NASIL BİR HAYAT YAŞIYORUZ?

          Hayatta birçok önemli şeyi önemsemiyoruz. Güne uykusuz, gergin, kavga ederek başlıyor, düzgün hareket etmiyor, iyi niyet taşımıyor, sağlam iş yapmıyoruz. Sanki ahret yok! Hayat bugünlerden ibaret! Planlı, düzgün bir gün geçirme arzusu taşımıyoruz. Akşam kendimizi sorgulamıyoruz.

          Kur’an soruyor: “Feeyne tezhebûn” “Nereye gidiyorsunuz?” diyor. 

          Bir yerlerden gelip, bir yere gidiyoruz ya, bunu çok azımız biliyor. İlk yaratılışta Allah hepimize sordu:

  • “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi.
  • “Evet, sen bizim Rabbimizsin.” Cevabını verdik. Bunu ne çabuk unuttuk?

          Başkalarına bakıp “Bu böyle olmamalı,” dediğimiz bir şeyi çekinmeden kendimiz yapıyoruz. Beğenmediğimiz, kınadığımız kimselere benzemeye çalışıyoruz.

          Ölen için “Kurtuldu,” diyoruz. Mezardakine “Rahat yat,” diyoruz. “Ben ölünce dinleneceğim,” diyoruz. İnsanın ölümü ile bütün hayatının hesabı başlayacak. Mezar; yok olma yeri değil, sorgu sual yeridir.

          Yaşadığımız bir günün her anını iyi değerlendiremiyoruz. Güne besmelesiz başlıyoruz, tersliklerle akşama kadar boğuşup duruyoruz. Akşam olunca kendimize:

  • “Bugün neler yaptım? Bugün aleyhime mi lehime mi geçti?”
  • “Bugün hangi yararlı işi yaptım? Hayır mı kazandım, şer mi?”
  • “Bugün kiminle oldum? Kime hizmet ettim?”
  • “Bugünümden Allah razı olur mu, olmaz mı?” sorularını sormuyoruz. Günler birer birer aleyhimize kapılarını kapatıyor.

          Ölmeyecekmiş gibi hayatımızı yaşıyoruz ama bir gün hiç yaşamamış gibi öleceğimizden haberimiz yok.

  • *              *

        Bütün dert; alamadım, veremedim, nasıl daha çok kazanırım oluyor.         Şairin dediği gibi: “Bir elinde ayna, bir elinde cımbız, umurunda mı dünya?”, “Ne giyeyim?”, “Ne takıp takıştırayım?”, “Ne giyersem bana bakarlar?”, “Ne pişireyim?” bütün günün içini dolduran bu.

        Mide dolu, kafa boş. Okuma yok, televizyon yetiyor. O kadar meşgul ki; günlerde gezerken yorgun düşüyor.

        Diğer taraftan dikkatli, düzenli ve prensipli yaşamayanlar, kolayca güdülüp, yanlış yönlendiriliyorlar ve günahtan günaha sürükleniyorlar. Gerekçeleri de:

  • “Hangi çağdayız, zaman bunu gerektiriyor.”
  • “Adet böyle, şartlar böyle.”
  • “Herkes böyle yapıyor. El ne der?” bunlar mazeretmiş gibi uzayıp gidiyor.

Bir kesimde çok farklı zar zor geçinmeye çalışıyor. Hiçbir şeyden haberi olmuyor. Hatta eşinin, oğlunun, kızının yaşayışından haberi olmuyor. Kafasını, vücudunu evin giderlerini karşılamak için yoruyor. Şükürsüz ve teşekkürsüz bir hayat yaşıyor.

  • *              *

        Nasıl bir hayat yaşandığı bilinmiyor. Diğer canlılar da doğuyor, yaşıyor, ölüyor.

Nefsi ve hayvani hayat yaşayanların hayvanlardan ne farkı oluyor?

        İnsan canlılar içinde en üstün varlıktır. Yaratılış gayesi farklı, sorumlulukları farklıdır.         Düğünümüzü, çocuğumuzun sünnet merasimini kameraya alıp seyrettiğimiz gibi; bu hayatımızı da biz öldükten sonra “Seyret hayatını” denilecek. Hayatını seyreden; “Nasıl iş bu? Her şey kaydedilmiş,” diyecek. 

        Kur’an’da Allah bizi önceden uyarıyor: “Şunu iyi bilin ki; üzerinizde muhafızlık eden, sizi her an gözetleyen yazıcılar vardır. Siz ne yapıyorsanız, onu görür ve yazarlar.” (İnfitar:10-12)

        Evet, hayat filme alınıyor. Sorumsuzca yaşayanlar kurtuluş fırsatını kaçırdıkları için pişman olacaklardır. Hayata iyi başlayan, iyi bitirir. Sabah gömleği giyerken yanlış düğmelemeye başlayan diğerlerini de yanlış düğmeler. 

        Nasıl ölmek istiyorsa insan, öyle yaşamalı. Nereye gitmek istiyorsa insan, elinde fırsatı varken o yola düşmelidir. İnsan 3-5 dakika ayırmadığı, hiçbir hazırlık yapmadığı yeri hak eder mi?         İnsan önündeki en büyük ölüm gerçeğini unutuyor. Helal kazanmıyor, meşru yaşamıyor. Büyük mahkemeye çıkıp hesap vereceğini aklına getirmiyor. Ölene kadar dünyanın yalan işleriyle, boş zevkleriyle boğuşup duruyor.

        Hiç unutulmaması gereken üç kelime: Allah görüyor, Allah biliyor, Allah soracak.

        Israrla, ölünce toprak olup gidecek hayvanlar gibi yaşanırsa, sonuç herhalde iyi olmayacaktır.

*              *              *

        Düzgün, prensipli ve dengeli bir hayat anlayışı yerine, düzensiz bir hayat anlayışına sahip çıkılıyor. Sonbahar yaprağı gibi rüzgâr nereye eserse oraya savrulup gidiliyor. Olaylara hâkim değil, olaylar insana hâkim.

        Peygamber (as)’ın: “Öyle bir zaman gelecek ki…” deyip kötü şeylerin olacağı bir zamanı bildirdiği gibi.

        İyi yaşamak, iyi şeyler yapmak insanın elinden alınmamıştır. İnsanımız verimli ve faydalı değil.

        Genç oturduğu yere zarar veriyor, yediğinin artığını yerlere atıyor, oraya buraya yazılar yazıyor, acayip kılık kıyafetlerle dolaşmayı seviyor. Elinden telefon düşmüyor. Konuşurken “Atıyorum” diyerek başlıyor, atıp tutuyor. 

        Zenginde cimrilik,

        Fakirde gurur, kibir,

        Âlimde aç gözlülük,

        Kadında hayâsızlık,

        Gençte yaramazlık,

        Yönetimde adaletsizlik… Ne kötü…

        Aslında Allah’ın koyduğu hayat ölçüleri var. Mutluluğun kaynağı olacak, büyüklerin örnek hayatları var. Onların ışığında, önlerini görerek yaşayan, hayatın kötü tarafını yaşamaktan kurtulacaktır.

*              *              *

        Güzel ve faydalı işler yapmak, hayatı güzelleştirmek ideali taşınmıyor. Bencil bir anlayışımız var. Gemisini kurtaran kaptan misali, nalıncı keseri gibi hep kendimize yontuyoruz. “Yandım” diyene “Yan”, “Öldüm” diyene “Öl” deyip geçiveriyoruz.

        Hâlbuki istense ne güzel işler yapılır. Kalıcı işler işlenir. Başkalarının istifade edebileceği eserler bırakılır. 

        Bizden öncekiler, bugün kullandığımız, istifade ettiğimiz eserleri yapmasaydı, bırakmasaydı, ağaçları dikmeseydi, yoları, köprüleri yapmasaydı biz ne yapabilir, ne kadarını başarabilirdik? Bizim de gelecek nesillere bırakmak zorunda olduğumuz şeyler olmalıdır.

        Herkes günün sonunda; “Bugün kime, ne ölçüde faydalı oldum?” sorusuna cevap verebiliyorsa, görev yapılıyor demektir. 

        Bugün hayır kapısını mı çaldım, şer kapısını mı çaldım? Dua mı aldım, beddua mı aldım? Geçmiş günlerin tekrar verilsin mi istersin? Yoksa yaptıklarımı bir daha yapamayabilirim diye geri mi çevirirsin? Bu soruların cevapları çok önemli.

        İnsan başarılı olduğu ve faydası olan işle meşgul olmalıdır. Mesela partisi %1 oy alamıyor, o gece gündüz, maddi manevi gücünü partisi için harcıyor. İktidar olma hayalleri kuruyor, kime ne faydası var?

        Hayat ciddiye alınmalıdır. Tekrarı yok bunun. Melekler ölürken: “Ne işle meşguldün?” diye soracaklar. 

        İnsanın iyiliği, güzelliği hayatının güzelliğindendir. İnsan nasıl biri olduğunu anlamak isterse nasıl yaşadığına bakmalıdır. 

        İnsanın güzel bir hayat yaşaması o kadar zor bir iş değildir. Güzel işler, güzel düşünceler ibadet gibidir. 

        Toplumda benimsenip tekrar edilen çirkin sözler var: “Merhametten maraz doğar,”, “İnsana yaranmaz,”, “İyilik yaptığın insanın şerrinden korun,” gibi.

        İnsan bir şeyin iyisini, güzelini ve hayırlısını yapmalıdır. Yaptığını da sağlam yapmalıdır. Pişman olacağı, keşke diyeceği işi yapmamalıdır.

        Kendinden yaşlıyı görünce: “Onun sevabı benden çok”, küçüğü görünce de: “Benim günahım ondan çok” demelidir. Günah işleyen birini görünce: “Rabbim beni günah işlemekten koru,” diye dua etmelidir. Hayır işleyen birini görünce: “Bana da hayır işlemeyi nasip et Rabbim” demelidir. 

0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir