoğu Slovakya’nın tek mühim şehri Kassa idi. İşte Tökeli İmre’nin 9 ocak 1682’ de İstanbul’ a elçi göndererek Almanları tanımadığını ve Türkiye devletini tek metbuu saydığını diavana bildirmesi, türk – alman savaşının en büyük sebebi oldu. İmparator I. Leopold, mifrit Katolik bir hükümdardı. Fakat Katolik Macarlara bile çok kötü muamele ediyor, alman milliyetçiliği siyaseyi güdüyordu. Protestan Macarların durumuysa feciydi. Almanların bunlara layık gördüğü muamele, zulüm haddini aşmış ancak vahşet kelimesiyle anlatılabilecek bir dereceye gelmişti. Tökeli İmre Divan’ a gönderdiği arizada şöyle diyordu : “ Nemçe’nin tecavüzü hadden aştı; ehl-u iyalimizi gözümüz önünde fahişe gibi kullanıp, başlarını bize tutturur oldular; bunları görmektense ölmek yeğdir. Heman bir taraftan haber verip yürüyesiz! “Mağrur ve büyük bir millet olan, parlak bir tarihi geçmişleri bulunan Macarlar, Alman idaresinden tamamen nefret eder hale gelmişlerdi. Protestan Macarlar arasında ateşte kızartılanlar vardı. Ellerinden zengin toprakları alınan Macar asilzadeleri zindanlarda hayatlarını tamamlıyorlardı.” (5)
1688 tarihinde Golumbacz Kalesinin fethinden sonra orada bulunan bütün Türkler, kadınlar dahil olmak üzere esir alınmış ve hepsi de zorla Hıristiyan yapılmış, Türk kadınları zorla Alman askerleri ile evlendirilmişlerdir.
İspanya’ yı ele geçiren medeni(!) Avrupa, camileri ve rasathaneleri tahrif ederek kilise yapmış, çan kuleleri ve astığı çanlar hala asılı durmaktadır. Barbaros Hayreddin Paşa hatıralarını topladığı kitabında, Endülüs Müslümanlarından bahsederken şöyle der: “ Müslümanlar yeraltında mescid yapıp gizlice namaz kılıp ibadet ederlerdi. Oğlancıklarına Kur’ an öğretip gizlice okuturlardı. Kızları olunca, kafirler zorla ellerinden alırlar, İslam çoğalmasın diye birbirlerine verdirmezlerdi. Namaz kılıp, oruç tutup, Kur’ an okuduklarını bilirlerse aman zaman vermeyip ateşte yakarlardı. Hasılı bu Müslümanlar nice nice cevr ü sitemler çekerlerdi.” (6)
1918 müttefiklerinin Türkiye’yi işgali sırasında Fransızlar işgal ettikleri yerlerde akla hayale gelmeyecek zulümler yapıp insanlık dışı davranışlarda bulundular. “Belinde iki aşçı bıçağı bulunuyor diye bir Türk aşçısını bir Fransız subayı öldürmüştü. Sarhoş Senegalli, Fransız askerleri tramvayda herkesin gözü önünde bir Türk hanımına sataşmaktan çekinmemiş, işe müdahale eden Cemil adındaki Türk polisini de süngülemek istemişlerdir. Türk ailelerinin oturdukları evlerin kapısını çalarak “Ayşe, Fatma İsteriz” diyen Fransızlar görülmüştü.” (7)
“Yersiz istek, baskı ve müdahale hususlarında İngilizler, Fransızlardan daha ileri gidiyor ve birer bahane bularak halkı açıkça soyuyorlardı. İstanbul’ da zabıta şefi binbaşı Maxwell, müzede kendisine ikram ediken kahvenin antika fincan zarfını beğendiği için “A bu zarflar pek güzel ve sanatlı şeyler, bunlardan bir tanesini ben yadigar olarak alırım” demek suretiyle bir başka çeşit soygunculuğun örneğini de vermişti.” (8)
Bugün Türklere barbar diyen, Türklere ihanet eden ve Türk intikam anıtları dikenlerin başında Ermeniler gelmektedir. Bunların yaptıkları davranışlar ise çok daha çirkin ve iğrenç verici şeylerdi.
“Osmanlı Hükümeti, 14 ġubat 1918’ de Erzincan mütarekesini bozdu ve ordusunu doğuya doğru harekete geçirdi. Bu durum karşısında Rus kuvvetleri ve onlarla beraber gelmiş olan Ermeniler de çekilmeye başladı. Fakat bu çekiliş sırasında Ermenilerin Türk şehir, kasaba ve köylerinde şimdiye kadar yapmış oldukları yağma, talan, zulüm, işkence ev yağma, ırza geçme ve insan öldürme olayları korkunç surette arttı. 26 ġubat 1918’ de Erzincan geri alındığı vakit tüyler ürpertici manzaralarla karşılaşılmıştı. Çünkü burada Ermenilerin bir çok Türk’ ü kuyulara atıp boğduğu, birçoğunu kilise meydanına toplandıktan sonra öldürdüğü, bir kısmını da evleriyle birlikte yaktıkları görülmüştü. Öldürülenlerin sayısı binden fazla idi. Bundan başka Erzurum’ a doğru çekilen Ermeniler, yol boyunca bütün Türk köylerini yakıyor ve halkını da öldürüyorlardı. Öldürme işi daima işkenceden sonra geliyordu. Bu sebeple bir caminin avlusunda öldürülmüş olan Türk kadınlarından bazılarına öldürülmeden önce tecavüz edilmiş bazı kadın ve genç kızların tenasül organlarına fişekler sokulmuştu.” (9)
Yarım asır önce memleketimizi işgal eden yunanlıların diğer düşmanlarımızdan daha çok insafsız davrandıklarına ve daha barbar olduklarına bütün dünya şahittir.
İzmir’in işgali sırasında Chrysostomos yunan askerlerine aynen şöyle demiştir : “Asker evlatlarım, elen çocukları, bugün ecdat topraklarını yeniden fehetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara karşı olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi buyurunuz bütün azizler sizin arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor.”(10)
Türk bayrağının üzerinde yapılan bu tahrik edici konuşmadan sonra bütün yunan askerleri insanlık nedir unutmuş bir kabus gibi “Türk mahallelerine saldırdılar; evlere girdiler ve binden fazla Türk ticarethanesini yağma ettiler. ġehirde korkunç bir hava esiyordu; hiçbir tarafta güven kalmamıştı. Yunanlılar rast geldiklerini kadın çocuk demeden öldürüyorlardı. Canını kurtarmak umudu ile daha ziraat Bankası medhalindeki merdivenlere sığınmış olan kadın ve çocukların hepsini öldürmüş, banka merdivenlerinden kanlar sel gibi akmıştı. Sayıları belli olmamakla beraber, yakın köyler dahil İzmir’ de öldürülenler iki bini geçiyordu. Kordonboyu ve kışla hükümet önü cesetlerle dolu idi. Öldürülenlerden bir çoğu, ayaklarına ve boyunlarına demir takılmak suretiyle yunanlılar tarafından denize atılmıştı. Bu kanlı sahneler yanında başka facialar da görüldü; Türk kadınlarına, subay ailelerine saldırıldı, kocalarının önünde onlara tecavüz edildi.(11)
Askerler evlere girdiler, analarının kolları arasından aldıkları çocukları analarının gözleri önünde bacaklarını ayırmış ve süngü ile delik deşik etmişlerdir. Masum Türk halkının çoğunu işkence yapmak suretiyle öldürmüşler; bunlardan mezarları kendilerine kazdırıldıktan sonra işkence yapılarak öldürülenler olduğu gibi, gazla benzinle yakılarak yakılanlar da olmuştu. Yer yer toplu halde katliamlar olmuş halk camilere doldurularak acımasız yakılmıştır. Öldürülen çocuklar süngüye, sırığa takılarak kahkahalarla sokaklarda dolaştırılmıştır. Küçük çocuklardan yatalak kadınlara kadar iğrenç tecavüzlerde bulundular.
Yakma yıkma yanında evlerde silah arama bahanesiyle yağmacılık yapmışlardır.
Bu kara günler sürüp giderken, cefakar Türk halkı zulme karşı çıkıp yunan askerlerini yer yer bozguna uğratıyordu. Bunun cezasını da yine masum Türk halkı çekiyordu. “Yunanlılar Bergama ve malkoç köprüsünde uğradıkları bozgunun acısını Menemen’ de silahsız ve suçsuz ahaliden aldılar. Menemende evlere, dükkanlara hücum ederek yağma ettiler; kadınların ırzına geçtiler; Türk çocuklarını süngülere takarak gezdirmek suretiyle şenlik yaptılar; ilçe kaymakamı ile binden fazla Türk’ ü şehit ettiler. Türklerden bir kısmı yerli Rum ve Yahudilere birçok vaatlerde bulunmak suretiyle ancak hayatlarını kurtarabildiler.” (12)
93 Harbinden sonra Rusların ve Bulgar’ların Türk’lere yaptıkları eşine tarihlerin kaydetmediği zulümler, umumi katliamlar, tiksinti verecek tecavüzler ve kıyamete kadar unutulmayacak vahşet bile Batı ülkelerinin kinini yumuşatamamıştır. Batı, tarihin vahşetlerini gözleriyle görmemiş gençlerini de Türk düşmanı olarak yetiştirmeyi ihmal etmemiştir. Mesela, İngilizlerin Oxford Lügatini açtığımız zaman Türk kelimesinin karşısında şu ifadeyi buluruz: “Osmanlı ırkından biri…Azgın,yırtıcı,vahşi ve idaresi güç kişi” İşte Batı’ lı genç bu ifadeleri okuyarak Türk’ ü tanımaya çalışıyor…
Bugün Trakya’ da yaşayan Türklere nefes aldırılmamaktadır. Türkleri sevdiriyor gerekçesiyle Türk filmlerini yasaklayacak kadar, Türkler Cuma namazı kılmak için camiye toplandıkları zamanlar buldozerlerle camiler yerle bir edebilecek kadar ileri gidilmekte, temizlik bahanesiyle yerlerinden yurtlarından edilmektedir. Yapılan şikayetler ise hiçbir netice vermemektedir.
Hala devam eden Yunan Mezalimi, Türkleri pişirip yiyecek kadar vahşileşen Batı’nın barbarlığı dünya tarihinde silinmeyen kara leke olarak devam edecektir.
Türkler tarihte diğer milletler gibi alçalmamıştır ve barbarlıkla nitelendirilebilecek hiçbir davranışta bulunmamışlardır. Başka milletlerin tarihindeki zulüm ve işkence olaylarına Türk tarihinde rastlamak mümkün değildir. Çünkü Türklerin inancına göre Allah zalimleri sevmez.
- Auguste Bailly, Bizans Tarihi,C.2,S.374-375 (1001 Temel Eser)
- A.de Lamartine, cihan Hakimiyeti,S.555-556 (1001 Temel Eser)
- Michelet, Rönesans, Ter. Hamdi Varoğlu,S.135
- Yılmaz Öztuna,Türkiye Tarihi, C.8,S.115-116
- Öztuna,Age, C.9,S.245
- Barbaros Hayreddin Paşanın Hatıraları,C.1,S.105 (1001 Temel Eser)
- Dr. Selahattin Tansel, Mondrostan Mudanyaya Kadar,C.1,S.68
- Tansel , Age , s.69
- Tansel , Age , C.2,S.222-223
- Tansel , Age , C.1,S.196
- Tansel , Age , S.199-200
- Tansel , Age , S.288