ÖLÜM HAK
Ölüm ve ölüler için esas yapılması gerekenleri bir tarafa bırakıyor, yapılmaması gereken veya alakası olmayan şeyler yapıyoruz.
Hayat ezanla namaz arasıdır. Aşırı derecede dünyaya meylediliyor. Gölge gibi dünyanın peşinden koşanlar gerçeklerden uzaklaşıp gidiyor. Dünya, ahretin kazanıldığı yer olması gerekirken, ahretin kaybedildiği yer oluyor.
Dünya malı, dünya menfaati nice kavgalara, cinayetlere ve günahlara sebep oluyor! En yakınlar birbirine küsüyor. Ama sonunda herkes bırakıp gidiyor. Allah: “Sakın dünya hayatı seni aldatmasın,” diye uyarıyor. (Fatır:5)
Dünya herkes için misafirhanedir. Dünyadan sadece yapılan işlerle, kefen insanındır.
İnsana: “Dünya senin olsaydı kurtuluş için onun hepsini verir miydin?” denilecek. O kişi: “Evet” deyince ona: “Halbuki dünyada senden çok az bir şey istenmişti,” denecek.
Emekli olmuş, felç olmuş, bir meslektaşı sormuş:
- “Hala inanmıyor musun?”
- “İnanmak istiyorum, ah bir inanabilsem, rahatlayacağım,” demiş ağlamış. Buna ne denir? “Geçti, geçti” denir.
Adam; “Nerede çalgı, orada kalgı” der, eğlenceden eğlenceye koşarmış. Ölüm zamanı gelmiş, Kelime-i Şehadet getirmişler. Duyduğu halde duyarsız, oralı değil.
Parmaklarını kıtlata kıtlata ölmüş.
Böyle bir hayat nereye götürür? İşte bu sona götürür.
- * *
Ölüm hak, her şey insana; “Öleceksin!” diyor. Hayat kısa bir rüyadan ibaret, ölünce uyanacak. Mezar taşında “Doğdu, öldü” yazıyor.
Herkes cennete gitmek istiyor. Ama kimse ölmek istemiyor. Sonbahar insana öleceksin der, uyku insana öleceksin der, ölenler kalanlara öleceksin der. Ama insan öleceğinden habersiz yaşıyor, ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışıyor, yarını hiç düşünmüyor. Sanki ölüm yok, hesap yok…
Aslında insan her akşam ölüyor, sabaha diriliyor. Hayatında birçok olay ona öleceksin diyor. Her adım onu ölüme yaklaştırıyor. Doğup batan güneş ömürden bir gün çalıyor. Ama insan ibret gözü ile bakıp uyanmıyor. Ölümden bahsedilse hoşuna gitmiyor…
Peygamberimiz şöyle buyurur:
- “Cebrail bana dedi ki: “Ya Muhammed! Dilediğin kadar yaşa, bir gün öleceksin. İstediğini sev, nihayet ondan ayrılacaksın. İstediğini yap, mutlaka onun hesabını vereceksin.” ” (Ramuz el-Ehadis:331/9)
Şairin dediği gibi: “Kimler geldi, neler neler istediler, Hepsi de dünyayı bırakıp gittiler, Sen, hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
Ya işte! O gidenler de senin gibiydiler.” Bir İslam büyüğü mezarlığın yanından geçerken durur ve yanındakiler:
- “Buradakilerin çoğu yalancıydı,” der.
- “Niçin?” derler. Şöyle cevap verir:
- “Onlar ölmeyeceğini düşünmez miydi? Malım var, param var, bağım, bahçem, arabam var, demezler miydi? Ama bakın onlar ölmüş ve hiçbir şeyleri yok.”
- * *
Ölümü hatırlamak, ona hazırlanmak anlayışımız farklı. Bir endişemiz yok. Nasıl bir kulum denmiyor. Son nefes endişesi yok. Amel defteri endişesi yok…
Dünyaya geldiğimiz gibi bomboş gitmekten korkulmuyor. Allah: “Ahret için ne hazırladığınıza bakın,” diyor. (Haşr:18) Dünyaya ne bırakabilirim, başkaları ne bıraktı derdinde oluyor.
Biri peygamberimize: “Kıyamet ne zaman?” diyor. Peygamberimiz ona: “Sen kıyamet için ne hazırladın?” diyor.
Bazıları meczup, bazılarının evliya dediği Behlül Dana perişan bil halde saraya gelir. Harun Reşit sorar:
- “Hayrola böyle nereden gelirsin?”
- “Cehennemden.”
- “Ne işin vardı cehennemde?”
- “Ateş almaya gittim.”
- “Alabildin mi bari?”
- “Hayır vermediler. Burada ateş olmaz. Herkes ateşini dünyadan kendisi getirir, dediler,” der.
Bazı şeyleri yanlış yapıyoruz.
“Ölümle, ölüme hazırlıkla pek ilgilenmiyoruz.” “Kabri unutuyoruz, içini düşünmüyoruz.”
Peygamber (as) ilk Cuma hutbesinde şunları söylemiştir:
- “Ey İnsanlar! Sağlığınızda ahretiniz için hazırlık yapın; bilin ki, kıyamet günü birinin başına vurulacak. Allah soracak: “Resulüm gelip sana tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için ne hazırladın?” O kimse sağına soluna bakacak, cehennemden başka bir şey göremeyecek. Kim kendini yarım hurma ile de olsa ateşten kurtarabilecekse, hemen o hayrı işlesin.”
Bu hayatın bir dahası yok. Bir yaşlıya: “Sana bir daha ömür verilse neler yapmak istersin?” diye sorarlar. O: “Bir dahası yok ki!” cevabını verir.
İnsanlara sormuşlar: “Bugün son günün olsa, nasıl geçirirdin?” %70’i namaz kılarak, dua ederek cevabını vermiş. Böyle bir haber verme olmayacak ki…
Mevlana: “Çıplak geldik, giyindik, soyunduk, gidiyoruz,” der.
Cudi’nin dediği gibi: “Hatıranda mı doğduğun zamanlar,
Sen ağlar idin, güler idi alem,
Öyle bir ömür yaşa ki olsun,
Mevtin sana hande, halka matem.”
- * *
Kabrin karanlığını, darlığını, ölümün acısını, kıyametin dehşetini, hesabın çetin olacağını, Allah’ın her şeyi gördüğünü, bildiğini ve hesaba çekeceğini umursayan kaç kişi var?
Ölenden, ölümden ibret alan, mezar taşlarındaki mesajları alan beri gelsin. Cenazeyi gömüyoruz, güle oynaya, ölüme meydan okurcasına geri dönüyoruz.
Kimse ölmek istemiyor. Gitmeye yüzü yok, hazırlık yok. Ne getirdin sorusuna verilecek cevap yok. Pişmanlık verecek ömür geçiriliyor. Kefen satın almayı, zemzemle yıkamayı ölüme hazırlık zannediyoruz. “Sakın, sakın” uyarılarına kulak verilmiyor. Öleceğiz deniyor, ölüm ötesi hesaba dahil edilmiyor. cehennemden korkulmuyor, herkes kendini cennetlik görüyor. Cehennem azabı hafife alınıyor. Kabri kendimize hazırlıyoruz, kendimizi kabre hazırlamıyoruz. Mezarların içini değil, dışını süslüyoruz.
Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Bir zaman gelecek ümmetim beş şeyi sevip, beş şeyi unutacaktır.
- Dünyayı sevip, ahreti unutacaklar,
- Hayatı sevip, ölümü unutacaklar,
- Saray ve köşkleri sevip, kabirleri unutacaklar,
- Malı sevip, hesabı unutacaklar,
- Yaratılanı sevip, yaratanı unutacaklar.”
Evlerde ve iş yerlerinde levhalar asılı: “Bugün Allah için ne yaptın?” ama cevabı yok. Nice nice arsalar, evler, mal, mülk ama kabir hesapta yok, bomboş yola çıkılıyor.
Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için derken, yarın ölecekmiş gibi ahret için kısmını unutuyoruz.
Geride bir Yasin, bir Fatiha okuyacak insan yetiştirilmiyor, okuyuversinler, dua ediversinler de cenazeyi kaldıralım deniyor. Hocalar çağrılıyor, hatim indirtiliyor, iş bitti. Kendi okumadıysa, yüzünü kıbleye çevirmediyse neye yarar? Şatafatlı kabir ne fayda verir?
* * *
Güzel ölümle ölmek arzulamakla olmaz. Nasıl öleceğini bilmek isteyenin, yiyip içmesine ve yaşayışına bakması yeterlidir. Güzel yaşayan, güzel ölür. Son anda şeytanın tuzağına düşmez.
Can boğaza gelince ayrılık vakti gelmiştir; dil dolaşır, soğuk ter basar, işte o zaman iman kavgası başlar. Şeytan son tuzağını kurar. Düzgün yaşayan iyi halini son anda da muhafaza eder, hayatı güzel bir sonlar noktalar.
Ölüm anında, kabirde, mahşerde hiçbir pişmanlık fayda vermez.
Allah her an bizimle, biz onunla çok az oluyoruz. Cumadan cumaya, bayramdan bayrama. Bak adı Müslüman, ya işi, ya hayatı; ilgisi yok. İnsan önce iyi bir kul olduğuna inanmalı ve inandırmalıdır. Bir kitabın, bir peygamberin olduğu unutulmamalıdır.
Peygamberimiz: “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz,” buyurmuştur.
Necip Fazıl şöyle der: “O dem ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azraile: “Hoş geldin” diyebilmek de hüner.”
* * *
- ÖLÜM ANI
Ölüm anı isyana varan davranışlar, bağırıp çağırmalar, esas görevlerin unutulmasına neden oluyor. Kalanlar günaha girerken, cenaze hayırdan mahrum oluyor.
- Ölen için ağıtlar yakmak, yas tutmak cahiliye adetidir.
Şöyleydi, böyleydi denmez, övülmez. Melekler: “Sen öyle, böyle miydin?” derler ve azap ederler.
Peygamberimiz: “Ailesinin kendisi için ağladığı bir mezara rastladı ve: “Onlar bu mezardaki için ağlıyorlar, ama bu o yüzden azap görüyor.” ” Buyurur.
Bir insana ölmeden önce vasiyetinin olup olmadığı sorulmalıdır. Malı olan, borcu, alacağı olan, oruç, zekat borcu olan, mutlaka vasiyet etmelidir.
Allah vasiyeti hazır bulundurmayı emreder. (Bakara:180) Peygamberimiz: “Ölüm kapıya gelinceye kadar vasiyeti erteleme,” buyurur. (Buhari, Vesaya:7)
Can boğaza geliyor, şu malı şuraya, bu parayı buraya başlıyor vasiyete, mal taksimi yapmaya kalkıyor. Bunlar yanlıştır. Mirasçıya vasiyet yoktur. Malın üçte birini ancak vasiyet edebilir.
Bir de vasiyetler pek yerine getirilmiyor. Meşru vasiyeti yerine getirmeyen vebal altında kalır.
Biri bana telefonda:
- “Falan ölüyor, ne yapalım?” dedi.
- “Yakınları, çocukları okusun,” dedim.
- “Kur’an bilmiyorlar,” dedi.
- “Yolcunun durumu nasıl?” dedim.
- “Yüzü kararıyor, oh, ah diye inliyor,” dedi…
- Ölüm anında helalleşilir.
- Son sözünün tevhit, şehadet olması için bunlar söylenir.
- İmanlı gitmesi ve bağışlanması için dua edilir.
- Yasin okunur, Yasin okunursa ölümü kolaylaşır, azabı hafifler. (Ramuz elEhadis:79/4) Ölüm olayından sonra başında Kur’an okunmaz.
- Ölenin gözü kapatılır, çenesi bağlanır, ayakları birleştirilir, elleri karnının üzerine konur.
- Cenazeye katılmak bir haktır.
- Üç gün cenaze evinde yenilip, içilmez. (Yani cenaze sahibinin hazırladığı yenmez.) Cenaze ile beraber kabre bir şeyler konmaz.
- Ölenin ardından çok ve boş konuşulmaz. Toprağı yetti, yetmedi, şöyle öldü, böyle öldü denmez. Mezardan şu çıktı, bu çıktı denmez. Şu gün öldü, şurada öldü, falanın yanına gömüldü, bunların hiçbirinin önemi yoktur.
- Borcu varsa, cenaze kaldırılmadan ödenmelidir. Peygamberimiz (sav) cenaze için borcu olup olmadığını sorar, varsa borcu ödeninceye kadar namazını kıldırmazdı.
“Mü’minin ruhu borcuna bağlı kalır,” buyurur. (R.Salihin:947)
* * *
Ölen bir insan için, şöyle olsaydı ölmezdi, erken öldü denmez. Her ölen eceli ile ölür. Genç, ihtiyar, çocuk demez.
Allah: “Allah’ın izni olmadan hiç kimse ölmez. Ömür belli bir süreye göre yazılmıştır.” (Al-i İmran:145) buyurur.
Ecel değişmez. Ölecekti, ölmedi, falan ölümden kurtardı denmez. Kur’an’da: “Onların ecelleri gelince, ne bir saat geri kalır, ne de ileri gider.” (Nahl:61) “Zaman gelince hiçbir nefis geri bırakılmaz.” (Münafıkun:11) denir.
Kimse kimsenin yerine ölmez. Kimse kimseye ömür veremez.
Ömrün uzaması demek, mutlu ve huzurlu yaşanmasıdır. Ecel onun bunun elinde aranmaz. Ölümün vaktini, saatini, yerini ve şeklini takdir ve tayin eden Allah’tır. “Nerede, ne şekilde, ne zaman öleceğini kimse bilemez.” (Lokman:34)
* * *
B- ÖLÜM SONRASI
Ölüm olayından sonra ağlamaktan, mirasını düşünmekten, borcunu düşünen olmuyor. Ölenin kul hakkı varsa, onu hemen ödeyip borçtan kurtarılmalıdır. Musalla taşındaki “helal edin” “helal olsun” larla hak ödenmiş olmaz.
Vasiyeti, adağı varsa, yerine getirilir. İbadet borçları geciktirilmez. Yemin kefareti, oruç, zekat, bazı namazları varsa onlar tespit edilir, fidyesi hemen verilir.
Herkesin cenaze namazı kılınmaz. İnanmayanın, Müslüman’la savaşta ölenin, eşkıyanın, teröristin, namazımı kılmayın diyenin, vücudu gelişmemiş tam oluşmamış çocuğun namazı kılınmaz.
Falan falan diye cenaze bekletilmez. Bir hadiste: “İyi ise cenaze beni çabuk götürün, kötü ise beni nereye götürüyorsunuz? Der,” buyrulur. (R. Salihin:946)
Cenaze töreni ölüye son görevdir. Nutuk atmanın, slogan atmanın, alkışlamanın, tekbir getirmenin, çelenklerin, bandonun, fotoğraflar taşımanın konvoy oluşturup korna çalmanın, bağırıp çağırmanın ölüye hiçbir faydası olmadığı gibi zararı vardır. Bunların yapılması bid’attır.
- Sela verirken “…Eşrafından diye selam veriliyor. Ölüm her insanı eşit yapar, şeref ve izzet ancak Allah’ın yanındadır. Cenaze Allah’a yürürken İslam’a uygun bir şekilde defnedilmelidir.
- Cenaze ile beraber kabre Kur’an, Yasin gömülmez. Onlar dünyaya lazımdı. Okumayıp uymadıysa ne fayda verir? Aksine böyle bir hareket günahtır.
- Fotoğraflar, çelenkler, bandolar, araba kiralayıp konvoy oluşturma cenaze için fuzuli masraftır.
Cenaze tıraş edilmez, saçı kesilmez, tırnağı kesilmez, saçı boyanmaz.
- Cenaze alkışla uğurlanmaz “El Fatiha” yerine el alkış cenaze için talihsizliktir. Nasipsizliktir, cenazeye büyük kötülüktür. (Enfal:35)
- Cenaze çabuk gömülmelidir. Acele edilecek şeylerden bir budur. Evde fazla kalmamalıdır. Ağlayıp sızlamalar cenazenin azap görmesine neden olur. Doğduğu yere gömelim derken cenazeye eziyet edilmemelidir. Doğduğu yer şartı yoktur.
- Cenaze için sessiz olunur. Slogan atılmaz, tekbir getirilmez. Görenler ayağa kalkıp saygı gösterir ve Fatiha olur, ihlas okur ve dua eder. “Biz de Allah içiniz, Allah’a döneceğiz” derler.
- Cenaze götürülürken üzerine bıçak, demir konmaz. Bu ilkel davranıştır.
