MÜSLÜMAN TEMİZ OLUR
C. ALLAH’IN DOSTLARINI DÜŞMAN DÜŞMANLARINI DOSTLAR EDİNMEZ
a. Allah’ın Sevgili Kulları Kimlerdir?
Cenab–ı Allah, peygamber efendimizi diğer peygamberlerden üstün kıldığı gibi insanların da bazısını bazısından üstün kılmıştır. Mesela; Musa peygamberle Firavun, İbrahim Peygamberle Nemrut, Hz. Ebu Bekir’le Ebu Cehil, Hz. Ömer(ra) ile herhangi bir Müslüman nasıl bir değilse, Allah’ın kulları arasında da iman ve amel yönüyle diğer insanlar da asla bir değildir.
Dinimizin bildirdiğine göre bütün kalbiyle Allah’a yönelmiş, imanlı takva sahibi kimseler Allah nezrinde diğer insanlardan daha sevimli ve dereceleri bakımından daha yüksektir. Kur’an-da Allah’ın sevgili kulları hakkında:
“Onlar, iman edip takvaya ermiş olanlardır” (Yunus Suresi: 62) buyrulmaktadır.
İman ettikten sonra kul, ne zaman ki her şeyiyle Allah yolunda ve Allah’ın rızası için hareket ederse, ancak o zaman olgunluk derecesine ulaşır. Kur’an-da ve peygamber efendimizin ifadelerinde Allah’ın sevgili kullarının en bariz vasıflarının iman ve takva olduğu belirtilmiştir. Bu iki vasfı kendinde toplayan ve olgun mümin olanlar Allah’ın sevgili kullarıdır.
Bir gün Ebu Hatem’in kapısı çalınır, içenden:
- Kim o? Der.
- Allah diyen bir kul, cevabını alınca kapıyı açar ayaklarına kapanır:
- Başka Allah diyen var mı? Onun da ayaklarına kapanayım, der.
Said İbni Cübeyr (ra) den nakledildiğine göre, Resulü Ekrem (sav) kendilerine:
- Allah’ın sevgili kulları kimlerdir? Diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
- Allah’ın sevgili kulları öyle kimselerdir ki; kendilerine bakıldığında Allah (cc) akla gelir.
- Allah’ın Sevgili Kulları Mahzun Olmayacaklardır:
Yüce Allah Kutsal Kitabımız Kur’an-da şöyle buyurur:
Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin ise dostları azgın putlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır. (Bakara Suresi: 257)
Başka bir ayette de:
“İyi bilin ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus Suresi: 62) buyrularak Allah’ın sevgili kullarının mahzun olmayacağı bildirilmiştir.
Allah sevgisi şöyle belli olur:
- Dilde: Allah’ı seven Allah’ı çok anar. Yalan söylemez, iftira etmez, boş söz söylemez.
- Kalpte: Allah’ı sevenin kalbinde başka sevgi olmaz.
- Gözde: Allah’ı seven harama bakmaz her şeye ibret nazarı ile bakar.
- Midede: Allah’ı seven midesine haram lokma koymaz.
- Elde: Allah’ı seven elini harama uzatmaz.
- Ayakta: Allah’ı seven hayırlı işlere koşar. Allah yolunda ayağı tozlanır.
Kuru kuru sevgi olmaz.
- İnsan Dostunun Dini Üzerinedir:
İnsana dost lazımsa, o kimse Allah dostu olmalıdır. Yüce Allah Kur’an-da kendisine inananlardan başkasını dost edinmememizi emretmiştir.
Bu konuda rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Yahudileri de Hıristiyanları da kendinize dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (Maide Suresi: 51)
“Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmayacaklardır; de ki: “Doğru yol ancak Allah’ın yoludur” Sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, and olsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.” (Bakara Suresi: 120)
Peygamberimiz (sav): “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurarak insanın dünyada kimi sevdiyse, kiminle beraber olduysa ahirette de onunla beraber olacağını bildirmiştir.
Diğer bir hadislerinde de: “Kişi sevdiği dostunun dini üzerinedir. O halde her biriniz kime dostluk yapıyor dikkat etsin” buyurmuşlardır.
İnsan, arkadaşı ile bilinir, arkadaşı ile tanınır. Bunun için Müslüman’ım diyen herkes kiminle dostluk yapıyor dikkat etsin, buyurmuşlardır.
İnsan, arkadaşı ile bilinir, arkadaşı ile tanınır. Bunun için Müslüman’ım diyen herkes kiminle dostluk ettiğine, kime düşman olduğuna dikkat etmelidir. Dost edinilen, düşman bilinen insanlar imanın ölçüsü olduğu unutulmamalıdır. Büyüklerden birine:
– Ümmet –i Muhammed’e dua ediniz.
O da:
– Hay hay Ümmeti Muhammedi siz gösteriniz ben de dua edeyim!
Cevabını vermiştir.
Ashab –ı Kehfin köpeği iyi kimselerin yanında aziz olmuştur. O dostlar sayesinde Kur’an-da zikredilmiştir.
İmam–ı Azam Hz.leri Abbasi Halifesi Mansur’un yaşayış ve icraatının Kur’an ve sünnete uymadığı için onun Şeyhül İslamlık teklifini reddetmiştir. Bunun için hapse atılmış, kanlar içinde kalıncaya kadar dövülmüş, bir müddet sonra da Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Bu konuda Hz. Mevlana şöyle der:
“Aklı Muhammed Mustafa’nın yoluna kurban et!
“Hasbiyallah” de ki; Allah’ım yeter.
Ehli dini, ehli kinden ayrı bil;
Hakla oturanı ara; onunla otur!”
d. Allah’ın Dostlarını Bırakıp Düşmanlarını Dost Edinmeyiniz:
Allah’ın dostlarını bırakarak, inananların yerine kafirleri, münafıkları, zalimleri, fesatçıları dost edinen Allah’a isyan etmiş olur. Camide inananlarla olup da, dışarıda gönlünde Allahsızlık yatan kimselerle olmak iman ve İslam ölçülerine sığmaz.
Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey inananlar! Allah’tan korkun, daima doğrularla beraber olun.” (Tevbe Suresi: 119)
“Ey inananlar! Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden, dininizi alaya ve eğlenceye alanları ve inkarcıları dost olarak benimsemeyin, inanıyorsanız Allah’tan sakının.” (Maide Suresi: 57)
“Müminler, Müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur. Ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır.” (Al –i imran Suresi:
28)
Hz. Ömer, devlet başkanlığı sırasında, bir gün Medine’de camide oturuyordu. Ebu Musa El – Eşari (ra) de O’nun gerisinde oturmuştu. Ebu Musa, Hz. Ömer’e İsfahanın hesaplarını güzel bir yazı ve dürüst bir hesap olarak arzetmişti.
Hz. Ömer, hesabı ve yazıyı beğendi. Ve yazının kime ait olduğunu sordu. Ebu Musa, “benim katibimindir” cevabını verdi. Hz. Ömer, “birini gönder de gelsin, onu bir de ben göreyim” dedi. Kendisine: “O camiye giremez” dendi. Hz. Ömer camiye neden giremeyeceğini sorunca, katibin Hıristiyan olduğunu öğrendi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Ebu Musa’nın uyluğuna öyle bir yumruk vurdu ki, Ebu Musa, kemiğinin kırılacağını zannettiğini söyler. Hz. Ömer vurduğu yumruktan sonra acı bir dille Ebu Musa’ya şunları söyler:
– “Sen Allah’ın kitabını okumadın mı? O Yahudileri, Hıristiyanları kendinize dostlar edinmeyiniz; onlar birbirlerinin dostudurlar” buyurmuyor mu?
Nakledilir ki, Hz. Ömer’in bu sertliği ve uyarısından sonra Ebu Musa katibini derhal azletmiştir.
e. Allah’ın Dostlarına Düşman Olan Helak Olur:
Allah’ın inanan kullarını bırakarak inançsızları dost edinenler bu dostluklarından büyük zarar görürler. Çünkü herkes bilir ki, yılanla dostluk olmaz. Yılana sarılanı yılan sokar.
Bilindiği gibi Allah’ın düşmanları, inananların da düşmanlarıdır. İnananları sapıtmak, onları dinlerinden döndürmek, Allah yolundan alıkoymak isterler. Buna dikkat etmeyenlerin ölüm ötesindeki halini ve duyacakları pişmanlıkları Allah şöyle haber vermiştir:
“O gün zalim kimse ellerini ısırıp; “Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım. Vay başıma gelenlere. Keşke falancayı dost edinmeseydim. O beni, bana gelen Kur’an-dan saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der.” (Furkan Suresi: 27 – 29)
İnsanlara yol gösterici olarak gönderilen Kutsal Kitabımız Kur’an-ın başka ayetlerinde de Rabbimiz:
“Ey inananlar! İnkar edenlere itaat ederseniz, sizi gerisin geriye döndürürler de kayba uğrarsınız.” ;(Al –i imran Suresi: 149)
“Ey inananlar! Kendi din kardeşlerinizden başkasını dost edinmeyin. Çünkü onlar sizi
şaşırtmaktan geri durmazlar. Sizin sıkıntıya düşmenizi isterler.” (Al –i imran Suresi: 118)
“Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi –küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse, doğrusu kendine yazık etmiş olur.” (Tevbe suresi: 23)
“Sakın Allah’a inanmayan ve heva hevesine uyan kimseler seni ahiret inancından alıkoymasın, sonra helak olursun.” (Ta-Ha Suresi: 16) buyurarak biz Müslümanları uyarmış, inananlardan başkasını dost edindiğimiz taktirde helak olacağımızı bildirmiştir.
Dinimize göre Müslüman, Müslüman’ı terk etmeyecek, onu yalnız bırakmayacak ve ona zulmetmeyecektir. Bize bildirildiğine göre Allah’a inananlara sataşan kendini Allah’ın gazabından kurtaramaz.
Haccac’ın Allah dostlarına yaptığı zulümlerle adı, zalime çıkmıştı. En son inananlardan Said bin Cübeyr’i suçsuz yere idam ettirdikten sonra bir daha ölünceye kadar uyuyamamıştı. Tam uyuyacağı sırada biri gelip ayaklarından asmak ister, o da derhal uyanırdı. Hayatının son on beş gününü böyle azap içinde geçirmiştir.
f. Dostluk da Düşmanlık da Allah içindir:
Müslüman, Müslümanların sevdiği, kafirlerin ve münafıkların buğzettiği kimsedir. Hz. Ali (ra) şöyle demiştir:
“Allah’a yemin ederim ki, beni yalnız Müslüman sever, münafık buğzeder.” Buna göre Müslümanlara düşmanlık edip, buğzeden kimse İslami ölçülere göre münafıktır.
Dikkat edelim, dostluk da, düşmanlık da, sevgi de buğuz da Allah için olmadıkça hiçbir kimse Allah’ın rızasını kazanamaz. Bir Kutsi Hadiste belirtildiği gibi, iyiler sevilmeden, onlarla beraber olunmadan cennete girilemez. Kafirlere buğzedilmeden cehennemden uzaklaşılamaz.
Bir gün Müslümanlardan biri Muaza:
- Ben seni Allah için seviyorum, der.
Bunun üzerine Muaz ona:
- Seni müjdelerim. Zira peygamber Efendimizden şöyle buyurduğunu işittim.
“Kıyamet gününde bir grup insana rahat edecekleri yerler hazırlanır. Bunların yüzü ayın on dördü gibidir. İnsanlar dehşete kapılır, onlar kapılmazlar. İnsanlar korkuya düşer, onlar düşmezler. İşte onlar, Allah’ın sevgili kullarıdır ki: onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.”
- “Ya Resulüllah! Onlar kimlerdir? Diye sorulduğunda Peygamberimiz şöyle buyurdular:
- Onlar, Allah için birbirlerini seven kimselerdir.” Allah Musa Peygambere şöyle vahyetmiştir:
“Ey Musa! Zalimlerin evlerine varma, dünyaya bağlı olanları sevme, bunların hastalarına ziyaret etme, öldüklerinde cenazelerine gitme. Zira onlar benim düşmanımdır.”
Eğer inanıyorsak yaptığımız her şeyi Allah rızası için yapmalı, vazgeçtiğimiz şeylerden de sırf Allah rızası için vazgeçmeliyiz. Yani bütün gayemiz Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır.
D. MÜSLÜMAN DİLİNE SAHİP OLUR
Müslüman’ın en çok dikkat edeceği, sahip çıkmak zorunda olduğu organı dilidir.
Atalarımız: “Eline, beline, diline sahip ol” demiştir.
Cenab –ı Allah:
- “Rahmanın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler laf attığında incitmeksizin “selam” derler geçerler.” (Furkan: 63)
- “O Allah’ın has kulları yalan söylemezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile oradan geçip giderler.” (Furkan: 72)
- “O has kullar ki, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri arkadaş edinmek istemeyiz” derler. (Kasas: 55) buyurur.
Bakın bu ayetlere göre Müslüman nasıl davranacak, nasıl konuşacak bunun mesajı vardır.
Dilini güzel, yerinde kullanan, diline sahip olan cennete girmeye hak kazanır.
Dilimize sahip olmadan cennete giremeyeceğimiz gibi imanımızı da koruyamayız.
Dili kullanmak çok önemlidir. Şöyle anlatılır: Padişah rüya görür, rüyasında bütün dişleri dökülmüştür. Rüyasını bir vezirine anlatır. O vezir: “Efendim bütün yakınlarınız ölecek ondan sonra siz de öleceksiniz” der. Padişah o veziri görevden alır. Diğer vezirine anlatır. O da: “Efendim siz, bütün yakınlarınızdan daha uzun ömürlü olacaksınız” der. Padişah onu başvezir yapar. Aslında ikisi de aynı şeyi ifade etmiştir. Ama kelimeler farklıdır.
Bugün en yakınımız bile bizimle diyalog kuramıyor.
Müslümanlar olarak üzerimizde tebliğ görevi var.
Hayır kapıları, ancak dil anahtarı ile açılacaktır.
Ne demişler:
“Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır.”
a. Dil denen şey:
Dil, yerinde ve güzel kullanılırsa çok faydalı, değilse çok zararlı olur. Yani kullanmasını bilen için en iyi şey, bilmeyen içinde en kötü şey olur. İnsanı rezil de eder vezir de eder.
Hz. Peygamber (as): “Vücutta bir et parçası var, eğer o düzelirse bedenin tamamı düzelir. Eğer o bozulursa bedenin tamamı bozulur, bilesiniz o kalptir.” (K. Sitte 16/339) buyurur.
Bir sahabi Hz. Peygambere sorar:
– Ya Rasülellah! Benim için en çok korktuğunuz nedir?
Hz. Peygamber, eliyle dilini tutup: – İşte şu! Buyurur. (K. Sitte: 16/339)
- Az – öz konuşmak:
Çok söz zarar getirir, az söz söylemek fazilettir. Atalarımız: “Söz gümüşse sükut altındır” demişlerdir.
Toplumda lafı kimseye bırakmayan gevezeler sevilmez.
Boş sözü terk etmek, ahlakın ve İslamın güzelliğindendir. Çünkü; içteki ciddiyet dışa akseder.
Lokman Hekime sorarlar:
- Bu mertebeye nasıl geldin? Cevap verir:
- Ben bu mertebeye üç şeyle eriştim:
- Emaneti yerine getirmekle,
- Doğru söylemekle,
- Faydasız, boş sözü terk etmekle.
Bugüne kadar bize tavsiye edilen İslam ahlakı: “Az ye, az uyu, az konuş” olmuştur.
Bir büyüğe sorarlar:
- Sözün fazlası mı zararlıdır, yoksa yemeğin fazlası mı?
Cevap verir:
- Elbette sözün fazlası daha zararlıdır. Çünkü fazla yemeğin sıkıntısı geçicidir. Fazla, lüzumsuz sözün zararı ise devamlıdır.
Lokman (as) oğluna şöyle öğüt vermiştir:
“Oğulcuğum! Konuşmamam, bana hiçbir zaman pişmanlık vermedi, hiç nedamet duymadım. Zira; söz gümüş ise sükut altındır.”
Atalarımız: “Ya kurtaracak bir söz gerek ya da utanacak bir yüz gerek” demişlerdir.
Çünkü lüzumsuz konuşmak ayıpları ortaya çıkarır. Çoğu zaman susmak aklın süsüdür. Dil söylerse, gönül susar, gönül susunca dil zehir kusar.
- Dilin Afetleri Nelerdir?
“Diğer yaralar geçer de, dil yarası geçmez” derler.
İnsan, neden söyledim diye pişman olacağı sözü söylememelidir.
Dil, sövmede, lanetlemede, bedduada, iftirada, gıybette kullanılırsa, yalana alet olursa, boş şeylerle meşgul edilirse, Allah razı olmaz, yerinde kullanılmamış olur.
