İYİLİĞİ EMRETMEK KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMAK

Müslümanlar olarak dinimizin bize yüklediği vazgeçilmez görev ve sorumluluklarımız var.

Üzerimizde farzlar var, vacipler var ve sünnetler var.

Kur’an’da : “İnsanları Allah’a çağıran, iş yapan ve <Ben Müslümanım> diyenden kimin sözü daha güzeldir.” (Fussılat:33) En iyi Müslüman, insanları Allah’a çağıran, hayırlı iş yapan ve imanı ile övünen kimse olarak tanımlanmıştır.

Başka bir ayette de Müslüman kadınlar, Müslüman erkekler şöyle tarif edilmiştir. “Onlar birbirlerinin yardımcılarıdır. Onlar iyiliği emrederler, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir…” (Tevbe:71)

Buna göre Müslüman, Cenab-ı Allah’ın kendisinden istediği görevleri yeterince yapmakla görevlidir.

Halk dilinde bir ifade var “Kokmaz bulaşmaz” derler. İslâm’da vazife olan şeyler yapılmalıdır. Etkisiz, tepkisiz Müslüman olmaz.

İslâm’ı temsil yoksa, emir ve görevler yerine getirilmiyorsa, nasıl Müslümansın, sen ne işe yararsın? demezler mi?

Konumuz, İmandan sonra iyiliği emretmek, iyiliği yaymak ve kötülüğe mani olmak, kötülükten alıkoymak gibi önemli bir görevden bahsedeceğiz.

Kötülükleri, günahları ve bizi mutsuz eden ahlâksızlıkları bugüne taşıyan hatalarımız üzerinde duracağız.

Rabbim yardımcımız olsun, doğruları, yazmak yazdıklarımızın etkisini ve tesirini göstersin inşallah.

Bir büyüğümüz şöyle dedi:

“Kötülüğe engel olmak, en büyük iyiliktir.”

A)    İYİLİĞİ EMRETMEK

KÖTÜLÜKTEN ALIKOYMAK

Üzerimize farz olan işlerden biri de iyiliği emretmektir. İyiliği emrettikten sonra kötülükten sakındırmak ve kötülükten alıkoymaktır. Bu görevi yapmadığımız takdirde sorumluluk doğar, mesul oluruz.

Geçmişe baktığımız zaman görürüz ki, tarihin her anı her sayfası iyilerle kötülerin, imanla küfrün mücadelesi ile doludur. İyiliğin ve imanın galip geldiği dönemlerde insanlık, hep mutlu olmuş, kötülükle küfrün arttığı dönemlerde de kötülüğe karşı çıkmayanlarla birlikte insanlık Allah’ın gazabına uğramış ve helâk olmuştur.

Bugün hızlı bir bozulma ve yozlaşma ile karşı karşıyayız. Her şey, iyiliğin ve iyilerin aleyhine. İyi olmak için ortam hazır değil. Kötülük cazip görünüyor ve gösteriliyor. İnsanlar kötülüğün cazibesine kapılmış. İyiler, suçluymuş gibi suçlanıyor, kınanıyor ve mahrum ediliyor. Daha önce cezalandırılan toplumların helâk olmasına sebep olan davranışlar ve hayat tarzı özendiriliyor. Ve yaygınlaştırılıyor.

Böyle bir dönemde dinî, ahlakî, insanî ve milli değerlerimizi korumak ve varlığımızı devam ettirebilmek için iyiliği yaşatmak, iyilerin sayısını arttırmak ve kötülüğe “dur!” demek durumundayız. Ayni zamanda bu Allah’ın emridir. Peygamberin. İyilik hakim kılınacaktır. Kötülükten sakındırılarak sorumlu olduğumuz insanlar korunacaktır.

İyiliği emretme kötülüğe mâni olma görevini, “müslümanım” diyen herkes, bilgisi ve gücü oranında yerine getirmekle mükelleftir. İ. Gazali şöyle der:

“İyiliği emretmek, kötülükten men etmek görevini özürsüz yapmayan kimse Allah’a âsi olmuş olur. Çünkü Cenab-ı Allah şöyle buyurur : Sizden insanları iyiliğe davet eden, kötülüklerden men eden bir topluluk bulunsun” ayeti bu görevin farz olduğuna delildir.”

Bir hadiste : “Günah işleyenleri günahtan men etmeyenlere Allah hepsini kapsayan azap gönderir” buyrulmuştur. (Kimya-yı Saadet:411)

  1. İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak görevdir:

Peygamberimiz ve arkadaşları birbirilerinden ayrılırken ASR Sûresini okurlar öyle ayrılırlardı. Bunda müslümanlara verilen mesaj vardır. Bu mesajı, Sahabi devamlı birbirine hatırlatmış ve yerine getirmiştir. Nedir o mesaj?

“Asra yemin olsun ki, insanlar muhakkak hüsrandadır, zarardadır. Ancak iman edenler, Salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna!” işte mesaj; Salih amel ve tavsiye, öğüt vermek ve zarardan ziyandan kurtulmak, kurtarmak…

  • İyiliği emretmek ihlaslı ve samimi Müslümanların işidir:

Bu herkese nasip olmaz. Herkes iyiliği temsil edemez. İyi yaşayamaz.

Kur’an’da şöyle buyrulur :  

“Siz insanlar için hayırlı kimselersiniz. İyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız.” (Al-i İmran:110)  

Burada hayırlı insanlar olma, iyiliği emretme, kötülükten vazgeçirmeye bağlanmıştır.

Müslüman, nemelazımcı, pasif, pısırık, tepkisiz olmaz. Bu hallerin hiçbiri İslâm’a uygun değil.

İslâm, Allah yolunda nefes tüketen ömür harcayan ve ayağı tozlanan insan ister. Hz.

Peygamber (s.a.) :

“Cennet kılıçların gölgesi altındadır” demiş çalışılmazsa nasıl cennete girilecek.

Halife Hz. Ömer bir mecliste hazır bulunanlara sormuştur:

  • Eğer dileğiniz hemen kabul ediliverecek olsa ne dilerdiniz?

Birisi, “Benim falan vadi dolusu altınım olsun isterim. Onu harcayarak İslâm’a daha çok hizmet edeyim diye”, dedi. Bir başkası “Şu kadar sürüm (davar, koyun, keçi) mal ve mülküm olsun isterdim. Gerektikçe onları sarf ederek dine yararlı olayım diye.” dedi. Herkes buna benzer şeyler söyledi. Hz. Ömer hiçbirini beğenmedi. Bu defa meclistekiler, Hz. Ömer’e sordu:

  • Ya Ömer peki sen ne dilerdin?

Cevap verdi:

  • “Ben de Muaz, Şâlim, Ebû Ubeyde gibi Müslümanlar yetişsin isterdim. İslâm’a onlar vasıtasıyla hizmet edeyim diye” cevabını vermiştir.

Bize düşen, evlatlarımızı güzel yetiştirelim. Gençleri güzel yetiştirelim, insan önemli, insan yetiştirelim.

Şu sokakların haline bakın, evlerimizin içine bakın. Bunlar ilgisiz kalmış insanlar. Bunların hesabını Allah bize soracak. Elimizin altında olup da yetiştirmediğimiz insanların hesabını Allah bizden soracak. Ayrıca onlar bizim yakamıza yapışacak: “Allah’ım bundan benim intikamımı al. Bu bana görevini yapmadı diyecek.”

Bazılarımızın mazereti hazır. Yapamıyorum, edemiyorum, ne yaptıysam olmadı, dövdüm olmadı… gibi

Bazıları da bu görevden uzaklaştırmak için ne lazımsa yapıyor. İyiliği emretme, kötülükten men etme durumunda olan, etkili kimselerin cebine para girmesine sağlıyor, onu meşgul ediyor. Yani ağzına bal sürüyor.

Bazen de “sen mi düzelteceksin, sana mı kaldı”  diyerek vazifeden, hizmetten uzaklaştırma gayretleri görülüyor.

Birgün Hasan-ı Basri’ye biri şöyle diyor:

  • “Sakın kendini temizlemeden insanlara iyiliği davet etme”  

Hasan Basri:

  • “Bu teklifini lânetli şeytan yapar. İyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek kapısını kapatmak ister” der.

Başkalarının kötülükten men etme görevi olanlara şer güçlerin hakimiyetine müsaade etmemek gerekir.

Kur’an’da Emr-i Mâruf-Nehyi anıl münker görevini yapmamak küfür, sebebi sayılmıştır.

  • “İsrail oğullarından küfredenlere Davut ve İsa’nın diliyle lânet okunmuştur. Bunun sebebi, isyan etmeleri, aşırı gitmeleri, birbirini kötülükten men etmemeleridir. Bu hal ne kötüdür” (Miâda:78)

Bu âyeti Hz. Peygamber (s.a.) şöyle açıklamıştır:

            “İsrailoğulları arasında zulüm yayılınca biri bir başkasını günah işlerken görür, onu nehyederdi. (Yapma etme derdi) Fakat ertesi gün o adamla yiyip içmek, oturup kalkabilmek için onu kötülükten men etmezdi. Allah da onları birbirine benzetti ve bu âyet indi.” Dedikten sonra Allah Rasûlü doğrulmuş şöyle demiştir: “Ya zalime engel olursunuz ve kötülüğü önlersiniz, ya da bu hal sizin başınıza da gelir.”

c)           İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak kurtuluşumuza sebep olabilecek hayırlı bir iştir:

Bu konuda Sevgili Peygamberimiz şöyle diyor:

“Allah’a yemin ederim ki, Hak adına insanları kötülükten men etmezseniz Allah’ın rızasını kazanamazsınız.” (Hadis Ans. 1/235)

Tevbe Sûresinin 71. ayetinde Cenab-ı Allah’ın rahmetine mahzar olacak olanlar sayılırken; namaz kılanlar, zekat verenler ve Allah’ın Rasûlü’ne itaat edenlerle beraber iyiliği emredenler ve kötülükten men edenler zikredilmiştir.

Bu görev, İslâm’ın temel prensiplerindendir. İyilikten yana olmak, kötülüğe karşı çıkmak, her müslümanın görevidir. Bu görevi yapanlar cezadan kurtulmuşlardır. Tepkisiz ve nemelâzımcılar ise, helâk olmaktan kendilerin kurtaramamışlardır. Bu durumu Kur’an’da Cenab-ı Allah şöyle bildirmiştir:

“Sizden iyiliğe çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan men eden bir cennet olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır.” buyurmuştur.      (Al-i İmran:104)

d)           Kur’an’da azmetmezi gereken işler olarak şunlar sayılmıştır:

“Namaz kıl, uygun olanı buyurup fenalığı önle, başına gelene sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman:17)

Peygamberin arkadaşlarından bir örnek sunmak istiyorum:

“Ebu’d-Derda Hz.’leri birgün yolda bir grup insanla karşılaşır. Onlar, bir adamın başına toplanmışlar, ona hem vuruyorlar, hem de sövüyorlar. Onlara sorar:

  • Ne oluyor? Derler ki:
  • Bu adam günahkârdır. Ebu’d-Derda şöyle der:
  • Eğer bu adam, bir kuyuya düşmüş olsa idi, günahkâr diye bu adamı çıkarmaz mıydınız? Onlar:
  • Elbette çıkarırdık, derler. Bunun üzerine  Ebu’d-Derda (r.a.) :
  • O halde günah kuyunsa düşmüş bu adamı dövmeyin, kötü söz söylemeyin. Ona ancak öğüt verin, yaptığının yanlış olduğunu anlatın. Elinizi uzatıp onu günah kuyusundan çıkarın. Ayıca sizi onun işlediği günaha düşmekten koruyan Allah’a şükredin, der. oradakiler:
  • Sen ona kızmıyor musun? Derler.

Ebu’d-Derda (r.a.) :

  • Ben onun işlediği günah kızmıyorum. Eğer o günahı terk ederse, benim kardeşimdir, deyince adam, günah tevbe ettiğini söylüyor ve ağlamaya başlıyor.”

Bu olay, helâk olmaktan kurtulmanın, helâk olmaya sebep olan kötülüklere ve kötülere karşı çıkmanı yolunu, bize anlatması bakımında değerlendirilmesi gereken bir olaydır.

Hiçbir insan, kötü yaratılmamıştır. Hiçbir insan kötü değildir. Yaptığı iş kötüdür. İnsanı kirleten, günahlardır.

Hepimizin hedefi, kötülüktür, günahtır. Bunların ortadan kalkmasıdır. Görevimiz, düşenin elinden tutmaktır.

e)           İyi ortam hazırlamak görevimizdir:

İyilik için, iyiler için, iyi insan yetişmesi için iyi ortamlar hazırlamak içinde çalışmamız lâzımdır. Nasıl bizden sonrakilere iyi bir dünya ortamı hazırlamak için hırsla mal topluyorsak, ahlaki ve mânevi huzur ortamı hazırlamakla mükellefiz.

Büyükler iyi örnek olacak, iyi şeyler söyleyecek kötülüğün karşısına dikilecektir. Yani büyükler, etkisini ve yetkisini kullanacak.

Şu gittikçe kötüleşen ortamda çocuklarınızın yaşamasına razı mısınız? Değilse, çok

çalışmamız lâzım.

Geçmişte devlet adamlarımız “Yeryüzünde kötülük kalmayıncaya kadar…” ilahî emrine uyarak gündüz oturup dinlenmemiş, gece rahat yataklarında yatmamışlardır. “Ya şehid ya gazi” idealiyle yaşamışlardır. Bize güzel şeyler bırakabilmek için çırpınıp durmuşlardır.

Çok etkilendiğim bir gazete haberinden bahsetmek istiyorum.

Tuzağa düşürülmüş, kötü muamele uğramış bir kadının feryadı şöyle idi : “Fuhuş çetesi kurbanı kadın: İnsanlar, Müslümanlar neredesiniz?”

Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığına mektup yazan kadın : “İnsanlar, Müslümanlar neredesiniz, imdat!” diye başladığı mektubunda “Fuhşun mekanın kurup zinaya zemin hazırlıyorlar. Günaha zevk deyip iş yerine koyuyorlar. Orada çocuk denecek yaşta kızları pazarlıyorlar. Zorla orda burada çalıştırıyorlar. Buralara kimi kızını satıyor, kimi de eşini, bacısını satıyor. Oraya gelenlere uyuşturucu veriyorlar… Neredensiniz insanlar, neredesiniz Müslümanlar! İmdat!” (22 Haziran 2004, Zaman)

Hakikaten bunca yozlaşma ve bunca bozulma ortamında Müslümanlar nerede? Ne yapıyor? dersiniz.

f)             Sorumsuz insan düşünülemez:

Herkesin gücüne, yaşına, yetkisine göre sorumlulukları vardır.

İnsanları kötülükten alıkoymak, zalimi zulmünde vazgeçirmek, her inanç sahibi, aklı başında insanın görevidir.

Hz. Peygamber şöyle der:

“Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği ısrarla emreder, kötülükten alıkorsunuz ya da

Allah size azap gönderir. Sonra siz azaptan kurtulmak için dua edersiniz de duanız kabul olmaz.” (Tirmizi, Fiten:9)

Akif’in ifadesiyle:

“Emri bil mâruf imiş ıhvân-ı İslâm’ın işi,

 Nehyedermiş bir fenâlık görse, kardeş kardeşi”

İnsan sadece kendisinden sorumlu değildir. “İyiliği emret kötülükten alıkoy emri

Allah’ın emridir.”

İnsanın kurtuluşu önce kendini düzeltmesine bağlıdır. Kur’an’da şöyle buyrulur:

–          “Ey İman Edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın” (Maida:105) Aynı halde iken başkalarını men etmemiz bir şey ifade etmez.

Hidayet Allah’tan çalışmak bizden Biz zaferden değil, seferden sorumluyuz. Sonuç Rabbime aittir.

Peygamberlerin görevi bile tebliğdir. İyiliği, kötülüğü bildirmektir. Hidayet Allah’tandır. Bizim uyarmak, anlatmak vazgeçirmeye çalışmak görevimizdir.

Peygamberimiz bütün görevlerini terkinin Kıyamet alameti olduğunu bildirmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.) şöyle haber veriyor:

“Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar iyiliği özendirmeyecek, kötülükten de sakındırmayacaklardır.”

Şöyle anlatırlar:

Mevlana Hz.’leri yolda giderken, işlediği suçtan dolayı idam edilen birini görür. Koşar ayaklarına sarılır, ağlayarak der ki: “Beni affet, eğer seninle ilgilenseydim belki sen bu duruma düşmezdin…” diyor.

“Her koyun kendi bacağında asılmıyor?” Aslında kokusu herkesi rahatsız ediyor.

İslâm’da “Nil Nehri kenarında bir kurt bur kuzuyu yese, mesul Ömer’dir” anlayışı hakimdir. Bir çöküş varsa, bir kokuşmuşluk varsa, o toplumda yaşayan herkes sorumludur. “Bana ne” diyemez.

Peygamber Efendimiz:  

“Herhangi bir kimse, bir günahı, görür hoş karşılamazsa, san ki o kimse o günahın işlendiği toplumda bulunmamış gibi olur. Günahın işlendiği toplumda bulunmadığı halde günahı seven kimse ise, sanki o günah işlendiği zaman orada hazırmış gibi sorumlu olur.” (İhya:5/147) buyurmuştur.

Başıboşluk, sorumsuzluk, olaylara lakayıt kalma, tepki göstermeme toplumları yiyip bitirmiştir.

Hz. Ömer (r.a.) bir grup insana sorar:

  • İnsanların mânevi değerlerine zarar veren, falana neden mâni olmadınız?
  • Dilinden korkarız, derler.

Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):

  • Ona mâni olmamanız, onun yaptığına iştirak etmenizden farksızdır, der.

İyi insan, kötülük yapmayan insan değil, kötülük yapmadığı gibi kötülüğe karşı olan ve iyilik yapan insandır.

Kimse, “Benim iyiliğimde bana, kötülüğüm de bana” diyemez. İyilik yapmayınca, iyi olmanın fazla bir anlamı yoktur. Ayrıca insanın tek başına huzur araması, yalnız kendisinin kurtuluşunu beklemesi, bencil bir duygu olur. İbni Sina’nın “Tek başına cennete girilmez. Tek başına girmek isteyen, zaten cennetlik değildir.”diye güzel bir sözü var.

Bu konuda sorumlulukların yerine getirilmesine mani olan önemli bir husus da, rızık endişesi ve ölüm korkusudur.

Rızkı veren Allah’tır. İnsanın rızkı Ahmed’in, Mehmet’in elinde değildir. Cenab-ı Allah kime ne takdir ettiyse onu kimse engelleyemez. Ayrıca kimse kimsenin rızkını yiyemez. Bu konuda kimsenin en ufak bir endişesi olmaması gerekir.

Diğer bir husus da ölüm korkusudur. Ölüm de rastgele olan bir şey değildir. Allah insanın ecelini onun bunun eline vermemiştir. Eceli gelmeden kimse ölmez. Eceli geleninde ömrü bir saniye de olsa devam etmez. Atalarımız : “Korkunun ölüme çaresi yoktur.” Demiş, kaçmakla ölümden kurtuluna- mıyacağını ifade etmişlerdir.

Allah’tan korkan, kuldan korkmaz. Allah’tan korkulmadığı zaman işte felâket o zamandır.

İnandım diyen bilmelidir ki, Cenab-ı Allah’ın izni ve takdiri olmadan insana ne bir zarar gelir.

Peygamber efendimiz : “Gerçek mücahit nefsi ile cihad edendir” (Tirmizi, Cihad:2) buyurarak önce nefsimizi aşmamız gerektiğini ifade etmiştir.

g)           Emeklilik yılları en güzel hizmet zamanıdır:

Yaşlılık ve emeklilik günleri yatmak, uyumak gezmek ve eğlenmek için gaflet değildir. İnsan isterse emeklilikte ibadetleri ile, hizmetleri il tam bir Allah adamı olabilir.

İnsanın hayatın son devresi sayılan yaşlılık, emeklilik, insanın son fırsatıdır. Bu fırsat kaçmamalıdır. Bu son fırsat iyi değerlendirilirse, geçmişin hatalarını telâfi imkânı yakalınmış olur, bol sevap kazanma fırsatı elde edilmiş olur.

Neler Yapılabilir?

  • Önce geçmişti Allah’a namaz, oruç gibi borçlar varsa, kaza edilir. Nafile ibadetlerle kurtuluş sağlanır.
  • Allah yolunda hizmet edilir, Allah’ın kullarına yardımcı olunuru.
  • Allah yolunda nefes tüketen, ayağı tozlananlara destek olunur.
  • Bol bol zikir yapılır, Kur’an okunur.
  • İslâm’i bilgiler öğrenilir, okunur, sohbetlere gidilir.

Çoğumuz emekli oluyor, kendine bir köşe veya rahat bir yatak buluyor, kendini çürümeye terk ediyor. Veya kahveye devam ediyor. Yeni yeni kumar oyunları öğreniyor. Bir kısmı da sadece cami ile ev arası gidip geliyor, kimseye faydası dokunmuyor.

Gelin son fırsatı değerlendirelim. Son günlerimizi en güzel günler yapalım. Ölüm geliyor, kurtulmak için büyük bir gayret gösterelim, güzel bir ölümle ölelim.

Sevap kazanma yollar çoktur.

Meselâ; oruç tutanlara hizmet edenler için Hz. Peygamber şöyle buyurur : “Oruçsuzlar, oruçluları geçti. Onlardan daha çok sevap kazandı.”(Buhari Cihad:71)

Bugün öyle hizmetler var ki, tam emekli ve yaşlı işi. Çok sevaplı işler. İyilik yapamasak bile iyiliğe sebep olma var. Sevap için Emeklilik güzel bir fırsattır.

İş, çalışma denince akla hep dünya işi gelmemelidir. Emeklilikte dünya işinden emekli olunmuştur. Ahiret işini, iş ve meşguliyet soymazsak, sonu hüsrandır, sonu pişmanlıktır.

Hep insanlara, hep dünyaya kulluk olup durulmaz. Adam çok yaşlanmış, saçı başı ağarmış, ölümün alâmetlerini üzerinde taşıyor, bir türlü dünyadan kopamıyor. Dünyayı daha çok seviyor.  Hz. Peygamber : “İnsanların en hayırlısı, insanlara hizmet edendir” buyurmuştur. Hizmetten geri kalınmamalıdır. Ben çalışsam ne olacak, bir benimle mi olacak gibi ümitsizliğe düşünülmemelidir. Veya : “Biz çok çalıştık birazda başkaları çalışsın” denmemelidir.

İnsanları yaşatan ümit, öldüren ümitsizliktir.

Mehmet Akif:

“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak;   Alçak  bir ölüm varsa, eminim budur ancak.

  Âlemde ziya kalmasa, halk etmelisin, halk!

  Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam, kalk!” der.

Şer güçleri harıl harıl çalışırken yatılmaz. Yatılırsa, altından kalkılamayacak vebalin

altına girilmiş olur.

h)           Çalışmayı terk etmek helâk sebebidir:

İyiliği emretmeyen, birbirini kötülükten sakındırmayan toplum varda, bozulan düzen içinde önce huzursuzluk görülmüş sonra da o topluma felaketler yağmıştır. Kötülük gizli de olsa, açık da yapılsa o kötülükten toplum zarar görmüştür.

Birgün Hz. Hureyfe (r.a.) Peygamber Efendimize sormuş, o da cevap vermiştir:

  • Ey Allah’ın elçisi! İyiliği emretmek, kötülüğe mani olmak ne zaman terk edilir?
  • İsrail oğullarının başına gelenler sizin başınıza geldiği zaman.
  • İyileriniz zalimlerinize yardakçılık eder. Fıkıh kötülerinizin eline düşer. Yönetim, küçüklerinizin (düşüklerinizin) eline geçer. İşte o zaman fitnenin hücumuna uğrarsınız ve birbirinize düşersiniz, buyurur.

Bugün birçoklarımızda korkaklık, haksızlıklara, kötülüklere karşı suskunluk, hakkı savunmamak, hastalık haline gelmiştir. Hayati görev olan tepki ve iyiliği emretmek, kötülükten men etmek görevi yerine getirilmez olmuştur.

Allah (c.c.) toptan belâ vermeden, üzerimize düşeni yapalım. Nuh peygamberin

azgınlıkta ileri giden milleti helâk olacaktır. Melekleri  

  • Ya Rabbi! Aralarında iyiler de var, onlar da mı helâk olacak? diye sorarlar.
  • Evet çünkü onlar kötülüğe mani olmadılar, cevabını vermiştir.