- Cenaze için onda olmayan vasıflar söylenmemelidir. Azabının artmasına neden olur.
- Cenaze hayırla anılmalıdır, ölüm şekli kötüye yorulmaz.
- Cenaze namazı duadır. Alışılmışın dışında kadınların yarı açık, yarı kapalı abdestli, abdestsiz katılmaları ölünün sevaptan mahrum olmasına sebep olur.
- Cenazenin yüzüğü, dişi kolay çıkmıyorsa, zorlanmaz.
- Cenazenin toprağa değmesi üstünde toprak olması uygundur.
- Cenaze sahipleri yemek yapmaz, konu komşunun getirdiği yemekler yenir. Ev sahibinin acı içinde yaptığı yemek ve helva üç gün yenmez.
- * *
Ölenler rahmetle anılmalıdır. Onlar için dua edilmezlidir. Yasin, Kur’an okunmalı, İhlas, Fatihalar gönderilmelidir.
Bir kimse, Müslümanlar tarafından hayırla yad edilirse, cenneti, şerle yad edilirse cehennemi hak eder. Hz. Ömer (ra)’ın yanında geçmekte olan cenazeyi hayırla anarlar, Hz
Ömer: “Vacip oldu” der. “Ne vacip oldu ya Ömer” derler. “Hayırla yad edilen cennet, şerle yad edilene cehennem” der. (R.Salihin:2/954-955)
Peygamberimiz (sav): “Kabirdeki boğulmak üzeredir, dua bekler, dua edilirse sevinir.”
(Ramuz el-Ehadis:368/10)
- “Ölülerinize Yasin okuyun.”(İslam Fıkhı Ans:3/17)
- “Ölü için Yasin okunursa, azabı hafifler.”(Ramuz el-Ehadis:422/4) buyurur.
Yapılan güzel şeylerin sevabı ölmüş kimselere bağışlanır.
Sonradan okunanların faydası olmaz, ölüye ulaşmaz diyenlere bakıp ölü mahrum bırakılmaz.
Peygamberimiz Necaşi’nin namazını kılmış, mescidi temizleyen kadına dua etmiştir.
Ölen için hayır yapılır, mevlit okunur, mezar taşına “Fatiha” yazılır. Önceden ölmüş layık kimselere binlerce hatim gönderiliyor. Nasipsizler boş boş yatıyor.
Allah şöyle dua etmemizi istiyor:
“Rabbim bizi ve bizden önceki Müslümanları bağışla.” (Haşr:10) Atalarımız ölenleri için hayır yapan ve okutan vakıflar kurmuşlardır.
- * *
Ölenlerin ardından iyi şeyler ulaştığı gibi kötü şeylerde ulaşır. Hayırlı evlat rahmet olur. Hayırsız evlat pişmanlık verir, kemikleri sızlatır.
- Borçlu olarak ölenin kul borcu ödenir, helalleşilir,
- İbadetler içinde fidye verilir,
- Mazeretli iken kılamadığı namazları için fidye verilir,
- Hac borcu için vekil gönderilir, Oruç için sabah-akşam fakir doyurulur, Adak yerine getirilir,
- Yemin kefareti için on fakir doyurulur, Zekat borcu ödenir.
Az bir paranın döndürülmesi gerçekçi olmaz. Fidye verecek malı parası olmayan için dua edilir. Fidye verirler, borçlarım ödenir düşüncesi ile yapılmayan ibadetlerin fayda vermez.
Fidye ihtiyaç sahibinin hakkıdır.
- * *
Ölmeden önce kişiye bir görev de hasta ziyaretidir. Son zamanlarda ihmal edilen bir konu. Hasta olduğunu duyuyoruz, birde selasını duyuyoruz. “Aa falan ölmüş” diyoruz.
Hasta ziyaretinden alınacak ibretler vardır. Ziyaret edilene, ailesine, destek olma, moral verme vardır. Sabır tavsiye edilir, tövbe istiğfar tavsiye edilir. Çekilenlerin günaha kefaret olacağın söylenir. Vasiyet gibi, borçlar gibi şeyler hatırlatılır. Hastaya dua edilir ve duası alınır. Çünkü onun duası meleklerin duası gibidir. (Ramuz el-Ehadis:45/1) Bir hadiste: “Hasta ziyaretinde bulunana melekler rahmet okur.” (R.Salihin:903)
- “Hasta ziyaretinde bulunan kimse, dönünceye kadar cennet yolundadır.” (Müslim Birr:39) buyrulmuştur.
Hasta ziyareti, Allah’ı ziyaret gibidir. Çünkü Kutsi hadiste: “Kulum! Ben hasta idim, neden beni ziyaret etmedin? Denilince kul: “Sen nasıl hasta olursun, ben seni nasıl ziyaret edebilirdim Ya Rabbi?” Deyince Cenab-ı Allah’ın:
- “Falan kulum hasta idi, onu ziyaret etmiş olsaydın beni ziyaret etmiş olacaktın,” diyeceği haber verilmiştir. (Müslim Birr:43)
- Hasta ziyaretinde moral bozucu konuşulmaz, ölenden hastalıktan bahsedilmez. Hasta daha da hasta edilmez. Fazla oturulup can sıkılmaz. Kahvesi, çayı, meyvesi yenilip içilmez.
Hasta ölmek üzere ise Yasin okunur, şehadet telkin edilir. Su verilir, dudakları ıslatılır, kıbleye yüzü çevrilir. Hüsnü hatime için dua edilir.
- * *
Şehitlik mertebesine ulaşanlar için gösteriler, yürüyüşler, sloganlar, istismarlar, şehidi ve ailesini üzer.
Onlara ölü gözü ile bile bakılmaz. (Bakara:154 + Al-i İmran:169) Şehide ikram ihsanda bulunulmuş günahlarının af edileceği bildirilmiştir. Bu durumda şehide yakışır durumda davranılmalıdır.
- * *
Ne oluyor bu insanlara? Açtı intihar etti, borçlu idi intihar etti, aldatıldı intihar etti, bunalıma düştü intihar etti, yasak aşk intihar ettirdi, şuna kızdı intihar etti…
Öfkeler içe atılıyor, sıkıntılar giderilemiyor, kurtuluş intiharda aranıyor. Başı sıkışan intihar ediyor. Akıllısı da, delisi de intiharı çözüm yolu zannediyor.
Öyle bir anlayış, öyle bir hayat tarzı ki, intihara sürüklüyor, günah günahla temizlenmeye kalkılıyor.
Yanlışı, ölümü düşündürecek kadar büyük yapıyoruz, çok yapıyoruz. Kendimizi düzeltmeyi düşünmüyoruz, hatalardan kurtulma yerine hata üstüne hata yapıyoruz. Pislikler ölümle temizlenmiyor ki. Dünyadan kaçıldı ya ahrette ne olacak?
Bakıyorsun hiç yüzünden intihar ediliyor. Kendisine alınan arabanın markasını beğenmemiş intihar etmiş, ölen köpeğinin acısına dayanamamış intihar etmiş, çift sürerken öküzler doğru çizgide gitmemiş kendini armudun dalına asmış, tepesi atan intihar ediyor. Filmlere, şovlara bakıyor, intihar ediyor. Tuttuğu takım yeniliyor intihar ediyor, insan ölürken ne hisseder diye merak eden intihar ediyor. Aşkını ifade etmek için intihar ediyor…
İffetini koruyamamış intihar ediyor. İçki içiyor, kumar oynuyor intihar ediyor, hayatı anlamsız bulan intihar ediyor, intihar eden intihar edene… yakınları bir şey yoktu diyor.
İntihara baş sebep inanç boşluğu, ahlak noksanlığı ve iffetsizlik olmaktadır.
Tedbir almayan, çok yiyen ilaç kullanıp tedavi olmayan, hız sınırını aşan, sigara, alkol kullanan, ölüme davetiye çıkaranın ölümü intihardır.
Canlı kalkan olan, açlık grevinde ölen intihar etmiş olur. Özendiren, sebep olan da cinayet işlemiş olur.
Yaşlıyı, hastayı, sakatı öldürmeyi insanı görev diyenler oluyor. Ölen kendisi istediyse intihardır ölüme yardım eden de cinayet işleyen katildir.
Ölmede öldürmede hak değildir. Hastalık, sakatlık, yaşlılık, ölme öldürme için gerekçe değildir. Acı çekilmesi gerekçe olmaz.