Dili, lüzumsuz konuşmalardan alıkoymak gerekir. Şöyle anlatırlar: Hükümdarlardan biri adamları ile giderken güzel öten bir kuş sesi duyar. Bu kuşun hemen avlanıp getirilmesini ister. Avcılar kuşu yakalayıp getirirler. Hükümdar der ki:
“Eğer bu kuş, ötmese idi, avlanmaktan kurtulacaktı.”
Zaman zaman, neden söyledim, neden konuştum, keşke sussaydım, dilim kopsaydı da söylemeseydim, dediğimiz pişman olduğumuz, pişmanlığımızı dile getirdiğimiz olmuştur.
Şeyh Sadi: “İnsanı maskara eden dilidir” sözünü boşuna söylememiştir.
Söz, dudak sınırını aştı mı insanın esiri iken insanı esir alır. Yayılmasını duyulmasını istemediğiniz sır, yayılır. Allah, dil silahını dişlerin ve dudakların arasına hapsetmiştir.
Biri, diline sahip olmamış dilinin gazabına uğramış da: “Ah dilim, seni dilim dilim dilseydim” demiş.
Dil bir silah, kelimelerde mermidir.
Dili yüzünden nice başlar gitmiş, dili yüzünden nice insanlar hapse girmiştir. Nice cinayetler işlenmiş, nice insanlar mağdur olmuştur.
Ömür boyu üzüntü, pişmanlık ve utanma çekmek istemeyen diline hakim olmalıdır.
Şair: “Bana benden olur her ne olursa,
Başım rahat eder, dilim durursa” demiştir.
Hz. Peygamber’e: “Hangi amel daha hayırlıdır? Denmiş. – Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsenin amelidir” demiştir. (Buhari İman: 5)
Hz. Ali’nin güzel bir sözü var: “Mızrakların açtığı yara iyi olur, fakat dil yarası iyi olmaz” diye. Atalarımız da: Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez, demiştir.
Kullanılışa göre dil iki kapıdan birini açar. Ya cennetin kapısını açar ya da cehennemin kapısını açar.
Dili yüzünden insan vezir de olur, rezil de olur.
Kur’an-da: “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen ve yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf: 18) buyrularak insanın söylediği her sözden sorumlu olduğu ve hesaba çekileceği haber verilmiştir.
Kısaca dilin afetleri şunlardır:
- Boş ve manasız söz,
- Kötü ve çirkin söz,
- Yalan, iftira, gıybet ve küfür içeren söz,
- Alay ve hakaret içeren söz,
- Çok konuşmak,
- Yemin etmek,
- Yapmadığını söylemek.
d. Diline sahip olmayan cennete giremez.
İnsan lazım olduğu kadar yemeli, lüzumu kadar konuşmalıdır. Emin olmadıkça nasıl yere basmıyorsak, düşünmeden de konuşmamalıyız.
Hz. Peygamber (as) şunları tavsiye ediyor:
- “Her mecliste konuşulanlar emanettir.”
- “İnsana her işittiğini başkasına söylemesi günah olarak yeter.”
- “İnsanın kendini ilgilendirmeyeni terk etmesi, Müslümanlığın güzelliğindendir.”
- “Müslüman, diğer Müslümanların elinden dilinden salim olduğu kimsedir.”
Ukbe bin Amir (ra) anlatıyor: Allah Resulüne:
- – Ya Rasulellah! Kurtuluş yolu nedir diye sordum. Bana:
– Dilini aleyhine çıkaracak sözlerden muhafaza et, evin ile meşgul ol, günahlarına ağlayarak nedamet et, buyurdu.
Konuşan, konuşunca yerinde konuşmalıdır. Peygamberimizin ifadesiyle ya hayır söylemeli, ya da susmalıdır. Yersiz konuşan başını belaya sokar, fitneye sebep olur.
Boş söz ömür tüketmek olur, insan, zamanında ve yerinde konuşursa ayıbını örtmüş olur.
Bir de insan, yapmadığını söylememelidir. Şair: “laf ile verir dünyaya nizamet, bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde ” demiştir.
“İnsanın çektiği, dilinin belasıdır” derler. Hayatta iki şey akla uymaz. Biri susulacak yerde konuşmak, diğeri de konuşulacak yerde susmaktır. Onun için “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” denmiştir.
Her şeyde söylenmez. Allah insana iki kulak bir ağız vermiştir. Bazen en iyi cevap susmaktır. Atalarımız: “Biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus da insan sansınlar” demişlerdir.
Bir husus da, insanlara karşı ne konuşulacağının iyi ayarlanmasıdır.
Hz. Peygamber: “Münafığa “Efendim” demeyin. Zira eğer o, seyyid olursa Allah’ı kızdırırsınız” buyurur. (K. Sitte: 16/347)
Öyleyse telefonda olur olmaz insanlara “Efendim” dememek lazımdır.
Diline hakim olan cennete girmeye de muvaffak olur.
- Kendini ilgilendirmeyeni konuşmamak:
İnsanın kendisini doğrudan ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, onun olgunluğunu gösterir. İnsanın kendini ilgilendirmeyen konularda konuşması, ona sıkıntı getirir, başını derde sokar.
Konuşmak, insan için bir ihtiyaçtır, ama kendini ilgilendirmeyen konularda susabilmek ise sanattır.
Enes (ra) şöyle anlatır:
“Uhut savaşında bizden şehit düşen birinin açlıktan dolayı karnına taş bağlamış olduğu görüldü. Annesi yüzündeki toprakları silerek:”
- “Yavrucuğum ne mutlu sana cennete gireceksin!” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü:
- Ne biliyorsun? Belki o, kendini ilgilendirmeyen hususlarda konuşan ve malından vermesi gerekeni vermeyen biridir,” buyurdu. (Tirmizi) Bir hadislerinde de: “Bir kimsenin kendini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, iyi Müslüman oluşundandır.” (Tirmizi, Zühd: 11) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhari, Edep: 31) buyurmuştur.
- Susmak fazilettir:
Atalarımız: “Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz” demişlerdir.
Çok konuşan çok bilmez, çok hata eder.
Abdulhamid Han, çok iyi Fransızca bildiği halde Fransız yetkilileriyle tercüman aracılığı ile konuşurmuş. Böylece hem iki defa dinler, hem de vereceği cevabı düşünürmüş.
Allah Resulüne sorarlar:
- Dilimizin söylediklerinden sorumlu olur muyuz?
Allah Resulü cevap verir:
- İnsanları cehenneme yüzüstü düşürecek şey, dillerinden başkası değildir. Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun, buyurur.
“Ya hayır söyle ya da sus” Allah Resulünün ikazıdır. Bu ikaza kulak asmayan, hayır da söylemez, sükut da etmez, dilini kılıç gibi, makineli tüfek gibi kullanır. Hem kendini yaralar, hem de başkasını yaralar. Şairin dediği gibi: “Kılıç yarasına ilaç bulunur, dil yarasına ilaç bulunmaz.”
Allah’ın elçisi der ki:
“Karnını, fercini ve dilini koruyan her şeyini korumuş olur.”
- Tatlı dilli, güler yüzlü olmak:
“Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır” derler. Tatlı dil, güler yüz, sevmenin sevilmenin yoludur. Kalp kıran, dille ve asık suratla sevgiye ulaşamayız.
Yunus: “yaratılanı severiz yaratandan ötürü” demiş, eklemiş:
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz.
Tatlı dil, güler yüz sadakadır. Hz. Peygamber: “Kardeşinin yüzüne karşı güler yüzlü olman, sadakadır” buyurmuş. (Buhari Cihad: 128)
Yılan dilli, ekşi suratlı olmak, mutsuz olmak ve mutsuz etmektir.
Hz. Peygamber bir hadislerinde de şöyle buyurur:
- “Din kardeşinin yüzüne gülümsemen sadakadır.” (Tirmizi Birr: 36)
Hz. Peygamber Müslüman’ı tarif ederken:
- “Elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmediği insandır” diye tarif etmiştir.
h. Söz güzel olmalıdır:
Hz. Peygamber: “Tatlı söz sadakadır. Yarım hurma ile de olsa ateşten korunmaya çalışınız.
Bunu bulamazsanız tatlı sözle ateşten korununuz” buyurur. (Buhari, Zekat: 10) Bir ayette Allah:
“Ey Habibim! İnanan kullarıma söyle başkaları ile konuştuklarında en güzel şekilde konuşsunlar.” (İsra: 53) buyrulur. Hz. Peygamber, insanları İslam’a en güzel tavır ve en güzel sözle davet etmiştir.
Söz hem tatlı, hem yumuşak, hem güzel, hem doğru, hem de yararlı olmalıdır. Boş, yalan, kaba söz her zaman çirkindir.
Söz vardır, insanda yara açar, söz vardır insanı etkiler, doğruluğa iter. Söz vardır fitne sebebi olur.
Yunus şöyle der:
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı,
Söz ola ağula aşı,
Bal ile yağ ide bir söz.
Hz. Ali (ra)den:
Resul –i Ekrem Efendimiz:
- “Cennette dışı içinden, içi de dışından görülen (şeffaf) köşkler vardır” buyurdu. Bunun üzerine bir bedevi kalkarak:
- Ya Resullallah! Onlar kimler içindir? Diye sordu.
Peygamber Efendimiz:
- “Yumuşak ve tatlı konuşan, yemek yediren, oruca devam eden, insanlar uykuda iken namaz kılanlar içindir” buyurdu.
Güzel ve tatlı söz söylemenin dinde büyük önemi vardır. Peygamber (as) şöyle der:
- “Özür dilemek zorunda kalacağınız sözü söylemeyin.” (İbni Mace, Zühd: 15)
- “Kim dilini, iffet ve namusunu koruma sözü verirse, ben ona cennette kefilim.”
(Buhari, Rikak: 23)
Bu konuda Kur’an-da da şu ayetleri zikredebiliriz:
- “Yer yüzünde tabi ol, sesini alçalt. Unutma ki seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman: 19)
- “Sözün doğrusunu söyleyiniz!” (Nisa: 9)
- “Sözü gönül alıcı bir biçimde güzelce söyleyiniz!” (İsra: 23)
- “Sözü muhataplarınıza akla ve sağduyuya uygun ve ortamı gözeterek söyleyiniz!”
(Nisa: 8)
- “Sözü kolay anlaşılır bir biçimde söyleyiniz!” (İsra: 28)
- “Onlara kendileri hakkında konuşurken seviyeli, açık ve net söyle!” (Nisa: 63)
ı. Güzel söz söylemez vaciptir:
Enes (ra) den:
Günün birinde Resullullah’ın önünden bir cenaze geçti. Ashap o cenazeyi hayırla yadettiler. Bunun üzerine Resulullah:
- Vacip oldu, buyurdu.
Sonra başka bir cenaze daha geçti. Onun ise fenalığını konuştular. Yine resul –i Ekrem (sav):
- Vacip oldu, dediler. Hz. Ömer:
- Ya Resullallah ne vacip oldu? Diye sordu. Peygamberimiz (sav):
- Öncekini hayırla yadettiniz, ona cennet vacip oldu. Sonrakini şerile andınız o da cehennemi haketti, ona da cehennem vacip oldu. Zira siz, Allah’ın yeryüzünde şahitlerisiniz, buyurdu. (R. Salihin: 954)
Yüce dinimizin emir ve tavsiyelerini dinlememekle stresli bir toplum olup çıktık. Hayatı çekilmez hale getirdik. Dünyayı kendimize ve başkalarına zindan ediyoruz.
Halbuki tatlı söz sadakadır. Bazen bir çift söz ortalığı yumuşatır. Bazen ilaçtan daha tesirli olur. İnsanları değiştirir. Moralde düzeltir, moral de bozar.
İyi söz insanın iyiliğindendir. Meşhurdur “Her kap, dışarıya içindekini sızdırır” derler. Yüreğinde iyi şeyler taşıyan iyi sözler, tatlı söyler. Onun için peygamber “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” demiştir.
Müslüman Müslüman’ın iyiliğine şehadet etmelidir. Musalla taşında hoca: “Meyyiti nasıl bilirsiniz?” der. Oradakiler hep birden “İyi biliriz” derler. (İyidir inşallah demek lazım.
Çünkü Allah bilir.)
Güzel söz söylemek lazım ki, işlerimiz güzel olsun. Peygamber: “Güzel söz sadakadır” demiştir. (Müsned II/326) Sadaka sevabı almak varken kırıcı, üzücü ve incitici olmanın anlamı yoktur.
“Gönül kırmak kolay, yapmak zordur” derler. Sözler gönül kırıcı olmamalıdır. Yakışıksız da olmamalıdır.
Şaban Düz Hocamız, İzmir Kestane Pazarı camisinde “Hatalar dan kaçınmazsanız cehennemde ensenizde boza pişirirler” demişti de, onunda hocası Hacı Salih Tanrı buyruğu: “Sen o makamı ne zannettin? Orası peygamber makamı” diyerek uyarmıştı.
Burada dini anlatan bacılarımıza ve kardeşlerimize güzel bir mesaj vardır. O da kullandıkları kelimelere dikkat etmektir.
- En iyi en kötü şey:
Lokman Hekime sormuşlar:
- İnsan bedeninde en zararlı ve en faydalı organ hangisidir? Dilini göstererek:
- İşte demiştir.
İnsan vücudunda iki orgun vardır; kalp ve dil. Kötü olduklarında, bunlardan daha kötüsü yoktur. İyi olduklarında da, bunlardan daha iyisi yoktur. Bu iki organ iyi olursa bütün vücut iyi olur.
Dil için “İnsanı vezir de eder, rezil de eder” denmiştir. Kullanmaya bağlı; iyiye kullanılırsa iyi, kötülüğe kullanılırsa kötüdür.
- Söz ayıpsız olmalıdır.
Söz ayıpsız olursa güzeldir. Yunus şöyle der:
- “Kirli elbiseler kirini,
Su ile yıkamak gerek.
Sözün kiri yıkansa gitmez
Ya ne etmek gerek?”
Evet, belki en ağır kirlilik söz kirliliğidir. Havadan da, sudan da, çevreden de önemli kirlilik. Dil kirlendiyse vicdan da kirlenir, beden de kirlenir.
Hz. Peygamber: “Allah kötü söz söyleyen ahlaksıza buğzeder.” (Tirmizi Birr: 61) Hayası olan, müstehcen söz söylemez. Kuldan da utanır, Allah’tan da utanır.
Ayıplı söz söylemek, hayasızlık alametidir.
Ölçüsüz söylenmiş kötü söz, insanın imanına da zarar verir.
“Kötü söz sahibine aittir” denmiştir. Kötü söz Müslüman’a yakışmaz. Müslüman, kötü söz söyleyerek, kötülerle çirkinlik yarışına girerek, onların seviyesine inmez. Kötü sözleri ve kötü söz sahibini Allah’a havale eder. Cevap bile vermez.
- Dili muhafaza etmek:
Atalarımız: “Bülbülün çektiği dilinin belası” demiştir. Bülbül gibi belaya uğranmaması içinde: “Eline, beline, diline sahip ol” diye öğüt vermişlerdir.
Hz. Peygamber: “Bana iki konuda söz verin, ben de size cennete gireceğinize söz vereyim” demiştir.
Orada bulunanlar:
- O iki şey nedir ey Allah’ın Resulü? Demişler, o da:
- Dilinizle, avret yeriniz, buyurmuştur.
Dilini tutanın, Allah da ayıbını örter.
Dünyada huzurlu bir ömür geçirmek, ahirette de kolay bir hesap vermek isteyen:
- Dilini boş sözlerden,
- Yalandan,
- Dedikodudan,
- İftiradan,
- Gizlilikleri araştırmaktan,
- Boş sohbet ve münakaşalardan muhafaza etmelidir.
Vücutta iki et parçası vardır. Onlar iyi olursa bütün vücut iyi olur. Bunlar; dil ve kalptir.
Şöyle anlatıldı:
- Lokman Hekim, Habeşli bir köle idi. Bir gün efendisi ona şöyle emretti:
- Evlat, bize şu koyunu kes, en güzel yerinden iki parça getir.
Dilini ve kalbini getirdi.
Bir başka seferinde, yine efendisi ona emretti:
- Bize şu koyunu kes en kötü yerinden iki parça et getir.
Yine dilini ve kalbini getirdi:
Efendisi, bunun manasını sordu, o da şöyle açıkladı:
- Bu cesette, o iki parça etten daha güzeli yoktur; fakat iyilik yolunda olursa. Yine bu cesette bu ikisinden daha kötüsü olmaz; kötülük yolunda olursa.
Evet, dil, güzelse insanı güzel kılar, çirkin şeyler ifade ederse insanı çirkinleştirir.
Bilhassa öfke ve sinirlilik hallerinde sövüp, siyme, kırıp, yığma değil, öfkemizi yenebilmeliyiz, içimize gömebilmeliyiz.
Bazıları: “Boşaldım” diyor. İçini boşaltacaksan git başka yere boşalt. İnsanları inciterek rahatlanmaz.
Sıkıntılı anlarda hemen bir abdest alıp: “La havle vele guvvete illa billahil aliyyil azim” demeliyiz. Bu insanı rahatlatacak ve günaha girmesini önleyecektir.
- Lüzumsuz yere konuşmamak: lüzumsuz konuşmak akıl zayıflığındandır. Büyüklerimiz hiç lüzumsuz konuşmamışlar, boş sözlerle vakit doldurmamışlardır. Faydasız sözlerle de başkalarını meşgul etmemişlerdir.
Allah Resulünün ve yolundan gidenlerin hiçbirinin boş sözü kaydedilmemiştir.
Boş söz söylenmemeli ve boş söz söyleyenlerden ve boş konuşulan meclislerden uzak durulmalıdır.
Bir üniversitemizden bir Prof. Yabancı bir ülkeye konferans için gider. Yabancı dili pek iyi olmadığından tercüman kullanır. Konferans sırasında bir bakar ki, tercümanlar hiçbir söz aktarmıyor, konuşmayı keser sorar:
- Neden bir şey aktarmıyorsunuz? Cevap:
- Bu ana kadar siz bir şey söylemediniz eğer bundan sonra bir şeyler söylerseniz onu aktarırız” derler.
Muhammed b. Ka’b’dan:
Resul –i Ekrem bir defa “Şu kapıdan ilk girecek olan, cennet ehlinden biridir” buyurdu. Ve Abdullah bin Selam biraz sonra içeri girdi. Ashab –ı Kiram, Resul–i Ekrem’in bu müjde haberini kendisine ulaştırdı ve hangi ameli ile bu mertebeye ulaştığını kendisinden sordular. Abdullah, “Ben zayıf bir kimseyim. Benim en kuvvetli umudum, kalbin selameti, yani kimseye karşı içimden kötülük beslememek ve boş sözleri terketmiş olmamdır, başka bir işim yoktur” dedi.
İnsan sözünü bilmelidir. Ağzından çıkanı kulağı duymalıdır. Her aklına geleni, her diline geleni söylemeye kalkmamalıdır. İnsan her sözü düşünerek söylemelidir.çünkü söz yaş deriye benzer, ne tarafa çekilirse o tarafa uzar.
İnsan, kendini ilgilendirmeyen konularda da konuşmamalıdır. Hele konuşmalarında yanlış anlaşılacak şeyler söylememelidir.
Zararsız konuşmalardan sorumluluk doğar mı? Doğar. Çünkü zaman öldürmüş olur.
Oradakilerin anlamayacağı konularda, tanımadığı isimlerle konuşmak faydasızdır. Bazıları anlatır da anlatır. Oradakilerin tanımadığı bilmediği şeyleri anlatır. Bunlar can sıkıcı, boş konuşmalardır.
Bir de müstehcen fıkralar anlatan veya bir şeyler anlatıp, gülen ve güldürenler oluyor. Bu tür konuşmalardan vebal doğar. Gevezeyi dinlerler ama sevmezler.
Cenab –ı Allah müminler için: “Onlar ki, boş ve faydasız şeylerden çekinirler” (Müminun: 3)
“Onlar yalan, boş söz işittiklerinde savuşup giderler” (Kasas: 55) buyurarak ne yapılması gerektiğini bildirmiştir.
m. Ya hayır söyle ya da sus:
İnsan niçin konuşur?
Eğer insanın konuşmasında bir fayda, bir hayır yoksa o konuşma faydasızdır, boştur.
Böyleleri için peygamber: “ya hayır söyle yahut sus” buyurmuştur.
Ulu orta konuşmak sorumluluk getirir. Kur’an-da:
“İyice bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak göz, kalp bunların hepsi yaptıklarından sorumludur.” (İsra: 36)
“İnsanlar, iyi, kötü hiçbir söz söylemez ki, yanında onu kayıt ve tesbit için hazır bekleyen bir gözetici, tespit edici bulunmasın.” (Kaf: 18) buyrulmuştur.
Hz. Peygamber de bakın ne buyuruyor:
“Bir kimse Allah’ın sevdiği bir söz söyler de, o söz ile Allah’ın rızasına ulaşabileceğini beklemez. Halbuki Allah Teala, o hayırlı söz sebebiyle kıyamete kadar o kimseden razı olur.”
“Bir adam da vardır ki, Allah’ın gazabını mucip bir söz söyler de, o sözün kendisini
Allah’ın gazabına ulaştırabileceğini zannetmez. Halbuki Allah Teala o kimseye, o kötü söz sebebiyle kıyamete kadar buğz eder.” (Riyazü’s – Salihin Trc.. 105)
Ashaptan Ubade Bin Samit anlatıyor:
“Bir gün Allah Resulü, ashabı ile birlikte yola çıkmıştı. Resullüllah bir deve üzerindeydi. Hiç kimse, Allah Resulünün önüne geçmiyordu. Muaz bin Cebel:”
- Ya Resullallah! Allah bizim canlarımızı sizden önce alsın. Bize yokluğunuzu göstermesin. Ama bizden önce vefat ederseniz, geride kalan bizlere hangi ibadeti tavsiye edersiniz! Allah yolunda cihada mı önem verelim? Dedi.
Allah Resulü:
- Allah yolunda cihad… Güzel bir şey. Fakat insan için bundan daha üstünü var, buyurdu. Muaz bin Cebel:
- Oruç ve sadaka mı? Diye sual etti. Allah Resulü:
- Oruç zekat ve sadaka. Bunlar da güzel şeyler. Fakat insanlar için bundan daha güzeli var, buyurdu.
Hz. Muaz, bildiği bütün hayırları saydı. Hepsine de Allah Resulü:
- Bundan daha hayırlısı, önemlisi var, cevabını verdi.
Muaz sonunda:
- Ya Resulallah, insanlar için bu saydıklarımdan daha önemli ve hayırlı olan şey nedir? diye sordu.
Allah resulü ağzını işaret ederek:
- Susmak… Konuşunca da yalnız hayır konuşmak buyurdu. Hz. Muaz hayret ve merakla:
- Dillerimizle söylediklerimizden hesap mı sorulacak bizlere? Konuştuklarımız bu kadar önemli mi? Dedi. Allah Resulü:
- Elbette.. İnsanları cehenneme yüzüstü düşüren şey, dillerinden başkası değildir. Kim Allah’a ve ahirete inanırsa, ya hayır söylesin ya da sussun. Boş ve yalan konuşmasın” dedi.
- “Allah’a ve Resulüne inanan kimse güzel ve yararlı söz söylesin veya sükut etsin.” (Buhari Edep: 31) diyor.
Sükut, yerinde olursa altın gibi kıymetlidir. Fakat haksızlık karşısında susulmaz. Hz. Peygamber: Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır, buyurmuştur.
“Aman benden olmasın” bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, deyip susmak, korkaklıktır, pısırıklıktır, tepkisizliktir. Allah sorar: Çünkü; kötülüğe rıza gösterilmiştir. Kötülüğe rıza göstermek de kötülüğe iştiraktir.
n. Önce düşünmek, sonra konuşmak:
Atalarımız: “Düşünmeden konuşan insan, nişan almadan ateş eden avcı gibidir” demişlerdir. Atalarımızın: “Önce düşün, sonra söyle” sözü de meşhurdur.
Çektiklerimiz hep dilimizin yüzünden çoğumuz, düşünmeden konuşuyoruz. Karşı tarafı dinlemeden, maksadını anlamadan konuşuyoruz.
Dil, hata yaptığı için, vücut da hata yapıyor.
Bazılarımız da çok konuşma, başkasına söz bırakmama hastalığı var. Çok konuşuyoruz.
Hz. Ömer: “Çok gülenin heybeti azalır, çok konuşanın hatası çoğalır” demiş.
Bir sözün faydası varsa söylenmeli, faydasız ise söylenmemelidir.
Atalarımız: “Bazen sağır, bazen kör, bazen de dilsiz ol” derken, duyulmaması gerekeni duymamamız, görülmemesi gerekeni görmememiz ve söylenmemesi gerekeni de söylemememiz gerektiğini ifade etmişlerdir.
Atalarımızın güzel bir sözü de şöyledir:
“Biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus, insan sansınlar.” Evet, insan, biliyorsa konuşmalı, önce ölçüp biçip ondan sonra ne söyleyecekse söylemelidir. Yani attığı taş, ürküttüğü kurbağaya değmelidir.
Akıllı insan, öz konuşur, az konuşur.
İnsanın en belirgin özelliği konuşmaktır. Onu da çokları beceremiyor.
Hz. Ali (ra)ın çok güzel bir sözü var:
“Neden söyledim diye pişman olacağın sözü söylemeden, ne söyleyeyim diye düşün” der.
o. Konuşurken nelere dikkat etmeliyiz?
İnsanı diğer varlıklardan farklı kılan akıllı ve konuşma yeteneğinin oluşudur.
Yüce dinimiz, insanın her şeyine ölçü koyduğu gibi, diline de konuşmasına da ölçü koymuştur. Bu ölçü nedir? Doğruyu, zamanında, yerinde, uygun biçimde ve faydalı olmak maksadıyla konuşmaktır.
Dinimizin konuşulması yasak olarak bildirdiği hususları şöyle sıralayabiliriz:
- İftira: Olmayanı isnattır. Büyük günahlardandır.
- Gıybet: Hoşlanılmayan bir şeyle anmak. Yalansa iftira olur. Ölü eti yemek gibidir.
- Kovuculuk: Kişiler arasında laf taşımak. Bunlar ara açar. Fitne çıkarır.
- Yalan: Doğru olmayanı söylemek, yalan şahitliği yapmak, insanları sıkıntıya sokar.
- Küfür içeren sözler: İnsanın insana sövmesi onu küçültmek olur. Mahlukata sövülmez. Dil Allah’a ve kutsal şeylere uzanırsa iman, nikah kalmaz.
- Alay etmek: Kötü ad takılmaz. Hücurat 11. ayetinde Allah başkalarıyla alay etmeyi yasaklamıştır.
- İki yüzlülük: Peygamber: “İnsanların en kötülerinden biri, bir yüzle şunlara, bir yüzle bunlara gelen iki yüzlü kimselerdir.” (Müslim Birr: 26) demiştir. Böyle kimseler münafık kimselerdir. Mevlana: Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol, demiştir.
- Müstehcen söz: Ahlaksız söz sarf etmek, İslam ahlakı ile bağdaşmaz.
- Boş söz: Müslüman’ın gevezelik yapacak vakti yoktur. Çok da konuşmaz.
- Sır İfşası: Bize emanet eden dost ve arkadaşlarımızın sırlarını saklamak, ailemizin, eşimizin sırlarını saklamak, gevşeklik göstermemek, bir de kendi sırlarımızı saklamak esastır. Kime söylerseniz söyleyin, sır diş ve dudak sınırını aşınca artık yayılacaktır.
Bir de “Allah’ın bildiğini kuldan ne diye saklayayım” deyip gizli günahlarını anlatanlar oluyor. Bu son derece yanlıştır. Önce günahı da gizlemek lazımdır. Gizlemeyen hayasızlık etmiş olur, yayılmasına neden olur.
Peygamber; “Haya imandandı” buyurmuştur.
Günah gizlenmezse, günah yayılır, meşrulaşır, kötüler bundan cesaret alır.
Ne derler: “Günah da, sevap da gizlidir.” Günah gizli işlendiği gibi gizli kalmalıdır.
İnsanın, insanlara güven verebilmesi için güzel ahlak güler yüz ve tatlı dile, ihtiyacı vardır. İnsani, İslami ilişkiler ancak böyle sürer.
Bu yasaklanan hususlardan başka insan, konuşurken:
- Bağırıp çağırmamalı,
- Dinleyicileri usandırmamalı,
- Onun bunun sözüne söz eklememeli,
- Sıra kendine gelince konuşmalı,
- Çirkin kaba konuşmamalı,
- Onu bunu güldüreyim diye şaklabanlık yapmamalı,
- Soğuk şakadan kaçınmalı,
- Ne söylediğini iyi bilmeli,
- Sözün doğrusunu ve güzelini seçmeli,
- Çok soru sormaktan kaçınılmalı,
- Sorulan soruyu tam dinlemeden, anlamadan, hemen cevap vermemeli. Atalarımız: “Önce düşün, sonra söyle” demiştir.
- Konuşurken yanlış anlaşılacak, el, kol, hareketlerinden, oraya buraya bakmaktan sakınmalı.
- Konuşurken gülmemeli.
- Herkesin bildiği şeylerden bahsetmemeli, bir de oradakileri ilgilendirmeyen şeylerden bahsetmemeli,
- Başkalarının olduğu yerde gizli konuşmamalı, kulaklara fısıldanmamalıdır.
- Verilen misaller açık olmalı, anlaşılır olmalı,
- Dinleyenleri aşağılayıcı, aralarına kin ve düşmanlık sokacak ifadelerden kaçınılmalıdır.
- Konuşan haddini bilmeli kendisinden büyüklerin önüne geçip konuşmamalıdır.
- Bilmeyen susmalı, dinleyip öğrenmeli, bilen konuşmalıdır.
- Konuşurken kelimeler iyi seçilmelidir. Bazı kelimeleri kullanmak zorunda kalınırsa, yumuşak olanı seçilmelidir. Edepli olanı seçilmelidir. Argo kelimeler kullanılmamalı, mesela insan için “yaratmak” kelimesi kullanılmamalıdır. Yaratmak Allah’a mahsustur. Bir de güzel bir örnek verelim. Kur’an-da Allah cima için dokunmak manasına gelen “lems” kelimesini kullanmıştır. Demek ki, kelimeler iyi seçilecektir.
- Konuşmaya başlarken Allah’ın selamı ile Allah’a hamd ederek, Resulüne salavat getirerek, sonunda da dua ile, hayırlar niyaz ederek konuşma bitirilmelidir.
Konuşmalarımız hep ev, mal, mülk, mark, dolar olmamalı, ibadet sevabı kazandıracak konuşmalar yapılmalıdır.
Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye: “Senin vasıtanla birinin hidayete ulaşması, dünyalara bedeldir” demiş, biz de belki birine vesile olabiliriz. O zaman ne güzel olur.
Bir hadis daha zikredip, bir duruma daha işaret edelim. Peygamber (sav): “Bir toplantıdan Allah’ın adı anılmadan, üzerine salavat getirilmeden kalkılırsa, o toplantıdan dağılanlar, leşten dağılan kargalar gibi olurlar” buyurur. Bu hadisten toplantıların nasıl olması gerektiğini öğreniyoruz.
Bir de kalkarken mutlaka bir aşr veya Asır suresi okunursa o toplantı hayra vesile olacaktır inşallah.
Bakın insanın eti yenmez derisi giyilmez. İnsanın tatlı dilinden, güler yüzünden, hayırlı işlerinden başka nesi vardır?
Dil, konuşma, bize yüce Rabbimizin verdiği bir nimettir. Bu nimeti yerinde kullanmamız lazımdır. Değilse Allah hesabını soracaktır.
Peygamber (as): “Söyleme yap” demiştir. Yapmak ve örnek olmak en etkili yoldur.
A- MÜSLÜMAN TEMİZ YAŞAR
İslam, küfür kirinden, günah kirinden arınmakla başlar. Maddi manevi temizlik olmadan ibadet olmaz. Kul, arınmadan temizlenmeden Allah’a yaklaşamaz.
Kur’an-da: “Allah temizdir, temizlenenleri sever” diye bildirilmiştir.
İnancımıza göre beden temiz olacaktır. Kalp, gönül temiz olacaktır. Mide temiz olacaktır. Müslüman güzel ve temiz giyinecek, vücudunu yıkayacak, gerekli temizliklerini sağlayacaktır. Kalp inançsızlıktan, bidat ve itikat bozukluğundan arındırılacaktır. Kafanın düşünce temizliği sağlanacaktır. Dil, bedduadan yalandan gıybetten iftiradan lanetten ve kötü sözlerden arındırılacaktır. Yani bütün organlar kötü huy ve ahlaktan temizlenecektir. Bu temizlik yapılmadan İslam yaşanmaz. Bir insan nasıl giyinirse giyinsin nasıl ibadet yaparsa yapsın, maddi manevi temizlik olmadan Müslümanlık olmaz. Şekil ve görünüm insanı Müslüman etmez. Müslüman her türlü kirlilikten ve kirli ortamdan uzak olmalıdır.
Adamın biri bir gün bir hocaya sormuş:
- Hocam helada bir şey yemek caiz midir?
Hoca cevap vermiş:
- Günah olmayabilir, ama gören olursa pislik yiyor zanneder, demiş. Onun için dikkat etmek ve dikkatli yaşamak zorunluluğu vardır.
Demek ki temizlik iman ve ibadetin ilk şartıdır. Peygamberimiz: “Temizlik imandandır. Cennete temiz olanlar girecektir” demiştir. Onun için Müslüman’ın; görünümü güzel olacaktır. İşi güzel olacaktır. Çevresi temiz olacaktır, yiyip içeceği temiz olacaktır. Kalbi, karnı, beyni de temiz olacaktır. Tertemiz bir hayat ancak ondan sonra yaşanır.
Kur’an-da: “- İç alemini temizleyen kurtuluşa erdi.” (Şems: 9)
- “Ey iman edenler! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin ve salih ameller işleyin.” (Müminun: 51) buyrularak içimiz temiz olmadan kurtuluşa eremeyeceğimiz, helal yiyip içmeden salih amel işleyemeyeceğimiz bildirilmiştir.
B. MÜSLÜMAN HAK GÖZETİR
İslam dini hak kavramına büyük değer verir. Kulun üzerinde üç temel hak vardır: Allah’ın hakkı, hayvan hakkı ve kul hakkı. Kul, bu üç hakka mutlaka riayet etmek zorundadır. Cenab –ı Allah kendi hakkından vazgeçebilir ama kul ve hayvan hakkını affetmeyeceğini bildirmiştir. Yani bu iki hak cezasız kalmayacak bir haktır. Mutlaka helalleşilmeli ve hak iade edilmelidir. Değilse kıyamet günü sevaplar verilerek veya karşı tarafın günahları alınarak helalleşilecektir.
Peygamber (as) şöyle buyuruyor:
- “Müslüman’ın diğer Müslüman’a malı, ırzı ve kanı haramdır.” (Seçme hadisler: sh. 88)
- “Kıyamet günü gasbettiğiniz hakları sahiplerine mutlaka ödeyeceksiniz. Öyle ki, boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.” (R. Salihin: 204)
- “Kim bir karış toprağı haksızlıkla gasb ederse, o yer kıyamet gününde yedi kat olarak boynuna geçirilecektir.” (Age: 206)
- “Kim Müslüman bir kimsenin hakkını yemin ederek ele geçirirse, Allah ona cehennemi vacip, cenneti haram kılar. Biri:
- Ya Resulullah az bir şey olsa da mı? Deyince:
- Misvak ağacından bir çubuk da olsa” buyurur. (Age: 214)
Ne derler, ağlayanın malı gülene asla hayır etmez. Miras malında bile küçüğün, zayıfın ve bayanların kollanarak helallaşılmalıdır. Yani haktan korkulmalıdır.
Günümüzde hak gasbı açıkgözlülük olarak, akıllılık olarak görülüyor. Hak yiyen “helalılaşıveririm” diyor. Hak iade edilmeden helal olmaz. Musalla taşında “Hakkınızı helal edin” “Helal olsun” sözleri ile helallaşılmaz. Peygamber efendimiz ölenin borcu olup olmadığını sorar, varsa ödenmesini bekler ondan sonra cenaze namazını kıldırırdı. Yoksa o da “Hakkınızı helal edin” der, “Helal olsun” dendikten sonra namazı kıldırır geçerdi.
Hak yiyen insanlar güzel ölümle ölmez. Başkalarının hakkı bulunan evde huzur olmaz. O evde iyi bir ölümle ölünmez.
Bu konuda atalarımız çok hassas davranmıştır. Hz. Ömer: “Harama düşeriz diye helallerin onda dokuzunu terk ederdik” demiştir.
Büyüklerimiz daha dün çürük yumurtasını pazara götürüp satmamıştır. Askerlerimiz, koparmak zorunda kaldığı üzümün parasını asmanın dalına bağlamıştır.
Abdullah bin mübarek şöyle demiştir:
- “Bir kimse bütün peygamberlerin ibadetini yapsa, fakat üzerinde az da olsa kul hakkı bulunsa, cennete giremez.”
Kur’an-da Allah şöyle uyarıyor:
- “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyiniz. Taşkınlık ve nankörlük etmeyiniz, sonra sizi gazabım çarpar. Kimi gazabım çarparsa, hakikaten o yıkılıp gitmiştir.” (Taha: 81)
Buna göre Müslüman, başkasına ait olan şeylere karşı tavır koymalıdır. Müslüman’ın helali istemesi, helal kazanç peşinde koşması üzerine farzdır.
Bir şey günah ve haram kılınmışsa, her yerde, her zaman ve herkese haramdır. Dinde alavere dalavere olmaz. Başkasını aldatmak isteyen kendisini aldatır.
Başkasının hakkını çiğnemenin yansıması olur. Hak yiyenin organları kendisine itaat etmez. Çocukları itaat etmez. Haramla beslenen vücut, hayırlı işler yapamaz. Zevk veren ibadetler yapamaz. Bildirildiğine göre “Bir lokma haram yiyenin kırk gün namazı ve duası kabul olmaz. Haramın bitirdiği et cehenneme layıktır.” (Ramuzul – Ehadis: 409/4) (R.
Salihin: 1883)
İnsanın maneviyatını, helal lokma ve helal arzusu ayakta tutar.
İbrahim Ethem hazretleri anlatır:
Bir gün Beyt–i Makdis mescidinde,hasıra sarınıp yatmışım. Gece yarısı olunca mescidin kapısı açıldı, içeri bir pir girdi. İki rekat namaz kıldıktan sonra arkasını mihraba dönerek oturdu. Oraya kırk kişi daha geldi. İçlerinden biri:
- “Burada bir kişi yatıyor” dedi. Pir gülümseyerek:
- “O İbrahim Ethem’dir. Kırk gündür kıldığı namazın tadını bulamıyor!” dedi. O sözü işitince dayanamayıp pirin huzuruna geldim. Selam verip:
- “Allah aşkına, benim bu halimin sebebi nedir?” diye sordum. Şöyle dedi:
- “Falan gün Basra’da hurma satın almıştın. Farkında olmadan yere düşen hurmaları da kendinin zannederek heybene koydun. Halbuki onlar satıcıya aitti. Bu sebeple maneviyattan bir miktar uzak düştün” dedi.
Hemen gidip hurma aldığım kimseyle helalleştim. Bu durum satıcıya da çok tesir etti ve infak sahibi salih kimselerden birisi oldu. (Attar, Tezkiretü’l – evliya, 122 – 123)
Hz. Peygamberin azat ettiği kölesi Sevban ibni Bücdüd (ra) anlatıyor:
Bir gün Resul –i Ekrem (sa) sohbet ederken, “Kıyamet gününde ümmetimden, Tihame dağları gibi muazzam sevaplarla gelecek kimseleri biliyorum. Fakat Allah Teala o dağlar kadar sevabı toz gibi savurup boşa çıkaracaktır” buyurdu. Bunun üzerine Sevban, “Ey Allah’ın elçisi!” dedi. “O kimseleri bize iyice tanıt da, bilmeden onlar gibi olmayalım.” Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Onlar sizin kardeşlerinizdir; sizin cinsinizdendir.
Geceleri sizin gibi kalkıp ibadet ederler. Fakat onlar kimsenin görmediği yerde Allah’ın haram kıldığı şeyleri yaparlar.”
Müslüman’ın gözetmesi gereken hakları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
a. Ana baba hakkı:
Çok önemli bir haktır. Ana baba, duası red olmayan kimselerdir. Cennet anaların ayağı altındadır. Allah’ın rızası, babanın rızasındadır.
Kur’an-da Allah’a itaatten sonra anaya babaya itaat emredilmiştir. (Nisa: 36)
Bir ayette de: “Ana babaya itaat edin” emri vardır. (En’am: 151) Ana babaya “of!” bile denmeyecektir. (İsra: 153) Şunu da ifade edelim, meşru olan konuda itaat olur. İnançsızlık, isyan, ahlaksız
tekliflerine itaat olmaz. Kur’an-da:
– “Eğer onlar körü körüne bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.” (Ankebut: 8) emri vardır.
- Eşlerin birbirine hakkı:
Eşlerin birbirine saygılı olması ve birbirine karşı görevlerini yapması gerekir.
Aile yuvasının devamı ve çocukların yetiştirilmesinde görev ve sorumluluklar ortaktır.
Peygamberimiz kocasına itaat eden kadına cennet müjdesi vermiştir. Erkekler içinde: “en hayırlınız, hanımlarına hayırlı olanınızdır” buyurmuştur.
- Çocukların hakkı:
çocukların ana babaları üzerinde vazgeçilmez hakları vardır. Bu haklar kısaca şunlardır:
- Çocuğa güzel bir ad verilecektir. Helal gıda ile beslenecektir.
- Güzel terbiye edilecektir.
- Dinleri öğretilecektir.
- Meslek sahibi edilecektir.
- İyi bir kimse ile evlendirilecektir.
- Çocuklar sevilecek ve sadakai cariye olacak şekilde yetiştirilecektir. Yetiştirilmemiş evladın hesabını Allah ana babadan soracaktır.
Ayrıca çocuklara iyi örnek olunacaktır.
- Akraba hakkı:
İnsanın üzerinde akrabaların da hakkı vardır. Allah: “Akrabaya hakkını ver” der. (Rum: 38 – İsra: 26)
Peygamber (as)da: “Allah’a ve ahiret gününe inanan, akrabasını görüp gözetsin.” (R. Salihin: 312) Bir hadislerinde de: “Rızkının ve ömrünün artmasını isteyen akraba hakkını gözetsin” demiştir. (Buhari, Edep: 12)
- Yaşlıların hakkı:
Yaşlılar ilgiye ve bakıma muhtaç kimselerdir. Onların bizde hakları vardır. Onlar bizim varlık sebebimizdir. Onların bizim kullandığımız şeylerde emekleri vardır. Peygamberimiz acizler yüzünden rızıklandırıldığımızı bildirmiştir.
Yaşlıların dualarını ve gönüllerini almak bize sevap kazandırır. En önemlisi Allah’ın rızasını kazandırır. Ayrıca yaşlılığımızda yalnız ve ilgisiz kalmayız. Yaşlılara ilgi duyana Allah ilgi gösterecek kimseleri vasıta kılar.
- İhtiyaç sahiplerinin hakkı:
Mülk Allah’ındır. İhtiyaç sahiplerinin hakkı vardır. Maldan ihtiyaç sahiplerine ayrılan pay, malı temizler, bereketlendirir ve telef olmasını önler.
Kur’an-da şöyle buyrulur:
- “Mallarınızda ihtiyaç sahiplerinin hakkı vardır.” (Zariyat: 19)
- “Yoksula hakkını ver, gereksiz yere saçıp savurma.” (İsra: 26)
g. Komşu hakkı:
Komşu hakkı önemli bir hak. Komşu gözetilecek ve korunacaktır. Müslüman, komşusunun kendisinden emin olduğu kimsedir. Bir insanın iyi olup olmadığı buna bağlıdır.
Kur’an-da: “Yakın komşuya, uzak komşuya iyi davran.” (Nisa: 36) buyrulmuştur.
Peygamberimiz de şöyle der:
- “Komşusu şerrinden emin olmayan vallahi mümin olamaz.” (Buhari, Edep: 29)
- “Allah’a yakın olanlar, komşuya iyilik edenlerdir.” (Tirmizi, Birr: 28)
- “Cebrail o kadar komşu için geldi ki, komşuyu komşuya mirasçı yapacak zannettim.” (Buhari, Edep: 28)
h. Yetim hakkı:
Peygamberimiz ashabına sorarmış: “Kim bugün bir yetimin başını okşadı, onunla ilgilendi?” diye.
Kur’an-da ciddi emirler var:
- “Yetimin malını yemeyin.” (Nisa: 2)
- “Yetimi sakın ezme.” (Duha: 9)
- Dinini yalanlayanı gördün mü? İşte o yetimi itip kakar. (Maun: 2)
- “O has kullar kendi canları çekmesine rağmen yemeği, yoksula, yetime yedirirler.” (İnsan: 8)
ı. Dul hakkı:
Dullara iffetini korumada, geçimini temin etmede yardımcı olunacaktır. Onları herhangi bir şekilde rahatsız edenin kıyamet gününde yüzüne Allah bakmaz.
Peygamberimizin bildirdiğine göre: “Dullara, gariplere ve ihtiyaç sahiplerine yardım edenler, Allah yolunda çalışanlar gibidir.” (Buhari, Nafakat: 1)
i. Misafir hakkı:
Bu konuda bir hadis çok şey ifade ediyor:
- “Allah’a ve ahirete iman eden misafire ikram etsin ve hakkını gözetsin.” (Buhari, Edep: 85)
Tabi ki misafirin de ev halkına sıkıntı vermemesi gerekir. Bu konuda da peygamberimiz şöyle buyurur:
- Misafirlik üç gündür. Üç günden fazlası külfettir. (Age: 85)
j. Çalışan hakkı:
İş sahibi, çalışanların haklarını koruyacaktır, ihtiyaçlarını karşılayacak ücret verecektir, çoluk çocuğu ile sağlığı ile yakından ilgilenecektir. İnancını yaşamada ona imkan ve fırsat verecektir. Ona iyi davranacaktır. Peygamberimiz:
- “Elinizin altındakilere iyi davranın” demiştir.
- “İşçinin ücretini alın teri kurumadan verin” buyurmuştur.
- “İşçinin ücretini tam ödemeyen, kıyamet günü Allah’ı karşısında bulacaktır” demiştir. (Bak: Divantaş, İlmihal: 2/336)
k. İşyerinin hakkı:
Çalışanın da iş sahibine karşı sorumlulukları vardır. Her şeyden önce aldığının karşılığını vermelidir. Çalışmayı aksatmamalı, zarara ziyana sebep olmamalı, hasta olmadan rapor almamalı, gereksiz izin kullanmamalı, tuvalet veya ibadet bahanesiyle çalışmayı geciktirmemelidir.
Peygamberimiz: “Yaptığınız işi sağlam yapın” diyor. (Age: 337) Buna göre yaptığını sağlam yapacak, dürüst çalışacaktır. İş sahibi görmese de Allah’ın her an kendisini gördüğünü, bildiğini ve hesap soracağını bilmelidir.
Kur’an-da da: “Yaptığınız işi tam ve güzel yapın. Allah işini güzel yapanları sever.”
(Bakara: 195)
Kasas suresinin 26. ayetinde de işçi, güvenilir kimse olacaktır. Her şeyi ile güven verecektir.
l. Hayvan hakkı:
Hayvan hakkı, kul hakkı kadar önemlidir. Dünyada hayvanla ödeşme, helalleşme olmaz.
Onlar kıyamet günü dirilecek, kendisine yapılanı aynen yapıp toprak olacaktır. Bunun için:
- Hayvan yaratılışının dışında kullanılmayacaktır.
- Aç susuz bırakılmayacaktır.
- Fazla yük yüklenmeyecektir.
- Dövülmeyecek, dövüştürülmeyecektir. Hapsedilmeyecektir.
- Keserken acı çektirilmeyecektir.
Hayvana işkence edene peygamber lanet etmiştir. Susuzluktan bir köpeği kurtaranın cennetlik olduğunu, bir kediyi hapsedip aç bırakıp ölüme sebep olanın cehennemlik olduğunu bildirmiştir.
Sonuç olarak; hak kutsaldır. Hakka riayet gerekir. Aksi halde tecavüz olur, zulüm olur.
Peygamberimiz Müslüman’ı elinden dilinden Müslümanların emin olduğu kimsedir diye tarif etmiştir. Müslüman güvenilir kimse olmalıdır. Peygamberimiz önce “güvenilir” lakabını almış, ondan sonra peygamber olmuştur.
Hak hukuka dikkat etmemek, saygı göstermemek ibadetlerin kabul olmamasına sebep olur.
Bir de toplumun hakkı vardır. O da korunup, kollanmalıdır. Topluma ait bir şeye zarar verilmemelidir. Onda herkesin hakkı vardır. Kaçak su, elektrik kullanılmamalıdır. Bu haklara dikkat etmeyen, kıyamet gününde bütün iyiliklerini ve sevaplarını kaybedecektir.
Bir gün peygamberimiz şöyle bir soru sorar:
- Müflis kimdir? Ashap cevap verir:
- Müflis parası malı kalmamış olandır. Peygamberimiz:
- Müflis, kıyamet günü namaz, oruç, zekat ve bunların sevapları ile gelir. Ona buna sövdüğü, iftira ettiği, dövdüğü kan döktüğü ve onun bunun hakkını yediği için sevapları bunlara verilir. Sevapları bitince karşı tarafın günahları ona verilir, sonra o kimse cehenneme atılır, işte müflis budur, der.