Hz. Ali (r.a.) : “Sizden evvelkiler iyiliği emredip kötülükten sakındırmadıkları için helâk oldular. Onların başına gelen felâketler sizin başınıza gelmeden, iyiliği emredip kötülükten sakındırınız.” demiştir.  

Bizans İmparatoru Herakliyus, Antakya’da yenilerek dönen Rum Askerlerine hitaben:

  • Yazıklar olsun size! Söyleyin bana savaştığınız kişiler sizler gibi değimliydi? Demiş onlar da:
  • Evet, deyince İmparator,
  • Pek siz mi çoktunuz? Onlar mı?

Diye sormuş. Askerlerin başındaki komutan şu cevabı vermiştir.

  • Biz çoktuk.
  • Öyleyse niye yenildiniz? Sorusuna şu cevabı vermiştir: –          Onlar gündüz oruç tutuyor, gece ibadet ediyor. Verdikleri sözü yerine getiriyorlar. İyiliği emredip, kötülükten sakındırıyorlar. Biz ise şarap içiyoruz, zina ediyoruz, haram yiyoruz, zulmediyoruz, yeryüzünde fesat çıkarıyoruz, iyiliği değil kötülüğü teşvik ediyoruz.

Şöyle nakledilir:

Hz. Lût’un kavmi helâk olduğunda onların içinde gecelerini ibadetle, gündüzlerini oruçla geçirenler vardı. Onlar sorumluluklarını yerine getirmedikleri için helâk oldular.

Şuayb peygamberin kavmi Eyke halkı, aralarında kim bilir ne kadar iyiler vardı. Hz. Peygamber şöyle bildirir:

  • “Bir bölgede kötülük, meydana çıktığında kötülük men edilmezse, Allah onlara azabını indirir. İyilere de mi? Denince; evet fakat sonra o iyiler Allah’ın rahmetine mağfiretine kavuşur.”  (Ramuz:54/2)
  • “Bir de iyilik hakim kılınmaz, kötülüğe karşı olunmazsa, Allah onlara şerlileri musallat eder. İyi kimseler dua eder ama duaları kabul olmaz.” (Ramuz:502/11)

Kur’an’da :”Bir yerin halkı ıslah edici olduğu halde Rabbin haksızlıkla onları helâk etmez.” (Hûd:17)

İsra Sûresinin 16. ayetinde zenginlik sebebiyle şımaranlar emredilen, iyiliği yapmazlarsa, bi orayı darmadağın ederiz, demiştir.

İyi kimseler ortaya çıkmazsa kötüler ortalıkta dolaşır. İyiler çalışmazsa, kötüler galip gelir. İşte o zaman kötülük yayılır.

Eski Yunan düşünürlerinden Eflatun : “İyi insanlar devlet idaresine talip olmuyor; politikaya girmek istemiyor. Bunun için iyileri cezalandırmak gerek. Ama bu zaten kendiliğinden oluyor. Politikaya girmek istemeyen iyiler, kötü insanlar tarafından idare edilmek suretiyle cezalandırılmış oluyorlar” diyerek bugün bizimle ilgili olan bir yaraya parmak basmıştır.

İyi insanlar cesaretli olmalı ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. Ancak iyilerin başta olmasıyla iyilikler yayılır. O zaman kötüler cesaret bulamaz. İyi olmak, iyilik yapmak isteyenler, iyi bir ortam bulacaklardır. Böylece iyi insan, iyi vatandaşlar yetişecektir.

Müslümanların başında Hz. Ömer vardır. Medine sokaklarında dolaşırken, bir evden anasıyla kızının şu konuşmalarını dinler:  

  • Kızım! Biraz su getir de süte katalım.
  • Olmaz anne Halife Ömer “süte su katmayın” demedi mi?
  • Kızım, Ömer nerden bilecek, görecek?
  • Anacağım, Ömer görmese, bilmese Allah da mı görmüyor, bilmiyor?

Halife Ömer bu kızı oğlu ile everir ve Ömer b. Abdülaziz gibi torunu olur.

B)    KÖTÜLÜĞE TEPKİ GÖSTERMEK

KÖTÜLÜKTEN MEN ETMEK

Yozlaşmanın önüne geçmenin en güzel yolu, kötülüğe karşı çıkmak ve kötülüğe tepki göstermektir.

Tepkinin anlamı, Ben kötülüğü tasvip etmiyorum. Zulme râzı değilim. Günahına da ortak değilim, demektir.

Tepki, aynı zamanda savunma şeklidir. Tepki ile kötülüğün önüne geçilmiş olur.

Olan biteni seyretmek olmaz. Her tepki mutlaka bir ses verecektir. Vücut mikroplara karşı savunma yapmasa, sağlığını koruyamaz. Veya hasta ilâç almasa iyileşmez.

Halife Hz. Ebu Bekir son anlarında ileri gelenleri toplamış onlara şunları söylemiştir:

“Hiçbir belâ ve musibet sizi dininizin emirlerini ve Rabbinizin tavsiyelerini yerine getirmekten alıkoymasın.”

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Bir topluluk içinde bir anlam kalkarda bir takım çirkin hareketler işlerse, o topluluktakilerde ona mâni olmaya güçleri yettiği halde mâni olmazlarsa, ölmeden Allah onlara belâ verir.” (Müslüman Şahsiyeti:216 (Altınoluk Hediyesi))

Hz. Peygamber (s.a.) birkaç hadiste şöyle buyurmuştur:

  • “Üzerine düşen sözü söylemeyene Cenab-ı Allah
  • Niye söylemedin? Diyecek
  • Söylememi falan korku engelledi, deyince, Allah:
  • Ondan değil de benden korkman gerekmez miydi?”   diyecek. (Hadis Ans:17/554)

“Bir topluluk çirkin olan bir işi görüp de onu değiştirmedikleri zaman, Allah onları toptan cezalandırır.” (et’Tergıb Ve’t-Terkip : 3/229) “Bir adam kıyamet günü birinin yakasına yapışır. O:

  • Sen kimsin? Niye yakama yapışıyorsun? Der o da:
  • Sen beni bir kötülük üzerine gördün de, beni nehyetmedin!” der. (İbni Hacer El Heytemi, Helal Haram 2/491)

Öğüt vermeyi geliştirebilsek, birçok insan kendine gelecektir. “Bu sana yakışmıyor”, “Ayıp olmuyor mu?”, “Kendine zarar veriyorsun” gibi sözler uyarıcı olur.

Bir de kınama, hatta tasvip etmiyorum, bakışı bile birçok insana yetip artacaktır. Zina her insanda biraz insanlık, bir Müslümanlık, biraz da edep haya duygusu vardır.

Bu duygular tamamen yok olmadan harekete geçmemiz lâzım.

Namuslu insanlar ortaya çıkmazsa, namussuzlar söz sahibi olacaktır. Tepki gösteren kadın, nasıl namuslu kalma hakkını elde ederse, bizler de inancımıza kültürümüze uygun yaşama hakkını ancak duyarlı olmakla elde ederiz.

Şikayet çere değildir. Atalarımız : “Sövmekle şeytanın sayısı artar” demişlerdir. Buna göre kızmak, köpürmek de çare değildir. Meşru yollarla, meşru çarelere başvurmak görevimizdir. Geç kalırsak onun da çaresi yok. Ev soyulduktan sonra kapı kilitlemenin, namus elden gittikten sonra namus davası açmanın ne anlamı olabilir?

Kötülüklerin artması, şikayetlerin çoğalması, dünün ve bugünün ilgisizliğindendir. Meşru olmayan herşey için görev yapılmalıdır. Çirkinliklerin, gayri meşru işler, birilerini rahatsız etmiyorsa, o kimseler imanlarını gözden geçirmelidirler.

Kötü halimiz kadar değildir, bizim hatamızdır. Şu hususu da özellikle ifade etmek istiyorum ki, yanlış ve eksik kadar ve tevekkül anlayışımız bizi uyuşukluğa, korkaklığa, umursamazlığa sevk etmemelidir.

Sevgili peygamberimiz haksızlıklara karşı koyabilmek için Hılful Füdul Cemiyetine girmiştir. Haksızlığa uğrayan Hıristiyanın şikayeti üzerine, yerinden fırlayıp Ebu Cehilin kapısını yumruklamış, hak yerini buluncaya kadar kapıdan ayrılmamıştır.

Çok anlamlı olduğu için tarihi bir olayı hatırlatmak istiyorum. Mesele şu : Adamın biri İstanbul’da Çeşme yaptırır ve üzerine “Müslümanlar içemez” yazdırır. Bu ne demek oluyor diye karakola çekerler. Osmanlı çöküş dönemidir. Sebebini sorarlar. Anlatabilmek için Havrada ibadet sırasında Hahamın tutuklanmasını ister. Haham tutuklanınca bütün Yahudiler ayağa kalkar, karakola yığılırlar. Pazar günü ibadet sırasında Papazın tutuklanmasını ister. Papaz tutuklanır, bütün Hıristiyanlar ayaklanır, karakola taşınırlar. Papaz serbest bırakılamadan dağılmazlar. Cuma günü hutbeden sonra İmam’ın tutuklanmasını ister. İmam tutuklanır karakola götürülür. Camide biri öne geçer, namaz kılınır, herkes hiçbir şey olmamış gibi evine işine dağılır, bir kişi gelip de “Bizim hocaya ne oldu, suçu neymiş” demez. O adam şimdi anladınız mı neden “Müslümanlar içemez” yazdırdığı mı? der.  

Hz. Ömer (r.a.) : “Zındıkların atılganlığından, Müslümanların uyuşukluğundan Allah’a sığırım” demiştir.

Müslüman uyuşuk, duyarsız, tepkisiz olmamalı, duyarlı olmalı, hassas olmalıdır. Bir

şey beğenip beğenmediğini en azından haykırmalıdır. Yaşamak, varolmak isteyenler tepki göstermelidir. Çünkü her insanın her toplumun korunması gereken değerleri vardır. Bizden öncekiler de geleceğin kendimizin olmasını ve bizden sonraki nesle iyi bir gelecek hazırlamak istiyorsak, umursamazlığı terk etmemiz ve üzerimize serpilen ölü toprağını silkelememiz lâzımdır.

İnancımızda nemelâzımcılık, pasiflik yoktur. Diz boyu olan rezaletlere, kepazeliklere ayıplama şeklinde bile tepki gösteremiyorsak, inancımızı, Müslüman olduğumuzu ne ile nasıl isbat edebileceğiz?

Merhum Mehmet Akif ne güzel ifade etmiştir:

“Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim,

Adam aldırma geç git diyemem aldırırım,

Çiğnerim, çiğnerim hakkı tutar kaldırırım.”

Saldırı, canımıza, malımıza, arabamıza olduğu, namusumuza el ve dil uzatıldığı zaman ki göstermediğimiz tepkiyi, milli ahlaki, manevi konularda da göstermedikçe, düşman tehlikesinden emin olamayız.

Sevgili Peygamberimizin emrine göre : “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle yok ediniz. Buna gücünüz yetmezse, dilinizle yok ediniz. Bunu da yapmaya gücünüz yetmezse kalbinizle buğzediniz. Bu ise imanın en zayıf noktasıdır.” Bu emre göre kötülüğe karşı çıkılacak, hangi yolla mümkün ise o yolla yok edilecektir. Kötülüğün yanında olmak, tahrikçisi, teşvikçisi olmak şöyle dursun kötülüğü umursamamak büyük suçtur. (Bak:Müslim 1/69)

Birgün Peygambere sorarlar:

  • İçimizde iyiler olduğu halde felâketlere uğrar mıyız? Peygamber cevap verir:
  • Fenalık çoğalırsa evet, böylece artan kötülüğün herkes zarar vereceğini belirtmiştir.

Nuh Peygamberim inanmayan, azgınlıkta ileri giden milleti helâk olacaktır. Meleklerin : “Ya Rabbi! Aralarında iyileri giden milleti helâk olacak mı?” diye sorduğu Cenab-ı Allah’ın : “Evet, çünkü onlar kötülüğe mani olmadılar” cevabını verdiği rivayet olunur. Allah : “Fenalıktan vazgeçirenleri kurtardık, zulmedenleri, günah işlemeleri sebebiyle

şiddetli azaba uğrattık.” (A’raf Sûresi:165) buyurarak kötülüğe karşı çıkanların kurtulduklarını bildirmiştir.

a)     İyiliğe çığır açmak

İyilik yapmak iyiliğe çığır açmak, kötülüğe karşı olmak için güzel bir neden vardır. İnancımıza göre iyilik ve kötülükler için amel defteri kapanmaz. Yani uzun süre iyi ve kötü devam ettiği müddetçe başlatana, sebep olana günah veya sevap yazılmaya devam eder. Dinimizin bildirdiğine göre bir iyiliği yapan, yapılmasına sebep olan,  o iyiliği bizzat işlemiş gibidir. Bir kötülüğe sebep olan da, o kötülük devam ettiği müddetçe işlenen kötülüklerin günahı, sebep olana da yazılır. Bu durum şu hadislerle daha iyi anlaşılacaktır:

  • “Kim iyi bir çığır açarsa, açtığı çığrın ecri ve kendisinden sonra o yolda amel edenlerin ecrinin bir misli-onların sevaplarından hiçbir şey eksilmeksizin kendisinin olur. Kim de kötü bir çığır açacak olursa, açtığı çığırın ağır günah yükü ve kendisinden sonra o çığırda iş görenlerin yüklendiği vebal, onların günah yüklerinden hiçbir şey eksilmeksizin o kimsenin üzerine yüklenmiş olur.” (Müslim, c.8,s.61)
  • “Zulmen öldürülen hiçbir şahıs yoktur ki, Âdem Peygamberin ilk oğlu (Kâbil) üzerine onun kanını akıtmaktan dolayı bir günah nasibi ayrılmış olmasın. Zira o adam öldürme çığırını ilk açandır.” (Buhari, c.2, s.79)

Bizden öncekiler iyi eser bırakmaya dikkat ettikleri gibi kötülüğü başlatmamaya da dikkat etmişlerdir. Tarihte “İtburnu” lakabıyla anılan Ahmet Paşa, işlediği bir suçtan dolayı Padişahın huzurundan kovulur. Ve arkasında cellat gönderilip, bulunduğu yerde öldürülmesi emredilir. Cellat, Ahmet Paşa’nın daha evvel bir iyiliğini gördüğünden, karşılaştıklarında kaçmasını söyler. Ahmet Paşa, hayır, hayır, padişahın emrine itaat etmemek yolu benden başlamasın. Kes! Diye boynunu uzatır, boynu vurulur. (Ahmet Ağaoğlu, Üç Medeniyet, s.129, İst. 1972)  

Kötülüğe çığır açmanın faydası yok, sevabı da yok, sonu pişmanlık… Bazılarına geri dönüp hayati tekrar yaşamak ister misin? Dense, bu fırsat verilse, eminim ki o kötü ve boş işleri tekrar yapmayacaklardır.

Bugün inanmayanların bekledikleri bir sevap ve mükafat olmadığı halde büyük bir gayretle, devamlı çalıştıklarını görüyoruz. İnananın bunlardan daha çok çalışmaları gerekmez mi?

Hz. Peygamber : “Her kim bir hayra delâlet ederse (o hayrın işlenmesine sebep olursa) ona da işleyenin sevabı kadar sevap verilir.” (Müslim:6/133)+(R.Salihın:172) buyurmuştur.

b)     Kötülüğe çığır açmak

İyiliğe çığır açan kimse nasıl sevap kazanıyorsa, kötü bir işi başlatan da o kötülük devam ettiği müddetçe günah kazanacaktır, amel defterine günah yazılacaktır.

Kur’an’da şöyle buyrulur :  

“Kim iyi bir işe aracılık ederse, onun sevabından hisse vardır. Kim de kötü bir işe aracılık ederse, onun günahından payı vardır.” (Nisa:85)

Peygamber Efendimiz de :  

“İyi bir çığır açana açtığı çığırın sevabı verileceği gibi yolda gidenlerin sevabı da verilir; bununla beraber onların sevabından hiçbir şey eksilmez. Kötü bir çığır açan kimseye de açtığı çığırın günahı yükleneceği gibi kendisinden sonra o yolda gidenlerin günahı da yüklenir; bununla beraber onların günahı eksilmez.” (Riyazüs-Salihin:170) buyurmuştur.

Görülüyor ki, her şeyin bir karşılığı var. Zilzal Sûresi 7-8. ayetlerinde “Kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükafatını görecektir. Kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”  buyrulması, her iyiliğin mükâfatının olduğu, her kötülüğün de cezasının olduğu gerçeğini ifade eder.

Bir kötülük bizimle, bizim vasıtamızla başlamamalıdır. Çünkü kötülüklerin hesabını vermek kolay değildir.

Peygamberimiz şöyle buyurur :  

“Âdemin ilk oğluna ayrılır; Çünkü o, adam öldürme çığırını başlatandır” (Riyaz-üs Salihın:171)

Bakın kötülüğe çığır açmak ne kötü. Dünya kurulalıdan bugüne günah kazan Âdem Aleyhisselam’ın oğlunun daha ne kadar günah kazanacağı bilinmiyor. Her günah her kötülük böyle… Mevcut olan bir kötülüğü yapan, o kötülüğün devamını sağladığı ve başkalarının da yapmasına sebep olduğu için kötülüğün günahının yanında o kötülüğü yapanların da günahını alacaktır.

Unutulmamalıdır ki, hiçbir kötülük, yapanı, destekçisi olamadan yaşayamaz, devam edemez. Kötülükler onu yapanların katkıları ile büyür. Onun için hiçbir kötülük, kötüde kalmaz, yayılır. Bu bakımdan hiçbir yanlışa, uzaktan veya yakından bulaşılmamalıdır. Kötülükler dürtülüp durmazsa kabuk bağlayıp kurur gider.

İmam Gazali : “Kalp olan bir dirhemi infak etmek, yüz dirhemi çalmaktan daha beterdir.” Der. (İhya:4/59)

Burada, kötü, yoldan hayır hasenat yapılmayacağının yanında, böyle bir şeyi başlatmanın yaygınlaştırmanın vebaline işaret edilmiştir.

İnsanlara haram olan ve günah olan bir şey telkin edilmez. Haramdan günahtan men etme görevimiz vardır.

  • Sen şu günahı işle, denmez.
  • Sen şu haramı ye, denmez. Denirse, onun vebali büyüktür.

Kim söylerse söylesin günah ve haram delil olmaz ve o şey meşrulaşmaz. Ayrıca haram ve günahta keramet kalmaz.

Bir de itikadı düzgün olan bir kimse kötü çığı açmaz. Bir insanın yaptığı yanlış için o Allah’tan izin alıyor veya o ne derse biz ona uyarız, denmez. Çünkü Cenab-ı Allah yanlışa, harama ve günaha asla razı olmaz.

Bir yolda susarak kötülüklerin yayılmasına sebep olunur. Ne diyor Hz. Peygamber : “Hakikat karşısında susan dilsiz şeytandır” diyor. Onun için bir kötülük karşısında susulmayacaktır. Susmak, tasvip olur, benimsemek olur. Neticede teşvik olur.

c)     İyilikte yardımlaşmak

Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor :

“Kafir olanlar bile birbirinin yardımcılarıdır. Eğersiz bunu yapmazsanız, yer yüzünde fitne ve büyük fesad olur.” (Enfal:73)

Sorumlulukların yerine getirilmesinde dikkat edeceğimiz bir husus da yardımlaşmadır. Bugün Müslümanların problemleri, bir iki olmadığı gibi, ağırdır. İnandım diyenler, Müslüman cemaatler yardımlaşırlarsa, problemlerini çözmede Cenab-ı Allah yardım edecektir. Küfre karşı inananları üstün kılacaktır. Yardımlaşmayacak olurlarsa, dağınık ve perişanlıklar devam edecektir.

Cenab-ı Allah:

  • “Ey İnananlar! Allah’tan sakınırsanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük ve bol nimet sahibidir.” (Enfal:29)
  • “Ey İman edenler! İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın. Allah’tan sakının, Allah’ın cezası şiddetlidir.” (Miâda:2) buyurmuştur.

Hz. Ebu Bekir (r.a.) hutbede : “İyi hareket edersem bana yardım ediniz. Kötü davranırsam beni doğrultunuz” demiştir. (İhya:2/341)

Cennetin yolu bir tane değildir. Sadece belirli insanların yaptığı iş, İslâmi diğerlerinin yaptığı İslâm dışı da değildir. Peygamberin sünnetine ve Allah’ın rızasına uygun olan her hareket tasvip görmedir, destek görmedir. Aksi halde vebâl vardır.

Mesele İslâm, mesele Allah rızası, hiçbir şeyin lafı olmaz.

Hz. Peygamber (s.a.) :

  • “Mü’minler birbirini yıkayan iki el gibidir” demiştir.
  • “Zalime de mazluma da yardım edin.”
  • Zalime nasıl yardım edelim Ya Rasûlallah?”
  • “Zulmünden alıkoyarak, vazgeçirerek” buyuruyor.

d)     İyiliğe sebep olmak

İyilikler ve kötülükler kendiliğinden olmaz. Her şeyin bir başı ve başlangıcı vardır.

Nasreddin Hoca’ya:

  • “Bir şey icad ettin mi?” demişler.
  • “Ettim” demiş.
  • “Neydi o?” demişler.
  • “Karla ekmek yemek” demiş ve ilâve etmiş: “Bende beğenmedim”

Birileri çıkıyor bir şeyler yapıyor, onu görenler çoğu kez bilmeden, düşünmeden aynı şeyi yapıyor. Bir de bakıyorsunuz ki, istenmeyen, anlamsız davranışlar meşrulaşmış oluyor.

Kötü olmanın, kötülük yapmanın kötülüğe çığır açmanın insana sağlayacağı hiçbir menfaat yoktur. Aksine o kötülük devam ettiği müddetçe günah kazanacaktır. Bir iyiliğe sebep olmak, iyiliği başlatmak da, o iyilik devam ettiği müddetçe sevap kazandıracaktır.

Müslümanlar bu işi yaparken, sünnete uygun yapmalıdır. Hırçınlıktan kaçınmalı, münakaşaya, sürtüşmeye girmeden, kavga etmeden, ıslah yoluna gidilmelidir.

Müslüman, kendisinin ve karşısındakini seviyesini iyi bilmeli, fitneye sebep olabilecek davranışlardan, müdahalelerden son derece sakınmalıdır. Zaman ve yer seçimin de çok iyi yapmalıdır.

Münakaşa ederek fikir dövüşüne girmek, isyanı arttırıcı ve tahrik edici hareketler, fayda yerine zararlı olur. Ayrıca dinleyen yoksa, aldıran yoksa, boşuna kürek çekilmemelidir. Hele hele fitneye sebep olma söz konusu ise, o zaman “Ey İman Edenler, siz kendinize bakın, siz doğru yolu buldukça sapanlar size zarar veremez.” (Maida:105) ayetinin emrine uyulmalıdır.

Ortamın müsait olduğu, az da olsa ihtimallerin bulunduğu zaman ise “Allah, siz kendinize bakın” buyuruyor diyerek asla pasif kalınamaz. Müslüman, her kötülükten, her kötü gidişattan sorumludur.

Sevgili Peygamberimiz şöyle der:

“Benden önceki peygamberlerin arkadaşları, dostlar olmuş, peygamberlerinin sünnetleri yerine getirmişlerdir. Peygamberlerin ardından kötüler zuhur etmiştir. Bunlar peygamberlerinin yapmadıklarını söyleyip, kendilerin emredilmeyeni yapmışlardır. Kim bu kimselerle eliyle mücadele ederse, mü’mindir. Kim de onlarla kalbiyle mücadele ederse o da mü’mindir. Bunun gerisinde artık zerre miktar iman yoktur” (Müslim, İman:80)

bu hadisten de anlaşıldığı gibi kötülere, kötülüklere her fırsatta ve her vasıta ile tepki göstermek inancımızın gereğidir. Müslüman “Beşikten mezara kadar ilim öğrenmekle sorumlu olduğu gibi hayatının her döneminde iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmakla da görevlidir.”

İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, belirli kimselerin görevi de değildir. Herkesin görevidir. Hiçbir kimse be bugüne kadar çok çalıştım, biraz da başkaları çalışsın.

Bugüne kadar ben şöyle ettim, böyle ettim yeter. Ben yaşlandım, emekli oldum veya izindeyim, tatildeyim gibi mazeretler öne sürerek kendini aldatmamalıdır. Zira Müslümanlığın yaşı yoktur. Emekliliği yoktur. Hele tatili, hiç yoktur.

Ne yazık ki, bazı Müslümanlar mücadeleyi hayatlarının belirli dönemlerinde yapıyor, sonra emekli oluyor, boş vermişliğin, başı boşluğun içine giriyor. Bazı kardeşlerimizi aylarca aradığımız oluyor izinde diyorlar, tatilde diyorlar.

Dinlenmek herkesin hakkıdır. Kur’an’da, bildirildiğine göre Cenab-ı Allah’ı, dinlememiz için geceleri yaratmıştır. Ayrıca dünya hayatının sonunda mezarda yatacak, dinlenecek vakit çoktur. İzinde olsa, tatilde olsa Müslüman, zamanı değerlendirmeli, hiçbir fırsatı kaçırmamalıdır.

e)     Çocuğumuza görev nasıl olmalıdır?

“İzin” demek, yaz tatili demek, her şeyden ayağını çekmek, gezmek, tozmak, yatmak, uyumak, oynamak, eğlenmek demek değildir. Tatil, izin, çalışmamak değil, çalışmanın şeklini değiştirmektir. Bu çocuklar ve gençleri içinde geçerlidir. Yaz tatili dinlensin, eğlensin, kafası karışmasın düşüncesi yanlış olur.

Bir aleti çalıştırmazsanız küflenir. Gençlerin zihinleri de böyledir. Çalışırsa gelişir. Çocuk boş kalmasın diye uyduruk bir işi vererek, çocuğun ahlakını, terbiyesini bozacak bir kimsenin yanına vermek yanlış yapmanın adıdır.

Çocuk için yaz tatili değil, yaz okul diyorum. Yaz tatili çocuğun dinini öğrenmesi, Kur’an öğrenmesi için en büyük fırsattır. Bu fırsat ana baba ve dini cemaatler, imkânları ölçüsünde değerlendirmelidir. Zira Allah “Ey İman Edenler! Nefsinizi ve ailenizi, yakıtı ve taş insanlardan koruyun” (Tahrim:6) buyurarak inananlara kendilerin ve sorumluluğu altında olanları koruma görevi vermiştir.

İnancımızda boş zaman olmadığı gibi zaman öldürme de yoktur. En iyi dinlenme şekli, çalışmanın şeklini değiştirmektir. Her insan ömrünün, her anımı hesabını mutlaka iğneden ipliğe en ince noktasına kadar verecektir. Bunun için herkes h9esaba çekilmeden kendini hesaba çekmelidir. Her günün sonunda kendine : “Ben bugün ne yaptım? İlahi rızaya uygun hangi iş işledim?”  diye sormalıdır. Boş ve anlamsız işlerden kaçınmalıdır.

Cenab-ı Allah soracak:

  • Benim için ne yaptın?
  • Namaz kıldım, oruç tuttum…
  • Bunlar kendin için sen benim için ne yaptın?
  • Ne yapabilirdim Ya Rabbi?
  • Kullarım için yaptığın benim yaptığın demektir.

İbadet denince, Allah rızası için denince sadece bazı ibadetler akla gelmemelidir. Vazife çok, yapılacak iş çok.

İnsan önce kendini kurtaracak, sonra yakınlarını kurtaracak, sonrada çevresini ve başkalarını kurtaracaktır. Kurtaracağı kimselerin arasında öncelikle evlâtları gelir.

Burada İ.Gazali’ye göre;

  • Zor kullanarak
  • Kaba sözlerle –          Kırıp yığarak
  • Dövüp söverek, görev yapılmayacaktır. Yumuşaklıkla, tatlı dille yapılacaktır.

Kur’an’da şöyle bir örnek veriliyor:  

  • “Lokma oğluna, yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür” demişti. (Lokman:13)
  • “Lokman oğluna, Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyi veya kötülük) bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu senin karşına getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir, ve her şeyden haberdardır.” (Lokman:16)
  • “Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman:17)

Bu mesajlarda anlaşıldığı gibi yavrularımız unutulmayacak ve peygamber metodu ile iyilikler emredilecek, kötülüklerden uzaklaştırılacaklardır.

f)       Hizmet ilimsiz bilgisiz olmaz

Kur’an’da : “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Kamer:49) buyrularak bilginin önemi vurgulanmıştır.

İlk vahiy: “Oku” dur.

Rahman 7. de “Kullar içinde Allah’tan hakkıyla korkan yalnız âlimlerdir.”

Hadiste “İlim öğrenmek her müslümana farzdır.”

Bilmeyen, insanlara ne öğretecek? Nasıl öğretecek? Yol yordam bilmeden olmaz. Kaş yapalım derken göz çıkarılır.

“Cahil insan dinden eder” derler.

Hz. Peygamber, hizmet ehlini özenle yetiştirmiş, Suffada eğitmiş ondan sonra göndermiştir.

Bilgisiz insanın etkisi olmaz. Daha çok soğutucu olur.

Bir de hizmette bilgi kadar edep de çok önemlidir. Hizmet ehli, depli, liyâkatli, güvenilir, samimi, iyi tanınan, sevilen, söylediğini yaşayan biri olmalıdır.

Hizmet ehli, yol yordam bilmeli, metod bilmeli, Peygamberin sünnetini ve büyükleri ahlâkını çok iyi bilmelidir.

Bir atasözümüz de : “Ürmesini bilmeyen köpek sürüye kurt getirir.” denmiştir.  

g)     Marifet cehenneme doldurmak değil, cennete adam kazanmaktır

Hizmette güzel sonuç alabilmek için Hz. Peygamberin metodu esas alınmalıdır.

Bir husus burada nakledelim. Ne diyor Hz. Peygamber (s.a.) :

“Kolaylaştırınız. Zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.” Allah Rasûlü hep böyle yapmıştır.

Peygamberimiz hicretin 17. ayında Abdullah bin Cahş komutasında 12 kişilik bir serriye (askeri birlik) hazırlamıştı. Onları, Mekke’nin yukarısındaki Nahl Vadisi’ne etrafı araştırmak, müşriklerin durumları hakkında bilgi toplamak üzere keşfe göndermişti.  

Abdullah bin Cahş ve askerleri, Nahle’ye vardıklarında orada Kureyş’in bir ticaret kervanı ile karşılaştılar. Kervan Taif’ten gelmekteydi. Müslümanlar bir baskın düzenleyerek, kervanı ele geçirdiler. Kervanda bulunan Hakem bin keysan’ı esir ederek, Medine’ye geri döndüler.

Peygamberimiz, Medine’de Hakem bin Keysan’ı İslâm’a davet etti. Fakat Hakem, bu daveti kabul etmediği gibi, İslâm’la alay etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya başladı. Kafirlere karşı şiddetiyle meşhur olan Hz. Ömer, onun alaylarına daha fazla dayanamayarak:

Ya Rasûlallah! Bununla ne diye konuşuyorsun? Bu, hiçbir zaman Müslüman olmaz. Vuralım boynunu gitsin, dedi.

Peygamberimiz Hz. Ömer’in sözüne aldırmadı. Anlatmaya devam etti. Uzun konuşmalardan sonra, nihayet Hakem, anlatılardan ikna oldu. Ve Kelime-i Şahadet getirerek İslâm’a girdi.

Peygamberimiz, bu duruma çok sevindi. Yanında bulunan Hz. Ömer’e ve ashabına dönerek:

Eğer, ben sizin bu adam hakkındaki görüşünüze uysaydım, şimdi onu öldürmüş, çoktan Cehenneme yollamış olurdum, buyurdu.

Peygamberimizin bu sözü, düşündürücü olduğu kadar uyandırıcıdır da.

Hüner, Cehenneme adam göndermek ve Cehennemliklerin sayısını arttırmak değil, Cennet’e adam kazandırmaktır.

Nitekim Hz. Ömer de, Hakem’i gördüğünde, Peygamberimizin huzurunda önü öldürtmek istediğini hatırlar.

Eğer, benim dediğim olsaydı, şimdi bu kişi Cehennem de olacaktı, diye söylenip kederlenirdi.

Gerçekten de Hakem, müşriklerin mü’minlere hazırladığı bir komplo olan Maûne Kuyusu Faciası’da şehit düşmüş; Peygamberimizin sabrı ve hoşgörüsü sayesinde yalnız kürden kurtulmakla kalmayıp, şehitlik gibi yüce bir mertebeye çıkmak saadetine de ulaşmıştır.

Biri Hz. Peygambere :  

  • Cennet madem ki çok güzel dua et de ikimizden başkası girmesin deyince:
  • Allah’ın geniş rahmeti daralttın, dedi kızmadı.

Bir mescidin avlusuna su dökmüştü. Oradakiler onu azarlıyor ve kınıyordu. Peygamber : “Bir kova su getirin dedi” temizletti. Kızmadı.

İnsanlar ürkütülmemeli, kaçırılmamalı, soğutulmamalıdır.

İnsanlara durumuna göre davranılmalıdır.

C)    YAPMADIĞINI SÖYLEME

İnsan bildiğini uygulamak, inandığını yaşamalı, başkalarından yapmalarını istediği bir şeyi önce kendisi yapmalı, yapmadığını söylememelidir. Söylerse, söylediğinin hiçbir etkisi olmayacağını bilmelidir.

İsa Peygamberin şöyle dediği nakledilir:

“İlim öğrenip de öğrendiğini bizzat yaşamayan kimse, biriyle gizlice zina edip sonunda doğum yapmak suretiyle rüsva olan kadına benzer. İlmiyle amel etmeyen kimseyi, kıyamet günü Allah herkesin gözü önünde rezil edecektir,” demiştir.

Yüzmek bilmeyen insanın boğulan kimseyi kurtaramayacağı gibi, kendini ıslak etmeyen kimse de başkalarını yola getiremez. Atalarımız : “Öğüt verme, yaşa” demişlerdir. Yaşamak, yapmak, önce kendimizden başlamak en etkili yol olacaktır. Hz. Peygamber : “Söylem yap” buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz helâk olan bir toplumla, helâk olacak olan bir kimseni haberini şöyle vermiştir:

“İçlerinde amelleri peygamberin amellerine benzeyen on sekiz bin kişi olduğu halde bir bölgenin ahalisi azaba düçâr oldu.” Buyuran peygamberimize Ashab sorar:

  • Ey Allah’ın Rasûlü! Bu nasıl olur?

Allah’ın Rasûlü cevap verir: –          Onlar Allah için kızmıyorlardı, iyiyi emredip,kötüyü men etmiyorlardı da ondan.

(İhya:5/151)

Buhari ve Müslim de nakledilen olay da şöyledir:

Peygamber Efendimiz anlatır:

  • Bu hal ne? Bize iyiliği emredip, kötülükten nehyeden sen değil miydin? Derler? O da:
  • Evet, iyiliği emrederdim. Lakin onu yapmazdım. Kötülüğü nehyederdim, onu da kendim yapardım, der. (Riyaz üs Salihın:196)

Allah kimseyi bu duruma düşürmesin. Riyadan, samimiyetsizlikten korusun. Yaptığını söyleyen, söylediğini yapan ihlas sahibi kimselerden etsin.

Bir zamanlar hoca efendinin birine kuş beslemenin hükmünü sordular. “Kafes içinde, bulunması gereken yerde değildir, günahtır” buyurdular. Bir vesileyle gitmiştin, evinde dört tane ithal kuş gördüm

İşe, kendimizden yakınlarımızdan başlamalıyız. Başkalarına emirler, hükümler, fetvalar yağdırırken kendimizi unutmamalıyız.

Kur’an’da : “Siz insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutuyor musunuz? Halbuki Kitab da okuyup duruyorsunuz” (Bakara:44) ikazı vardır.

Hz. Peygamber (s.a.) : “Her kim kendisin yapmadığı bir söz veya amele başkaları davet ederse, o dediklerini uygulayıncaya kadar ya da yaptığı o kötü şeylerden vazgeçinceye kadar o, Allah’ın gazabından olur.” (B. Hadis Kül:7913)

Saff Sûresi 2. ayette : “Ey İman Edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz” diye soruyor Cenab-ı Allah.

Kendimiz düzelmeden düzeltemeyiz. Kendimiz değişmeden değiştiremeyiz.

Halka çok şey söyleyenler oluyor, her hafta vaaz ve nasihatte bulunuluyor, değişen yok, etkilenen yok…

Bir de haram yiyerek, haram giyerek, günah sayılan işler işleyerek asla hizmet olmaz ve etkili olunmaz.

Bir İ. Azam’a gelir, çocuğunun aşır derecede şeker yediğinden şikayet eder ve oğluna zararlı olduğunu söylerseniz, der. aradan uzun süre geçer. Birgün çocuğu çağırır, söyler, çocuk şeker yemeyi bırakır. Adam : “Hocam neden bu kadar geciktin?” deyince cevap “Bende şeker yiyordum. Şekeri bıraktım, öyle söyledim” der.

Hani meşhurdur adam içer sarhoş kafa ile oğluna: “Benim içtiğime bakma, sakın sen içme” veya elinde sigara oğluna öğüt veriyor : “Bu çok zararlı, sakın sen içme!” gibi…

Bu sözlerin hiç etkisi olmaz.

SONUÇ

Herkesin kendine göre varlığa, gücüne, ilmine, yaşına, yetkisine göre görevi vardır, sorumluluğu vardır.

Ayrıca üzerimizde farzlar vardır, sünnetler vardır, emanetler vardır.

Mus’ab (r.a.) Uhut’ta Allah Rasûlü’nün gerilip O’nu korurken ellerin kaybetmiş, yarım kalan kolları yüzünü örterken şehit olmuştur. Allah’ın Rasûlü bu durumu : “Mus’ab, Allah’ın Resûlünü gereği gibi koruyamadık” diye yüzünü kapatıyordu” diye anlatmıştır. Ya biz, biz Allah’ın Rasûlü’nün emanetlerini gereği gibi koruya biliyor muyuz? Yarın hangi yüzle Rasûlallah’ın karşısına çıkacağız.

Belki çoğumuz kendimizi savunabiliriz, koruyabiliriz. Ama bizden sonraki yavrularımız ne olacak, değerlerimiz, geleceğimiz ne olacak? bizden sonraki nesle iyi bir ortam hazırlamak görevimiz değil mi?

İnsanın kendisinin temiz olması, kendisini kurtarması yetmez. “Gemisini kurtaran kaptan” sözü yanlıştır. Kaptan, başkalarının da kurtuluşu için çalışır. Kendi ile beraber çoluk çocuğunu ve başkalarını kurtarmayan kimse, Allah’ın huzurunda kurtulacağını zannetmesin.

Hiçbirimiz çaresiz değiliz. Hepimizin yapabileceği mutlak bir iş vardır. İnancımıza, kültürümüze, ahlakımıza geleneklerimize ters düşen her şeye evimizle, dilimizle müdahale edebiliriz. Bunu yapamıyorsak kalbimizle buğzedebilir, kınayabiliriz. İçkili, dansözlü düğünlere, günah işlenerek yapılan sünnet merasimlerine gitmeyebiliriz. İyiliği emrederek, kötülükten sakındırarak görevini yapmanın mutluluğu tadabiliriz. Anlatamazsak terk ederiz.

Kurtuluş toptandır. İçinde yaşadığımız toplum kurtulursa, o zaman biz de kurtuluruz. Toplum batarsa, bizde bu toplumun içindeyiz, bizde batarız.

İnsanlara hizmet, Allah’a hizmettir. Başkalarına yapılan iyilik, hizmet, insanın kendine, yuvasına, çocuklarına yansır. Sen başkalarını korur kurtarırsan, Cenab-ı Allah da senin koruyucun kurtarıcın olacaktır.

Atalarımız : “Yap iyiliği at denize, balık bilmezse Halık bilir” demişlerdir.

Bize düşen anlatmak, görevimizi yerine getirmektir. Bugüne kadar görevlerimiz yerine getirseydik hiçbir şey böyle olmazdı. İyi insanlar yetiştirseydik, sokaklar böyle olmazdı. Görevlerimiz yapsaydık afât ve felâketler bize bu kadar y.akın olmazdı.

Rabbim hepimize görevlerini yapmak nasip etsin.

0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir