MUSAMAHA (Hoşgörü)
Hoşgörü ne demektir?
Hoşgörü, bir kusurun, bir hatanın affedilmesi, yanlış bir şeyin bağışlanması demektir. İslâm’da buna müsamaha denir. İnsanların kusurları ile kabul edilmesi, yani toleranslı olunmasıdır.
Tabiî ki, her hata, her kusur bağışlanacak diye bir şey olmaz. Cenab-ı Allah bile bazı günahları af eder, bazı günahları affetmez.
Hoşgörünün de bir sınırı vardır. Ufak tefek hatalar büyütülerek kişinin yüzüne vurulmaz. Mahcup edilmez, sabır ve anlayış gösterilerek düzelme, hatasından vazgeçme fırsatı verilir.
Meselâ; dini konularda bizim müsamaha göstermemiz olamaz, çünkü dinin emir ve yasaklarını koyan Cenab-ı Allah’tır. Peygambere hakaret edeni biz affedemeyiz.
Kul hakkında tecavüz edeni kula zarar vereni devlet dâhil kimse affedemez. Suç, kula karşı işlenmiştir. Onu ancak mağdur olan af edebilir.
Başkalarına karşı, topluma karşı işlenen suçları affetmek, bağışlamak yetkisi, başkalarına ait değildir. Onu bağışlarsa, hak sahibi, mağdur olanlar bağışlar.
Bizim dinimiz hoşgörü dinidir. Peygamberimiz hoşgörünün şefkat ve merhametin en güzel örneğidir. Peygamber (as) kendine yapılanları hoşgörü ile karşılaşmıştır. Müslümanlara yapılanı aynı şekilde davranmamıştır.
İnancımıza göre; ahlâksızlık, zulüm, şiddet asla hoş görülmez. Peygamberimiz bir hıristiyan’ın hakkını gasp eden Ebu Cehilin kapısını yumruklamış ve ondan hıristiyanın hakkını almadan kapısından ayrılmamıştır.
Allah Rasûlü: ‘‘Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır’’ buyurmuştur.
Bir hadislerinde de: ‘‘Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz’’ buyurur. (Buhari ilim:11)
İslam hoşgörü dinidir:
Cenab-ı Allah Kur’an da şöyle buyurur.
‘‘Af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.’’ (Araf:199)
‘‘İyilik ve takva hususunda birbirinizle yardımlaşınız’’ (Maide:2)
‘‘Dinde zorlama yoktur.’’ (Bakara:256)
‘‘Eğersen kaba, katı yürekli olsaydın, yanından dağılıverirlerdi.’’ (Ali İmran:159)
Peygamberimiz (sav) düşmanlarına bile hep müsamaha ile davranmıştır. Esirlere, kölelere kötü muamele yapmamış yaptırmamıştır.
İslam, zorlama ve baskı dini değildir. Buna Hz. Ömer (ra) dan güzel bir örnek vardır:
Kudüsün fethinden sonra Hz. Ömer (ra) Kudüs’e hizmetlisi ile nöbetleşe deveye binerek gitmişti. Kudüs’e girerken deveye binme sırası hizmetlisindeydi. Hz. Ömer papazla görüşürken namaz vakti gelmişti. Papaz namazını kilisede kılabileceğini söyleyince Hz. Ömer, red etmiş ve demişti ki: Benden sonra Müslümanlar halife burada namaz kıldı diye kiliseyi camiye çevirmek isteyebilirler. Siz zor durumda kalırsınız’’ dedi.
Hz. Ömer’in zeki çalışkan bir hizmetlisi vardı. Müslüman değildi. Hz. Ömer onun müslüman olmasını çok istiyordu. Ona sordu:
- Benden memnun musun?
- Evet
- Ahlakımı nasıl buluyorsun?
- Çok güzel.
- Bendeki bu güzellik dinimdendir. Müslüman olur musun, çok sevinirim’’ demiş. Hizmetlisi:
- Eğer beni zorlarsan müslüman olurum. Zorlamıyorsan bırak atalarımın dininde kalmak istiyorum’’ demiş.
Hz. Ömer de:
- Benim dinimde zorlama yoktur. Kendi dininde kalabilirsin’’ demiştir.
Hoşgörülü Olmak:
Hor görmekten hoş görmek çok daha yapıcı olur. Çeşitli ırktan, renkten, dinden
insanlar aynı toprakları paylaşıyoruz. Ayrı mezheplerden, ayrı tarikatlardan insanlarla, iç içe yaşıyoruz. Hep kusur görür, hoş görmezsek, bu hayat çekilmez. Toplumda huzur olmaz. Fitne çıkar.
Ne diyor Yunus:
‘‘Gelin birlik olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.’’
Hz. Mevlana: ‘‘Hep kusur arayan dost bulamaz’’ der. Birliğin, beraberliğin, kardeşliğin gerçekleşmesi bazı şeylerden fedakârlık etmekle mümkündür.
Mevlana, sevgi ve hoşgörü konusunda sergilenmesi gereken cömert tavrı şu sözleriyle dile getirmektedir. ‘‘Şefkat ve merhamette güneş gibi ol, başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol, cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol, hiddet ve asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.’’
Mevlana’nın, bütün insanları kucaklayan şu sözleri evrensel niteliktedir:
‘‘Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kâfir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel..’’
Hoşgörüde empati gerekir. ‘‘Ben olsaydım’’, ‘‘Bana yapılsaydı’’şeklinde düşünülmesi, insanın kendisini başkasının yerine koyması, toplumda insanın daha güzel, daha yapıcı ve olumlu davranmasına neden olur.
Cenab-ı Allah çok merhamet edici çok bağışlayıcıdır. Hoş görüp, af edeni çok sever. Allah tövbeleri kabul eder, günahları ve kusurları örter.
Peygamber (as) Mekke’nin fethinde İslam’ın ve müslümanların azılı düşmanlarını bile affetmiştir. Hz. Hamza’yı vahşice katleden vahşi’ye sadece ‘‘gözüme fazla görünme!’’ demiştir.
Yunus: ‘‘Yaratılanı severiz yaratandan ötürü’’ diyor.
Allah Resûlünün bir ölçüsü var: ‘‘Kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe, olgun müslüman olamazsınız’’ buyurmuştur.
Hoşgörü insan, mutlu olur. Kızan, öfkelenen, kavgası insan ise mutsuz olur. Kırıcı söz, insandan huzur ve mutluluğu alıp götürür. Öfke, şiddet oluşturur. Nice aile yuvaları öfke ile yanmıştır. Nice kanlar öfke ile akmıştır.
Hoşgörüsüzlük, karşı tarafı olumsuz etkiler, onun kötü olmasına neden olur.
Musa (a.s.), bir gün Allahü Teâlâ’ya:
- Ya Rabbi, senin katında en aziz (şerefli ve değerli) kul kimdir? diye sormuştu.
Allah Teâlâ cevaben buyurdu ki:
– İntikam almaya gücü ve fırsatı olduğu halde, affedip bağışlayan kimsedir.
Affedici, yumuşak huylu olmak, hem ruha, hem bedene, hem de kalbe iyi gelir. Affetmek, insanı kalp, sindirim, sinir ve psikolojik hastalıklara karşı korur.
Eğitimde terbiyede aile hayatında kızmanın öfkenin yeri yoktur.
Hz. Ali (ra) söyle der:
İşlerin en güç olanı şunlar:
- Her yerde doğruyu söylemek.
- Gizli yerde nefsi kötülükten alıkoymak.
- Sıkıntı anında cömertlik.
- Sinirli anda hoş görüp affetmek.
Hatasız kul olmaz. Hatasız kul aramak hatadır.
Şair: ‘‘İnsan beşer, durmaz şaşar,
Eyler hata üçer beşer.’’ demiştir.
Olgun insan, başkalarının ayıbını görmek yerine kendi kusurlarını görür.
Peygamber (as) şöyle buyurur:
- ‘‘Bir kimse, bir kardeşini kusurundan dolayı ayıplarsa, kendisi de o hatayı işlemeden ölmez.’’ (Tirmizi Kıyame 4/2620)
- ‘‘Öfke şeytandan dır.’’ (Ebu Davut Edep:4)
- ‘‘Gerçek pehlivan, öfkelendiği zaman öfkesini yenendir.’’(Müslim Birr:106)
Ebu Derda (ra) Peygamber (as)’a:
- Bana cennete girmem hususunda bir şey öğret’’ der.
- Öfkelenme’’ buyurur Allah Resûlü.
Ebu Derda tekrar:
- Bana cennete götürecek bir şey söyle’’ der.
- Öfkelenme!’’ buyurur Allah Resûlü.
Peygamberimiz: ‘‘Ben, haklı olduğu halde çekişmeyi bırakan kimse için cennete
kefilim’’ diyor.
Cenab-ı Allah Kur’an da öfkesini yenenler için:
- ‘‘Hiddetini yenenlere ve insanların suçunu bağışlayanlara cennet hazırlanmıştır. Allah iyilik yapanları sever.’’(AL-i İmran:134)
- ‘‘Her kim zulme katlanır, öç almayıp bağışlarsa, işte bu davranış büyüklerin davranışıdır.’’(Şura:43) O kimsenin Allah yanında bir değerinin olduğunu bildiriyor.
Dinden, dindarlıktan uzaklaşıldığı ölçüde merhametten de, hoşgörüden de uzaklaşıldı.
İnsanlar kavgacı oldu, acımasız oldu. En ufak bir şey, kavga, cinayet sebebi oluyor. Herkes hırçın, insanlar kendi kendilerini sıkıntıya sokuyor. İnsanlar halbuki hoşgörülü oluverse, her gergin ortam yumuşayı verir. İnsanlar daha dostça ve daha huzurlu yaşarlar.
İnsan kızmak isterse, çok sebep vardır. Kızılacak yerde hoşgörülü olunuverse, insanın yüreği genişler, yüzler güler, huzur ortamı oluşur.
Şefkat merhamet peygamberi (sav) huzurun, güzelliğin yolunu şöyle göstermiştir: ‘‘Benim yanımda en sevimliniz, ahlakça en güzel olan ve etrafındakilerle hoş geçinendir ki, onlar herkesi sever, herkesle hoş geçinendir ki, onlar herkesi sever, herkes de onları sever. Benim yanımda en sevimsizleriniz, koğuculuk yapan, dostların arasını açan ve temiz kimselerde kusur arayanlarınızdır.’’ (Seçme Hadisler:11)
- ‘‘Merhamet edin ki, merhamet olunasınız. Affediniz ki, Allah’ın affına mazhar
olasınız’’ diye tavsiye ediyor. Allah Resûlü.
Merhamet eğitimi görmemiş insan yontulmamış kütüğe benzer.
Bazıları ‘‘acıma, acınacak hale gelirsin’’,‘‘merhametten maraz doğar’’ derler. Bu, merhametsizliğin ifadesidir.
Cenab-ı Allah Peygamberimize: ‘‘Habibim biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik’’ (Enbiya:107) diyor.
Allah’ın Habibim dediği Allah Resûlü: ‘‘Ben lânetçi olarak değil, rahmet olarak gönderildim’’ buyurur. (Müslim Birr:87)
Kendini Mekke’den sürüp çıkaranları, Müslümanları zulmedenleri bile af etmiş: ‘‘Allah’ım! Sen onları affet. Çünkü onlar bilmiyorlar’’ demiştir.
Peygamberimiz kendisine taşlayanları affetmiş:
- ‘‘Yarabbi onlar bilmiyorlar, onları affet demiştir. Müslümanlara zulmedenler için beddua etmesi istenince. ‘‘Ben Lanet peygamberi değil rahmet peygamberiyim demiştir.
- Lanet olsun. Kahrolsun, boynu altında kalsın, ölsün, gebersin… Bu peygamber ümmetine yakışmaz.
Mekke’yi fetheden Allah resulü kimsenin canına malına dokundurmamış, umumi af ilan etmiştir.
Allah Kur’an da merhametle muameleyi emreder. Bugün manevi noksanlık, şiddet üretiyorlar. Cinayetler çığ gibi artıyor. Eşini, ana babasını, çocuklarını, arkadaşını hatta hiç tanımadığı kimseleri acımadan öldürüyor. Pişman olmadığını söylüyor. Bu maneviyat noksanlığındandır.
Televizyonlar, gazeteler şiddet öğretiyor, şiddet üretiliyor. Haberler. Filimler, diziler şiddeti körüklüyor. Belgesellerde yırtıcı hayvanların avlarını parçalamasını defalarca göstermek, insanlarda acıma duygusunu öldürüyor.
Merhamet, temiz insanların ziynetidir. İnançlı insan kimseyi incitmez, kimseye zarar vermez. İnsanlara şefkat ve merhametle muamele ederiz. İhtiyaç sahiplerini görüp gözetir.
Merhametli insan, kendini sorumlu hisseder.
Hz. Ali (ra): ‘‘Kendi hakkında nasıl Allah’ın af ve müsamahasını dilersen. Sen de başkalarından af ve müsamahanı esirgeme’’ der.
Önemli olan gülün yanındaki dikeni değil, gülü görebilmektir. Başkalarının ayıbını görmek yerine kendi kusurlarını görebilmektir. Bundan sonra yapıcılık söz konusu olur.
Sağlıklı olmak için affedici olmak gerekir. Ne demişler: ‘‘Affet uzun yaşa!’’
Cenab-ı Allah Kur’an da:
- Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.’’(A’raf:199)
- Kim sabreder, affederse, şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.’’ (Şura:43 buyurur.
İnancımızda ayıp arama kusur bulma ve yüzüne vurma yoktur. Ayıp arayan göz, güzellik göremez. Peygamberimiz hata işleyen birini görse, onun yüzüne bir şey demezdi. Hep beraber olunduğu bir zaman ‘‘şöyle, şöyle hata yapanlar oluyor’’ der. Umumun üzerinden konuşarak hatayı düzeltirdi.
Bir hadiste:
- ‘‘Kim dünyada birinin ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.’’ (R.Salihin:128)
- ‘‘Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşine hakâret etmesi kâfidir. (R.Salihin:1605) der.
Ebu Derda (ra), günah işlemiş, bunun içinde halkın kınamasına hedef olmuş birine rastladı. Oradakilere:
- Günah işleyen bu adamı kuyuya düşmüş bulsaydınız Onu oradan çıkarmaz mıydınız? der. Oradakiler:
- Evet, derler.
- O halde ona buğz etmeyin’’ der.
- Sen ona kızmıyor musun? derler. Ebu Derda (ra):
- Ben işlediği günaha buğz ederim. O günahı bıraktığı anda benim kardeşimdir.’’ cevabını verir.
Cenab-ı Allah Kur’an da: ‘‘Kötülüğü en güzel şekilde sav’’ (Mü’min:96) Müslümanlardan bahsederken de: ‘‘Öfkelendiklerinde, öfkelerini yenip, bağışlarlar’’ (Şura:37) buyurur.
Allah (cc) hataları araştırmayı, yüze vurmayı sevmez. Allah her birimizin günahlarını yaptığı hataları yüzümüze vursaydı, kimin yüzüne bakılırdı? Hatalarımızın, günahlarımızın rengi olsaydı, hangi yüz kararmazdı? Hatalar günahlar koksaydı, kimin yanında durulurdu? söyleyin.
‘‘Hoş söz bir sadakadır.’’ buyuran Allah Resulü’nden birkaç örnek verelim:
Hz. Enes şöyle der:
- ‘‘Peygambere on yıl hizmet ettim bana bir defa olsun ‘‘of’’’ demedi. Nenden böyle yaptın’’ diye azarlamadı’’ der.
İslam Peygamberi, Halid Bin Velid’i harp için değil, İslam’ı anlatmak için bir kabileye göndermişti. Halid Bin Velid ve arkadaşının kılıç kullandığı duyan İslam Peygamberi, kıbleye dönerek: ‘‘Ya Rabbi! Halid’in yaptığından beriyim! ‘‘sözünü üç defa tekrar etmiş, daha sonra olay mahalline Hz. Ali’yi göndererek yalnız insanların değil öldürülen hayvanların da diyetini vermiştir.
X X X
Bir bedevi, mescidin avlusuna idrarını yapmıştı. Peygamberimiz müdahaleye yer vermeden bir kova su istemiş üzerine dökerek meseleyi kapatmıştır.
X X X
Bir gün bir bedevi, peygamberin elbisesini şiddetle çekerek: ‘‘Develerime buğday yükle!’’ demişti. Ashap dan bazıları, bu kaba davranış için bedeviden özür dilemesini istedi. Bedevi özür dilemedi. Allah Resulü: ‘‘Bu adamın devesinin birine hurma birine de buğday yükleyin’’ buyurur. (Buhari Edep:1)
X X X
Peygamber (as) Ashabı ile bir arada iken yellenme olayı olur. Namaz vakti yakındır. Kimin yellendiği belli olmasın diye ‘‘Kim deve eti yediyse abdest alsın’’ der. Herkes deve eti yemiştir:
- Hepimiz yedik’’ derler.
- Öyleyse hepiniz alın’’ buyurur.
X X X
Büceyr (ra) müslüman olmamış, İslam, müslümanlar ve peygamberimiz hakkında ileri geri konuşan Kâb için af dileğinde bulunur.
- Kâb gelse, onu da affeder misin? dedi.
- Evet’’ buyurdu.
Büceyr (ra) Kâb’e haber saldı. Kâb koşarak geldi. Allah: Resulü’nün yanına geldi. Peygamberimiz onu affetti. O da müslüman oldu. Sonra kaside okudu. Peygamber (as) kasideyi sevdi ve üzerindeki bürdeyi (hırkayı) Kâb’e hediye etti. O kasideye Kaside-i Bürde dendi.
Müslüman Türkler de hoşgörü:
İnancımızda ve kültürümüzde insan, kutsal bir varlıktır. Ve Allah’ın emanetidir. Atalarımız: ‘‘Kemliğe kemlikle muamele edilme’’ demişler, bütün insanlara merhametle, adaletle muamele etmişlerdi.
Çeşmelerinden Müslüman Türk’lerin atlarının şu içmedikçe, kendilerine huzur ve adaletin gelmeyeceğine inanan yabancılar, Türk idaresini tercih etmişlerdir. Kardinal Külahı yerine Türk sarığı görmek istemişlerdir.
Malazgirt’te Alp Arslan, Romen Diyojeni affetmişti. O’nu kendi halkı gözlerini oyup öldürmüştür.
Selçuklularda Osmanlılarda hoşgörü hakim olmuş kimse zulüm görmemişti. Onun için uzun süre ayakta kalmışlardır. İnsanlığa mutlu dönemler yaşatmışlardır.
Şunu belirtmek gerekir ki, bu müsamahalar hep tek taraflı yürümüştür. Hiç bir anlaşmada müslüman Türkler tarafından bozulmamıştır. Fırsatını bulunca düşman yapacağı her türlü hainliği göstermişlerdir. Papazlar bile yaptıkları yeminleri bozarak haçlı orduları düzenlemiştir.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u kuşattığı sırada Bizans idaresinin insanlık dışı uygulamasından iyice usanmış olan Hıristiyan halk: ‘‘Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığını tercih ederiz’’ diyorlardı.
X X X
Atalarımızın idaresi hakkında Lehliler: ‘‘Türk atları Vistül’den su içmeyince bize adalet yoktur.’’ demişlerdir.
X X X
İç ve dış düşmanların sürdürdüğü ihanetler sonunda Türk askerleri geri çekilmek zorunda kalınca Polonya halkı askerlerimizin atlarının ayaklarını öperek: ‘‘Adil Türkler ne olur bizi bırakıp gitmeyin’’ diyerek çığlıklar atmışlardır. Bazıları da: ‘‘Burayı fethetmeyi, Allah Müslüman Türklere tekrar nasip etsin’’ diye dua etmişlerdir.
X X X
İkinci dünya savaşının son günleri yaklaşırken 1944’te Roman Diktatörü General Antonesku, Ankara’ya gizli bir haber göndererek:
‘‘Türk orduları Romanya’yı işgal etsin. Bükreş’te hakiki fatihler gibi karşılanacaklardır. Ruslar topraklarımıza girerlerse bir daha çıkmazlar. Başta Türkiye olmak üzere bütün dünyanın başına dert olurlar’’ diye yazmıştır.
X X X
1971 Aralık’ta İsrail’in işgal ettiği topraklarda perişan bir hale düşen Araplar, bir Türk gazetecisine: ‘‘Keşke Osmanlı hakimiyetinde yaşasaydık’’ demiştir.
X X X
9-1-1974 tarihinde Uganda devlet başkanı ‘‘Türkler, sıcak, imanlı ve kuvvetli kucaklarını yıllar yılı ezilen, hor görülen siyah Müslümanlara açmalıdır’’ şeklinde konuşmuştur.
X X X
Selçuklu devrinin başından beri, Türk hakimiyetinde cami, kilise havra yan yana bulunuyordu. ‘‘Hıristiyan azınlıklar Selçuklu devleti hudutları içinde Müslümanlarla her ne kadar aynı haklara sahip olmamışlarsa da hiçbir zaman Bizans’ta olduğu gibi dinsiz avına tabi tutulmamışlardır. İdareleri altındaki Rum ve Ermenilerin hiçbir dini inancına karışmayan Türkler, büyük bir tolerans göstermişlerdir.’’
X X X
Fransız tarihçisi Albert Malet’in ifadesiyle:
‘‘Türkler 17. Asra kadar, iki yüz sene Avrupa için devamlı bir tehlike oldular. Macaristan’ı fethettiler, Viyana’ya kadar ilerlediler, orayı da kuşattılar. Bununla beraber, Türkler yendikleri milletlere dinlerini, kanunlarını, adaletlerini ve dinlerini kabul ettirmek için zorlamadılar. Onları kendi bünyelerinde eritmeyi ve hepsini tek millet haline getirmeyi denemediler. Yalnız hükümetleri yıkmakla ve vergi almakla kaldılar. Onların kiliselerini, okullarını, dillerini, yaşayışlarını ve kanunlarını olduğu gibi bıraktılar.’’
Eğer Müslüman dedelerimiz müsamahalı davranmasaydı. Avrupa’da hıristiyan mı kalırdı.
Bugünkü huzursuzluklarımızın sebebi birbirimizi hoş değil, hor görmemizdir. Birde İslam ahlakına sahip olmayışımızdır.
Son zamanlarda:
İşin acı tarafı çocuklarımıza, ailemize ve yakınlarımıza hoşgörülü değiliz. Ama başkalarına kibarız. Af ediciyiz hoş görülüyüz.
Müslüman’a karşı öfkeliyiz, kindarız. Yahudi’ye hıristiyan’a karşı sınırsız hoşgörülüyüz.
Müslüman dan yana değiliz. İslam düşmanlarıyla aynı saftayız. Buna asla Cenab-ı Allah razı olmaz.
Kur’an da: ‘‘Müminler kardeştir.’’
- ‘‘Kıyamet gününde firavunu adamlarıyla beraber hesaba çağırırız’’ buyrulur.
Peygamber (as) da: ‘‘Kişi sevdiğiyle beraberdir. Kimi seviyorsa onunla beraber haşrolunacaktır.’’ diye haber veriyor.
Dünya’da kim kimi severse, kiminle olursa kime hizmet ederse kıyamet gününde onunla beraber olacaktır.
Rabbim, haktan yana, haklıdan yana ve müslüman dan yana olanlardan etsin.
…………………………
………………..
……….
…