KUL AZMAYINCA ALLAH YAZMAZ
ÖNSÖZ
Son zamanlarda felâketlerle, felâketlerin verdiği acı ve ızdıraplarla dolu günler geçiriyoruz. Her gün çeşit çeşit âfet, felâket ve musibetler eksik olmuyor. Sıkıntılar, üzüntüler sürüp gidiyor. Her an yangın, sel deprem, rüzgâr, çığ, hortum, hastalık ve trafik kazaları ile sarsılıyoruz. Bütün bunların olumsuz etkileri de, insanımızı çileden çıkarıyor, sterse sokuyor, bunalıma itiyor. Arkasından da intiharlar geliyor, cinayetler takip ediyor. İnsanoğlu, cahiliye devrinde diri diri toprağa çocuğunu gömen insanı geçti. Her gün yavrularını doğrayanların, eşini öldürenlerin olmadığı haber programları izleyemez hale geldik.toplu katliamlar güncelleşti.
Mevsimlerde, iklimlerde düzensizlik var. Bir yanda kuraklık, bir yanda her şeyi silip süpüren seller… Afetlerden, zarar görmeyen ülke yok. Birçok insan hayatını kaybediyor, maddi zara ölçülemiyor.
Durup dururken yanardağ püskürüyor. Her ülkede terör sürekli bir tehlike… İnsanlara büyük acılar yaşatıyor. Tedbir alınmıyor. İnsanlar, çare aramaması karşısında sadece “Kahrolsun” demekle ve dişini sıkmakla yetiniyor. Çünkü ona : “Aman bunlara sabret, yoksa önünde irtica tehlikesi var”, “öcü var” deniliyor. Gündeme gelmesi istenmeyen birçok şey böyle örtbas ediliyor.
İslâm âlemi ve Müslümanların hali perişan, yürekler acısı. Allah, düşmanları onlara musallat etmiş, düpedüz katlediliyorlar. Ödemedikleri bedelin cezasını çekiyorlar. Samimi Müslüman olamamanın acısını hissediyorlar. Felâket üstüne felâket… her biri için böylesi görülmedi demekten kendimizi alamıyoruz. Rahmet olması gereken şeyler, zahmet oluyor, şaşıp kalıyoruz.
Tarihe bakıyoruz. İsyan, inkâr, ahlâksızlık, hep felâketlerin davetçisi olmuş… Adem (s.a.), Allah’a isyan ettiği için cennetten kovulmuş, şeytan, Allah’a itaat etmediği için lânetlenmiş, melek aziz olmuş, Musa kurtulurken, Firavun cezalandırılmış, Nuh’a inananlar kurtulurken, inkâr edenler suda boğulmuş, uğrunda hicret eden Ashab-ı Kehfi, Cenab-ı Allah yüzlerce yıl korumuş, yakması gereken ateş, İbrahim Peygamberi yakmamış, ama Pompe halkını kasıp kavurmuş. Vezüv yanardağı onları yakmak için kudurmuş… Kaçanları kabaran deniz toplayıp getirmiş.
İnsanlık tarihi, ömrünü tamamlamış, dinlerin ideolojilerin, millet, devlet ve medeniyetlerin yok olmuş hikayeleriyle doludur.
Adem aleyhisselamdan bugüne, ahlâksızlıkta ileri gitmiş ve Allah’a isyan etmiş n9ice nice insan toplulukları, çeşit çeşit felâketlerle cezalandırılmışlardır.
Şuanda insanlık bir talihsiz dönem daha yaşıyor, insanı insan yapan değerlerin birer birer yok oluşunun ızdırabını çekiyor. Bozulma, yozlaşma, hissedilir biçimde artmıştır. Utanç verici, tiksinti verici örnekler, günlük alışkanlıklar haline gelmiştir.
İnsanlık, kendi eliyle yaptığına tapacak kadar alçalmış, hakim olması, düzen vermesi gereken şeylere mahkum olmuştur. Bazı topluluklar çekirgeye, ineğe, Fareye, şeytana hatta tenasül organına tapacak kadar alçalmış ve sapıtmıştır. İnsanlar kendilerini yaratan Allah’a tapmayı unutmuştur. Kula kul, maddeye esir olmuştur. Hele son zamanlardaki teknolojik gelişmelerin arasında kaybolmuş, nimete şükrü unutup, çılgınlığın zirvesine tırmanarak, yok olan toplumların çizgisine gelmiştir.
Biz de son iki asırdan beri yanlışlıkların aksaklıkların ve insanı insan yapan değerlerin birer birer yok oluşunun ızdırabını çekiyoruz.
Zaman geçtikçe, teknolojik alanda ilerleme kaydettikçe insanlık, ahlâki ve insani alanda gerilemektedir. Bugün bütün dünya da her alanda bozulma yozlaşma hissedilir bir şekilde artmıştır. Utanç verici, tiksinti ve dehşet verici örnekler, günlük alışkanlıklar, günlük olaylar haline gelmiştir.
Bu musibetlerden önce, insanlık en büyük musibete uğramıştır. O da dinine gelen musibettir. Dinsizlik musibetidir. Allah’ı tanımama musibetidir. Onun için dünya güzelliklerinden mahrumdur. Daha sonra da ahiret güzelliklerinden mahrum olacaktır. Ebedi saadetten mahrum kalacaktır.
Unutmayalım, birçok musibet, yaptıklarımızın cezası olurken, bazıları ilâhi ihtardır, ikazdır, uyarıdır. Bir kısım felâketlerde insanın günahlarına kefarettir. Bir kısmı, insanlardaki gafleti giderir, insana, insan olmanın aczini, zaafını hatırlatır ve insanı Allah’a yakınlaştırıverir.
Hz. Peygamber : “Musibetler, yüzlerin karardığı Kıyamet gününde, sahibin yüzünü ağartır” buyurur. Demek ki, değerlendirilir ve ders alınırsa, musibetler kurtuluşumuza vesile olacaktır. Kim ki, başına gelen belâlara sabreder, isyan ve şikayet etmezse, musibet, zahmet karşılığı rahmet olacaktır.
Hz. Peygamber hasta iken ona:
- Ey Allah’ın Rasûlü! Hangi insanlar en çok belâ çekerler?
Hz. Peygamber (s.a.) :
- Peygamberler.
Sonra kimler, derler?
- Sonra Salihler. Bazen onlar öyle olur ki giyecek elbiseden başka bir şey bulamazlar. Onlar, sizin bollukla sevindiğiniz gibi yoksullukla sevinirler. (K.Sitte:17/561) cevabını verir.
Adam hiç hastalanmamış. Hanımı : “Allah belâyı, sevdiği kula verir, senin başın bile ağrımıyor. Haydi Peygambere gidelim, ben senden boşanacağım.” Demiş. Giderlerken adamın ayağı kayar, ayağı kırılır. Kadın “Dön geri” der, sırtına alır, eve getirir.
Dikkat edelim. Cenab-ı Allah bizi her şeyle; varlıkla da yoklukla da, sağlıkla da hastalıkla da imtihan eder.
Kur’an’da bildirilir:
Bakara:155 “And olsun ki, sizi biraz korku ve açlık, mallardan candan biraz azaltma ile sizi deneriz. Ey Peygamber! Sabredenleri müjdele.”
Al-i İmran:186 “And olsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz.”
Ankebut:2 “İnsanlar imtihana çekilmeden, sadece iman ettik, demeleriyle bırakılı vereceklerini sandılar.”
Ankebut:4 “Yoksa kötülükleri yapanlar, bizden kaçabileceklerini mi sandılar ne kadar yanlış düşünüyorlar.”
Olayları değerlendirirken, başına bir felâket geleni, lânetli kimse kabul etmemek gerekir.
Başına bir belâ gelmeyene de Allah’ın sevgili kulu olarak çekmiştir.
Diğer yandan, başımıza gelenlerden ders almalıyız, yorum yapmalıyız. Allah’tan gelene şükretmeliyiz, sabretmeliyiz.
Bazılarımız var ki, duyuyor veya okuyor. “Ben şunu yaptım. Şunu okudum. İyileşmedim, şöyle olmadı” diyor. Bu yanlış. Bizim yaptığımızın tesirinin ne yönde olduğunu bilemeyiz. Belki Allah o yüzden daha büyük belâları def etti bizden. Belki o yüzden günahlarımızı bağışlayacak, onu bilemeyiz.
A) MUSİBETLERE KARŞI TAVRIMIZ NE OLMALDIDIR
Önce her şeyin, insan için bir imtihan olduğu unutulmamalıdır.
Hayat hep düzlükte gitmez. Bazen ağzımızın tadı bozulur. İşte bu sırada hemen inancımız imdâda yetişmelidir. Her şeyin Allah’tan geldiği hatırlanmalıdır. Başka sebepler aranmadığı gibi isyan edilmemeli, ümitsizliğe düşülmemelidir.
Şurası muhakkak ki, daha çok inanmış insanlar belâlara maruz kalırlar. Onun için
belâya uğrayan Müslüman, imanı ölçüsünde sabırla karşılık vermelidir.
Belâ ve musibet anında şöyle bir tavır sergilemeliyiz:
- Bunda da vardır bir hayır, demeli, hayır beklemelidir.
- Bu da geçer, demeli, olayları geçici olarak görmelidir.
- Sıkıntıların ardındaki hayrı, sevabı görmeli, dua etmelidir.
- Şikayet, sızlanma, uğursuzluk arama yerine, suçu kendinde aramalı; ne hatam var ki bu başıma geldi? Benim eksikliğim neydi? Demeli kendine ders çıkarmalıdır.
Peygamberimiz şöyle der:
- “Mü’min sıkıntıya tabi tutulur; en küçük bir acıya maruz kalanı Allah, bir derce yükseltir.”
- “Allah kime hayır dilerse, onu musibete uğratır.”
- “Tauna uğrayan sabrederse, Allah’tan bilirse, ona şehid sevabı vardır.” (Riyaz üs
Salihin:33/9)
Kutsi Hadiste de şöyle buyrulmuştur:
- “Mü’min kulumun dünya ehlinden sevdiği birini aldığım zaman; sabrederse, karşılığı cennettir.”
- “Kulumu gözlerinden mahrum ettiğim zaman kulum şikayet etmezse iki gözüne bedel ona cennet vardır.” (Age:33/9)
Görülüyor ki her bir musibetin hikmeti vardır.
Mevlâna’nın hanımı Kerrâ Hatun : “Efendim Rabbim ömrünü uzun, sıhhatini dâim etsin” deyince Mevlâna : “Bre Hatun biz Firavun muyuz ki, uzun ömür daimi sıhhat dilersin” demiştir.
Evet belânın büyüğü inananlara olduğu için hatalarının cezasını bu dünyada çekmiş olacaktır. Onun için kaçınılmaz felâketler için Müslüman, Allah iltica edecektir. Nasıl edecek? “Euzu besmele çekip”, “Lâ havla velâ guvvete illâbillahil aliyyil azim” diyecek, “Hasbünellahü ve niğmel vekil, niğmel Mevlâ ve niğmen nasır” diyecektir.
Ne demişler :
“Hoştur bana senden gelen,
Ya gonca gül yahud diken”
Bir başka ifadeyle : “Kahrında hoş lütfun da hoş”
Evet, inanan insan, belâ ve musibetlere imanı ile karşı koyacak. “Buda geçer” deyip sabredecek, isyan ederek günaha girmeyecek. “Bu benim başıma neden geldi, nereden geldi” diyerek şikayet etmeyecektir.
En başta musibetlere peygamberler, sonra da Evliyaullah, sonra da inanlar mâruz kalmıştır.
Maddi musibetlere tavrımızı Bediuzzaman : “Maddi musibetleri büyük gördükçe büyük, küçük gördükçe küçülür” der.
İnsan bu dünyada maddi ve manevi belâ ve musibetlerle imtihan edilmeden bırakılıvereceğini zannetmesin. Hepimiz imtihana tabi tutulacağız. Öyle ise peygamberimizin yaptığı duayı yapalım : “Ya Rabbi bize musibetleri karşılayabilecek iman ver ve
Götüremeyeceğimiz yükü yükleme!”
Ayrıca iyiliklerle sadakalarla kazayı, belâyı def etmek için her ana tedbirli olmalıyız.
Olaylar karşısında, inançlı insanın hali başka olur. Öyleyse, bizde inanmış insan gibi karşılamalıyız.
Birde, belâ ve musibetler birçoklarına günahları ve isyanları yüzünden gelir. Onun için günah ve isyanlardan uzak duralım. Hala ders almadık; günahlar devam, müstehcenlik devam… Düzelme yerine bozulma devam ediyor.
Kur’an’da :
- “Başınıza gelenler, yaptıklarınız yüzündendir” (Şurâ:30) buyrulur.
Musibetlerin zararını, sadece günah işleyenler görmez. Bir çok masum insan, çoluk çocuk da zara görür. Bunun için iyilik emredilecek kötülükten sakındırılacaktır. Günahkâr, günahtan vazgeçirilmeye çalışılacaktır.
Hz. Peygamber (s.a.) :
- “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle yok ediniz. Bunu yapacak ortam yoksa, dilinizle öğüt vererek vazgeçiriniz. Bunu da yapacak imkân yoksa, kalbinizle o kötü ve kötülükten uzak durarak buğzediniz” buyuruyor.
Kur’an’da da şöyle bir uyarı var:
“Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (hepinizi perişan eder.) bilin ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal:25)
Cenab-ı Allah Yuşa (s.a.)’ya diyor ki:
- “Kavminden 60 bir şerli ile 40 bin hayırlıyı helâk edeceğim.”
Yuşa Peygamber sorar:
- “60 bin şerliyi günahları yüzünden helâk edeceksin; ama 40 bin Salih kimseyi neden helâk edeceksin?”
Allah vahyeder:
- “Onlara kötülere ve kötülüklere karşı çıkmamışlardır. Böylece susarak kötülere destek olmuşlardır. Onların günahına da ortak olmuşlardır.”
Hz. Peygamber şöyle anlatır:
“Üç kişi bir gemideydiler. Biri geminin dibinde, ikincisi orta katında, üçüncüsü üst katındaydı.
Geminin zeminindeki su lazımdır diyerek gemiyi delmeye başladı. İkinci ve üst kattakiler de, „bize ne’ diyerek ses çıkarmadılar. Sonra diptekilerin açtığı delikten giren su gemiyi bütünüyle sulara gömerken deliği açan da, ses çıkarmayanlar da birlikte boğuldular.
Musibeti birlikte yaşamaktan kurtulamadılar.” Şimdi düşünme zamanı.
Tevbe, istiğfarlarımızın arşa yükselmesi gerektiği şu acılı günlerimizde hep birlikte yaşadığımız azabın neresindeyiz biz? Gemiye delenden miyiz, seyirci kalandan mıyız; yoksa rıza göstermediği, ikaz görevini yaptığı halde elinden bir şey gelmeyenlerden miyiz?
Allah Rasûlü buyurur ki:
- “Yer yüzünde kötülük yayıldığında onların arasında iyiler bulunsa da Allah o yer halkına azabını indirir. Kötülere gelen azab iyilere de gelir. O iyiler daha sonra Allah’ın affına, rahmetine kavuşur.” (Ramuz:54/2)
- “Bir yerde kötülük zuhur ettiğinde, men edilmezse Allah onlara azabını indirir.” Sahabe:
- “Onlar arasında iyiler bulunsa da mı?” deyince:
- “Evet, onlara da iner. Çünkü men etmemişlerdir” buyurur. (Ramuz:54/3)
Musibet, suçluyu suçsuzu ayırmıyor. Birine ceza olur birine imtihan, diğerine de sevap kazandıran bir olay olur. Felâketin umumi oluşunun diğer sebebi de: zulme karşı susmaktır. Tepki göstermeyerek, günahlara ortak olunmuştur, vazifeler yapılmamıştır.
Musibetlerde, suçlu ile beraber suçsuzu da sıkıntıya düşer, ama onun sıkıntısı sevaba dönüşür. Eğer felâketler anında ölürse, yangında ölse de, su da boğulsa da, öldürülse de, inanıyorsa, bir insan şehit olur. Malı telef olsa sadaka olur.
Bugünün insanı, bu hususları pek düşünmüyor. Aciz, zayıftır. İmanla karşı koymuyor.
Yavrusu şehid olmuş anaya bakın; yeri – göğü yıkıyor, söz ve davranışları ile Allah’a isyan ediyor.
Bakar sûresinde : ”Sabır ve namazla yardım isteyiniz.” (45) buyruluyor. Sabır elden bırakılmayacak ve ibadetlerle, dualar da ihmal edilmeyecek. Çünkü insanın davranışına göre felâket ya günahlara kefaret olur veya günahları arttırır.
Yakup Peygamberin sabrı, Eyüp Peygamberin sabrı, felâkete uğrayanlara örnek olmalıdır.
Kur’an’da, birçok defa : “Allah sabredenlerle beraberdir” buyrulmuştur. (Bakara:153)
Bakara 155. ayetinde : “Sizi biraz korku, biraz açlık, biraz maldan, candan ve ürünlerden eksiklik ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele.”
Al-i İmran 142 : “Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri ve sabredenleri hiç ayırt etmeden cennete girivereceğinizi mi sanıyorsunuz? ”
Ankebut 2 : “İnsanlar. İnandık! Demeleriyle bırakılıp da, imtihan edilemeyeceklerini mi sanıyorlar?”
Şunu asla unutmayın; mü’minin başına gelen ne olursa olsun boşuna değildir. Hoşuna
gitse de gitmese de hayrındandır.
- Kul : “Ya Rabbi, derdin daha büyüğünü vermedin” der şükrederse, sevap kazanır.
- “Rabbim senden geldi” der sabreder, sevap kazanır.
- “Acı çeker, günahlarına kefaret olur, günahlardan temizlenir, ahirette acı çekmez.”
Demek ki, dert, bilene rahmet olur. İnanana mükafat olur. Allah çekemeyeceğiz dert vermesin.
B) SOSYAL FELÂKETLER İLAHİ UYARIDIR
Sosyal felâketler, hep yapılan hataların karşılığı, hep ceza olmaz. Bazıları Cenab-ı Allah tarafından uyarı niteliğinde olur. Böyle olunca mesajları doğru almak ve olayları iye değerlendirmemiz gerekmektedir. Çünkü her felâket,sadece suçlulara atılmış bir tokat değildir. Ceza görene, başın bir felâket gelene de : “Allah cezasını verdi denemez.”, “O iyi bir kimse olsaydı, bu felâkete uğramazdı” diye düşünülemez.
Biz, kötüler için, bir de şu şekilde düşünmeliyiz.
“Allah, bunu neden cezalandırmıyor” diyemeyiz, dememeliyiz.
Allah, ona imkân veriyor, ömür veriyor suçlarını, cezalarını arttırsın da ahirette ebediyen helâk olsun diye…
Ayrıca her şeyin cezası bu dünyadan olmaz.
Sonra günahkâr cezalandırılıverse, o zaman imtihanın ne anlamı kalır? Burası imtihan yeridir. Ceza ve mükafat yeri ise ahirettir.
Bugün ne yazık ki, bazı çorak gönüller felâketleri anlayamıyor, ikazları değerlendiremiyor. Deprem oluyor, sarsıntı geçince unutuluveriyor. Beklenmedik, görülmedik olaylar oluyor, üzerinde durulmuyor, düşünülmüyor, ders alınmıyor.
Tavuk, başka yumurtluyor, koyun değişik doğuruyor, arı şaşırtıcı bal yapıyor, birbirini yemesi gereken hayvanlar, birbiri ile dost oluyor. Mucizevi olaylar oluyor. Ağaçta besmele yazısı, kuzuda, karpuz çekirdeğinde, domates de, yumurta da, petek de, Allah yazıyor. Altı ayaklı hayvan doğuyor, dört boynuzlu kuzu doğuyor, anormal olaylar oluyor, aldıran yok, ders alan çok az.
Bütün bunlar Allah’ın bize mesajları olabilir. Aynı zamanda bir felâketini işareti sayılabilir. Allah, gözleri kör, kulakları sağır, gönüller çorak insanlara, açık mucizeler göstermeye başlar, uyarmak ister. “Ey kullarım nereye gidiyorsunuz?” diyebilir. “Fe eyne tezhebûn”
Amerika’nın güney eyaletlerin etkisi altına alan ve 421 kişinin ölümüne, yüzlerce evin yerle bir olmasına yol açan kasırga ve hortumlar, din adamları tarafından “Tanrı’nın gazabı ve ilahi bir uyarı” olarak nitelendirildi.
Rahip : “Tanrı, bazı şeylerin yanlış olduğunu düşünüyor ki, bu yolla bizi uyarıyor.” Diye konuştu. Rahip Hobson, son 4 yıl içinde iki kez paskalya döneminde meydana gelen kasırga ve hortumlardan gerekli mesajın çıkarılması gerektiğini söyledi. (11.04.1998, Zaman)
Önemli bir husus da:
Musibetleri, hep kötüye yormayalım. Şer gibi görünen bazı olaylar vardır ki, hayırdır. Allah, Kur’an da : “Siz neyin şer, neyin de hayırlı olduğunu bilemezsiniz” buyurur.
Hz. Peygamber : “Kul, birçok zamanlar Müslüman yaşar. Fakat sonunda Allah’ın gazabına uğrayabilir. Günlerini küfürle geçirir. Fakat sonunda Allah’ın rahmetine uğrayabilir” der. (Ramuz:104/4)
Sıkıntılarımız hayra vesile olacaktır, inşallah uyanmamıza, derlenip toplanmamıza vesile olacaktır. Ben en azından böyle inanıyorum ve böyle olmasını dua ediyorum.
“Hayra vesile kıl Allah’ım.” diyorum.
İnançsız veya inancı zayıf olan kesimlerde afetlerin, felâketlerin başıboş tabiat olaylarına bağlanır. Yangınların, depremlerin, yokluk, kıtlık, terör, düşman tasaltutu olan hadiselerin yorumu yapılırken basit sebeplere bağlanır. Basit tabiat hadiseleri gibi gösterilen her bir olay, Cenab-ı Allah’ın takdiri ile meydana gelir. Ders alanlar için her biriden ilahi uyarılar ve mesajlar vardır.
Rum Sûresinin 41. ayetinde Cenab-ı Allah şöyle buyurur : “İnsanların kendi ellerinin (irade ve istekleriyle) yaptıkları işler (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesat meydana çıktı ki, Allah, işledikleri günahlardan bir kısmının cezasını dünya da onlara tattırsın olur ki
(işledikleri günahlardan) dönerler.”
Ba ayetten de anlaşıldığı gibi yangınlar, depremler, sel afetleri, yağmursuzluk, hastalıklar, sıkıntılar, yokluklar ve benzeri olaylar hepside Rabbimizin bize yaptığı ikazlardır.
Bu afet ve felaket olarak nitelendirilen olaylar, insanların inkârından, isyanından hülasa günahlarından kaynaklanan olaylardır. İnsanlar, yaratılışları icabı çabuk gaflete düşer, çok yanılır, sürekli hata eder, Rabbinin ikramlarını ve ihsanlarını çabuk unutuverir. Tabi ardından da ilahi uyarı ve ikazlara muhatab olur.
Başımıza gelen olaylar karşısında her şeyden önce bunun bir ilahi ikaz olduğunu düşünmeli, ona göre kendimize çeki düzen vermeliyiz, davranışlarımızı hayat tarzımızı gözden geçirmeliyiz. Gerçek bir değerlendirme yapmaz, yanlışlarımız düzeltemezsek, daha büyük felaketlerin başımıza geleceğini unutmayalım. Geçmişe baktığımız zaman helâk olan kavimlere de helâk olmadan önce ikaz ve uyarılar olmuştur. Uyarılardan ders alanlar kendilerin kurtarmış, uyarılara kulak asmayanlar ise helâk olmuştur.
Biz de ilahi ikazlara kulak asıp değişmez ve kendimizi değiştirmezsek Allah korusun biz de helâk olanlardan oluruz.
Her musibeti bir ihtarname bilelim, kusurlarımızı araştıralım, hatalarımız için dua ve tevbe edelim, fitnelere karşı uyanık olalım. Kendimizin, yakınlarımızın ve içinde yaşadığımız toplumun kurtuluş için gece gündüz çalışalım ki, kurtulanlardan oluruz inşallah.
Tirmizi de nakledilen bir hadiste Peygamberimiz : “Yeryüzünde hatasız yürüyünceye kadar insandan belâ eksik olmaz” buyurarak arınmadan, temizlenmede belâların eksik olmayacağını bildirmiştir.
C) İLAHİ İKAZLARA KULAK VERELİM
Hiçbir şey sebepsiz ve karşılıksız değildir. Hiçbir olay da tesadüfi değildir.
Kötülüklerin alıp başını gittiği toplumlara bakın; geçmiştekiler önce uyarılmış, sonra helâk edilmiştir. İşte Semud Kavmi, işte Ad Kavmi, Lüt Kavmi, işte Pompe halkı, işte
Pamukkale’de yaşayanlar… Günümüzde de uyarılıp durmakta olan insanlık…
Eğer sel, deprem, hortum, yanardağ ve hastalıklardan ders alınmazsa, ilahi ikazlar göz ardı edilirse, Allah korusun akıbet, helâk olan toplumların sonundan farksız olacaktır.
Şair:
“Kula belâ gelmez Allah yazmayınca,
Allah belâ yazmak kul azmayınca” demiştir.
Hergün bunca olay oluyor. Acaba hangimiz, bu olayların davetçilerini düşündük mü? Değerlendirdik mi?
“Her şeyde bir hikmet var” deyip, deyip de ibret aldık mı? bunlar, bize Allah’ın bir ikazı deyip düzeldik mi? İşin gerçeği “Hayır”…
Musibetlerden ders almayan, yakında musibetten payını alır. Musibet, kapısın çalar. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” deyip bıraktığımız yılan, bir gün bize de, yakınlarımıza da zarar verir.
Ayrıca geç kalır, geç anlarsak musibetin ocağına düşeriz.
Dünyanın muhtelif yerlerindeki olan olaylara bakalım. Akıllı insanlar için felâket, “geliyorum” der. ahmaklar için “Ben geliyorum” demez.
Allah’a kul olduğumuz hatırlamaz, tedbir almazsak felâket, uğradığı yerde herkese zarar verir. Kötülerin yanında iyilerde yok olur. Bugüne kadar insanlar günahları yüzünden helâk olmuştur, önlemedikleri kötüler, mani olmadıklar kötülükler yüzünden helâk olmuşlardır.
Atalarımız : “Bir musibet bin nasihattan evlâdır” demişlerdir. Bu, ilahi ikazlara kulak asmayanlar içindir. Müslüman, musibetle, ceza ile yola gelmez. Allah’ın mesajlarına kulak verir, Hz. Peygamberin uyarılarına kulak veri. O, geçmişin olaylarından ibret alır ve her zaman uyanık durur. Ona belâ ve musibet gerekmez.
Önemli olan, kulluk defterinden silinmemektir. Kul, nasıl kulluk defterinden silinir?
Eğer kul, günahlara dalar, kendisini var eden, rızık veren Rabbini unutur ve O’ndan ümidini keserse, kulluk defterinden, yani cennete gideceklere defterinden siliniverir.
Bir başka hatamızda felâketlerin maddi sebeplerin yanında mânevi sebepler aramıyoruz. Hata da ısrar ediyoruz. Bizden öncekilerden ders almıyoruz. Halbuki Allah, yeryüzünde gezip dolaşmamızı, yok olanlardan ders almamızı ve aynı hatalar düşmemizi emretmiştir.
Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
“Ey Kâfirler! Bundan önce kafir olanların (yok oluşları) haberi size ulaşmadı mı? Öyle ki yaptıklarını cezasını (dünyada Allah’ın gazabını çekmekle) tattılar. Fakat onlara (Kıyamet günü) daha acıklı ve can yakıcı bir azab vardır” (Tegabün:5)
Geçmişte Allah’a âsi olanların yok oluşunda, bugün yaşayan bizler için büyük ibretler vardır. Allah geçmişin olaylarını, âsi olan toplumların acı sonlarını, geleceğe ışık tutması, insanların ibret alarak ayni hatalar düşmemesi için gözler önüne sermiştir.
Geçmiş olaylardan ders almazsak geçmişin üzücü olaylarına sebeb olan haller günümüz insanında helâkına sebep olacaktır. Toplum, belki az insanın yaptığı hataların cezasın bütünüyle görecektir. Kimse zarar görmekten kurtulmayacaktır.
D) HELAK OLAN TOPLUMLARDAN VE SOSYAL FELÂKETLERDEN BAZI ÖRNEKLER
Bugüne kadar azara, sapıtan, ahlâksızlıkta ileri giden, Allah’ın emirlerini dinlemeyen, insan ve insan toplulukları, hepside cezalandırılmışlardır. Helâk olmuşlardır. Bu cezalandırma olayları, hep ders alınmadığı, aynı yola düşüldüğü için tekrarlanmıştır.
- Zinanın yayıldığı Lüt kavmi, bugünkü, Lut gölünün bulunduğu yerde yerin dibine battı. Ahlâksızlıklarla işbirliği yapan Lütun hanımı da kurtulamadı. Taş haline getirilerek cezalandırıldı.
- Ahlâksızlıkta ileri giden Ad, Semud, Nuh gibi kavimler, bir sesle rüzgarla, güneşin yakıcı sıcaklığı ile, susuzlukla, yağan taşlarla, depremle, bilinmeyen hastalıklarla cezalandırılmıştır.
Kur’an’dan birkaç olayı nakledelim:
- “Gem, dağarla gibi dalgalar içinde onları götürürken Nuh oğluna, Ey Oğulcuğum gel, sapıklarla olma dedi. O da ben dağlara sığınırım cevabını verdi. Dalgalar arasında boğulup gittiler.” (Hud:42-43)
- Hac 42. – 44. ayetlerde : “Nuh, Ad, Semud, Meyden halkının nasıl yakalandığı, nasıl helâk olduğu, dondurucu rüzgarla nasıl yok edildiği anlatılır.” (Hakka:6)
- Hakka 5 . “Semud milleti zorlu bir sarsıntı ile yok edildi. Semud kavmine yaptıklarının karşılığı, alçaltıcı azabın yıldırımı çarptı.” (Fussılat:17)
- Hicr 74. – 77. : “Lût milletinin memleketlerin alt üst ettik, sert taş yağdırdık. Onların kalıntıları, hâlâ yollar üzerindedir. Alınacak ibretler vardır,”
- Bunun yanında dik başlı olan Firavunlar, Nemrutlar, Ebu Lehepler, Ebu Cehiller, ondan sonraki inkârcılar da cezalarını görmüştür.
- İtalya’nın eğlence, fuhuş merkezi olan Pompei halkı, Vezüv yanar dağının püskürmesiyle tamamen taşlaşmıştır. Bugün ibret almamız için insanlar, aynen taş kesilmiş haliyle gözler önündedir. Ama bakıp ibret alacak göz nerede?
- Tanrı bile batıramaz diye denize indirilen Titanik ne oldu? Dahi ilk seferinde bir buz parçası o mağrur Titaniği ve içindeki şehvet perest insanları batırmadı mı? Son telgrafta :
“Yapılabilecek bir şey yok” olmuştur.
Günümüzde de sel, afet, dolu, çığ, deprem, fırtına, sellerin getirdiği kayalar, her tarafı kaplayan, çamurlar, yanar dağlar, hortumlar, dondurucu soğuklar öldürücü sıcaklar hep birer uyarıdır. Allah bizi de cezalandırabilir.
En yüksek teknolojiye sahip denilen Japonya, felâketler karşısında aczini yaşıyor… Allah’tan başka neye güvenebilir, neye dayanabiliriz?
Bakın dünyaya kafa tutan Çin’e Sars hastalığı ekonomisi dahil her şeyi çökertti. Sebep görünmeyen bilinmeyen bir mikrop yiyemiyorlar, içemiyorlar, gezip eğlenemiyorlar ve evlenemiyorlar.
Bakın Allah dilerse ne hale getiriyor. AIDS de evrensel felâkettir.
Bugüne kadar kimler helâk oldu şöyle bir bakalım:
- Geçmişte Allah’ın gönderdiği dine inanmayanlar,
- Allah’ın gönderdiği Peygamberi yalanlayan ve uymayanlar,
- Günahları sebebiyle cezalandırılanlar,
- Fitne çıkaranlar,
- Zulmedenler,
- Dünya nimetleri ile şımaranlar, “Şımarmış niceleri helâk ettik” (Kasas:58)
- Allah’a ibadet görevini terk edenler helâk oldu.
Cenab-ı Allah’ın her zaman cezalandırmaya, yok etmeye gücü yeter, cezalandırmakta acele etmez, süre tanır, mühlet verir. Günah da ısrar edilirse, ansızın azab geliverir. Artık. Azab gelip çatınca, iman da, pişmanlık da geçerli değildir. Firavun, dalgaların arasında iman etti, ama geç kalmıştı. Ayrıca ceza gelirse,artık umumi olur. Günahsızı günahkârdan ayırt etmez.
Azanlar, başkalarını azdıranlar, inanmayanlar Peygamber yakınları da olsa helâk olmaktan kendilerin kurtaramamışlar, kendilerine yardımcı, kurtarıcı da bulamamışlardır.
Lut ve Nuh Peygamberin hanımları, Nuh peygamberin oğlu Peygamber Efendimizin amcaları, İbrahim Peygamberin babası Azer, buna örnektir. Peygamberimiz kızına “Peygamber kızıyım diye bana güvenme” demiştir.
Kur’an’da : “Kim zerre kadar iyilik yaptıysa onu görür, kim de zerre kadar kötülük yaptıysa o da onu görür” (Zilzal:7-8) buyrularak herkesin yaptığının karşılığını mutlaka göreceği bildirilmiştir.
Helâk olan, azgınlıkları yüzünden cezalandırılan birkaç milletin haberin ibret için nakledelim:
Bu konudaki ayetler:
- “Onlar günahları yüzünde suda boğuldular, ateşe sokuldular” (Nuh:25)
- “Ad kavmi inanmadı cezasını buldu, sonrakiler ibret oldu” (Tevbe:70)
- “Ad kavminde ibretler vardır. Hani onların üzerine o kökü kurutan rüzgârı göndermiştir. Öyle bir rüzgâr ki, uğradığı bir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savurup atıyordu” (Zariyat:41-42)
- “Semud milletinin üzerine korkunç bir ses gönderdik. Hayvan ağılını konan çalı-çırpı ve otlar gibi oldular.” (Kamer:31)
- “Semud kavminden geriye kalan çökmüş evlerdi.” (Neml:52)
- “Meyden halkına Şuayb Peygamber, ölçüyü, tartıyı tam yapmalarını, bozgunculuk yapmamalarını söylemişti.” (Hud:85)
- “Haksızlık yapanları bir çığlık yakaladı, oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.”
(Hud:94)
- “Ey keliler yakıcı bir ateşle yeryüzünden silindi” (Tecrid-i Sarih Tercümesi Hud:94)
- “Sebe halkına Allah bol ihsanlarda bulunmuş, bol meyveli bahçeler vermiştir. Fakat onlar şükretmediler. Rablerinden yüz çevirdiler. Allah da onları sel felâketi ile helâk etmiştir. Bu konuda, İnkârlarından dolayı onları cezalandırdık. Biz nankörlerden başkasına ceza mı veririz?” (Sebe:17)
- “İsrail oğulları <Size verdiğimize kuvvetle sarılın ve dinleyin> emrini”, “işittik ve isyan ettik” diye cevap verdiler. (Buhara:93)
- “And olsun ki Firavun ailesin, ders alsınlar diye yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.” (A’raf:130)
Kâbe’yi yıkmaya gelen Fil sahiplerinin üzerine sert taşlar atan sürülerle kuş gönderilmiş, yenilmiş ekin haline gelmişlerdir. (Fil Sûresi)
Geçmiş milletlerden bazıları bir çığlıkla helâk olmuştur. (Yasin:28)
Antakya kavmi bir tek çığlıkla helâk olmuştur. (Yasin:29)
- “Halkı zalim olan nice kasabaları kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka milletler var ettik.” (Enbiya:11)
- “Biz nice kasabaları yok etmişizdir; geceleyin veya gündüz uykularında iken baskınımıza uğramışlardır. Baskınıza uğradıklarında, sözleri <gerçekten biz haksızdık> demekten ibaret kalmıştır.” (A’raf:4-5) – “Her birini günahı sebebiyle yakaladık; kimine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik. Kimini bir çığlık yok etti. Kimini yerin dibine geçirdik. Kimini de suda boğduk. Onlara Allah zulmetmiyordu, fakat onlar kendilerine yazık ediyorlardı.” (Ankebut:40)
Helâk olan bir kavmin haberin kısaca nakletmek istiyorum:
İsa Peygambere 12 kişi iman etti. Biri de ihânet etmişti de İsa Peygamber ve arkadaşlarının yerinin ihbar etti. İnanmayanlar geldiklerinde Cenab-ı Allah hâini İsa Peygamber’e benzetiverdi. İsa diye onu tutup çarmıha gerdiler. Hâin, hâinliğinden cezasını böylece çekmiş oldu.
Hz. İsa kendisine inananlara yeryüzüne dağılmalarını insanları Allah’a imana davet etmelerini istedi : “İncili yeryüzüne yayın” dedi.
Havarilerden biri de, İtalya’nın medeniyet seviyesi yüksek Pompei’ye gelmiştir. Pompei deniz kenarında güzel bir şehir olduğu için halk buraya akın etmiştir. Pompei, lüksün ihtişamın konforun en lüks şehri idi. Zevk şehri, fuhuş yatağı olmuştu. O derece ileri gidilmişti ki, çırıl çıplak denecek şekilde açık geziyorlar, hayvanları bile utandıracak fuhuş hayatı yaşıyorlardı. Kendilerini uyaranları dinlemiyorlardı. Cenab-ı Allah Miladi 62 yılında bir depremle bu sapık insanları uyarmıştır.
Pompei, genelde zenginlerin oturduğu bir şehirdi. Bu yüzden hemen tamirat ve yenileme işlemi yapıldı. Depremin hasarı kısmen giderildi. Buharla ısınma şebekesi yanında büyük eğlence merkezleri onarıldı, yenileri yapıldı.
Deprem unutuldu. Hak eğlenceye tekrar daldı, kötülüğün her çeşidi tekrar sahneye çıktı. Bolluk rahatlık içinde ahlâksızlıkta çok ileri gidildi. Bu yüzden, papazlar bile Pompei şehri için “uğursuz lânet şehir” demişlerdi.
Pompei de genelevlerin sayıları belli değildi. Genelevlerin kapılarına erkek uzvu takılıyordu.
Bu hayat böyle devam ederken depremden 17 yıl sonra Vezüv Yanardağı aniden lav püskürmeye başladı. Vezüv patlarken herkes şaşırmış, kaçmayı bile düşünüp başaramamışlardı. Herkes yerinde çakılıp kaldı. Hiçbirin tehlikenin kendilerin bu kadar yakın olduğun düşünmemişti. Lavlar, önünden kaçanları ise, kabaran denizin dalgaları, lavların ününe atıyordu. Gökten kızgın taşlar yağmış, her tarafta cehennemi manzara ortaya çıkmış, kimse kaçacak, kurtulacak bir yer bulamamıştır. Kayıtlara göre yemek yiyen bir aile o hali ile taşlaşmış kalmıştır. Gayri meşru ilişki içinde birçok taşlaşmış çift bulunmuştur.
Yanardağdan üç gün boyunca kül yağmış, ateş püskürmüş, kimse kendilerin yardım edememiştir. Hatta Roma’dan yardım için heyet gönderilmişti. İmparator Titus’a iletilen mesajda artık yapılabilecek bir şey kalmadığı bildirilmiştir. Şehir haritadan silinmiş, insanlar taşlaşmıştır.
Cenab-ı Allah ahlâksızlıkta ileri gidenleri ibret için Pompei de bir daha cezalandırmıştır. Bugün bazı kaynaklarda Vezüv’e “İbret Dağı” denmiştir.
Yaklaşık 1550 yıl sonra yapılan kazı ve araştırmalar sonunda, taşlaşmış insanlar ortaya çıkmıştır. Kaşları, gözleri, ağız, burun ve kulakları hatta parmaklarına kadar aynen mevcuttur. Bu hal uyarı ve ikaz işareti taşımaktadır.
Ayrıca; Lut Peygamberin karısın geriye dönerek bakması anında donarak taşlaşması ile Pompei halkının taşlaşması tesadüf değildir.
Cenab-ı Allah Tahrim Sûresinin 6. ayetinde : “Aile fertlerinizi yakacağı taşlar ve insanlar olan cehennem ateşinden koruyunuz” buyurmasındaki hikmeti anlamaya çalışmalıyız.
İsyankârlığı ile bilinen Ebu Cehil öldüğü zaman kokusundan kimse yanına yanaşmamış oğlu İkrime evi üzerine yıkıvermiştir. Şimdi de yerinde tuvalet vardır.
Dik başlılığı ile tanınan Firavun, denizde boğularak cezalandırılmıştı. Cenab-ı Allah onu ibret için kumların arasında 3000 yıl hiç bozulmadan saklamış, şu anda secde eder halde İngiltere’de müzede ibret alınması için sergilenmektedir.
Mayıs 2004’te
Rusya’da birkaç bilim adamı yer altı tabakalarındaki kırılmaların sesini kaydetmek için 14.4 kilometre kuyu kazıyorlar ve bu dinleme cihazlarını yerleştiriyorlar. İlkinde çok zayıf frekansta insan sesini duyuyorlar ama böyle bir şeyin mümkün olmayacağını düşündüklerinden ilk etapta bu yerleştirdikleri cihazdan gelen sesler olabileceği kanaatine varıyorlar. Daha sonra daha yüksek frekanstaki sesleri algılayabilecek cihazı yerleştirdiklerinde hayrete düşüyorlar çünkü yerin dibinden milyonlarca insanın çığlık seslerini duyuyorlar. Çoğu bilim adamı işini bırakıyor. Bir bilim adamı : “Cehennemin kapısın deldik” diyor.
İbret almak isteyene, ibretlik olay çok.
E) BELÂYI HAK EDEN ONU BEKLEMELİDİR
Kimsenin yaptığı yanına kalmaz. “Kim zerre kadar hayır işlerse, karşılığını görecek, kim de zerre kadar şer işlerse cezasını çekecektir.”
Harun Reşid bahçıvana : “aman güllere dikkat et demiş” birgün bahçıvan koşup gelmiş : “Efendim bir bülbül, gülleri mahvetti” demiş. Harun Reşid : “Üzülme bülbülün yaptığı yanına kalmaz” demiş. Bahçıvan, ertesi gün bülbülü yılan yakalamış, yutuyor görmüş, koşmuş, Efendim : “Bülbülü yılan yutuyor”, Harun Reşid : “Üzülme yılanın yaptığı yanına kalmaz” demiş. Kısa zaman sonra yılan bahçıvana saldırmış, o da onu öldürmüş. Efendisine “Yılan bana saldırdı onu öldürdüm” demiş. Bahçıvan birgün bir suç işlemiş Harun Reşid : “Atın zindana” demiş. Bahçıvan Efendim bülbülün yaptığı yılanın yaptığı, benim yaptığım, yanımıza kalmadı. Siz şimdi beni zindana atıyorsunuz : “Sizin yaptığınız sizin yanınıza kalacak mı?” demiş…
Kötülükler durmalı veya durdurulmalıdır. Elinden geleni yapmayan nemelâzımcılar helâk olmuştur.
Hz. Yuşa’ya Allah : “Ya Yuşa! Kavminin kötülerin iyileri ile beraber cezaya çarptıracağım?” demiş.
Yuşa :
- “Ya Rabbi! Hak edenler tamam ama, suçsuz olanlar neden cezalandırılacak?” demiş.
–
Allah :
- “Onlar kötülere itiraz etmediler, fitne ve fesatlarına mâni olmadılar. Tepki göstermediler” buyurmuşlar.
Bir de Nuh (s.a.)’ın kavmi helâk olacaktır. Melekler:
- “İyiler demi Ya Rabbi!” deyince Allah:
- “Onlar kötülerle beraber oldular, onlara karşı çıkmadılar” buyurur.
Bir hadiste şöyle buyrulur:
“Bir toplulukta bir takım günahlar işlenir, işlemeyenler o günahlar işleyenlerden daha güçlü ve daha çok oldukları halde, engel olmazlarsa, mutlaka Allah hepsine birden cezâ verir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; İbn-i Mâce, Fiten, 20.)
Günümüz insanı, günahlarla günahkârlarla iyi geçiniyor. Bir günahtan kaçsa da başka bir günaha düşüyor. Günahlar, fikir kirlilikleri ile başlıyor. “Dedikodu yapmaktan korktuğum için tavla oynuyorum” diyenler oluyor.
Fatiha Sûresinde : “Kendilerine azab edilmiş olanların ve azıp, sapmışların yoluna değil” diyoruz, sonra da dosdoğru yolu bırakıp, sapanların yoluna düşüyoruz. Bu kadar zayıflık olmaz.
Belâlar peş peşe geliyor, neden? Bunu niye düşünmüyoruz?
Süleyman Peygamberin başındaki taç yamulmuş, düzeltmiş gene yamulmuş. Sormuş
- “Neden doğru durmuyorsun?” Taç:
- “Sen yamuk iş yapıyorsun, doğru oturmuyorsun da ondan” demiş.
Bir köye gidiyorsunuz, çok içki tüketiliyor, kumar oynanıyor, ahlâksızlık almış başını gidiyor, kumar yaygın, faiz tefecilik almış yürümüş, kahveler dolu…
Manevi yönden çok zayıf. Ezan vakti geliyor, ezan okunuyor. Soruyorsunuz : “İmam yok” kalkıyor anahtarı tozların arasından alıp camiye gidiyorsunuz, başka gelen ok, yalnız namazı kılıp çıkıyorsunuz.
Bir yerde ezan okunmaz, namaz kılınmazsa, Allah, din, Peygamber unutulursa, o yere şeytan hakim olmaz mı?
O yer, cezalara, belâlara uğramaz mı?
Mehmet Zahid Koktu Hz. : “Şu huylar kimlerde bulunursa, onların başlarına belânın gelmesi hak olur “der ve sıralar:
- Emaneti muhafaza etmemek,
- Zekatın fakire bor gibi vermek,
- Hanımların beylerine itaat etmemesi,
- Ana babaya asi olmak,
- İyilik yapılması gerekenlere iyilik etmemek,
- Toplumda rezillerin görev alması,
- Şerrinden korkulup kişiye ikram edilmesi,
- Açıktan içki içilmesi,
- Erkeklerin altın ve ipekli elbise kullanması,
- Nefsi harekete geçiren çalgı, şarkı türküler söylenmesi,
- İnsanların kendilerinden öncekilere lânet etmesi.
İşte o zaman şiddetli rüzgarı, depremi veya sûretlerin değişmesi.
Hz. Peygamber : “İnsanlar öyle aldatıcı yıllar görecek ki, o yıllarda yalancılar tasdik, doğrular tekzib edilecek, emin kimse hâinlikle suçlanacak, değersiz kimseler umumun işinde sahibi olacak.” (K.Sitte:17/563)
- “Allah bir topluluğa gazab ederse onların fiyatlarında pahalılık, çarşıda kesatlık, aralarında fesat çoğalır ve iş başındakilerinin zulmü artar. Zenginler zekât vermek, baştakiler iyi idare etmez, fakirleri de namaz kılmaz.” (Ramuz:375/8)
Hz. Ömer (r.a.) şöyle anlatıyor:
Birgün Peygamber yanımıza geldi ve:
- “Ey Muhacirler beş şey vardır, onlara imtihan olacağınız zaman artık toplumda hiç hayır kalmamıştır. O beş şey şunlardır:
- ZİNA: Bir millette zina ortaya çıkar ve aileni işlenecek bir hale gelirse mutlaka o millette tâun hastalığı yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde görülmeyen hastalıklar yayılır.
Cenab-ı Allah Kur’an’da şöyle buyurur:
“Yoldan çıkmalarına karşılık onlara feci bir azab indireceğiz.” (Ankebut:34) AIDS ve Kara Ölüm, kara bela denilen musibet zina edenlerin cezası olacaktır.
- ÖLÇÜ TARTIDA HİLE:Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve zalim sultanın zulmüne uğrar.
- ZEKAT VERMEMEK:Hangi millet mallarının zekatını vermezse, mutlaka yağmur kesilir. Hayvanlarda olmasaydı, tek damla yağmur düşmezdi.
- AHDİN BOZULMASI:Hangi millet Allah ve Rasûlüne ahdini bozarsa Allah o millete, düşmanlarını musallat eder ve ellerindeki servetlerin bir kısmını onlar alır.
- Allah’ın Kitabı ile Ameli Terk:Allah’ın, indirdiği hükümlerden işine gelenleri seçenleri, Allah aralarında savaştırır.” (K.Sitte:7/557)
Bir baba bile yaramazlık yapan çocuğun cezalandırır. İsyan eden, günah işleyen birini Allah niye cezalandırmasın? İyi olan iyilik yapan kulunu nasıl mükafatlandıracaksa, yamuk iş yapanı da cezalandıracaktır. Bu ilahi adalettir. Bu hak etmedir.
Cenab-ı Allah her iş için bir karşılık koymuştur. İyilikler ve kötülükler hiçbir topluma karşılıksız verilmez. İnsanlar iyi olsun kötü olsun iyi veya kötü sonlarını kendi elleriyle hazırlarlar. Çünkü kul azmayınca Allah yazmaz.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Allah kullarına asla zulmetmez.” (Al-i İmran:182)
“Allah insanlara hiç zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yunus:44)
Şair :
“Hiç kuluna zulmeder mi Hüdası
Kulun çektiği kendi cezası” diyerek Allah’ın kullarına zulmetmeyeceği ifade edilmiştir.
Felâketler karşısında “Allah’tan gelen felâket ne yapalım, kader böyleymiş” deyip boyun eğmek yanlıştır. Evet Allah’tan geldi. Ama niçin? Hat etmediysek gelir miydi? Hiçbir felaket kader değildir. İnsanlar kendi kaderlerini kendileri hazırlar. Meselâ, mahsulü için tedbir almayan çiftçi için Allah’ın rahmeti olan yağmur felâket olur.
Allah’ın yarattığı şeylerde felâket yoktur, uğursuzluk yoktur. Felâket insanların beceriksizliğinde, tedbirsizliğindedir. A’raf Sûresi’nin 155. ayetinde şöyle buyrulur:
“İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helâk eder misin Allah’ım?” Demek oluyor ki, insanların helâkına sebep, beyinsizler ve beyinsizliklerdir.
Arayan belâsını bulur, arayan da Mevlâsını bulur. Bunun böyle olduğunu Cenab-ı Allah şu ayetlerde bildirmiştir:
- “Kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temli kalıcıdırlar. İnanıp yararlı işler yapan kimseler, cennetlik olanlardır. Onlarda iyilikleri yüzünden orada temelli kalıcıdırlar.” (Bakara Sûresi:81-82)
- “Allah zerre kadar haksızlık etmez. Zerre kadar iyilik olsa onu kat kat arttırır ve yapana büyük ecir verir.” (Nisa:40)
- “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir.” (Nisa:79
- “Kim yararlı iş işlerse, kendi lehinedir; kimde kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbın kullara karşı zalim değildir.“ (Fussilet Sûresi:46)
- “Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizin kazandığı (günahlar) yüzündendir.” (Şura:30)
Tevbe Sûresin 70. ayetinde yok olan, cezalandırılan toplumların kendi nefislerine zulmettikleri, En’am Sûresin 125. ayetinde inanmayanlara Allah sıkıntı vereceğini ifade ile “göğe yükseliyormuş gibi kalbini dar ve sıkıntılı kılar” buyrulmuştur.
Bakara Sûresi’nin 35. ayetinde ise : “Ey Adem! Eşin ve sen cennete kal. Orada olandan istediğiniz kadar bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz.” Dendiği bildirilmiş, Ademle Havva’nın kendi kendilerine zulmettiği bildirmiştir.
Cenab-ı Allah iyi işler işleyen, inanan kullarını hep korumuştur. Birkaç örnek verecek olursak:
Cenab-ı Allah isyan eden şeytanı cennetten kovup cezalandırırken emrine itaat eden Melekleri aziz kılmıştır. Firavunu cezalandırıp nehirde boğarken, Musa Peygamberi, inananlarla birlikte kurtarmıştır. İbrahim Aleyhisselâm’ı Nemrud’un ateşinde yakmamıştır. Nuh’un inanmayan oğlu boğulurken, Nuh peygamberi ve inananları gemi ile sular üzerinde yüzdürmüştür. Nuh Peygambere inandığı halde gemiye binemeyen yaşlı kadını ineği ile beraber korumuştur. İsa Peygamberi korudu inançsızların eline bırakmadı, ihanet edeni onun yerine zalimlerin eline bırakırken, İsa Peygamberi göğe çekmiştir. Ashab-ı Kehfi 309 yıl mağarada saklanmıştır. Peygamberimiz hicret sırasında mağarada örümceği ağ ördürerek, güvercini yuva yaptırarak kormuş, telaşlanan Hz. Ebubekir’e: “Korkma Allah bizimle beraberdir” demiş onu teskin etmiştir. Önemli bir olay da, Annesine saygıdan, zina teklif eden kadın reddetmesinden, çalıştırdığı işçinin hakkını korumasından dolayı mağarada üç kişiyi Allah’ın nasıl kurtardığını Peygamberimiz anlatmıştır.
İslâm’ı yaşayan ihlas sahibi Müslümanları Allah hep korumuş, bundan sonrada koruyacaktır. Yerin hareketini, göğün gürültüsünü işittirmeyecektir. Ceza çekenler hep eksik olmanın cezasını çekmişlerdir. Bazılarının başlarından ceza eksik olmuyorsa, işte sebebi de budur.
Biz lâyık olursak, Cenab-ı Allah hiç beklenmedik yerden çıkış yolu ihsan eder, güçlükleri, sıkıntıları aşarak zaferler nasib eder.
F) KUL AZMAYINCA ALLAH YAZMAZ
İnsanın hayatta çektiği sıkıntılar, günahlarının bedelidir. İnsan, başına gelen felâketler için hemen payının olup olmadığını araştırmalıdır. Çünkü hiçbir şey sebepsiz değildir.
Bir manada başına gelenler, insanın istediği şeylerdir. Hak etmeden Allah vermez, hak etmeden verse, bir bakıma zulüm olur.
Bazıları “başa gelen çekilir” deyip felâketlerin sebebini araştırmıyor, düzelmeye çalışmıyor. Bu yanlıştır.
Cenab-ı Allah :
“Başınıza gelen ve gelecek her musibet kendi ellerinizle yapıp ettiklerinizin bir sonucudur.” (Şûra:30)
İnsanın başına gelen sıkıntılardan dolayı önce kendini kusurlu görmesi, kendi hatalarının eseri olarak yorumlaması, hatasını düzeltmeye yönelmesi ne kadar güzeldir. Böylece hatalardan korunur, tevbe eder, Allah’ına yaklaşıverir, ahirette de ceza görmez. Dünyada da ceza görmez.
Belâ ve musibeti kara talihe bağlayıvermemek lâzımdır. Kulun başına gelen bütün hadiseler; saadet olsun, felâket olsun, nimet olsun, külfet olsun, hepsi de kulun kendi isteğiyle, arzusu ile gelmiştir. Kul davetiye çıkarmadan, insana iyi de gelmez, kötü de gelmez. Kulun niyeti, istikameti ne ise o olur.
Kimse, olanlardan dolayı başka suçlu aramamalı, başkalarını mes’ul tutmamalı, başkalarını itham etmemelidir. Hepsi kendi tercihlerimizdir.
Hayatta kim neye lâyıksa onunla muamele görür. Hz. Peygamber : “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz, öyle haşrolunursunuz” demiştir. Evet insan neye lâyıksa ona kavuşacaktır.
Kur’an’da : “Kul kendi haline değiştirmedikçe, Allah o kula verdiği nimetleri değiştirmez.” buyurulmuştur. (Rad:11)
Kur’an’da anlatıldığına göre Yunus (s.a.) kavmi kendini dinlemeyince Rabbi’nden izin almadan o bölgeyi terk etti. Bir gemiye bindi. Geminin yükü fazla diye bir kişi denize atılacaktı. Çekilen kur’a Yunus (s.a.)’a rastladı. Denize atıldı, balık onu yuttu. (Saffat:141142)
Yunus (s.a.) hatasını anladı “Ben zalimlerden oldum” diyerek yalvardı. (Enbiya:87-88)
* * *
Hz. Peygamber : “Ümmetimden bir grup, içkinin adını değiştirerek içer. Başlarında çalgıcı kadınlar çalar, söyler. Allah bunları yere batırır; maymun ve domuz sûretine sokar.” Buyurur. (Ramuz:368/6)
Diğer hadislerinde de : “Ümmetim beş şeyi helâl addederek, benimserse tarumar olur. Bunlar:
- Lânetleşirlerse,
- İçki içerlerse,
- İpek kullanırlarsa,
- Çalgıcı ve dansöz edinirlerse,
- Erkekler ve kadınlar hem cinsleri ile yetinirlerse” (K.Sitte:7/276)
Rahmetli Ayhan Songar:
“Kuldan kula belâ gelmez;
Allah belâ yazmayınca
Allah kula belâ yazmaz
Kul kendisi azmayınca” demiştir.
Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurur:
- “Denizin dibindeki balıklar bile günahkâr ve zalimlerden şikayet ederler. Onların yüzünden yağmur kesilir, insanların rızkı azalır.” (Tergip ve Terhib:1/281)
* * *
- “Ümmetim için iki şeyden korkarım:
- Bolluk olan rahat yerlere göçüp, şehvetlerine tabi olurlar. Namazı, Kur’an okumayı terk ederler.
- Kur’an’ı öğrenirler, Kur’an’la, ilim ehli ile mücadele ederler.” (Ramuz el Ehadis:12/6)
* * *
- “Cenab-ı Allah musibet murad ettiğinde;
- Çocuklar ölür.
- Kadınlar kısırlaşır.
- İçlerinde rahmete vesile olacak biri yoksa, başlarına belâ gelir” (Age:85/3)
- “Allah’ın gazabını arttıran hususlar şunlardır:
- Acıkmadan yemek.
- Uykusu yokken uyumak.
- Acayip bir şey yokken gülmek.
- Musibete feryat etmek.
- İçkili, çalgılı yemek.” (Age:339/3)
- “Allah’a yemin olsun ki, ümmetimden aşırılık, gurur, kibir, oyun, eğlence geceleyenler sabah domuz ve maymun suretinde kalkarlar. Buna sebep, haramı helâl saymaları, çalgıcı kadınlar edinmeleri, içki içmeleri, faiz yemeleri ve ipekli giymeleridir.”
Bu hadislerden anlıyoruz ki her cezanın ve cezalandırmanın mutlak bir sebebi vardır.
G) SOSYAL FELÂKETLLERİN NEDENİ
Afetler bizi önce düşündürmeli, sonra da felâket neden olan eksiklikler giderilmelidir. Toptan, sosyal felâketlere karşı çareler, tedbirler aranıp, alınmalıdır.
En başta devletimize büyük görevler düşmektedir. Maddi tedbirleri aldıktan sonra, manevi tedbirleri de almalıdır. Çocukları, gençler, aileler, yıkıcı, bozucu tehlikeler karşı korunmalıdır.
Bu millet, kendini milletine adamış devlet adamları görmüştür. Şuanda Allah için millet için taş kaldıranlar görmek ve kendisini iyi yönetecek devlet adamlarının özlemini çekmektedir. Döne, Müslüman, irtica bahane edilerek saldırılırsa, Allah bundan razı olmaz.
Bugün toplum, topla, popla, müstehcenlikle idare ediliyor. Medya, insanı çılgınlığa itiyor. Peki tedbir alınıyor mu? Cevap, hayır.
Felâketler, durup dururken gökten yağmıyor, yerden de bitmiyor. Ya nereden geliyor? Kur’an-ı Kerim’e bakalım:
- “Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin yaptığı yüzündendir.” (Şûra:30)
- “Sana gelen her iyilik, Allah’tandır, sana isabet eden her kötülük de kendindendir.”
(Nisa:79)
- “Allah kimseye zulmetmez; insan, kendine zulmeder.” (Yunus:44)
- “Fuhuş yayıldığında zelzele ve fitneler çoğalır, idareciler zulmettiğinde yağmur azalır.” (Ramuz:54/5)
Görülüyor ki, hak etme var… Hz. Peygamber ne diyor?
- “Adem oğluna isabet eden ağaç sıyrıntısı, ayak kayması veya damar sıyrıntısı, ancak bir günahı sebebiyledir.” (Ramuz:489/3)
- “Ebu Derda’ya şöyle der:
- Hiçbir şeyle Allah’a ortak koşma. Hatta param parça edilsen, ateşlerde yakılsanda, bile bile hiçbir namazını terk etme. Kim namazını bile bile terk ederse ondan Allah’ın zimmeti
(koruması) kalkar. Asla içki içme çünkü o bütün kötülüklerin anasıdır.” (K.Sitte:17/563)
Hz. Peygamber felâket sebeplerini ve felaketlerini şöyle açıklamıştır:
- Allah’a olan ahdini bozanlara düşman musallat eder.
- Allah’ın emirlerine uymayanlara fakirlik yayılır.
- Fuhuş yayılan toplumlara ölüm yayılır.
- Ölçü tartı da hile yapanlara kıtlık cezası verilir.
- Zekatı vermeyenler, rahmetten mahrum olur.
Bir hadislerinde de on dört helak sebebini sayar:
- Devlet malı ganimet bilinirse,
- Emanetlere hıyanet edilirse,
- Zekat’lar ödenmezse,
- Ana-babasına isyan ederse,
- Ana-babasına ihmal ederse,
- İnsan zevcesine itaat ederse,
- Camilerde dünya için sesler yükselirse,
- Toplumun iler gelenleri, en reziller olursa,
- Şerrinden korkulan kimseye ikram edilirse,
- Alkollü içkiler açıktan içilirse,
- Şarkıcı kadınlar baş tacı edilirse,
- Çalgı aletleri çoğalırsa,
- Ümmetin sonradan gelenleri, öncekileri lânetlerse, (Tirmizi)
Kim ne ektiyse onu biçer. Ama biz şöyle dua edelim: “Rabbimiz, bizi günahlarımızla değil, iyi amellerimizle muamele et.”
Görülüyor ki, sebepsiz hiçbir şey olmuyor.
Sebepsiz hiçbir şey olmaz. Allah’ın her işinde mutlaka bir hikmet vardır. Ama Allah hikmetinden sual olunmaz. Bizim bilmediğimiz birçok sebep vardır.
Daha çok kul, iyiliği de kötülüğü de kendi davet eder.
Zilzal 7. – 8. ayetlerinde.
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onu görür. Kimde zerre miktarı şer işlemişse, onu görür” buyrulur.
Son zamanlarda biraz da garip olduk.
- “Ülkeyi 50-60 sanatçı ile bir o kadarda futbolcu idare ediyor. Yani; popla, topla idare ediliyoruz.”
- “Yaramazlıklar, ahlâksızlıklar haber oluyor.”
- “Taşkınlık, uygunsuzluk yapanlar, suç işleyenler meşhur oluyor, bol para kazanıyorlar, herkes onları konuşuyor, ekranlar onların oluyor”
- “Ayda bir koca değiştirenler, fuhuş yapanlar, cinayet işleyenler milyonların hayranı oluyor. Çocuklara, onlar örnek oluyor, onlar yetiştiriyor.”
- “Aslında utanılacak şeyler, övünç vesilesi sayılıyor, alkışlanıyor. Bunların hepsi bizim aleyhimizedir.”
Allah nimet veriyor, şükredemiyoruz, musibet veriyor sabredemiyoruz, ders alıp değerlendiremiyoruz.
Meseleyi bilmiyoruz dini bilmiyoruz. Şortlu bacı, kendini kapalı sayıyor. Kışın kapalı, yazın açık. Denizli de kapalı sahilde açık… İşte günümüzdeki Müslümanlık…
Güzel bir örnek verelim:
Kuraklıktan dolayı Musa (s.a.) yağmur duasına çıkar. Defalarca dua edilmesine rağmen bir türlü yağmur yağmamış, beklenen rahmet inmemiştir. Bunun üzerine ellerini açıp:
- Ya Rabbi! Günlerce dua ettim, bir türlü yağmur yağmadı, sebebi nedir? der.
- Ya Musa! Elbette rahmet yağmaz. Çünkü içinizde âsiler var. Yağmurun yağmasına engel günahkârlar var. Musa:
- Kindir onlar Ya Rab! Onları aramızdan çıkaralım, kurtulalım, deyince. Cenab-ı Allah:
- Ya Musa, muhbirlik mi yapayım? der. Musa:
- Öyle ise ne yapalım Allah’ım bize bildir, deyince, Allah:
- Hepiniz birden tevbe istiğfar edin, günahlardan uzak durunuz, buyurur.
- Bir de mevsimlik musibet var. O da tesettürsüzlük. Tesettürsüzlük nedeniyle, hem günaha giriliyor, hem de günaha sokuluyor. Ne yazık ki, bazıları için açıklık üstünlük ve iftihar vesilesi oluyor. Çağdaşlık ölçüsü sayılıyor.
- Bir husus da; eğitim öğretim bir tarafa bırakılarak, baş örtüsü ile uğraşılıyor. Bir kadına “başını aç” demek Allah’a isyandır. Çünkü Allah “ört” diyor.
Bir Müslüman nasıl olması gerekiyorsa, öyle olmalıyız. Bunu beceremezsek, Rahmet olması gereken şeyler, bize âfat olur. Bir yağmur yağıyor; şimşekler, gök gürültüleri, sel, çamur, dolu akla gelmedik acırla; insan, hayvan, mahsul, mal herşey telef oluyor.
Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
- “Yoksa küfür işleyip, isyan edenler, azabımızdan kurtulacaklarını mı sandılar.” (Ankebut:4)
- “Kötülük işleyip, kötülük tuzaklarını kuranlar, Allah’ın kendilerin yere geçirmesinden, yahud bilemeyecekleri yönden kendilerine azab inmesinden emin mi oldular?” buyurmaktadır. (Nahl:45)
Perişan halimiz boşuna değil.
Bir Fransız ilim adamı : “İslam’a baktım imrendim. Sözde müslümanlara baktım iğrendim. 50 yıl geç Müslüman oldum. Bunun sebebi onlardı, vebâli de onlarındır” diyerek bir gerçeği ortaya koymuştur.
Müslümanlara yakın olan bir Alman’a sorarlar:
- Müslümanları seviyorsun, çok yakınsın, neden Müslüman olmuyorsun? Alman cevap verir:
- Müslüman olsam Kur’an’daki hayatı yaşamam lâzım. Sizin hayatınıza bakıyorum Kur’an’daki hayat değil, diyor.
İslâm’ı inandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanıyoruz, çelişkisinin sebebin bu…
Yüce Rabbimiz daha önceki yok olan milletler için:
“Onları günahlarından dolayı yok ettik.” (En’am:6) buyurarak artan günahların helâk sebebi olacağı bildirilmiştir.
Behlül Dânâ’nın evine hırsızlar girmiş nesi var nesi yok her şeyini alıp gitmişler. Herkes hırsız ararken Behlül mezarlığa gidip oturmuş. Halk sormuş:
- Evini soymuşlar, sen burada oturuyorsun?
- Hiç merak etmeyin, nasıl olsa buraya gelecekler, demiş.
- Buraya gelen hırsız ölü olarak gelir ne yapacaksın? demişler.
- Ben onların çaldıklarının hesabını nasıl vereceklerini seyredeceğim, cevabını vermiş.
Herkes yaptığının hesabını elbette verecek dünyada verecek, ahirette verecek, mutlaka verecek. Kurtuluş yok.
Süfyan-ı Servi : “Bir kere yalan söylesem onun tesirini işlerimde hemen hissederim” demiştir. Eğri cetvelin doğru çizgisi olmaz. Hataların günahların ardında huzur aranmaz. Bunca nimete karşı şükürsüz halimiz bizi rahatsız edecektir.
Kutsi hadiste Cenab-ı Allah şöyle der:
- “Ey İnsanoğlu! Günahları toparlayıp sırtına alma çünkü hangi günahtan dolayı sana gazab edeceğimi bilemezsin. Böylece rızkı senden kaldırırım, duana karşıda gök kapıların kapatırım. Ey İnsanoğlu! Kalbinde katılık vücudunda hastalık, rızkında mahrumiyet, malında noksanlık bulduğun zaman bil ki, sana fayda sağlamayan işler hakkında söz konuşmuşsun.”
(F. Yavuz Kırk Kutsi Hadis:64-69)
İşlenilen her günahın, günah sahibi üzerinde mutlaka etkisi olacaktır. Her günah mutlaka hayatımıza işlerimize yansıyacaktır. Hatta çocuklarımıza bile yansıyacaktır. Atalarımız “Haram yiyenin harami evladı olur” demişlerdir.
Hadis-i Kutsi de : “Ey İnsanoğlu! Günah işlerken gülen kimseyi, ağlar olduğu halde ateşe atarım” buyrulmuştur. (Age:126)
Cenab-ı Peygamber (s.a.) :
“Zina eden, zina ettiği sırada (Kamil) mü’min olarak zina etmez. İçki içen içki içtiği sırada (kamil) mü’min olarak içki içmez. Hırsızda çaldığı sırada (kamil bir) mü’min olduğu halde çalmaz.” Buyurur. (Müslim C.1. sh. 115)
Peygamberimizin hanımı Zeynep (r.a.) anlatır:
“Peygamber beni sararmış bir halde odaya girdi, yaklaşan büyük şer yüzünden yazık olacak dedi. İçimizdeki iyiler olduğu halde mi?” dedim.
- “Evet (fuhuş, ahlâksızlık, zulüm, isyan gibi) kötülükler çoğaldığı zaman helâk olursunuz” dedi. (Müslim Ter. 8/2880) der.
Görülüyor ki, hatalar, günahlar, felâketlerin habercisidir.
H) GÜNAHLARIN ÜZERİMİZDEKİ ETKİLERİ – I
İnanan insan, başına gelen olaylar neticesi, onları değerlendirir ve sonuçların da görür. Ama insan inanmıyorsa kalbi kararmıştır, gözleri görmez, kulakları işitmez. Bu yüzden bir değerlendirme yapamaz. İlâhi uyarılar, ikazları ve ibret levhalarını tabiat olayları olarak görür. “Bu benim günahlarımdandır” diye düşünemez. Kur’an’da şöyle buyrulur:
- “Allah’ın, yüksek sütunlar diken Ad kavmine, eşi benzeri olmayan İrem Şehri halkına, kayaları oyan Semûd milletine, çadırları ortalığı dolduran Firavuna ne yaptı görmedin mi? Çünkü bunlar, taşkınlık yapıp, azmışlardı, yapmadık fesat bırakmamışlardı. Rabbinde onların azabını yağdırdı” (Fecr:6-15, Nahl:112)
Demek ki, günah işleyenin ilk göreceği şey, Allah’ın azabıdır.
Günah işleyenin : “Günahkârım, suçluyum” Psikolojisi, yüzünü güldürmez. Vicdanı rahat olmaz.
İnsanın işlediği günah, işlerine yansır. İşlerinde ibadetinde hayır olmaz. Zevkle ibadet edemez.
Hz. Peygamber:
“Bir lokma haram yiyenin kırk gün namazı ve duası kabul olmaz.” Buyurmuştur.
“İnsan yediğinden ibarettir” demiştir.
“Zina eden kişi zina yaparken Müslüman olarak zina etmez. İçki içen Müslüman olduğu halde içki içmez. Hırsızlık yapan, Müslüman olduğu halde hırsızlık yapmaz.” (Müslim İman:24) buyurmuştur.
Günahlar sonra çocuklarına yansır. Çocukları hayır etmez. Atalarımız : “Haram yiyeni haramı çocuk olur” derler.
Günah işleyenin rızkı daralır. Bunu Peygamberimiz : “Kul günahları sebebiyle rızkından mahrum olur” buyurmuştur.
Yani günah; insanı madden ve manen kirletir.
Ayrıca günahlar topluma yansır. Hz. Peygamberi : “Nasılsanız öyle idare olunursunuz” buyurmuştur.
A’raf Sûresi 155. ayetinde Müslümanın : “İçimizdeki bir takım beyinsizlerin işlediği günahlar yüzünden hepimizi helâk mı edeceksin Allah’ım” diye dua etmesi istenmiştir.
Bir de, müstehcenliğin, şehevi günahların hafıza kaybına neden olduğu konusu bilinen bir gerçektir.
Hafıza kaybından şikayet eden birine, bir büyüğümüz “Eline, beline, gözüne sahip ol, günahları terk et” demişti.
Peygamberimiz : “Ahir zamanda hafızların zihninden Kur’an silinecek” buyurmuştur.
Şimdi hafızalar zayıf, ezberlediğimiz Kur’an bizi terk ediyor. Çokları, duaları, namazda okunan sûreleri bile aklında tutamıyor. Bir namaz da dokuz defa yanılıyoruz. Kaç rekat kıldık bilemiyoruz. Verdiğimiz sözü unutuyoruz.
Çok günah işliyor, hata yapıyoruz. Gün geçtikçe hatalar büyüyor, günahlar sürekli hale geliyor.
İ) GÜNAHLARIN ÜZERİMİZDEKİ ETKİLERİ – II
İşlenilen hatalar, günahlar ve edinilen kötü alışkanlıklar insanlar üzerinde birçok olumsuz etkiler yapar; insanın düşüncesini, yaşayışını, değer ölçülerine ve dünya görüşünü değiştirir. Yani insanın din ve dünyasını alt üst eder.
Günahların ve ahlâk dışı davranışların insan üzerinde yaptığı olumsuz etkilerin bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
- İşlenen günahlar, yapılan hatalar insanda sorumluluk duygusu bırakmaz. Günahlara dalan insan ne kendini düşünür, ne çocuklarını düşünür. Ne de başkalarını düşünür. Kimse onu ilgilendirmez. Günahlar ayrıca insanı diğer sosyal görevlerinden de alıkor. İnsanı insandan uzaklaştırır. İnsanı yalnızlığa iter. Artık insani ilişkiler hep çıkar ölçüsüne dayanır.
- Kötüler, kötü alışkanlıklar içerisinde dengesiz bir insan olar. Şahsiyetini yitirir, ölçüsüz, disiplinsiz bir hayat yaşar. Kötülüklerden kendini kurtarmak için en ufak bir gayret gösteremez. Bataklıktaki insan gibi çırpındıkça batar. Karamsarlık, ümitsizlik sonucu bunalıma itilir. Sonuçta intiharı kurtuluş yolu görür.
- Çok hata yapan, durmadan kötülük işleyen kimse, çalışma hayatında da başarılı olamaz. Nasıl olsa yok olup gitmeyecek miyim? Düşüncesiyle her şeyi koyuverir. Mecbur olmadan bir şey yapmaz.
- Yasaklarla arası iyi olan kişi, nefsine hakım olamaz. Kendisi de insanlar için tehlikeli bir hale gelir. Her haliyle başkalarını huzursuz eder. İnsanlar ondan emin olamaz.
- İşlenen günahlar, kalpleri nurlandıran ilmin, zikrin zevkini ve şevkini alır. Cehlin karanlığı dünyaları karartır.
Sabır, şükür, isyan eden insanın yapacağı şeyler değildir. Şükretmeyen insanın rızkı daralık. Sevgili Peygamberimiz:
“Kul günahları sebebiyle rızkından mahrum olur” buyurmuşlardır.
Günahkâr insanların kul katında da Allah katında da itibarları kalmaz. Onlar başkalarını sevip saymadığı gibi başkaları da onları sevip saymazlar. Onlarla kimse yakından ilgilenip dost olmaz.
Doğru dürüst davranmayanın hayatta işi rast gitmez. Terslikler birbirini kovalar.
Kötülük kötülüğü, hata hatayı doğurur. Çirkinliklere karşı ilgi artar. Günahtan kaçınmayan günaha ısınır, en çirkin şeyleri yapmaktan utanmaz. İyiliklerden kaçan sonunda yorgun düşer, iyiliklerden mahrum kalır, helâk olur.
Kötülükler insanı iyilikten, ibadetten, hayırdan alıkor.
Hata ve günahlar insanı kirletir, kıyamet gününde yüzünü kara çıkarır. Allah’ın rahmetinden, Rasûlünün şefaatinden mahrum eder. Çünkü bir hata, tek bir hata olarak kalmaz. Bugünkü büyük günahlar başlangıçta küçük hatalar olarak doğmuştur. Her günahkâr, onu birazcık büyütmüş ve bugünkü duruma getirmiştir.
Günah, sahibini her zaman rahatsız eder. Huzur ve mutluluk, ancak haramdan, şüpheli şeylerden ve hatalardan uzak kalmakla sağlanır.
Kısacası, dürüst ve temiz olmadan muradımıza eremeyiz.
Peygamberimizin hanımı Zeynep (r.a.) şöyle anlatır:
Birgün peygamber benzi sararmış bir halde yanıma girdi ve:
- “Allah’tan başka ilah yoktur. Yaklaşan büyük şer yüzünden Arablara yazık olacak” dedi.
- “İçimizde iyiler olduğu halde de felâkete uğrar mıyız?” dedim.
- ”Fenalıklar çoğalırsa evet” cevabını verdi (Riyaz üs Salihin:187)
Bir hadislerinde de Peygamber Efendimiz:
“Nefsimin yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız yahud Allah size Azab gönderir sonra Allah’a yalvarırsınız; lâkin duanız kabul edilmez” buyurur. (Riyaz üs Salihin:191) buyurur.
Cenab-ı Allah’ın haber verdiğine göre : “İnkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmışlardır.” (Nisa:167) Allah’ın Elçisi de şöyle bildirmiştir : “Kim bir sapıklığa çağırır ve buna uyulursa, bu kimseye kendine uyanların günahını bir misli aynen gelir. Onların günahından da bir şey eksilmez. Kim de bir hayra çağırır ve kendisine uyulursa, buna da kendine uyanların sevaplarını bir misli verilir, bu ona uyanların sevabından bir şey eksiltmez.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı, İ.Canan, C.16/539)
Lokman Sûresinin 6. ayetinde : “İnsanlar arasında bir bilgisi olmadığı halde Allah yolunda saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır.
İşte alçaltıcı azab bunlar içindir.” Buyrulmuştur.
Peygamber Efendimiz de:
“Allah bir kula hataları yüzünden buğz ettiği zaman ondan hayayı sayıp alır. Hayayı alınca da o kimseyi sen, sevmeyen ve sevilmeyen biri olarak görürüsün. Allah, emaneti de ondan alır, emanet alınınca, merhameti de alır. Merhamet alınınca da İslâm’ın esasını da o kimseden alır. İslâm’ın esası alınınca da o kimseyi artık kovulmuş bir şeytan olarak görürsün” buyurmuştur. (Ramuz el-Ehadis:23/3)
Büyük mutasavvıf İbrahim Ethem Hz. leri Basra’ya geldiğinde hak sorar:
- Ey İbrahim, musibetlerden bir türlü kurtulamıyoruz. Bu konuda duada ediyoruz, ama kabul olmuyor, neden? Derler:
Bir müddet içlerinde kaldıktan sonra şu cevabı verir:
- Ey Basra halkı, halinize baktım. Kalbinizin günahlarla ölmüş olduğun gördüm. Ölmüş kalplerin duası, hiç kabul olur mu? Halk:
- Bu günahlar nelerdir ki, kalplerimizi öldürmüş? Derler:
Bunun üzerine İbrahim Ethem günahları şöyle sıralar:
- Allah’ı tanıdığınızı söylüyorsunuz ama emirlerine itaat etmiyorsunuz.
- Kur’an’ı okuyorsunuz, onunla amel etmiyorsunuz.
- Peygamberi sevdiğiniz söylüyorsunuz, sünneti ile amel etmiyorsunuz.
- Şeytan için “düşman” diyorsunuz. Her ona uymaktan geri durmuyorsunuz.
- Cennete gitmek istiyorsunuz, sizi ona götürecek iş yapmıyorsunuz.
- Cehennemden korktuğunuzu söylüyorsunuz ama sizi cehennem götürecek işlerden geri durmuyorsunuz.
- “Ölüm haktır” diyorsunuz, lâkin ölüme hiç hazırlanmıyorsunuz.
- Başkalarının ayıbı ile uğraşıyorsunuz, kendi ayıbınızı görüp düzeltmiyorsunuz.
- Allah’ın size verdiği nimetleri bolca tüketiyorsunuz, ama şükretmiyorsunuz, vereni unutuyorsunuz.
- Ölülerini ellerinizle gömüyorsunuz birgün öleceğinizi hiç düşünmüyorsunuz.
Bu günahları terk etmedikçe dualarınızın kabul olacağını sanmayın. Ölü kalbinizin dirilmesini istiyorsanız bu saydığım günahlardan kaçının. O zaman göreceksiniz ki, başınızdaki belâ ve musibetler yok olacak, der.
Günah, insanı dünyada sıkar, ahirette de helâkına neden olur. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle haber verir:
“Pek çok kimseyi şefaatimle cehennem ateşinden kurtaracağım. Bazı kimseleri de zebaniler, benden alıp götürecek. Ben: “Allah’ım! Zebanilerin benden alıp götürdükleri benim ümmetimdendir” diyeceğim. Cenab-ı Allah: “Senden sonra onların neler ihdas ettiğini biliyor musun?” diyecek”
Kur’an’da şöyle bildirilir:
Hûd 52 : “Günah işleyerek Allah’tan yüz çevirmeyin.”
Hûd113 : “Zulmedenler meyletmeyin sonra size ateş dokunur.”
A’raf 96 : “Onlar günahtan sakınsalardı, elbette onlara gökten ve yerden nice bereket kapılar açardık…”
Günahları sebebiyle insanlar şu zararları görürler:
- İlimden mahrum olurlar.
- Rızıkları daralır.
- İyi insanlardan, iyi ortamlardan hoşlanmazlar.
- Allah anılınca ürkerler.
- İşlerinde zorluklarla engellerle karşılaşırlar.
- Kalpleri kararı, merhametsiz olurlar, zalim olurlar.
- Hayır ve hayırlı iş düşünceleri olmaz.
- Allah’ın Peygamberin emirlerini yerine getiremezler, yasaklarından kaçamazlar.
- Onlar Allah’ı terk ettiği için Allah da onları terk eder.
- Günahlar yüzünden ömürleri kısalır.
- Bir günah başka günaha götürür.
- Pişman olup tevbe edemezler.
- Günahı çirkin görmez, alışıverir, ısınıverir. Kötülerin mirasçısı olurlar.
- Kafir işi, münafık işi yaptığından onlar gibi olurlar.
- Görünüşünde, aklında bozukluk azalır.
- Onlar yüzünden rahmet, nimet azalır.
Rum 41 : “İnsanların işledikleri günahlar yüzünden karada ve denizde fesat çıkar.” Şûra 30 : “Başınıza gelenler yaptıklarınız yüzündendir” buyrulur.
- Utanma, kıskanma duyguları yok olur.
- Günah işleyene şeytan musallat olur.
- Günahkârın kalbi daralır.
- Günahkâr, kaza belâdan kurtulmaz.
- Günahkâr kabir azabı görecektir.
- Günahkâr son nefeste imanla gidemez.
- Günahkâr cehennem azabına rıza göstermiştir.
Olaylar sabırla, inançla karşılanırsa, günahlara kefaret olur, tevbe edilirse,Allah’a yaklaştırır, sevap kazandırır.
Musibetlere belâlara başka açıdan bakmak lâzım:
- Allah’a döndürücü bir kamçı olabilir.
- Bazıları için Allah’ın bir lütfu olabilir. Nice inançsızların inanmasına, aslına dönmesine sebep olmuştur. Değilse din ve dünyaları alt üst olur.
J) NİMETİN ELDEN GİTMESİNİN SEBEBİ
Bir Müslüman olarak hayatımız yaşarken dikkat etmemiz gereken şeyler vardır. Bunların başında; gaflete düşmemek, nimetlere karşı nankörlük etmek, helali haramı bilmek görev ve sorumluluklarımızı bilerek Allah’ın emirleri, Peygamberin sünneti doğrultusunda yaşamak gelir. Aksi halde bize ihsan edilen imtihan için verilen nimetler azalır, daha sonra da birer birer elimizden gider.
Allah’ın emir ve yasakları arasında yaşıyoruz. Yaşarken eksiksiz kusursuz yaşamalıyız. Şunu asla unutmamak gerekir ki; bütün kötülükler inançsızlık temeline dayanır.
İman etmeden kimse Cenab-ı Allah’ın verdiği nimetlerin kıymetini bilemez. İman ettim deyip de Allah’ın nimetlerinin kıymetini bilmeyenleri de Allah söz ve hüküm sahibi yapmaz. Onları düşman hakimiyeti altına sokmak suretiyle cezalandırır. Böylece hürriyeti nimeti elden gider.
Nankörlüğün cezası ağırdır. Peygamberimiz şöyle anlatır:
“İsrail oğullarından üç kişi vardı. Birisi vücudu benekli görünüşü kötü idi, diğeri kör, öteki de saçları dökük kel idi. Bir melek göndererek Allah bunları imtihan etti. Ne istediklerini sordu, üçü de kendilerinde bulunan hallerin gitmesin, istedi bundan başka ve istedikleri soruldu; biri deve, biri sığır, diğeri koyun istedi, bunlarda verildi. Üçüne de verilen hayvanlar çoğaldı.
Melek tekrar yoksul görünüşlü hali ile geldi üçünden de sahib oldukları hayvanlardan birer tane istedi. Görünüşü çirkin olanla, kel vermedi. Melek onları eski haline getirdi. Daha sonra gözleri kör olanın yanına gitti. Eski halini hatırlatıp ondan bir koyun istedi. Adam <Ben ne yapsam gözümün şükrünü yapama, istediğin kadar koyun alabilirisin> dedi, diğerleri imtihanı kaybederken, o kazandı.”
Kur’an’da buyrulur ki:
- “Nimet ve refaha karşı nankörlük eden nice kasabaları yok etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimse oturabilmiştir.” (Kasas Sûresi:58)
- “Allah size güven ve huzur içinde olan bir kasabayı misal verir; Her taraftan oraya bolca rızık geliyordu. Ama Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku belâsını taddırdı.” (Nahl Sûresi:12)
Şöyle nakledilir: Musa Peygamber yolda boğazına kadar kuma gömülü birini görür, sebebini sorar. Adam elbisesinin olmadığını söyler. Musa Peygamber o kimse için Allah’a yalvarınca Cenab-ı Allah o adamın fitneci olduğunu, şükrün ne demek olduğunu bilmediğini bildirir.
Nisâ Sûresinin 147. ayetinde :
“Şükreder ve inanırsanız, Allah size niçin azab etsin? Allah şükrün karşılığını verir ve bilir” buyrularak çekilen cezaların nankörlük ve şükürsüzlüğün karşılığı olduğu bildirilmiştir.
Cenab-ı Allah insanı yaratmış her türlü ihtiyacını da vermiş bunun karşılığı insana bazı görevler vermiştir.
Bir Kutsi Hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Ey insanoğlu! Bana ibadet için zaman ayır ki, seni ihtiyaçtan kurtarayım, evini rızık doldurayım; vücuduna rahatlık vereyim. Beni anmaktan ve bana ibadet etmekten gafil olma; eğer gafil olursan, seni ihtiyaç içinde bırakırım, vücuduna zahmet ve yorgunluk veririm, kalbine de gam ve keder bırakırım.” (Fikri Yavuz, 40 Kutsi Hadis, s.61)
Parayı seviyoruz rahatı bolluğu seviyoruz. Bu bolluk ve rahat içinde birçok şeyi unutuyoruz. Helali haramı unutuyoruz. Meşruyu, gayri meşruyu unutuyoruz. Halkın da Hakk’ın da bizden beklediği şeyleri yapmıyoruz. Belâyı, kazayı kendi elimizle davet ediyoruz.
Geçmişte Allah’ı unutan, isyan eden azgınlık yapan, nankörlük eden kimseler helâk olmuştur. En azından bunlardan ibret almamız gerekmez mi?
Peygamberimiz : “Beş şey beş şeyin karşılığıdır:
- Allah’a karşı ahdini bozan topluluk üzerine muhakkak düşmanları musallat olur.
- Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedenlerde fakirlik yayılır.
- Fuhuş yaygınlaşan topluluklarda ölüm yaygınlaşır.
- Ölçü tartıda hile yapanlar kıtlıkla cezalandırılır.
- Zekatı vermeyenler yağmurdan mahrum edilir” buyurmuştur.
Hasan-ı Basri Hz. leri de helâk sebeplerini şöyle sıralar:
- Tevbe etmek ümidiyle günah işlemek,
- İlim öğrenip amel etmemek,
- Amellerinden ihlaslı olmamak,
- Allah’ın verdiği şeyleri yiyip şükretmemek,
- Allah’ın taksim ettiğine razı olmamak,
- Ölüleri defnedip ibret almamak işte bunlar helâk sebebidir.
Sözün özü, insan kurtulmak isterse ona kurtuluş nasip olacak, Cenab-ı Allah ona nimetini arttıracaktır. Kurtulma niyeti taşımayan da, kurtulmak için çalışmayan da helâk olacaktır.
K) BELÂ VE MUSİBETLERDEN KAÇINMALIYIZ
Belâlardan kaçan kurtulur, kaçmayan ise belânın kahrına uğrar.
Bugün Müslümanlar olarak İslâm’ı eksik yaşıyoruz. Bunun için acı çekiyoruz. Eğer biz Müslümanlar, Allah’ın emrettiği gibi yaşasaydık, Cenab-ı Allah bize, gökyüzünün gürültüsünü, yer yüzünün sarsıntısını hissettirmezdi.
Belâ ve musibetlere uğramak istemiyorsak, belâ ve musibetlerin davetiyesi olan günahlardan kaçınmalıyız. Kazayı belâyı def edecek amellerde bulunmalıyız. Hayır işler yapmalıyız, sadaka vermeliyiz.
Adem’le Havva, Allah’ın yasakladığı bir işi yaptıkları için cennetten kovuldular. Bu, işlenilen suçun cezası idi. Aynı zamanda günahlardan kaçınmayanlara gönderilen mesajdı.
Hz. Peygamber : “Yedi helâk edici şeyden kaçının” der.
- Allah’a ortak koşmayın,
- Sihir, büyü yapmayın yaptırmayın,
- Haksız yere adam öldürmeyin,
- Yetim malı yemeyin,
- Faiz alıp vermeyin,
- İyiliği emir kötülüğü yasaklama görevinden kaçmayın,
- İffetli kadına iftira etmeyin. (Buhari Vesâya:147)
- Bir hadislerinde de; günah işleyenlerden ve yaptıklarına ortak olmaktan kaçınmamız için <Bir zaman gelecek öyle yöneticiler türeyecek ki, sabah-akşam, Allah’ın gazab ettiği işlerde bulunacaklar, onlara yardımcı olmayın> buyurmuştur.
- Kötülüklere seyirci kalmama konusunda da Hz. Peygamber : “İçinde kötülükler işlenen bir toplum, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde seyirci kalır, müdahale etmezse, Allah’ın hepsini saran Umumi bir belâ göndermesi yakındır” (Ebu Davut Melâhim:17)
- “Bir kötülüğü duyduğu halde üzülmeyen, mânen zarar görür.” (K.Sitte:1/95) buyurmuştur.
İbn-i Abbas (r.a.) anlatıyor : “Hac mevsimiydi bir grup yolcuya rastladık. Bize arkadaşların vefat ettiğini, cenazeyi tam Kabre koyacakları sırada kara bir yılanın gözüktüğünü, ikinci ve üçüncü defa kazdıkları mezarlarda da kara yılan gözüktüğünü anlatıp bunun ne demek olduğunu sorarlar.” İbn-i Abbas (r.a.) şöyle der : “Bu onun kötü amelidir. Eğer başka çukurlar açsaydınız gene o kara yılanı görürdünüz.”
Hz. Peygamberden düşündüren birkaç olay:
Hz. Peygamber, Tebuk seferine giderken, Semud halkının yok olduğu “Hıcır” denilen yerde konaklar; hak sulardan içmeye, el yüz yıkamaya başlar. Peygamberimiz, elbisesi ile yüzünü örtüp devesini hızlıca sürer ve Ashabına şöyle der:
- “Kendilerin zulmeden insanların eğlendiği yerde eğleşmeyin ki, onlara dokunan azab size de dokunmayın. Buralardan ancak ibret alabilirsiniz, sularından içip abdest almayın.” (Ramuz:63/16) (Tıbb-ı Nebevi Ans:1/120)
Yine Hz. Peygamber Müzdelifeden Mina’ya giderken Ebrehe’nin ordusunun helâk olduğu yerde hızlıca geçmiştir.
Hz. Ali (r.a.) depremle helâk olan bir yerde namaz kıldırmamıştır. Sebebi sorulunca da şöyle demiştir:
- “Burası lânete uğramış bir yerdir.” (Age:120)
Demek ki kötü insanların yaşadığı yerlerde, kötülüklerin yapıldığı yerlerde eğleşilmeyecektir.
Kötü yerden hicret etmek gerekir. Kötülükten hicret etmek gerekir. Kötü insandan hicret etmek gerekir.
Tevbe 114 : “Ey İman Edenler! Allah’tan korkun ve doğrulara beraber olun.”
Hz. Peygamberde : “Sakın içki içenlerin sofrasına oturma. Yemeğini de itikadı düzgün olanlar yesin.”
Bir hadislerinde de :
“Kim müşriklerle beraber yaşarsa, Müslümanların;
- Himayesi ondan uzaklaşmış olur.
- Müşriklerle beraber yaşamayın, onlarla oturup kalkmayın. Kin onlarla yaşarsa, bizim sünnetimizi terk etmiş olur.
- Müslüman olmayanlarla yaşamayın. Kim onlarla yaşarsa onların ahlâkı ile ahlâklanır, onlar gibi olur.” (Age:121)
Hz. Ömer (r.a.) : “Allah düşmanlarının bayramlarına iştirak etmekten sakının” demiştir.
Abdullah bin Amr: “Her kim Müslüman olmayan yerde mülk edinir, onların bayramlarına katılır kendini onlara benzetirse ve orada o hal üzere ölürse, Kıyamet günü onlarla beraber haşrolunur” (Age:121) demiştir.
Kendimize gelelim geçmişin tevbesini yapalım, gelecek içinde hizaya gelelim. Çok tevbe edelim. dünya günah işlemeye değmez.
Kur’an’da : “Onlar mağfiret dileyip dururken Allah onlara azab edici değildir” (Enfal:33) müjdesi vardır.
Sıkıntılarımızın sebebi, Allah’ın ve Rasûlü’nün istemediği hayat talip oluşumuzdandır.
Başımıza gelen felâketler iman zayıflığından kaynaklanan hatalarımızın sonucudur.
Kur’an’da Cenab-ı Allah şöyle bildirir ve soruyor:
- “Kim beni anmaktan yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve onu
Kıyamet günü kör olarak haşrederiz.” (Taha:124)
- “Uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular” (A’raf:97)
- “Eğlenirlerken kendilerin azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular” (A’raf:98)
Hz. Peygamber de şöyle bildirmiştir:
- “Eğer süt emen çocuklar beli bükük yaşlılar otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azab sel gibi inerdi”
- “Şu beş şey zuhur ederse ümmetimin üzerine helâk olmak hak olur:
- Lânetleşme,
- İçki içmek,
- İpekli giymek,
- Çalgı ve eğlence,
- Erkeklerin ve kadınların kendi cinsleriyle yetinmesi.” (Ramuz: 53/18)
- ”Allah bir topluluğa kıtlık murat ettiğinde bir melek şöyle nida eder:<Ey mide genişle!
Ey göz sakın doyma ve ey bereket ortadan kalk!>“ (Age:28/6)
- “Allah bir topluluğa âfat murat ettiğinde, mescidlerin ehline nazar eder ve onlardan o belâyı önler.” (Age:27/4)
“Allah bir kula zillet murat ettiğinde ona malını binada, suda ve çamurda harcar.”
(Age:27/4)
Demek oluyor ki, günahsız hayat bize bağlı… Bir kutsi hadiste:
“Ey İnsanoğlu! Damda yanan lamba, karanlık eve fayda vermediği gibi çirkin işleriniz yanında iyi sözleriniz fayda vermez” buyurmuştur. (F. Yavuz, 40 Kutsi Hadis. S.31)
kötü işlerden kurtularak Allah’ın rızasını gütmezsek, amellerimiz de bize fayda
vermeyecektir. Peygamberimiz şöyle buyurur:
“İçlerinde amelleri Peygamberlerin amellerine benzeyen on sekiz bin kişi olduğu halde bir köyün ahalisi azaba dûçâr oldu.
Ashab:
- Ey Allah’ın Rasûlü bu nasıl oluyor? Diye sorunca Peygamberimiz (s.a.) :
- Onlar Allah için kızmıyorlardı, iyiyi emredip, kötüyü men etmiyorlardı da ondan” cevabını vermiştir. (İhya:5/151)
İnsan kendisinden beklenilen iyiliği yapamaması aslında o kimsenin helâk olmasına yeter.
Bir kötülük bizim tepkisizliğimizle bizim himayemizde varlığını sürdürmüş ve yayılmışsa, bunun vebali ağırdır. Bir kötülük gördüğümüz zaman acaba bu benim yüzümden mi diye düşünmeliyiz. Bizim yüzümüzden kimse ceza çekmemeli, günaha girmemelidir.
Mevlana Hz. leri idam edilmiş birini görür. Ayaklarına sarılır, ağlar: “Beni affet” der. “Çünkü ben seninle ilgilenseydim senin sonun bu olmazdı.”, der.
Bugün Müslümanlar çok, ağzımızı açtığımız zaman %98 müslüman diyoruz hani nerede? Dünyada su kadar Müslüman var diyoruz, kemiyet değil keyfiyet önemli. Gösterilmesi gereken tepki gösterilmiyor, görülmesi gereken ilgi,yardım görülmüyor. Yani Müslümanların varlığı hissedilmiyor. Tabi buna karşılık Müslümanların dağınık, perişan hali devam ediyor. Düşman hakimiyeti, cezası başımızdan eksik olmuyor.
Allah’ın koyduğu kurallara uymak, sosyal felaketlerin sebeplerini ortadan kaldırmak helâk olmamak için en güzel tedbirdir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Allah kullarına musibet murat ettiğinde çocuklar ölür, kadınlar doğurmaz ve içlerinde rahmete şayan bir kimse yoksa, başlarına belâ gelir” (Ramuz El Ehadis:85/3)
Her zaman, kendimizi muhasebeye çekmeliyiz. Yapmamız gerekenleri yapıyor muyuz? Yapmamız gerekenleri de terk ediyor muyuz/ yaşadığımız hayatı gayesine uygun şekilde yaşıyor muyum? Nefsinin arzuları yerine gelince, kazancı iyi olunca, teselli bulanlar gibi miyim? Başka Müslümanların derdi derdimiz oluyor mu? Gençleri, insanımız yok eden kötülüklere karşı çıkabiliyor muyuz? Bu soruları kendimize sık sık sormalıyız.
Kur’an’da İsrail Oğullarının helâk oluş sebebi anlatılırken : “Birbirilerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları şeyler ne kötü idi” (Maide:79)
En’am 146. ayetinde : “Aşırı gittiklerinden dolayı cezalandırdık” buyrulmuştur.
Kötülüklerin cezasını toplumda yalnız suçlu olanlar çekme, o toplumda yaşayan kötülüğü önleme gücü olduğu halde önlemeyen ve kötülüğün yayılmasında katkıda bulunanlarda helâk olur. Masum insanlar ise helâk olmaz; ölürlerse şehit olurlar. Zulüm görürlerse, günahlarına kefaret olur, malları telef olursa, sadaka olur.
Bir hadiste : “Allah toplulukta işlenen günah için iyileri cezalandırmaz. Ancak günah işlendiğini görüp, mene kâdir oldukları halde men etmezlerse müstesna” (İ. Ahmed, Müsned C.IV. s.192) denmiştir.
Başka bir hadiste de : “İçinde kötülükler işlenen topluluk, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde seyirci kalır, müdahale etmezse Allah’ın hepsini saran umumi bela göndermesi yakındır.” (İbni Mâce Fiten:20)
Belânın umumi olması dünyanın imtihan mahalli olmasından ve kötülüklerde, ihmallerin, ihanetlerin ilgisizlik ve tepkisizliklerin oluşundandır. Masum olanların apaçık ayrılması ise kişileri imtihan etmekten çıkarırdı. Yani imtihanın anlamı kalmazdı.
Enfal Sûresi 25. ayetinde : “Aranızda yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının. Allah’ın azabının şiddetli olduğunu bilin” buyrularak fiilen kötülüklere iştirak edenlerle beraber helâk olmamız için iyiler uyarılmıştır.
Musibet neden umumi olur? İyilerin tutum ve davranışları ile kötülüklerin türeyip yayılması arasında yakın bir ilgi vardır. Kötü ve inanmayanlar kötülüklerini arttırdıkları için, iyiler ise vazifelerini yapmadıkları ve kötülere engele olmaya çalışmadıkları için musibete uğrarlar. Güçleri yettiği halde kötülüklere karşı çıkılmayan toplumlarda felaket hep umumi olmuştur. Kötülük açıktan açığa işlendiğinde cezayı, kötülüğü işleyen de seyredende hak etmiş olur.
İnandım diyen inandığı gibi yaşamalıdır. İnancının gereği de noksansız yerine getirmelidir. Çare budur.
Kur’an’da : “İçinizden insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran:104) buyrularak kurtuluş yolu gösterilmiştir.
Bir hadiste : “Allah bir kavme bir afat vermek murat ettiğinde, mescidlerin ehline nazar eder de onlardan o belâyı önler” (Ramuz El Ehadis:28/7) buyrularak iyilerin iyiliği ve iyilerin çokluğu yüzünden belâların önlenebileceğine işaret edilmiştir. Bu yüzden iyi olalım, iyilerin sayısını arttıralım, kurtuluşumuza vesile olur inşallah.
SONUÇ
Hz. peygamber şöyle diyor : “Allah bir kavmin hayrını dilerse onlara kendi ayıpların, kendi kusurların gösterir.”
Öyleyse belâ ve musibetlerin faydaları da var demektir. Ders alırız, kendimize geliriz, düzelme imkânı buluruz. Ya kusurlarımızın farkına varamazsak, bu dünyayı acısız yaşarsak, sonra ahirette halimiz nice olur.
Afat, basit bir olay değildir. Büyüklerimiz “Afat-ı Semâviye ve afatı arziyeden sona sığınırız ya Rab” deyip Allah iltica ederlerdi. Şimdi böyle içten ve kapsamlı dua eden de yok. Dua edelim, af dileyelim, zira; affedilmişlere âfat gelmez.
Bugün bir çok şeyle imtihan ediliyoruz. Her konuda, her vesileyle imtihan ediliyoruz. Böyle bir ortamda ihlasımızı, takvamızı arttıralım, ibadetlere sarılalım. Hayrın, iyiliğin her çeşidini yapalım. Çünkü Allah’ın hangi amelimizi kabul edeceğini bilemeyiz. Bir de amellerde devamlılık esastır. Gevşekliği Allah sevmez.
Bakın bir kutsi hadiste Cenab-ı Allah ne buyuruyor:
- ”insanları cezalandırmak istediğimde, camilerle ilgilenenleri rızam için birbirini sevenleri ve seher vakti istiğfar edenleri görünce onları cezalandırmaktan vazgeçerim.” (H. Hüsnü Erdem İlahi Hadisler:43)
Ceza ve musibetleri tek manada değerlendirmek yanlış olur. Bunlar:
- İlahi ikaz olabilir,
- İlahi ceza olabilir,
- Günahlar kefaret olabilir,
- Cenab-ı Allah’a yaklaştıran, sevaba neden olabilir.
- İnsanı gafletten uyandırıp kendine getiren bir olay olabilir.
- Belik bir imtihandır.
- Sabrı, şükrü arttırır, Allah’a yaklaştırır, belli olmaz.
Peygamberimiz bir hadisi var, şöyle diyor : “Mü’minin her hali hayırlıdır. Musibet geldiği zaman sabreder, onun için hayırlıdır. Nimet isabet ettiği zaman şükreder, onun için yine hayırlıdır.”
Bu, inanmanın sağladığı bir avantajdır.
Allah bizi yarattı ve sordu:
- Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Hepimiz dedik ki:
- Evet, sen bizim Rabbimizsin.
Hani nerede kaldı bu söz. Neden gereği yapılmıyor?
Unutmayalım, ağzımın tadını kaçırıp, kaçırmamak da biraz elimizde.
Olan olayları hep maddi sebeplere bağlamak doğru olmaz. Musibetlerin neden, niçinleri araştırılırken, görünen sebeplerin yanı sıra görünmeyen manevi sebepleri de araştırmak, tesbit etmek zorundayız.
Kur’an ayetleri, direk veya dolaylı olarak hepsi bize hitap etmektedir. Bizden önceki helâk olan milletlerden bahseden ayetlerden ders almamak, belâlara davetiye çıkarmak olur. Bize de aynı şeylerin olur.
Bugün yaşadığımız hayat, kaygan bir zemin. İnsan her an günaha düşebilir. Bu bakımdan iyi ortamlar da yaşamak zorundayız. İyilerle olmak, insanın hataya düşmemesini sağlar. İyi insanlarla yuva kurmak ve iyi nesiller yetiştirmek her zaman bizi mutlu edecektir.
Acı çekmemek için;
- Önce itikadımızı düzeltmek lâzımdır.
- Temiz yaşamak, kötü alışkanlıklardan uzak olmak.
- Felâketi davet eden davranışlardan kaçınmak.
- Dua, tevbe ve ibadetlere sarılmak.
- Dünya hırsına kapılmamak.
- Allah Rasûlünün bize getirdiğini aynen almak, yasakladıklarından da kaçınmak, hiçbir günahın küçümsememek ve günahlardan kaçınmak gerekir.
Allah’tan iki cihan saadeti dileyelim, düzelelim, düzeltelim iyiliğe lâyık olalım.
Allah inananları korusun. İnsanlık âlemine acısın da acılar vermesin inşallah. Rabbim dert verip derman aratmasın. İnsan şerrinden, şeytan şerrinden, hayırsız komşu şerrinden korusun. Şerli insanlarla karşılaştırmasın, inananlara dayanamayacakları ağrı, acı vermesin. Kaza belâlardan korusun, deprem, sel gibi felâketlerden korusun.
Dua edelim. Kur’an’da : “Duanız olmasaydı ne değeriniz olurdu?” (Furkan:77) deniyor.
Her türlü günahtan kaçınalım. Kaçınamadıklarımızdan ve bilemediklerimizden de Allah bizi korur ve sormaz inşallah. Allah’a sığınalım.
İnsanımız hep şikayet etmemelidir. Suçu biraz da kendimizde aramalıyız.
Bir ceza daha var onu da şöyle ifade edelim:
Musa Peygamber : “İsyan etmeyin ceza görürsünüz” diyordu. Biri Musa Peygambere:
– “Ben ibadet etmedim, hep isyan ettim, hani benim cezam?” dedi. Musa Peygamber, bir cevap veremedi. Cenab-ı Allah şöyle vahyetti : “O daha ne ceza istiyor. Biz ondan ibadet etmenin zevkini almadık mı?”
Evet bu da bir cezadır. Hem de en büyük bir cezadır.
Hayatımızda dua da çok önelidir. İşlediğimiz günahlardan kurtulmak için duayı elden bırakmamamız lâzım.
Hz. Peygamber Aleyhisselam şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki insan, işlediği günah sebebiyle, birgün gelir rızıktan mahrum kalır ve başına musibet gelir. Kaderi ise ancak dua geri çevirir. Ömrü de ancak iyilik arttırır.”
(Tirmizi, Kader:6)
rabbi, bugüne kadar yaptığımız ve bundan sonra da yapacağımız dualarımızı ibadetlerimizi kabul etsin ve hakkımızda hayırlı şeyler yazsın. Hayırlı şeyler takdir etsin.