İŞÇİ VE İŞVEREN HAKKI
İşveren, Allah’ın malını emaneten bir müddet yöneten kimse demektir.
İşveren, bu emaneti en iyi şekilde kullanmak ve o maldan insanlar yararlandırmakla görevlidir. İş verenin, hakkı hukuku gözetmesi, insanlar faydalı olması, her şeyden önce vazgeçilmez görevidir.
İşverenin, çalıştırdığı insanlar üzerinde hakları vardır. Bunların en başında işçinin aldığı parayı hak etmesidir. Kendisine verilen görevi noksansız yapmasıdır. Yoksa kazandığı helal olmaz.
Diğer taraftan anlaşmaya ve konulan kurallara uymaktır. Malzemeyi korumak, sorumluluk taşımak, işçinin görevidir.
Dişçi, birine diş yapmış, o da borcunu ödememi. Mahkemelik olmuşlar. Dişçi, hakime durum anlatmış ve ilave etmiş : “Hiçbir şeye üzülmüyorum, tek gücüme giden, bunun benim takdığım dişlerle karşıma geçip sırıtmasıdır” demiş.
“işçi güvenilir olmalıdır.” (Kasas:26) Allah böyle emrediyor.
Haklar tek taraflı değildir. İşvereni, işçi üzerinde hakkı olduğu gibi işçinin de işveren üzerinde hakları vardır.
- Önce anlaşmaya bağlı kalacak, söz edilmeyen haklarını da koruyacaktır.
- İşçiye gücünün üstünde iş yüklememelidir.
- Hakkını zamanında ve tam olarak vermelidir.
- İbadetlerin yapma, inancını yaşama konusunda yardımcı olmalıdır.
- Ölüm, doğum, düğün de, bayramlarda görüp gözetmelidir.
- Ücretini en az resmen belirlenen asgari ücretten vermeli ve sigortasını da yaptırmalıdır.
Cenab-ı Allah : “İnsan için ancak çalıştığının karşılığını ver.” der. (Necm:39)
- “İnsanlara mal ve ücretin eksik vermeyin.” (Araf:85)
- “Üç kimse kıyamet günü beni karşısında bulacaktır. Benim adımı anıp haksızlık eden, insanı satıp parasını yiyen, birini çalıştırıp da on ücretini vermeyen” (Kutsi Hadis – Buhari Büyu:106) buyurur.
Hz. Peygamber:
- “İşçiye ücretini alnının teri kurumadan veriniz.”
- “İşçiyi çalıştırıp hakkını ödemeyenlerin kıyamet gün hasmıyım” (Buhari
Büyu:6/1020)
Hele günümüzde keyfi çıkarmalar, hakkını vermemeler, korkunç bir şekilde insanı vebal altına sokar.
Eşsiz bir mimarî dehaya sahip olan Mimar Sinan, aynı zamanda eşsiz bir ruh yüceliğine de sahipti. O üstün zekâsını İslâm’ın emrine veren ve inancını taşa nakşeden Sinan, İslâm’ın prensiplerin samimiyetle yerine getirmeye çalışan mütevazi bir insandı.
Sinan’ın 1550’de Süleymaniye Camii’nin inşaatı esnasında yaptığı bir uygulama bazı ustaların hoşuna gitmemişti. Mesele şu idi: Sinan birkaç ustaya, diğerlerinden farklı olacak üç akçe fazla yevmiye veriyordu. Diğer taş ustaları kendilerine de üç akçe fazla verilmesini istedikleri halde Sinan bunu kabul etmemişti.
Ustalar, nihayet şikayetlerini Kanunî’ye kadar götürdüler. Bunun üzerine Padişah, Sinan’la bizzat görüşerek:
“Birkaç ustaya üç akçe fazla takdir eylediğiniz halde, bunlara neden eksik yevmiye verirsiniz?” diye sorar.
Sinan, Padişahın inşaat mahalline kadar gelmesini rica eder. Birlikte Süleymaniye inşaatına kadar gelen Kanunî ve Sinan, ustaların çalışmalarına dikkatle takib eder. Sinan, Padişaha önce, üç akçe fazla verdiği ustaların çalışmalarına dikkat etmesin söyler ve onların dakikada vurdukları çekiç sayısın hesaplamaya başlar. Bundan hareketle saatte kaç çekiç vurduklarını tesbit eder.
Sonra diğer ustaların çalışmalarını takip ederler. Sinan bunların da dakikada ve saatte kaç çekiç vurduklarını hesaplar. Bu ustaların diğerlerinden ne kadar yavaş vurduğunu Padişaha isbat ettikten sonra, diğer taş ustalarına, vurdukları fazla çekiçlerin karşılığı olarak üç akçe fazla veremeye verdiğini ifade eder ve şöyle söyler:
“Şevketlüm! Hak sahibine hakkını eksiksiz verin, buyuran Rabbimin huzuruna yüz akı ile çıkabilmem için, vurulan fazla çekiçlerin hakkını takdir etmeye mecburum. Kul hakkı, hakların en zor affedilenedir.”
Bir hadiste : “Üç arkadaş yolculuk yaparken yağmur nedeniyle mağaraya girerler. Heyelan nedeniyle çıkış kapanır. Biri ana babasına hizmetini ifade edip dua eder kapı biraz açılır. Ama çıkacakları kadar değildir. Üçüncüsü bir işçi çalıştırırken işçi bırakıp gitmiştir. Onun hakkını bir kuzu almıştır. İşçi yıllar bora gelince bir sürüyü ona teslim etmiştir. Bunu ifade ile dua eder kapı açılır kurtulurlar.” Peygamber (s.a.) böyle ifade anlatmıştır.
a) İşçi, Memur Ücretinde Sınır Var mı?
Cenab-ı Allah, kul hakkı, konusunda bizi uyarmıştır.
Kur’an’da : “Elinizin altında bulunanlara iyi muamele edin.” (Nisa:36) buyuruyor. Allah kul hakkını affetmiyor. Kul hakkı ile yapılan ibadeti kabul etmiyor.
Allah, kıyamet günü hak sahiplerini karşı karşıya getirecek mağdur hasmının yakasını tutacak: “ Ya Rabbi bu benim hakkımı yedi benim hakkımı al” diyecek. Hak yiyenin iyiliklerinden hayır hasenatından alınıp, hak sahibine verilecek, iyilikleri yetmez ise karşı tarafın günahları ona verilecek. İşte böyle bir hesaplaşma olacak.
Peygamberimiz : “İşçinin ücretini alnının teri kurumadan tam olarak verin.” buyurarak hak gasbına dikkat edilmesini istemiştir.
Hz. Ömer (r.a.), yanında çalıştırdığı kişilere: “Benden memnun musun?” diye sorar, bir rahatsızlık varsa giderirmiş.
b) Ücret ve Maaşta Ölçü Şudur:
- Çalışanın kendisin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin zorunlu giderleri göz önünde tutulur. Yani geçinebileceği miktar verilir.
- Bir hadise gör ev edinmesi evlenmesi ve binit edinmesinin sağlanması gerekir. Yani bir miktar para arttırıp buralar harcaması sağlanmalıdır. (Ticaret Rehberi, Prof Dr. H. Döndüren:244)
- Bugün en güzel miktar belirleme asgari ücrettir. Bu miktar insanı vebalden kurtarır. Ya rabbi başımızdakiler bu miktarı belirledi, der. Sorumluluktan kurtulur inşallah.
- Bir de sigorta mecburiyet vardır. Çünkü işveren, çalıştırdığı kimselerin yalnız geçimi ile değil sağlığı ve sosyal durum ile de ilgilenmek mecburiyetindedir.
Sonuç olarak, yanında çalışanlara az ücret ödeyen kâr etmiş olmaz. Bu onun için büyük kayıptır. Çünkü hak sahiplerinin her bireri yakasından, paçasından tutacak kıyamet günü sürükleyecek ve onun iyiliklerini alacaktır. İyilikleri yoksa, yetmezse günahları ona verilecektir.
Şair : “Alma mazlumun ahını çıkar âheste âheste” demiştir.
Bir de haramın yansıması vardır. İşlerimize, ibadetlerimize yansır, çocuklarımıza yansır. “Haram yiyenin haramı evladı olur.”