İYİLİĞE EN LAYIK OLAN ANA-BABA

Ana baba, bize kan veren, canından can katan, bizi dokuz ay karnında taşıyan, uyumayıp uyutan, yemeyip yediren, bizim için kimsenin yapamayacağı fedakarlığı yapan, ömrünün en verimli yılların bize harcayan fedakar insanlardır. 

Evlat ne yaparsa yapsın, onların yaptığını yapmış olamaz. Zaten hiçbir evlat, ana babasının kendisine yaptığını yapamaz. Bu yüzden hiçbir evlat ana babasının hakkını ödemiş değildir. Çünkü evlat, onları karnında taşıyamaz. Yıllarca uykusunu terk edemez. Yani onların yaptığı hiçbir şeyi yapamaz ki, nasıl haklarını ödemiş olsun!

GEÇMİŞTE DURUM:

Kısaca geçmişe göz atacak olursak:

Yakın tarihe kadar bazı istisnalar çıkarılırsa, ana babanın evlat ve görev anlayışı değişmediği halde, evladın “ana-baba” ve görev anlayışı büyük değişiklikler göstermiştir. 

Mesela bazı toplumlarda ihtiyar ana baba, tarlaya, oduna gidemediği iş yapma gücünü kaybettiği zaman yaşama hakkını da kaybederdi. Ana baba yaşlanınca merhametsizce evladı onu evden kovar veya kendi eliyle öldürürdü. Bu aynı zamanda evlatlık görevi sayılırdı. İhtiyar anababasını vahşi hayvanların pençesine bırakmak veya onları öldürmekle evlat görevini yapmış olurdu. Bunu evlat yapmayacak olursa ihtiyar ana baba kendisi bu işin yapılmasını evladından isteyebilirdi. 

Ana-babanın evden kovulma veya öldürülmesine diğer bir neden de genç kadın büyük ananın, genç erkekte büyük babanın yerine geçebilmek ve mirasa konabilmek arzusundan doğuyordu. 

Eğer baba ölür de ana geriye kalacak olursa o da babanın bir malı olarak miras telakki edilirdi. Bu durumda kadın, kocasına bağlılığını ispatlayabilmek için kendini öldürür ya da o evin işlerini gören hizmetçi olarak hayatını sürdürebilirdi. İş yapamaz hale gelince de öldürülürdü. Bu durumu yasaklayan bir emir. Bir kural yoktu. Kimse tarafından da kınanmazdı. 

Oynayan çocuğun dedesini küfe ile atmaya götüren babasına: “Baba dedemi at ama küfeyi atma, bir gün bana da lazım olur” demesi, bu durumun bir gelenek halinde devam ettiğini göstermesi bakımından ilginç bir örnektir. 

Anasını sırtına alıp, atmaya giderken vahşi hayvanların sesini duyunca ağaca tırmanan oğluna ananın: “Yavrum biraz daha yükseğe çık. Bu hayvanları iyi tanırım, sana bir şey olmasın” demiş olması zaman zaman nakledilen örnekler arasındadır. 

İlkel insanlarda kısaca durum buyken eski Türklerde islamı kabul etmeden bile ana baba baş tacıdır. Ana baba terk edilmez. Ata olarak saygı gösterilir, evlatlık görevi aksatılmazdı. O, evin direği ve dua ağacı sayılırdı.  

Batı da ise, aile kavramı ana babalık, evlatlık görevleri gibi sorumluluklar hiç olmamıştır. Genç, 18 yaşını bitirdi mi evi terk eder istediği gibi istediği yerde hayatını sürdürür. 

Bizde son zamanlarda Batılılaştıkça birde modernleştikçe! Aile bağları çözülmüştür. Ölçüler değişmiştir. Yalnız kalan ve iyi muamele görmeyen ana babalar için sığınma evleri yapılmıştır. Onlarda yetmemiş devlet para ile baktırır hale gelinmiş, devlet yaşlılara maaş bağlamak durumuna gelmiştir. 

İNSAN ÖMRÜ MEVSİMLER GİBİDİR

İnsan küçüklük hali ilkbahara gençlik hali yaz mevsimine, orta yaşlılık hali sonbahara, ihtiyarlık hali de kış mevsime benzer.

Yaşlanınca insan canlılığı, sağlığını, itibarını kaybeder. Göz görmez, kulak duymaz, el tutmaz, ayak yürümez. Organlar adeta isyan eder. 

Bunların üzerine hele hayırlı evlat yetiştirilmediyse, bu insana yaşlılıktan da ağır gelir. Allah’ını, peygamberini bilen, “öf” bile demeyen hayırlı evlat yetiştirildiyse, ihtiyarlık, acizlik ona dokunmaz. Bu ona ilaç gibi gelir. Daha doğrusu sigorta olur.

Yaşlılık, ilgiye, saygıya daha çok ihtiyaç duyulan bir dönemdir. İlgisizlik, onları yalnızlığın kucağına terk etmek olur.

Yaşlılar daha tecrübeli, olayları daha iyi değerlendiren kimseler olduğu için onlarla istişara ihmal edilmemelidir. Bu onları çok mutlu eder. Çünkü yaşlılar, hatırlanmak isterler, aranmak isterler. Unutulmak ihtiyarları hasta eder.

Aslında yaşlılık, hürmet dönemidir. Ama kapitalist sistem, yaşlıları unutturuyor. Yaşlıyı kimse tüketen, baş ağrıtan ve meşgul eden gözü ile bakılıyor.

İYİLİĞE EN ÇOK LAYIK OLANLAR

İyiliğe en çok hak eden, varlık sebebimiz olan ana babadır. 

Kur’an’da Cenab-ı Allah ana baba konusunda ciddi uyarılarda bulunmuştur. Şöyle buyurur:

-“Rabbin kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söyle!” (İsra:23)

Bir ayette de:

“Ana babaya, yoksullara, yetimlere iyilik yapın.” (Bakara Suresi 83)

“Allah’a ibadet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, öksüzlere, yoksullara, yakın ve uzak komşulara, yolcuya, elinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah gururlanan insanları sevmez.” (Nisa Suresi:36)

“Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Eğer onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi sana ortak koşman için zorlarlarsa bu hususta onlara itaat etme.” (Ankebut Suresi 8) buyurarak anaya babaya onların yakınlarına ve ihtiyaç sahiplerine iyilik etmemizi kendisine hiçbir şekilde ortak koşmamamızı emretmiştir. Ayrıca ana-babaya itaatsizliğin ancak inançsızlık ve Allah’a ortak koşma konusundaki isteklerine karşı olabileceğini bildirmiştir.

Ana baba hakkı, ödenebilecek hak değildir. Onlar bir evladın cenneti veya cehennemi olacaktır.

Ana babasının gönlünü kazanamayanın, hele bedduasını alanın iki yakası bir araya gelmez. Darma dağın olur, burnu sürtülür. Allah ona da hayırlı evlat vermez. Geçimi dar olur. Bolluk içinde bile sıkıntılı bir hayat sürer, ölürken de zor olur. Çünkü mazlumun, misafirin ve ana babanın duası reddolmaz. 

Evlat, ne yaparsa yapsın gene de vazifesini tam yapmış olamaz. Peygamber (as) şöyle buyurur: “Bir evlat babasını köle olarak bulsa, onu satın alıp hürriyetine kavuştursa, yine de onun hakkını tam olarak ödeyemez; (Müslim: ltk 25)

Duydum ki, bir kız evlat, anasına “Bana evi verirsen sana bakarım” demiş: Düşündürücü ve üzücü değil mi?

Bir genç annesinin sözünü dinlememişti. Kadının gönlü yandı. Kuvvet de yoktu; gidip çocukluk beşiğini getirdi. Önüne koydu ve şöyle dedi:

“Ey insafsız ve eski halini unutan çocuğum, hep ağlardın. Küçük ve acizdin. Senin için geceleri uyumazdım. Şu beşikte yatarken hiçbir şey yapamazdın üzerine konan sineği bile kovamazdın. Artık büyüdün, güçlendin. Bir gün de öleceksin. 

Bir yaşlıyı “Yürüsene” diyerek ittiren gence: “Unutma! Bir zaman gerecek sende yaşlanacaksın” dedim. Gülümsedi geçti. 

İnsan şimdi yaşlılara nasıl davranırsa, sonra ona da öyle davranılacaktır… Ana babaya ilgisiz kalmak, inancımızda büyük günahlardan olduğu bildirilmiştir. 

Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:

“Üç şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa, Allah onu koruması altına alır ve cennete koyar.

1-Güçsüzlere yumuşak davranmak,

2-Ana babaya şefkat göstermek,

3-Elinin altındakilere iyi muamele etmek.” (Tirmizi, kıyame:48)

Şöyle düşünelim:

-Bizi kim karnında taşıdı, kim dünyaya getirdi?

-Bizi kim büyüttü?

-Bizi kim okuttu, kim meslek sahibi yaptı?

-Kimin varlığına konduk?

Biz ana baba, büyük anne, büyük baba, sayesinde yardım görürüz. Evvela dünyada neye sahipsek onların eseridir. Onlar bu uğurda ihtiyarlamışlardır.

Eğer ahirette de yardım görecek olursak, gene onlar sebebiyle yardım görürüz. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur.

-“Yaşlıları, düşkünleri görüp gözetin. Çünkü siz onların sayesinde yardım görürsünüz” (R. Salihın:314)

YAŞLILARI TERK ETMEK VİCDANSIZLIKTIR:

Yaşlıların en çok korktuğu hastalık, yalnız kalma hastalığıdır. Eğer yaşlıları hayatımızın dışına itersek, bu onun için felaket olur. Bizim için felaket olur. 

Anne babanın yeri, evin baş köşesidir. Onlar bizim dua ağacımızdır. Onların yeri sokak değildir. Bahçede bir kulübe veya bodrum değildir. Onların yeri Dau’l-Acezede değildir. 

Sokak hiç değildir. Onlar sadece anneler günü anne, babalar gününde baba hatırlanıp elinin öpülmesi ile evlatlık görevi yapılmış olmaz. Böyle 364. Gün unutup bir gün hatırlamak bize göre değildir. 

Peygamber (as)a savaşa gidileceği sırada bir kişi gelip:

-Ya  Resulullah yemenden geldim sizinle savaşa katılacağım deyince, peygamber (as) ona:

  • Senin annen baban var mı? diye sorar. O kişi:
  • Var ya Resulullah” der. Peygamberimiz ona:

-Sen bırakıp geldiğin anne babanın hizmetine dön demiş onun savaşa katılmasını müsaade etmemiştir. (Müslim, birr:3)

Yalnızlığa terk edilmiş bir baba, telefonunu tamirciye götürmüş:

-Telefonumu tamir et” demiş.

Telefoncu:

-Senin telefon bozuk değil amca” cevabını verince, Adam:

-Telefon sağlamsa, o zaman çocuklarım beni niye aramıyor? Deyip kırgın bir şekilde ayrılır.

Bir yaşlı adam oğluna ders vermek istemiş ve 

-Bak oğlum, her kırdığın gönül için şu tahtaya bir çivi çak” demiş.

Kısa zamanda tahta çivi ile dolmuş. Tekrar oğluna…

-“Her yaptığın gönül için bir çivi sök” demiş. 

Söke söke çiviler bitmiş. O zaman baba:

-Bak oğlum, kırdığın gönüller belki bir gün kazanılabilir, ama bu tahta gibi delik deşik kalır” demiş. 

Bugün aile faciaları yaşanıyor. Nice kalpler gönüller kırılıyor. Ana babalar dövülüyor. Öldürülüyor, terk ediliyor. Sağlıklarında umursamadığımız ana babamız için öldükten sonra onları özler “Ah sağ olsalardı” deriz. 

Ana babanın esas ölümü, ihmal edildikleri ve terk edildikleri zamandır. 

Bir evlat “benim ne biçim anam babam var?” dememelidir. “Ben nasıl bir evladım?” deyip görevlerini yapıp yapmadığına bakmalıdır. 

Ana babanın gönlünü kırmanın cezası dünyada da mutlaka görülür. Peygamber (as) hutbe okurken üç defa amin diyor. Daha sonra sebebi sorulunca:

-“Cebrail bana geldi:

-Ramazana yetişip kurtulamayanın burnu sürtülsün dedi, amin dedim. 

Yanında ismin anılıp sana salavat getirmeyenin burnu sürtülsün dedi. Amin dedim. 

Ana babasının sağlığına erişip de onların gönlünü kazanamayanın burnu sürtülsün” dedi. Bende “amin” dedim” cevabını vermiştir. 

Bazı evlat ana babaları belli bir yaşa gelince onları kendi haline bırakıyor. Eskisi gibi aynı evde oturmuyor. Beraber yaşamayı hanım istemiyor. Sokağa terk edilenler oluyor, cami avlularında yatanlar oluyor. Kimsesizler yurduna gönderilenler oluyor. Yıllarca gözleri kapıda evlat, torun gözleyenler hayatlarını orda noktalıyor. 

Sonuç olarak, evladına yaptığının karşılığını göremiyor. Bazı evlatlar ne yazık ki, civcivin içinden çıktığı yumurtanın kabuğuna ihtiyaç duymadığı gibi, varlık sebebi olan ana babasına ihtiyaç duymuyor. Kendine yeter hale gelince onları istemiyor. Hor görüp itip kakanlar oluyor. 

Kendini evladı için harap eden ana baba, yaşlanınca adı “moruk” oluyor. Yaşlılık kusur sayılıyor. İlkel insanların durumuna düşülüyor. 

Hayat bir nöbettir. İnsan ne ekerse, onu biçecektir. İnsanın yaptıkları hiçbir zaman karşılıksız kalmaz. Son olarak şunu ifade etmek isterim. Neden oluyor bunlar? İnsan, hele bir Müslüman en yakını olan ana babasına kötü davranır mı?

İşin gerçeği analık da zor, babalık da zor. Çocuk bir avuç et parçası olarak ele gelir. O iyi eğitilirse, iyi insan olur, ihmal edilirse, kötü örnek olunursa, sadece karnı doyrulup beyni aç bırakılırsa, insan üzerinde en etkili olan dini duygu verilmezse, insanın davranışları bencil olur. Dindar olmazsa, kindar olur. 

Unutmayalım ilk insan ilk baba tebliğci: Peygamber olarak gönderilmiştir…

Analık babalık görevini, evlatlık görevi takip eder…

Allah insanı evladından, evladını da ana babasından sorumlu tutmuştur. Her evladın üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi insanlık borcudur. Yaşlılara karşı görevlerin yerine getirilmesi, ömre bereket verir, huzur verir. Sonunda da hürmet ve saygı görmesine neden olur. Sebebi de; onu hak etmiş olması dır. 

Ana baba hakkını gözetmemek insanın seviyesini düşürür. Hatta hayvanlar seviyesine düşürür. Çünkü hayvanlar büyüyünce ne ana tanır ne baba bilir. 

İnancımızda Allah’a ibadet ve itaatten sonra ana baba hakkı gelir. Peygamber (as) Mekke’yi fethettikten sonra, Ebu Bekir (ra) yaşlı babasını Allah Resulünün huzuruna  Müslüman olması için getirmişti. Peygamber (as) onu görünce:

-Ya Ebu Bekir, bu ihtiyarı niye getirdin? Dedi. 

-Müslüman olsun, onunla şereflensin diye ya Resulullah” dedi. Peygamber (as) ona:

-Biz onun yanına gitseydik olmaz mıydı? Buyurdular.

-Unutmayalım yaşlılarımıza saygı göstermek vefa borcumuzdur. Onlar bize yaptıkları fedakarlık nedeniyle bize gösterdikleri ilgiyi fazlasıyla hak ederler. 

Bizim üzerimizde hakkı olanlara görevlerimizi ihmal edersek, unutmayalım aynı akıbetin bizi beklediğini bilmeliyiz. 

Cenab-ı Allah Kur’an’da:

“Allah’a kulluk edin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya da iyilik edin” diye emrediyor. (Nisa:36)

Günümüzde aileler dağıldı.  İnsanlar biraz büyüyünce, hele evlenince ana babayı unutuyor. Bayramlarda, tatillerde ana baba ziyaretini bile yapamıyor. Tatile çıkıyor. 

Ana baba öldükten sonra mezarını ziyaret etmiyor. Ardından fatiha okuyacak vakti olmuyor. 

Her geçen gün ana babasına evlatlık görevini yapan evlatların sayısı azalıyor. Büyükler saygı görmüyor, yardım görmüyor, yardım edeceğim diye yaklaşan bazı hayvanlaşmış kimseler onlara zarar veriyor. 

Biz işi tatlıya bağlayıp konuyu bitirdim:

Lise’de okuyan genç, okul çıkışı eve giderken pazardan aldığı poşetleri taşımakta zorlanan bir yaşlı kadına rastlar. Onun yüzünden süzülen terleri görür ona: Poşetleri taşımana yardım edeyim” der. 

Kadın biraz şaşırır. Çünkü şimdi gençler böyle şeyler yapmıyor” der. Birazda şüphelenir. Baba zarar vermeyi mi düşünüyor acaba” diye düşünür.

Genç elini uzatınca poşetleri verir. Eve gelince gence şöyle dua eder:

-“Allah senin gibi bir evlat yetiştiren ana babadan razı olsun. Sana da senin gibi evlatlar nasip etsin” der, eline bir şeftali tutuşturur. Çocuk maddi, manevi mükafatını almıştır. Görevini yapmanın huzuru içinde evinin yolunu tutar. 

Allah her ana babaya hayırlı evlat nasip etsin. Analar babalar evlatları ile imtihanda, evlatlar ana babalarıyla imtihanda. Yani hepimiz, imtihandayız. Bunu unutmayalım. 

0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir