İNSANLIK ONURUNA YAKIŞMAYAN İLİŞKİ ZİNA
Zina demekten tiksindiğim için başlığı nasıl atayım diye çok düşündüm.
Zina, genel olarak evlilik dışı ilişkidir. Bu kötülük; dokunarak elle, bakarak gözle, dinleyerek kulakla, konuşarak dil ile, yürüyerek ayakla hatta düşünerek, içinden geçirerek ve arzulayarak yapılabilir. Yani zina günahına girilebilir.
Zina, bugünün belası değildir. Geçmişe göz atmakta fayda vardır.
Zinanın tarihçesine bakıldığı zaman bunun yeni bir kötülük olmadığı görülecektir. Kadın erkek arasında yasak ilişkilerin yanında, insanlık dışı utanç verici ilişkiler olarak da sürüp gelmiştir. Mesela; ikinci Yezdcerd, kendi öz kızı ile resmen evlenmiş, daha sonra da onu öldürmüştür.
Taberi Tarihi’nin kaybettiğine göre altıncı asırda hüküm süren Behram, ana baba bir kız kardeşi ile uzun yıllar evlilik hayatı yaşamıştır.
Babil ve Asırlar’da her kadın Venüs Mâbedine gidip kendini başka erkeklere sunmak mecburiyetinde idi. Hiç bir kadın borcunu ödemeden Mâbetten dönmezdi. Bu durum toplumda kötü bir şey sayılmazdı. Aksine kadının topluma ödenmesi gereken bir borcu telakki edilirdi.
Roma’da hür bir kadının yabancı erkeklerle ilişkisi fuhuş sayılmazdı. Hatta koca, gürbüz çocuğa sahip olabilmek için karısını başkalarına kendisi sunar, hamile kaldığı anlaşılıncaya kadar onunla kendisi ilişki kurmazdı.
Roma dahil diğer Hristiyan olan ülkelerde ilk gece hakkı kocaya ait değildi. Beylere aitti. Eğer nikah dini olmuşsa o zaman ilk gece hakkı Papaza ait olurdu. Ayrıca papaz bu iş için damattan para bile alırdı.
Batı’nın yeniye kadar sürüp gelen geleneğine göre bir kadın, çocukla evlenebilirdi. Çocuk büyüyünceye kadar da başka erkeklerle, hatta çocuğun yakın akrabaları ile yaşar, çocuk büyüyünce kocasına dönerdi.
İslam’dan önceki arap toplumunda kadınlara fuhuş yaptırılır ve bu iğrenç yolla para kazanılırdı.
Bilhassa Batı ülkelerinde evlenmeden önce kızların bekaretini kaybetmesinden korkulmazdı. Kadının kısır olmasından korkulurdu. Bunun için evlenmeden hamile kalan kadın, erkeğine zürriyetsiz kalmayacağı teminatını vermiş sayıldığından, hamile kadının koca bulması daha kolay olurdu. Evlenmeden önce ve evlendikten sonra erkeğin karısını kıskanması ayıp sayılırdı. Kocanın karısını başkalarına ikram etmesi veya gürbüz çocuk için sunması, şerefli bir davranış sayılırdı. Bir kadının birden fazla kocası olabilirdi.
Batının bugünkü durumu geçmişinden pek farklı değildir Bu konuda birkaç örnekle yetineceğiz.
Türkiye harp Malülü Gaziler Dergisi (1968 Temmuz, sayısı:149)’nin “Evli Çiftler eş değiştiriyor” başlıklı haberine göre:
“Değiştirici çiftler, bir evde toplandıktan sonra çiftler yuvarlak bir masa etrafında otururlar. Masanın üstünde yatık vaziyette duran bir içki şişesi rulet gibi döndürülür. Şişe durduğu zaman ucu ve dibi hangi kadın ve erkeği gösteriyorsa, o kadın ve erkek bir odaya çekilir. Karı koca masanın etrafında yan yana oturdukları için, şişenin her ikisini birden göstermesi imkansızdır. Bu sebeple şişe nasıl durursa dursun, bir ucu bir kadını, diğer ucu da bir erkeği göstermektedir. Bu şekilde evli çift bu oyuna katılınca, koca başka bir adamın karısıyla sevişirken yanındaki odada da kendi karısı bir başka adamla aşk yaşamaktadır.
Yapılan araştırma Amerika’da bu hastalığa tutulan ve “şişe oyunu” oynayarak eşlerini değiş-tokuş eden evli çiftlerin sayısının 7 milyon civarında olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır.
Bu salgına tutulan çiftlerin gazetelere verdikleri ilanlarda şu ifade kullanılmaktadır:
23 yaşında güzel bir sarışın ve 35 yaşındaki yakışıklı kocası, güzel çiftlerle tanışmayı arzuluyorlar. İsteklilerin fotoğraf göndermeleri rica olunur. Adres…
Bazı ilanlar ise daha da cüretkardır. Mesela Los Angeles gazetelerinden birinde çıkan böyle bir ilanda şöyle denilmektedir: “Seks hürriyetini seven çiftler aranıyor. Taliplerin güzel ve seks düşkünü olmaları tercih edilir. Adres..”
“Amerikan gazeteleri Amerika’da bu salgının birkaç senedir devam etmekte fakat bu derece yaygın olduğunun bu âna kadar bilinmediğini belirmektedirler…”
Batı ülkelerinde erkeklerin çalıştığı kadınların müşteri olduğu genel evlerinin faaliyet gösterdiği bilinmektedir. Bu işi yapan ve yaptıranlar, kadınlara haksızlık edildiği ve böylece bu haksızlığın giderildiği gerekçesiyle bu işi yaptıklarını ifade etmişlerdir.
Homoseksüellik de normal ilişkiler haline gelmiştir. Sokaklar homoseksüeller ile doludur. Homoseksüelliğin serbest bırakılması için yürüyüşler, kanun tekliflerinin ardı kesilmemiştir. Kilise, cinsi sapık erkekle erkeğin resmen nikahını kıyar hale gelmiştir.
Yunan Meclisi, zührevi hastalıklar ve homoseksüellik ile kanun tasarısını görüşerek, zührevi hastalıklarla mücadele edebilmek için 21 yaşını doldurmuş ve ücret karşılığı açık faaliyet gösteren homoseksüellerin sağlık muayenesi mecburiyeti getirmiştir. (28-01-
1981,Tercüman Gazetesi)
1975’te Fransız fahişeleri, haklarını korumak için dernek kurmuşlardır. On binlerce fahişenin üye olduğu “Fransa Ulusal Fahişe Federasyonu” kurulmuştur. (18-06-1975,Cumhuriyet Gazetesi)
Bugün Fransa, kadın ticaretini döviz kaynağı baktığı için sokaklarda açılan kadın piyasalarından polis elini çekmiştir. Bazı turistik broşürlere seks piyasası ile ilgili bilgiler ve adresler koymaya başlamıştır. (15 05 1982,Bulvar gazetesi) Ayrıca aynı tarihli gazetede AET ülkelerinin hayat kadınlarına meslek kredisi verileceği haberinin altında Fransız bayan milletvekili Yvonne Fuillet: “Meslek kredisi açılarak, hayat kadınlarının gerçek bir mesleki statüye kavuşacakları” beyanatı yer almıştır.
Türk sınırları dahilinde zina yapan Çinli prenses Göktürk kağanı tarafından halkın gözleri önünde kılıçla öldürülmüştür. Çünkü Gök Türk töresinde ırza tecavüzün cezası idamdır.
Oğuz Destanı’nda zina yapanların gözlerine mil çekildiğinden bahsedilir.
“Türkler arasında zina en büyük cürüm sayılır ve zina eden her iki suçlu da ölüm cezasına çarptırıldı.” “Uygurlarda zina yapan kimseye üç yüz değnek cezası ile birlikte maddi ceza da verilirdi. Eğer kadın dul ise üç değnekten sonra erkek onu nikahlamaya mecburdu.”
Göktürkler’de fuhuş meçhuldür. Evli bir kadına tecavüzün cezası idamdır. Genç kıza tecavüz ise, genç kız evlenmeyi kabul etmediği takdirde ceza aynıdır. Hırsızlık yapan çaldığının on mislini öder; ödeyemezse hürriyetini kaybederdi. Türk töresinde bu tür cezaların sonucu olmalı ki Vambery’ye göre Eski Türkçe de alüfte, piç (veledi zina) sözlerine rastlanmazdı.
Görülüyor ki, Türk tarihinde suçlar cezasız kalmamış, herkes kötülüklerden mes’ul tutulmuştur. Türk ahlakının yüceliğini sağlayan disiplin ağır cezalarla sağlanmış ve bu disiplin sayesinde Türkler varlıklarını sürdürüp ayakta kalabilmişlerdir.
Sapıklık içinde olan milletleri Cenabı Allah üzerlerine taş yağdırmış hastalıklarla cezalandırmıştır.