İNSANI VE İNSANA AİT DEĞERLERİ KORUMAK

Devletin ve devlet adamının görevi, toplumun maddi ve manevi varlığını, hak ve menfaatlerini korumak ve her türlü güvenliği sağlamaktır.

Eğer devlet zayıfsa, bunların hiçbirini yapamayacağı gibi, aksine toplumda sosyal, ahlaki kargaşalıklar doğar. Yıkıcı ve bozguncu güçler faaliyet gösterecek ortam bulur. Bu durumda o toplumun geleceği açısından büyük tehlike arz eder.

            Güçlü devlet, toplumun geleceği için garantidir. İnsanı, aile yuvalarını ve bunlara ait değerleri özenle korur. İnsana, aileye zarar veren kötülükleri güçlü eliyle yok eder.

Kötülüklere hayat hakkı tanıyacak, dur diyecek kimseleri iş başına getirir. Bunlar vasıtasıyla insanı ve insana ait değerleri korunmasını sağlar. a)İnsanı sevmek:

İslam peygamberi bir kişiyi insanların işlerini görmesi için görevli tayin edecektir.

Konuşurlarken o kişi, peygamberin bir çocuğu sevip okşadığını görür ve:

-“Benim çocuklarım var, onları hiç böyle sevip okşamadım.” der. Bunun üzerine peygamber onu göreve atamaktan vazgeçer ve:

-“Senin kalbinden Allah merhameti söküp almışsa ben ne yapayım?” der. Çocuklarını sevmeyen diğer insanları da sevmez.” demiştir. (1)

Kültürümüz, dünya görüşümüz ve insan anlayışımız açısından insanın sevilmesi, düşünülmesi, değerlerinin korunması çok önemlidir. Bir bakıma kutsal bir görevdir. ġöyle bir baktığımız zaman görüyoruz ki, yeryüzünde bizim insanımız kadar korumasız, çaresiz ve kendi haline terk edilmiş bir topluluk hemen hemen yok gibidir; zaruri ihtiyaçlarını temin ederken yalnızdır. Milli, manevi varlığını korumada yapayalnızdır. İnancını yaşama mücadelesinde kimsesizdir. Saldırılara karşı da korumasızdır.

Turistlere gösterilmesi istenen ilginin birazını kendi insanımıza göstermiyoruz. Ekonomik kalkınmaya verilen önem kadar insanımızın sosyal, kültürel gelişmesine önem veremiyoruz. Asıl olan kendi insanımızdır. Dilimizde “devlet adamı” denilince, halkın güvendiği, ümit bağladığı, hülasa kendisinden çok şey beklediği kişi akla gelir. Bu güne kadar devlet adamlarımız kötülerin, zalimlerin korkulu rüyası, zayıfların, mazlumların sığınağı ve koruyucusu olmuştur.

İnsan çok yönlü bir varlıktır. Bunun için ihtiyaçları da fazla ve değişiktir. İnsanın maddi olsun manevi olsun ihtiyaçlarının giderilmemesi, insanlık onurunu zedeler.

1. İnsana ait ne varsa kutsaldır:

Gerçek şudur ki; bu gün yeni nesil özüne yabancı yetişiyor. Ahlaksızlığın çeşitli şekilleri, birer eğlence şekli olarak sunulduğundan, milli varlığımız, ahlaki yapımız yıkımın eşiğine gelmiştir. Zaman daha fazla geçmeden devlet tedbiri alınmalıdır. İnsanımızın malı, canı, sağlığı, inancı ve her türlü hakları en güzel bir şekilde korunmalıdır. Bazı şeyler devlet eliyle ve ücretsiz yapılmalıdır. Bunların başında eğitim ve sağlık hizmetleri gelir. Bir genç okumak istiyorsa, okuyabilmelidir. Kuduz köpeğin ısırdığı çocuğa parası yok diye aşı yapılmıyor ve çocuk kuduruyorsa, yaralı bir insan parası yok diye acil servise kabul edilmiyor ve biraz sonra oracıkta ölüyorsa, parasız diye istiklal gazisi ameliyata alınmayıp hastaneden çıkarılıyorsa bu utanç verici bir durum değil midir?

Türk kültüründe ve inancında insan ve insana ait şeyler kutsaldır. Bunların korunması da kutsal bir görevdir. Bu görev de herkesten çok devlet yetkililerine aittir. Devlet yetkilileri, insanın kutsallığını ve haklarını koruyacaktır. İnancını yaşayabilmesi için ortam hazırlamak, Allah’a karşı olan görevlerini yerine getirmesini, kulun kula karşı olan sorumluluklarını yerine getirmesini sağlamak, kişilerin hukukunu korumak, tedirginlik veren kötülükleri ortadan kaldırmak, meşru olan her türlü hürriyeti sağlamak devlet adamının görevidir.

İnancın ve kutsal olan şeylerin korunması ile ilgili iki örnek vermek istiyorum; bunlardan biri: Paris’te Volter’in yazdığı Muhammed yahut Taassup” adlı piyes oynayacaktır. Piyeste peygamberimizle alay ediliyor, küçük düşürülmek isteniyordur. Bunu duyan II. Abdülhamit Han, elçilik vasıtasıyla temsilin oynatılmamasını, aksi halde bunu siyasi mesele yapacağını

Fransız hükümetine bildirir. Fransız hükümeti piyesi oynatmayı durdurur. Aynı piyesin

Londra’da da oynatılması kararlaştırılır. Her şey hazırlanmış, biletler satılmıştır. Aynı teklif İngiliz hükümetine yapılır. İngiliz yetkilileri, çok geç olduğunu ayrıca böyle bir teklifin İngiliz vatandaşlarının hürriyetine tecavüz olacağını ifade ile teklifi reddeder.

Bunun üzerine Abdülhamit’in cevabı şöyle olur:

“Müslümanların halifesi olarak, İngilizler peygamberimizi tezyif ediyorlar diye alemi İslam’a beyanname neşredip, cihad-ı ekber ilan edeceğim.” 

Bu ikaz üzerine İngilizler temsilin oynatılmasını durdurur. Görülüyor ki en zayıf olduğumuz anlarda bile milletin inancı ile alay edilmesine müsaade edilmemiştir.

Diğer ise; 1527 yıllarında İran’da İstanbul’a molla kabız adında bir zat gelir. İnancımıza aykırı konuşmalarla insanımızın inancını rencide eder. Kanuni Sultan Süleyman, ilim adamlarını toplar. Molla Kabız’ı iddialarını ispata davet eder. Özellikle İbni Kemal’in karşısında fikirlerini çürüttükten sonra İstanbul Kadısının fetvası ile Molla Kabız idam edilir. Evvela bozguncu fikirleri, sonra da kendisi yok edilir. (2) bu günde aynı fitne, aynı faaliyetler vardır. Hatta çok daha yıkıcıdır. Ama alınan bir tedbir, yapılan bir icraat yoktur.

ġuan da komşu ülkelerde milyonlarca Müslüman Türk’ün adları değiştiriliyor, mal, can emniyetleri yok. Camileri yıkılıyor, inançlarını yaşama hürriyetleri yok. Anadolu’nun bir başından diğer başına misyoner ordusu dinimize iftiralar yağdırıyor. Yetkililer acaba ne düşünürler…

c)Faydalı olmak:

İnancımıza göre insana saygı, insana hizmet, dini ve insani görevdir. Peygamberimiz “En hayırlınız, insanlara en çok faydalı olanınızdır.” buyurmuştur. Başka bir hadislerinde de: “Bir kul ki Allah onu halkı görüp gözetmek üzere vali (yönetici) kılar da o, onları görüp gözetmez, muhafaza etmezse, elbette o kişi cennet kokusu koklayamayacaktır.” (3) buyurarak yöneticiye görüp gözetme, muhafaza etme görevini vermiştir. Bunun için kutsal varlık olan insan ve ona ait değerler özenle korunmalıdır. İçki, zina, kumar gibi insanı alçaltan, yüzünü kızartan felaketler devlet eliyle yok edilmelidir. Devletin görevi sigaranın üzerine “Sağlığa zararlıdır” yazmakla bitmez.

Yusuf Has Hacip, Kutatgu Bilig adlı eserinde: “Tanrının kullarına faydalı ol. Ancak insanlara faydalı olan kimseye insan denir.” diyerek sorumluları insanlık görevine davet etmiştir. İnsanın korunması için Halife Ömer geceleri sokaklarda dolaşmış, halkını görüp gözetmiştir. Düşkünün yiyeceğini sırtında taşımıştır. “Biz götürelim” diyenlere: “Yarın ahrette de benim cezamı çekip, yükümü taşıyacak mısınız?” demiştir.

Bir gün Bizans elçisi onu fakir bir kadının yapılan evinde kerpiç taşırken görmüş:

-“Nasıl olur? Müslüman halifesi böyle işlerde çalışıyor? deyince Halife Ömer:

-“Biz insanı severiz, fakir ve muhtaçlara yardım ederiz.” Cevabını vermiştir.

Gene bir gece devlet başkanı Ömer dolaşırken şehir dışında konaklamış kervan görür. Kervanı gözetirken bir çocuğun ağladığını duyar. Yaklaşır anasına çocuğunu avutmasını söyler. Biraz sonra gene aynı ses. Bu defa kadına:

-“Çocuğunu neden avutmuyorsun? Acımıyor musun?” deyince kadın:

-“Ömer, emzikli kadınlara tahsisatı kesti. Çocuğumu doyuramıyorum.” Cevabını vermiştir. Bunun üzerine irkilen Ömer, “Ey Ömer! Kim bilir bu yüzden kaç çocuk ağlayarak acı çekmiştir?” diyerek ağlamış, yeni doğan çocuklar için tahsisat ayırmıştır. Harp malulleri için ayrı ödenek vardır. Gerekirse sakat kalanlar için hizmetli tayin edilmiştir. (4) İnsan hayatta, bilhassa ihtiyarlıkta, hastalıkta, yoksullukla, zulümle çaresiz ve yalnız bırakılmamalıdır. Köşe başları, cami avluları dilencilerle dolu. Kapı kapı dolaşanlar ise cabası… Yılda ayda bir defa yapmacık ilgi ile görev olmaz. İnsanın günde üç defa karnı acıkır. 

Atalarımız insana karşı olan görevlerini çok iyi yapmışlardır. İhtiyaçtan dolayı hırsızlık yapan, açlıktan zina eden yoktur. İnsan, insan için sosyal güvence olmuştur. Evlenecek kızlar için çeyiz hazırlayan vakıflar bile vardır. Tedavi, ilaç ücretsizdir. Camilerde sadaka taşları vardır. Hayır, yapmak isteyenler oraya koyar, ihtiyacı olan oradan alır. Gösteriş yok, onur kırmak yok…

d)İnsanın korunması:

Selçuklu sultanı melik şah, yoksulları, ihtiyaç sahiplerini korumak için bugünün parasıyla milyarlar tutan para ayırmıştır. Harbiye Nazırı Tac’ül Mülk Melikşah’a:

-“Bu parayı ordunun bütçesine eklesek Bizans’ın surlarını açmak (İstanbul’u fethetmek) mümkün olur.” Deyince Melikşah şu cevabı vermiştir:

-“İnsanın korunması, Bizans surlarının aşılmasından daha hayırlıdır.” 

Bir babanın çocuklarını kötülüklerden alıkoymak için gösterdiği çabayı, devlet baba da insanımız için gösterecektir. Bu konuda çok güzel örnekler vardır:

Mevlana bir kişinin idam olunduğunu duyar, koşarak oraya gelir. İdam sehpasında sallanan zavallının ayaklarına sarılır ve der ki: “ġayet vakti ile ben seni bulup, seninle ilgilense idim, sana karşı vazifemi yapıp, seni doğru yola çevirse idim, belki sen bu kötü akıbete düşmezdin.

Bunu yapmadığım için suçluyum.” 

Alparslan’ın veziri Nizamülmülk’ü Sultana şikâyet ederler. Zulmettiğinden, rüşvet aldığından bahsederler. Sultan Alparslan vezirini çağırır, şikâyet mektubunu okumasını ister, sonra: -“Ey vezirim, eğer bu adamın yazdıkları doğru ise bundan vazgeç, eğer bir iftira ise bu adama bir iş bul da meşgul olsun, onun bunun aleyhinde bulunmasın, kötülük yapacak vakit bulamasın.” demiştir.

Bir gün görevli memurlar birkaç kişiyi tutup Halife Ömer’in huzuruna getirirler, hırsızlık yaptıklarını söylerler. Ömer (r.a) sorar:

-“Hırsızlık yaptığınız doğru mu?

-Evet” derler.

Hz. Ömer, itiraz etmedikleri için şaşırır ve sorar:

-“Neden?” Adamlar şu cevabı verirler:

-“Biz falancanın gösterdiği işte çalıştık, ücretimizi vermeyince çalmak zorunda kaldık.” Halife, adamları serbest bırakır. İş sahibine de:

-“Bunlar bir daha çalarsa onları değil seni cezalandırırım.” der.

Artan suç ve suçlular, ilgisizliğin, işsizliğin ve korunmasızlığın kurbanı değil midir?

III. selim bir gün tebdil gezmiş ve saraya dönünce sadrazama yazılı olarak şu emri vermiştir:

-“Bu gün tebdil gezerken halkın fırınlar önünde toplandığını gördüm. İçlerinden biri: “Yiyecek ekmek bulamıyoruz .” dedi. Vicdanım sızladı. Derecesiz müteessir oldum. Bunun çaresine tez elden bakılsın. Milletime, ibadet ehline zahmet çektirmek bize layık değildir.” Allah kullarını yaratmış, yöneticilere emanet etmiştir. Allah’ın kullarına eziyet veren, görüp gözetmeyen, insanı ve insana ait değerleri korumayan emanete ihanet etmiş olur.

Allah: “Ey inananlar, kendinizi, ailenizi, çoluk çocuğunuzu Cehennemin ateşinden koruyun.” (5) buyurarak kullarının korunmasını istemiştir.

~~~~~~~~~

~~~~~~~~

~~~~~

~~

  • Buhari, Edeb-Müslim Fezail
  • İslam Ans. IV Sf:15-16 
  • Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih, c:2 sf:316
  • Asr-ı Saadet c:VII sf:425
  • Tahrim Suresi:6
0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir