HER TOPLUMA BİR YÖNETİCİ

Aziz okuyucularım,

İnsanlık tarihinin başlangıcından buyana insanoğlu, yapısı, ihtiyaçları ve yaratılış gereği hep topluluk halinde yaşamıştır. Bu toplulukların ihtiyaçlarının karşılanması ve mutlu edilmesi için de işleri organize edecek seçkin insan ve insan guruplarına ihtiyaç duyulmuştur. Bugüne kadar dünyanın, hayatın düzeni ve insanların huzuru için toplu yaşama yerleri kurulmuş, işleri yürütecek, düzeni sağlayacak kişiler seçilmiş, devletler kurulmuş, yasalar konmuş ve uygulanmıştır.

İnsanları yarattıktan sonra Allah onları başıboş bırakmamış, iyi yönetilmelerini istemiş ve başta peygamberler olmak üzere sorumlu tutmuştur. Emanetin ehil ellere verilmesini, adalet, eşitlikle yönetilmelerini emretmiştir.

            Sevgili peygamberimiz de : “Üç kişi olduğunuz zaman birinizi başkan tayin edin” buyurarak yöneticinin gereğine işaret etmiştir.

            Çevremizdeki bazı hayvanlara baktığımız zaman bizim için ibret alacak durumlar vardır. Bunlardan topluluk halinde yaşayan karıncalarla arıları örnek vermek istiyorum. Karıncalarda kraliçe vardır, karıncaların başıdır. Kraliçelik görevini tam yapmazsa, karıncaların arasında birlik ve düzen bozulur.

Başka bir topluluk olan arılarda da bey vardır. Bey arılar için, arılar da bey için çalışırlar. Bey iyi olmaz ve arılar için iyi çalışmazsa arıların da huzuru kaçar.

Demek oluyor ki, karıncaların ve arıların dirliği, düzeni, huzurlu yaşamaları ve varlıklarını sürdürmeleri kraliçe ve beyin durumu ile yakından ilgilidir.

İnsanlar için de durum böyledir. İnsanların işlerini görmek ve insanları yönetmek için başa geçenler seçkin kimseler olmalıdır. Çünkü insanların başına geçmek ve insanları yönetmek ağır sorumlulukların yüklenildiği bir görevdir.

Bir baba çocuklarından, çoban güttüğü sürüden nasıl sorumlu ise, milletin başına geçen kimse de milletinden sorumludur. Çünkü insanların başına geçmenin anlamı, milleti iyi yönetmektir. Milleti adil bir şekilde idare etmektir. Milletin karşı karşıya bulunduğu problemleri çözmek ve milleti mutlu etmek demektir. Bunu da ancak seçkin ve üzerine aldığı görevin ciddiyetini bilenler yapabilir.

Nakledildiğine göre Hz. Ömer, devlet başkanlığına seçildiği gün ağlamıştır. Niçin ağladığını soranlara:

“Neden ağlamayayım? Bunca insanın sorumluluğu bana verildi. Nil nehrinin kenarında bir kurt bir kuzuyu kapsa benden sorulur.” Cevabını vermiştir. a)Yöneticinin önemi:

Yöneticilik önemli bir görevdir. Bu görevi yapacak kişinin durumu ise daha da önemlidir. Atalarımız: “ Kendi başını deremeyen, gelin başı deremez.”  Millet açısından da: “Başını acemi berbere teslim eden, sargı bezini yanında taşımalıdır.” Diyerek insanların işlerini görenlerin, milletin başına geçenlerin önemini vurgulamışlardır.

İnancımıza göre canlılar arasında insan, üstün bir varlıktır. Çünkü her şey insan için var edilmiştir. Bu nedenle insan hiçbir kötü muameleye layık değildir. Ancak Allah’ın buyurduğu gibi emanet emin ve ehil ellere, layık kimselere teslim edilmelidir. Aksi halde insanlar, hak etmedikleri zulüm ve layık olmadıkları beceriksizliklerle karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacaklardır.

Bazı durumlarda sık sık tekrar etmek zorunda kaldığımız bir söz vardır: “bir deli kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz.” Der dururuz. Evet, taşı çıkarmak zordur. O zaman çare, deliye sahip olmak, taşı kuyuya attırmamaktır. Delilik yapması için fırsat vermemektir. Zira millet idaresinde, devlet yönetiminde yapılacak hataların, hele deliliklerin telafisi güçtür. 

Demek oluyor ki, görev yapacak insan ve insanın durumu çok önemlidir. Anlatıldığına göre : “Bir gün Hz. Ömer, sahabenin ileri gelenleri ile görüşürken “Allah’tan ne istersiniz? Diye sormuş, içlerinden biri: “Bu oda dolusu altın, gümüş isterim.” Demiş. İstediği bu şeylerle ne yapacağını sorulunca: “Fakir ve muhtaçlara dağıtacağım” cevabını vermiştir. Hz. Ömer bu cevabı beğenmeyerek aynı soruyu birkaç kişiye daha sormuş ve verilen cevaplar hoşuna gitmemiştir. Mecliste bulunanlardan biri Hz. Ömer’e dönerek : “Ey Müminlerin emiri sen ne istersin?” diye sormuş, Hz. Ömer: “Allah’tan dileğim, bu oda dolusu Ebu Ubeyde, Muaz b. Cebel, Huzeyfe b. Yemen gibi adamlarım olaydı da Allah ve memleket hizmetinde kullanaydım.” (1) demiştir.

Bu sözler memleket, millet hizmetinde tesadüflerin adamları değil, iş yapacak becerikli ve altından, gümüşten daha değerli seçkin kimselerin gerektiği ifade edilmiştir. b)Duyulan Özlem:

İslamiyet’ten önceki ve sonraki tarihimize baktığımız zaman her sayfasının şeref levhaları ile dolu olduğunu görürüz. Tarih boyunca milletimiz yerleşme, şehirleşme, yasa koyma, uygulama, devlet kurma ve idare etmede insanlığa örnek olmuştur. Ayrıca milletimiz tarih boyunca büyük yöneticiler yetiştirmiştir. Ve bunların yetenekleri sayesinden Türk milleti, dünyanın en büyük milleti olmuştur. Ecdadımızda kıtalara hükmetmişler, insanlığa güven vermişler ve yeryüzüne huzur getirmişlerdir. Bu sebeple de Türk milleti, hep dünyanın diğer milletleri tarafından hayranlık duyulan, takdir edilen ve taklit edilen milleti olmuştur. Türkleri yönetici olarak başlarına geçirenlerin, Türk idaresini tercih edenlerin, Türklerin atlarının çeşmelerinden su içmedikçe kendilerine huzur gelmeyeceğine inananların, “Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi yeğleriz” diyenlerin hikâyeleri insanlık tarihinin süsleridir.

Ne yazık ki, tarihimizin çöküş dönemlerinde ise, milli benliğimizden milli hasletlerimizden kopmuş, Türk millerini tanımayan, özelliklerini bilmeyen her nasılsa milletin başına geçenler aziz milletimizi hayal kırıklığına uğratmışlardır. Bunlar dünya kamuoyun da milletimizi, milletimizin ideallerini küçültmüşler, kendilerini de çoğu zaman gülünç duruma düşmüşlerdir. Bilgisizlikleri ve beceriksizlikleri ile insanımızı insan yapan ve yücelten değerleri koruyamamışlardır.

Tarihe baktığımız zaman becerikli, milleti, devletini iyi idare etmesini bilen yöneticiler, insanlarının ve ülkelerinin menfaatlerini her zaman korumuş ve insanları mutlu etmişlerdir. İnsanları iyi idare etmesini bilmeyen nice imparatorlar, krallar, padişahlar ve adı ne olursa olsun devlet adamlarının saltanatı uzun sürmemiştir. Hatta niceleri kendi başını yemiştir.

Bazıları da Neron gibi yanarken halkını da yakmıştır. Böylece yöneticilerinin beceriksizliği yüzünden nice ülkeler de perişan olmuştur.

Kısacası milletimiz kötü idareye, kötü yöneticilere layık değildir. Burada onur kırıcı bir durumu ifade etmeden geçemeyeceğim. Daha dün dünyaya huzur veren milletin evlatları bugün ekmek kavgasına düşürmüştür. İnsanımız karın doyurabilmek için dedelerimizin yönettiği ülkelerde, huzur, adalet dağıttığı yerlerde çalışmak zorunda bırakılmıştır. Sahip çıkılmaması nedeniyle yüce duyguları, inançları ve idealleri zayıflamıştır. Hatta kaybolmuştur. İşte bizim insanımız asla buna layık değildir. Ayrıca milletimizin karşı karşıya getirildiği bu durum, milletimiz için değişmez kader de değildir.

Batı, Osmanlının gücünün sebebini araştırırken İstanbul İngiliz sefiri “Buldum” diyerek Londra’ya mektup yazar:

“Osmanlı dil, din farkı gözetmeksizin çocukların zekâlarını ölçüyor ileri zekâlıları medreselerde okuyup, İslam terbiyesine göre yetiştiriyor. Aralarından seçtiklerini de Enderun mektebinde okutup zamanın en ileri bilgilerini veriyor… Osmanlıyı güçsüz kılmak ve Hıristiyanlığı kurtarmak için tek çare medreseleri ve Enderun mektebini içten yıkmaktır…” der (2)

Sonuç olarak; tanzimattan sonra milletimiz, milli, ahlaki, manevi varlığını koruyup yüceltecek yönetici kişi ve kadroların özlemini duymaktadır.

Eğer aziz milletimiz, milli bir program, milli bir kadro ile idare ve komuta edilecek olursa, o zaman maddi ve manevi her türlü sıkıntı kısa zamanda aşılacaktır. Yeter ki güvenilir, dürüst,  samimi kimseler aziz milletimizin sorumluluğunu üstlensin…

  1. Hayatü’s Sahabe c.l-s. 361
  2. M.Hamidi, İslam Ahlakı, s.34
0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir