Mazlumun Ahı yerde kalmaz

Cenab-ı Allah züntikamdır, zalimin hasmıdır. Zalimi asla sevmez ve mazlumun intikamını eninde sonunda zalimden fazlasıyla alır.

Şair : “Zalimin zulmü varsa,

Mazlumun Allah’ı var” demiş.

            Bir başka şair de:

“Zalim bir zulme girifkar olur âhir,

Elbette olur ev yıkanın hanesi virân” der.

            Bir şairimiz de şöyle haykırır:

                        “Alma mazlumun âhını,

Çıkar âheste âheste.”

Evet mazlumun âhı yerde kalmaz. Allah zalime mühlet verir, ama ihmâl etmez. Eden bulur . bu dünya, etme bulma dünyasıdır. Yapılan kötülüğün mutlaka karşılığı görülecektir.

Büyüklerimiz: “Küfür devam eder, ama zulüm devam etmez.” demişler. Küfrün cezası ahirettedir. Ama zulmün cezası hem dünyada hem de ahirettedir. Zulüm bundan devam etmez. Bir de zulüm haddi aşar, mazlum Allah sığınırsa, zulüm devam etmez.

Bir Kutsi hadiste: “İşçiyi çalıştırıp hakkını ödemeyenlerin Kıyamet gün hasmıyım” diyor Allah. (Buhari, Büyu:6/1020)  

Kur’an’da : “İşledikleri günahlardan dolayı zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız.” (Enam:130) buyruluyor.

Hz. Peygamber de: “Zulümden dolayı gelen ceza günahlara kefaret değildir,” buyurur. (K.Sitte:16/315) Yani zulmün dünyada da ahirette de cezası çekilecektir.

Buradan şunu anlıyoruz:

  1. Allah zalimi cezalandırmakta acele etmez.
  2. Zulmü cezasız bırakmaz.

Bir zamanlar kamçısı boynuna dolanmış olan mazlum:

“Seni Allah’a havale ediyorum. O bana yeter, demekle iktifa etmiş.”

Biraz ileriye varınca, zalimin atının, bir kuştan ürkerek üzerindekini yere çarpıp kaburga kemiklerini kırdığını, hayretle görmüş.

Yerde inleyerek yatan zalim:

“Baba! Sana ettiğim zulmün cezası olarak, Allah beni yere çarptı, görüyor musun”, demiş.

Fakat Allah adamı itiraz etmiş:

“Hayır, hayır, senin kaburga kemiklerinin kırılış bana ettiğin zulümden dolayı değildir. Çünkü Allah bir zulmün cezasını, böyle acele vermez. Olsa olsa, senin bu cezan, çok evvel âhını aldığın bir başka mazlumun intizarıdır, bana çarptığın kamçının cezası, ileride verilecektir.” demiş.  

Bir zamanlar köyünden medreseye giden delikanlının önüne geçen zalim:

  • “Nereye?” demiş,
  • “Medreseye” deyince

Atından inmiş cebinden tekke tesbih çıkınca bir güzel dövmüş.

Çocuk medreseye gelince hocası:

  • “Bu halin ne?”
  • “Bir atlı beni dövdü” demiş.
  • “Ne dedin?”
  • “Hiçbir şey demedim.“
  • “Keşke deseydin. Allah intikamını alacaktır.”

Bu sıralarda Karayük pazarında atı ürker. Öküzlerin asıldığı çengele boğazından takılır orada bağıra bağıra can verir.

Erzurum’un büyük velisi İbrahim Hakkı Hazretleri’ni çocukken İsmail Fakirullah Hazretleri’ne teslim ederler. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakirullah’ın yanında geçiren İbrahim Hakkı, bir gün eline aldığı bir testiyi çeşmeye götürür, doldururken oraya gelen bir atlı:

“Çekil bakayım önümden be çocuk!” diye İbrahim Hakkı’yı azarlayarak altını çeşmeye sürer.

Çocuk İbrahim, testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, İbrahim Hakkı’yı bir köşeye sıkıştırır. Kendini kurtarmak zorunda kalan çocuk da testisin bırakıp, canını kurtarmak isterken at basıp testiyi kırar.

Ağlayarak hocasının huzuruna gelen İbrahim Hakkı;

“Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü, can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı” der.

Hocası sorar:

“Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?” “Hayır, hiçbir şey söylemedim!”

“Çabuk git ve o adama bir fena lâf söyle” der.

İbrahim Hakkı gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da;

“Benim testimi niye kırdın zalim adam” diyemez.

Dönüp geldiğinde Hocası Fakirullah sorar:

“Ona fena bir lâf söyledin mi?”

“Söyleyemedim efendim, niyetlendim; fakat bir türlü dilimi çevirip de edep dışı bir söz sarf edemedim!”

Hocası bağırır:

“Sana diyorum, çabuk git ve o adama çirkin söz söyleyerek mukabele et! Yoksa

felaket!..”

İbrahim Hakkı bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki, testisini kıran atamı, atı attığı çiftelerle çeşmenin gölüne yuvarlamış, ölüsü yatmaktadır!

Koşarak gelip, hocası İsmail Fakirullah’a durumu anlatır. Hocası bu hale üzülür:

“Vah vah! Bir testiye bir adam! Üzüldüm buna doğrusu!” der.

Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söylerler. Büyük velî şöyle izah eder:

“O atlı adam, İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı, zalimi Allah’a havale etti. Allah’ın ise gayretine dokunup zalimi cezalandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona hakaret etseydi, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim büsbütün mazlum oldu. Ben ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım!”

Vaktiyle bir grup Müslüman tertip ettikleri bir kervanla hacca giderler. Çölleri aşıp vahaları geçerek yol alırlarken, iki dağın arasında eşkıyalar birden etraflarını çevirir. Hacılarda ne var ne yok hepsini alırlar. Ancak kafilede bulunan kadınlara dokunmazlar. Hacı namzetlerinden yaşlı bir zat:

  • “Eyvah, bu eşkiyalar paramızı alıp gidecekler. Hacca gitmek şöyle dursun, evimize dönecek paramız bile kalmayacak” diye sızlanır.

Tam o esnada eşkiyalardan biri arkadaşlarına seslenir:

  • Hey, biz kadınların üstlerin aramayı unuttuk. Asıl altın onlardadır.

Bu söz üzerine hep birlikte dönerek, kadınların üzerindeki elbiseleri yırtıp örtülerini atmaya başlarlar. Bu defa yaşlı zat fikrini değiştirir.

  • “Paramızı götüremezler artık, korkmayın” der.

Nitekim onlar kadınlara hücum ettikleri anda müthiş bir gök gürültüsüyle birlikte

şimşekler çakar, eşkıya reisinin başına ansızın korkunç denecek çapta bir yıldırım düşer. Paniğe kapılan soyguncular ne yapacaklarını bilemez hale gelirler. Nihayet yakalanırlar, paraları da iade etmeye mecbur olurlar.

Ortalık sükûnete erdikten sonra o yaşlı zata sorarlar:

  • “Önce paramızı götüreceklerin söylediniz; sonra da sanki olacakları biliyormuşçasına, „Artık götüremezler.’ diye kestirip attınız. Gerçekten de dediğiniz gibi oldu. Paramızı götüremediler. Bunu nasıl bildiniz?”

Yaşlı zat şöyle cevap verir:

  • “onlara paramızı almakla bize zulmettiler. Ama zulüm vasat derecedeydi; gayretullaha dokunacak seviyeye ulaşmamıştı. Ne zaman ki kadınlar dönüp eziyet ettiler. İşte o zaman zulüm gayretullaha dokunacak dereceye vardı. Zulüm bu dereceye ulaşınca devam etmez. İlahî bir silleyle son bulur. Nitekim öyle de oldu, cezalarını buldular. Elebaşıları öldü, ötekiler yakalandı. Biz de kurtulmuş olduk.”

Zulüm ebedî değildir. Şair şöyle der:

Azın cömert cevherinde

Çoklar tersine döner.

Varın soylu mayasıyla

Yoklar tersine döner.

Yokuşa akmaktan usanır sular

Arklar tersine döner.

Dişlilerin dişi kırıldığında

Çarklar tersine döner.

Zalimin elinde birgün

Utancından gerilir yaylar

Oklar tersine döner…

                                   (B. Yazgan)

0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir