Müslümanım diyen inandığı gibi yaşamalıdır
Müslümanlık, bir söz, bir iddia değildir. İnandığının gereğini yapmaktır.
İmanın şartları, İslam’ın şartları Cenab-ı Allah’la bir sözleşmedir.
İmanın gerçek manası yaşadığı gibi inanmak değil, inandığı gibi yaşayamıyorsa bu onun için bir cezadır.
Musa Peygambere tabi olanlardan biri bir gün Musa (as)a:
-Ben senin dediklerini yapmıyorum. Hani benim cezam? Der.
O sırada Allah Musa (as)a şöyle vah yeder:
-Biz ondan kul olmanın, ibadet etmenin zevkini almadık mı? Bundan daha büyük ceza mı olur.”
İnandım deyip de yapmamak yapamamak, yapmamak için mazeret uydurmak gerçekten cezayı gerektiren bir durumdur. Çünkü lafa değil icraata bakılır.
İman kuvvetli olmazsa, İslam temsil edilemez. O zaman Müslümanlık sözde kalır. İnsan imanın şartlarını yerine getirirse, o zaman gerçek mü’min olur.
Gerçek Müslüman, farklı kimsedir; farklı düşünür, farklı yaşar. Bu farklılık inancından gelir. “Eşeğim Müslüman olsa ben olmam” diyen Hz. Ömer’i iman nasıl değiştirdiyse, inanan her insanı farklı kılar. Onun için Müslümanım diyen kişinin işi de, hayat tarzı da farklı olmalıdır. Sözde başka, yaşayışta başka olursa buna Müslümanlık denmez münafıklık denir. O zaman son nefeste kelime-i şehadet getirmek nasip olmaz.
Ölümden sonrası, ölüm öncesine bağlıdır. Peygamber (as): “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle hasrolunursunuz” buyurmuştur.
Dikkat edelim, Ebu Talip gibi bazı güzel işler yapıp da geç kalan ve kaybedenlerden olmayalım.
Şunu da unutmamak gerekir ki, tek başına kurtuluş yoktur. Etrafımız, sorumlu olduğumuz kimseler kurtulursa, biz kurtuluruz.
İbn-i Sinan’ın bir sözü var: “Tek başına cennete girmek isteyen, zaten cennetlik değildir” demiştir.