İSLAMDAN ÖNCE TÜRK MEDENİYETİ

            Tarihi gelişimi içinde insanlık medeniyetin nimetlerinden istifade ederek bugünkü medeniyet seviyesine ulaşıncaya kadar çok sıkıntılı anlar yaşamış, gün geçtikçe hayatında, kullandığı eşyalarda tekamül göstererek medeniyetler kurmuştur.

            Dünya medeniyetinin kuruluşunda Türklerin rolü büyük olmuştur. Yani dünya medeniyetinin temelini Türkler atmıştır. Türk medeniyeti, en eski bir medeniyet olarak Ortaasya’ da doğmuş, göçlerle dünyanın diğer ülkelerine, göç eden Türklerle beraber yayılmıştır. Gittikçe gelişen ve fasılasız olarak devam eden Ortaasya doğumlu Türk medeniyeti, maddi ve manevi tesirlerini, günümüz Türkleri üzerinde kendine has özellikleri ile devam ettirmektedir.

            Türkler, tarihte diğer milletler gibi başka milletlerin omuzlarında varlıklarını devam ettirmemişler, bilakis kendileri ile beraber diğer milletleri de ibtidai yaşayıştan kurtararak dünya medeniyetinin kuruluşunda büyük rol oynamışlardır. Denilebilir ki, bozkır medeniyeti bugünkü dünya medeniyetinin başladığı hareket noktası olmuştur.

            Türkler, tarih sahnesine çıktıktan sonra medeniyetsiz, barbar bir hayat yaşamamışlardır. Ortaasya’ da Türklerin görülmemiş derecede medeni ve insani bir hayat yaşadıkları yabancı kaynakların bile itiraftan kendini alamadığı bir gerçektir. Çünkü Türklerin büyük bir mazileri vardır. Bunun için Türk medeniyetinin başlangıcı da çok eskilere dayanır. Türk medeniyetini inkar etmek veya kısır bir medeniyet olarak göstermek doğru değildir. Bu, gündüzün aydınlığında odanın kalın perdelerini çekip içerdekilere dışarısının da karanlık olduğunu telkin etmek gibi bir şey olur.

            Türklerin insanlık alemine sundukları medeniyet, diğer medeniyetlerden çok farklı bir medeniyettir. Türk medeniyeti başlangıçtan itibaren kendi gücü ile inkişaf etmiş müstakil bir medeniyettir.

            Türk medeniyetinin sağlam temellere oturmuş olması, milli kültür seviyesinin yüksekliği, sağlam karakter kudretinin oluşu, törenin, ahlakın, siyasi kudretin sağlamlığı, ileriye bakma ve uzun ömürlü olma idealinin bulunması, dilin ve yazının mevcudiyeti gibi medeniyeti gerçekleştiren vasıflara Türklerin başka milletlerden daha erken bir zamanda sahip olmamalarındandır.

a) Türk Medeniyeti Köklü bir Medeniyettir :

Dünya medeniyetinin kurucuları arasında en büyük hissesi bulunan Türk Milleti, tarihte göçebe ve geri kalmış bir millet olarak gösterilemez.

Türkler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar zamanında büyük bir medeniyet kurmuşlardı. Başka milletlerde erişilemeyen devlet, töre, disiplinli ordu, ideal ve ahlak dolu hayat, sanat ve edebiyat Türk toplumunun gerçekleştirdiği hususlardı. Bu bakımdan Türkler, tarih uydurmak, ecdadına medenilik yakıştırmak zorunda değildir.

Türk medeniyeti, Roma, yunan medeniyetleri gibi aldatıcı ve derme çatma bir medeniyet değildir. Yapısı sağlam, her şeyi ile milli bir medeniyettir. Tarihte kendi kültürüne dayalı siyasi ve medeni varlığını tarihe kaydettirirken Türkler, bir ışık gibi parlayıp sönen medeniyet kurmamışlardır. Ayrıca Türkler, başka milletler gibi medenileştikçe ahlaki çöküş, içtimai bozukluklar içerisine düşüp alçalmamışlardır. Çünkü Türklerin kurduğu medeniyet, ruhsuz, manasız kuru madde medeniyeti değil, madde ve mananın birleştiği insani ve ahlaki bir medeniyettir.

Tarih boyunca Türkler, kılıcını kana bulamaktan uzak kalmış, kıtalara hükmederken, milletlere hakim olurken, insanları korumayı, nizam, intizam ve adaleti yaymayı amaç edinmişlerdir. Romalı’nın, Yunanlı’nın zevk aldığı zulümden, vahşi eğlencelerden zevk almamıştır. İnsanları maddeye esir, kula kul etmemiş, insana gereken önemi vermiştir.

Türk tarihini bilme bahtiyarlığına erenler, Türk medeniyetini inkara yeltenmeyeceği gibi her türlü taassuptan uzak kalacakları muhakkaktır. Bunun için bugünkü Türk aydınına düşen görev, Türk tarihine karşı gösterilen taassuba karşı durmak, Türk’ün tarihi gerçeklerini eğri ağızların sözüne bırakıp, sürüp gelen köhne zihniyetin elinden kurtarmaktır.

b) İnsanlık Türklerden Çok ġey Öğrenmiştir :

Türklerin medeniyeti, insanlık üzerinde olumlu etkiler yapmıştır. Bu bakımdan çölün kuraklığında ve tarihin karanlıklarında kaybolup gitmemiştir. Türk medeniyeti, tarih boyunca insanlığa hizmet etmeyi kendilerine görev saymış bir milletin medeniyetidir. Ne yazık ki, bu güne kadar ne tam anlamı ile sahip çıkılmış, nede tam bir değerlendirmesi yapılmıştır. ġairin dediği gibi : 

“Bir ömür gömdük o üç bu’du serap ellere biz ; İşledik çöllere bülbül ve gül efsaneleri.

Tilkiler, diktiğimiz bağlara sahip çıktı ;

Kargalar topladı hep döktüğümüz taneleri.“

            Türk milleti, dünya medeniyet tarihine yeni ufuklar açmıştır. “Töre” adı verdikleri hukuk nizamını kurmuşlar, aile müessesesini kutsallaştırmışlar, toprağı ekmiş, hayvanları ehlileştirmişler ve kendilerine has sanat kabiliyeti ile insanlığın muhtaç olduğu şeyleri onların hizmetine sunmuşlardır.

            İlk şehircilik ve toprağa bağlı yerleşik hayat tipi Türklerde görülür. M.Ö.36 yıllarında Çin kaynakları Hun İmparatoru Ci-Ci’ nin yaptırmış olduğu belediye nizamları, inzibat teşkilatı, resmi katiplerle kurulan nizam ve intizamın yanında temizliğin önemli yeri vardı. Yabancıların hayranlıkla bahsettiği hamamlar mevcuttu.

            Göktürk İmparatoru İstemi’yi ziyaret eden Bizans elçisi Zemarkos, altın eşyalarla süslü İmparator çadırına girince kendi ifadesi ile şaşırıp kalmıştır.

            El sanatlarının yanda dokumacılık, savaş aletleri yapımı da çok ileri gitmişti.

Mumyacılık Orta asya’ da Türkler tarafından bilinen şeydi. Kırıklar mumya ile sarılırdı.             Türklerin Ortaasya’da a masada yemek yiyip, sandalyede oturdukları, tekerleği icat edip yük taşıdıkları, akarsular üzerinden ulaşımı gerçekleştirdikleri bilinen bir gerçeklerdir.

            Türkler ilk çağlardan beri yemekleri pişirerek yerlerdi. Çinli’ler Türklerden bahsederken “Avlarını ve yemeklerini pişirerek yiyenler” diye bahsederdi. “Çin kaynakları Hun’ların eti pişirerek bir nevi çorba yaptıklarını yazmaktadır. Bundan başka Türkler sütlü yemekler de yaparlardı. Ayrıca Hunların hububat ambarları da vardı.” (1)

            “Finlerle, Macarların ataları olan Batı Sibiryalılar kendi atalarının çiğ et yediklerini söylerler ve bununla övünürlerdi. Onlar, daha güneylerindeki Orta asya Türklerine “yemeklerini pişirenler” derler ve kendilerini onlardan ayırırlardı.(2)

            Türkler Ortaasya’da hayvanları ehlileştirmişler ve onlardan sürüler meydana getirmişlerdi. Hayvanların etinden, sütünden, derisinden, kemiğinden, yününden istifade etmeyi herkesten önce başarmışlardı.

            “Muazzam hayvan sürüleri besleyen Türkler kendileri için en hayati olan otlağa sahip olmak gayesi ile daime mücadele etmişler, cesur, muharip ve becerikli olanların etrafındakiler tabii bir surette çoğalmış, neticede teşkilat yapmakta, devlet kurmakta son derece mahir ve muharip bir millet meydana çıkmıştır.”(3)             “Uygurlar “maden kömürü” kullanmasını biliyorlardı. Çinli elçi şöyle diyordu :

“Ağzından alev ve dumanlar çıkan dağın eteklerinde siyah taşlar ve kumlar bulunurdu. Uygurlar bu siyah taşları alarak ocaklarında yakarlardı. “Bu önemli belge de bize gösteriyor ki Uygurlar, maden kömürü yakmasını biliyorlardı.”(4)

            Netice olarak, Türkler kendilerini insanlığın hizmetine adamış bir millet olup, Tarihçi Hammer’in dediği gibi : “Tarih Türklerden çok şey öğrenmiştir. Bu güne kadar Türklerin insanlığa ve medeniyete yaptıkları hizmetler medeniyetin süsüdür.”

  1. Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi,C.1,s69,1946,Ank.
  2. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi,C.1,s.52-53
  3. Hüseyin Namık, Orkun Türk Tarihi, C.1,s.15
  4. Bahaeddin Ögel,Türk Kültürünün Gelişme Çağları,C.1,s.132
0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir