HAC HATIRALARIM
Cenab-ı Allah‘ın rahmet ve bereketi üzerinize olsun. Sevgili Rasülüne de salat ve selâm olsun.
Rabbım af ve rahmetinden, ayni zamanda sevgili Rasülünün şefaatinden bizleri ayırmasın, mahrum etmesin, inşallah.
Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurur:
―Hac ve umre yapanlar, Allah‘ın misafirleridir. Allah‘tan bir şey isterlerse onlara cevap verir, af isterlerse, onları af eder.‖ (H. Döndüren, İs. İl:561)
Mekke‘ye Cenab-ı Allah‘ın evine gidenler O‘na misafir olurlar, Medine‘yi Münevvere‘ye gidenler de Allah‘ın sevgili Rasülüne misafir olurlar.
Bir hadiste : ―Kim beni öldükten sonra ziyaret ederse, şefaatim ona hak olur‖ buyurmuştur. (Usve-i Hasene:473)
Rabbimiz buyurur ki;
―Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.‖
Demek ki, istek ve yöneliş kuldan başlarsa, Rabbimiz kabule hazır… Kul ―Allah‖ diyecek, Rabbi ona ―Buyur Kulum‖ diyecek.
Rabbimiz, Hz. İbrahim‘e :
―Kullarımı hacca çağır, uzaklardan gelsinler ve menfaatlerine şahit olsunlar, nasiplerini alsınlar‖ buyurmuştur.
Hac yoluna düşen, malını Allah yolunda harcayarak, kurban kesecek ve sabır imtihanına tabi tutulacaktır. Hacdan önce ihtiyaç sahibi kimselerin ihtiyacını giderecektir.
Allah‘ın kendisine verdiği imkânlardan, başkalarını faydalandırmadan yola çıkmayacaktır.
Hac yoluna düşen:
- Maddi hazırlıkların yanında mânevi hazırlıklar yapmalıdır.
- Hakla yola düşmemelidir.
- Allah‘ın kullarına dargın ayrılmamalıdır.
- Ahiret yolculuğuna çıkar gibi çıkmalıdır.
- Her meşakkatle sabır imtihanına tabi tutulduğunu bilmelidir.
- İeytanın çokça önüne çıkacağını unutmamalıdır.
- Yol arkadaşlarından kimseyi incitmemeye çalışmalıdır.
- Hacta kavga yok, sövüşme, dövüşme yoktur. Ayette şöyle buyrulur :
―Kime hac farz olursa, bilsin ki, orada itişip kakışma, sövüşüp sataşma yoktur.‖
O izdihamda, şeytan taşlamada, tavafta, say‘da, vasıtalara binip inerken… imtihan olunuyor.
Kusur arayana, eksiklik görmek isteyene çok şey görünecek. Bunları normal görmedikçe, günahtan hacı adayı kendini alıkoyamaz.
- Hac yolunda güzel huy ve hasletler kazanmalıdır. Başkalarının eksik ve kusurları ile uğraşmamalıdır. Orada ibadet edenleri, göz yaşı dökenleri görmelidir.
- Çarşı Pazar tavafından çok Kâbe‘yi tavaf etmelidir.
- Orada yapılan ibadetlerin kat kat sevabının olduğunu unutmamalıdır.
- Hac iman tazelemedir. Hac günahlardan arınmadır. Makbul olan haccın karşılığı cennettir.
- Cenab-ı Allah hac yoluna düşenlere makbul olan hac nasip etsin, değişmek nasip etsin inşallah.
Hac, yüce Allah‘ın İbrahim (s.a.) dan buyara müslümanlara yüklediği dini sorumluluktur.
Hac, İslâm dininin beş temel şartından biri. Yani müslüman olmanın gereği yapılan bir ibadet. Demek oluyor ki, müslümanım diyen:
- ―Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûluh‖ diyecek, Allah‘ın varlığını birliğini Hz. Muhammed‘in O‘nun peygamberi olduğunu şeksiz şüphesiz kabul edecek, peygamberine de kayıtsız şartsız teslim olacaktır.
- Namaz kılacaktır.
- Oruç tutacaktır.
- Zekât verecektir.
- Hacca gidecektir.
Hac, hem mal, hem de bedenle yapılan bir ibadettir.
Hac, islâm‘ın şartlarından olduğu için her müslüman niyet etmeli, hac hazırlığı yapmalı,maddî ve manevi yönden kendini hacca hazırlamalı ve Cenab-ı Allah‘ın kendisine gitme imkânını vermesi için dua etmelidir. Gidemese bile bu durumda Cenab-ı Allah‘ın kendisine gitmiş, hac görevini yapmış sevabı vereceğine inanmalıdır. Çünkü; İslâm‘da niyet çok önemlidir. Herşeyde niyet esastır. Arzu eden herkese Allah nasip etsin inşallah.
Ben şunu gördüm ki, her türlü maddi hazırlık yapılıyor, hiçbir şey eksik bırakılmıyor ama, manevi hazırlık pek yapılmıyor.
Bir ay değil aylarca yetecek yiyecek, para ve diğer eşyalar büyük bir itina ile hazırlandığı halde, gerçek hazırlık yapılmıyor. Meselâ;
- Eşden, dosttan, evlattan, maldan, mülkten ayrılırken dökülen göz yaşlarının damlası Mescid-i Nebevi de ve Beytullah da dökülmüyor.
- İkinci sıradaki namaz borçları, üçüncü sırada olan oruç ve dördüncü sırada olan zekât borçları hiç düşünülmemiş, Allah‘a kılmaya, tutmaya, vermeye söz verilmemiş, çantalar ve bavullar dolusu hazırlık yapılmış…
Bazı şeyleri söylememiz zorlaştırma değildir…
Hacca giderken sadece maddi hazırlık yeterli değildir. Manevi hazırlık da gerekir. O olmadan hac etmenin zevki olmaz.
- Hac beşinci sırada, diğer şartlar yerine getirilmeden veya yoluna konmadan hacca sıra gelmez.
- Ruhen, ahlâken hazır olmak lâzımdır.
- ―Hacca gideyim temizleneyim‖ diyen, önce bazı temizlikler yapmalıdır. Hac adayı elini yıkmazsa, Allah onun kalbini günah kirlerinden arındırmaz.
- Bağımlı olduğu bazı alışkanlıklardan da kurtulmalıdır ki, hac onun için kurtuluş olsun.
- Ben değişeyim kararı alınmamış, adıma hacı desinler, adıma birde hacı adını ekleyeyim düşüncesi ile yola çıkılmış, daha hac görevi yapılmadan buraya gönderdiği çuvalların üzerine hacı bilmem kim yazılıyor. Daha Türkiye‘de iken birbirlerine hacı, hacı demeye başlıyorlar. Ama bazılarının hacıya benzeyen yanları da olmuyor.
Bazıları için hac, gövde gösterisi oluyor.
İsmet bey kardeşimiz anlatıyordu. Hacılığını ön plâna alan birinin önünde boy boy çıplak resimlerin bulunduğu gazete için :
- ―Kendine mi alıyorsun birine mi veriyorsun?‖ diyor.
- ―Kendime alıyorum.‖ Cevabını veriyor.
- ―Bu resimlere bakıyor musun?‖ diyor.
- ―Ben hiç onlara bakmıyorum‖ cevabını veriyor.
Bir adam da kendisine hacı demeden selâm verene ve bir şey sorana cevap vermiyormuş.
Emin Bey hocam anlattı:
Biri birine ―Osman Amca‖ demiş.
Osman Bey, çok kızmış ve:
- ―Eşek, hayvan sen benim hacı olduğumu bilmiyor musun? Neden Hacı Osman Amca‖ demiyorsun demiş.
Bu olaylar gösteriyor ki, bazı yolculuklar boşuna oluyor.
İair :
―İnsan hacı olur mu hacca gitmeyle
Eşek derviş olur mu Kâbeye taş çekmeyle‖ demiş.
Her giden hacı olmuyor.
Hacca hazır olunca hac gecikmez. Hac en büyük ibadetlerdendir. Hac kabul oluverirse, o kişi kurtuldu demektir.
Onun için maddi imkânı olanda olmayanda hazırlık yapmalıdır. Yol bulabilmek için de ―Rabbim bana hac nasib et‖ diye dua etmeli, her zaman hac niyeti taşımalı ―gidemezsem hac sevabı kazandıracak işler nasib et Allah‘ım!‖ demelidir.
Çeşitli bahanelerle hac gecikmez.
- Hazır değilim, daha var, eğer kara yolu açılırsa gideceğim.
- Hacca giderim, ama ya yolda ölürsem…
- Hacca giderim, ama ya koruyamazsam. Denmez. Bazen sen onu korursun bazen de o seni korur.
- Ben biraz yaşlanayım da giderim. Ya yaşlanmadan ölür kalırsan. Peygamber : ―Hac yapmak isteyen acele etsin‖ buyurmuş. (Ebu Davud, Menasik:6)
- Haccı geciktirmekte tehlike vardır. İnsan hastalanır, ölür, mâni çıkar, şeytan insanın önüne mazeretler çıkarır, durur. Hatta öyle ki, terk bile ettirir. İeytan insana:
- ―Dünya işlerine bak, yoluna koy‖ der.
- ―Çocuklar şöyle böyle‖ der. Sünnet der, düğün der.
- ―Hac yerine şu hizmeti gör‖ der, birini evlendir, fakire yardım et der, devlet borçlu ona ver der. Yani haccı terk ettirir. İnsanı hactan alıkor ve o kimseye hac nasip olmaz.
- Hacca Allah çağırır, Peygamber çağırır, Azrail çağırır, bir de şeytan çağırır. Her halükarda şeytana kulak asmamak gerekir.
Hz. Peygamber :
―Hac murad eden kimse acele etsin. Zira bir hastalığa yakalanabilir. Bir sapık onu saptırabilir veya bir ihtiyaç onu yolundan alıkoyabilir.‖ (Ramuz El Hadis:400/13) buyuruyor, ümmetini uyarıyor.
Müslüman hac nasip olması için Allah‘a dua etmelidir. Nasip olan sevinmelidir.
Ayrıca hac nasip olmamasından da korkmalıdır. Çünkü gidememek bir cezadır, mahrumiyettir.
Sözü fazla uzatmadan ben size hac yolculuğundan anlatmaya çalışacağım. Fakat şunu baştan ifade edeyim ki, haccı, hac yolculuğunu o kutsal mekanları oradaki duygu ve düşünceleri lâyıkı ile anlatmak mümkün değil. Hac, anlatılacak bir olay değil, yaşanacak bir olay. O yerler anlatılacak yerler değil gidip görülecek yerler. Yol çok meşakkatli. Allah için yola çıkmışsın, Allah için katlanacaksın.
Buradan uçakla hava alana iniyorsunuz. Yer değişik, insanlar değişik, iklim değişik, hayat değişik. Buradaki problemlerden, çekişmelerden ve görüntülerden ayrılıyorsunuz, insan fıtratına daha uygun bir ortama giriyorsunuz.
Cidde‘den göz yaşı döke döke ―Sana geliyorum Ya Rasülüllah‖ diyerek salavatlarla, tekbirlerle 7 saatlik Medine yolculuğuna başlıyorsunuz.
Allah Rasülüne : ―Hoş geldin. Buyur ya Rasulallah!‖ diyen Ensarin sıcak davetini, samimiyetle kucak açmasını hissediyorsunuz…
Allah Rasülü, Medine‘ye geldiği zaman Medineliler kucak açtılar. O, onları sevdi, onlar da Allah Rasulünü sevdi. İlk Ebu Eyyübel Ensari‘nin evinde kaldı. ―Ziyaretime gelenler olur alt katta kalayım‖ dedi. Kendisine bir ev yapılıncaya kadar burada kaldı. Ebu Eyyübel Ensari, Allah Rasulü alt katta diye yatıp uyumamıştır.
Hz. Peygamber, Medine‘de ilk iş Mescid-i Nebevi‘yi yapmıştır. Kendisi bir işçi gibi çalışmıştır.
Mescidi Nebevi, son haliyle insana gurur veriyor. Osmanlının eserleri ikinci bir gurur kaynağı. Öyle ihlasla yapılmış ki, mânevi güzellikler sergiliyor.
Osmanlı, Peygamber mescidini yaparken ustaların taş kırdığı yerlerin altına ―Allah
Rasulü rahatsız olmasın diye keçe döşemiş.. Rayların altına keçe koymuş…‖
Mescidin içine giren kuşlar bile öyle edepli, öyle saygılı davranıyor ki, edepsizlik edip içeriye pislemiyorlar.
Etrafta yüzlerce tuvalet var. Peygamber (s.a.)‘ın seviyesinden aşağıda yapılmış, kat kat yürüyen merdivenler sizi indiriyor, çıkarıyor, koku yok, tertemiz, suda hiç kesilmiyor. Ücret yok.
Mescidin o güzelliği, o düzen, o nizam insanı mest ediyor. Oradaki görevliler öyle halim selim ki ―Sen su dök, biz temizleyelim, sen kirlet, biz temizleyelim dercesine bekliyor. Neden döktün, neden kirlettin?‖ diyen olmuyor.
Mescidin içinde Allah Rasulü yatıyor. Yanında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer var. Hz. Peygamberin dayanıp hutbe okuduğu, daha sonra minber yapılınca ağlayan küçük var, âdeta bir insan gibi defnedilmiş.
Mescidin içinde Allah Rasulü’nün sıcaklığını hissediyorsunuz. Sanki oda arkadaşınız. Selâm veriyorsunuz, selâm alıyorsunuz. Adeta bunu hissediyorsunuz…
Size şunu söylüyorum : Peygamberi çok sevin, O‗na uyun, O‘na çokça salavet getirin, O‘ndan şefaat isteyin. Çünkü o, sizi çok seviyor, ümmetini çok veriyor. ―Elemru Meamen Ehabbe= Kişi sevdiği ile beraberdir,‖ demiş. Onu seven, ondan bir şeyler alıyor. Orada bir şeyler hissediyor kendini tutamıyor…
Hz. Peygamber, cesedini çalmak isteyenlere karşı kendisini sevenlerden imdat istemiş. Olay şöyle olmuş :
―İki Hıristiyan, Hz. Peygamberin vücudunu çalmak, Avrupa‘ya götürmek üzere görevlendirilir. Bunlar, Koyu Müslüman kıyafetine girerler, Medine‘de Mescid-i Nebevi‘ye yakın bir eve yerleşirler ve O evden tünel kazarlar…
Hz. Peygamber Selçuklu hükümdarı Zengi Aksungur‘un rüyasına giriyor. Teheccüt namazını kılıp yatmış olan hükümdar, peygamberi görüyor. Peygamber rüyasında ona iki sarışın adamı gösterip : beni bunlardan kurtar, diyor.‖derhal uyanıyor iki rekat daha namaz kılıp yatıyor. Gene peygamber ona: ―Beni bu iki sarışından kurtar, diyor. Üç defa ayni rüyayı görünce, hemen Medine‘ye hareket ediyor ve 16 günde varıyor. Mescide giriyor, iki rekat namaz kılıp, Peygamberi edep dairesinde ziyaret ediyor, selâmlıyor.‖
Veziri, hükümdarın hediye dağıtacağını ilân edip herkesin gelip hediyesini almasını duyuruyor. Herkes geliyor. Ama o iki sarışın yok.
Hükümdar : ―Bu kadar mı, başka kimse yok mu?‖ diyor. Medineliler, ―iki kişi var ama onlar ihtiyaç sahibi değil, bilakis çok hayır dağıtıyorlar, sürekli ibadet ediyor.‖ Diyorlar. Evlerine gidiliyor.
Hükümdar odaları dolaşıyor, birinde bir hasır serilidir. Hasırı kaldırıyor, Peygamberin mezarına iyice yaklaşmış olan tüneli görüyor.o kişileri cezalandırıyor. Ve peygamberin kabrinin etrafını hendek kazdırıp, kurşun eriterek dolduruyor. Yıl 1162 idi. Hz. Peygamber kendisini çok seven Nurettin Zengi den imdat istemişti. Sevgi karşılıklıdır. Seversen karşılık görürsün.
Her yerde her vesile ile dua ediniz. Her yerin bir özelliği vardır. Manevi yönü vardı. Oralarda Peygamberin izi var. O oralarda dua etmiş.
Bugün hacca gidenler 40 vakit namaz kılmak ve Hz. Peygamberi ziyaret emek için Medine‘ye giderler. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurur:
- ―Benim mescidim de 40 vakit namaz kılan kimse için, Cehennem ateşinden ve nifaktan kurtuluş beratı yazılır.‖
- ―Kim sevap kazanmak niyetiyle Medine‘de beni ziyaret ederse, O benim komşum olur. Kıyamet günü de ona şefaat ederim.‖
- ―Benim kabrimi ziyaret eden kimse şefaatimi hak etmiş olur.‖
- ―Kim beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, o beni hayatımda ziyaret etmiş gibidir.‖
Mescide varan müslüman, tertemiz duygularla Allah Rasulünü ziyaret eder. Evi ile minberi arası Ravza-i Mutahhare‘dir. Allah Rasulünün kabri önünden geçip ―Essalâmü Aleyke Eyyühennebiyyü ve rahmetullahi veberekâtüh‖ diyerek selamlar.
Peygamber Efendimize sağlığında nasıl hürmet edilmiş, saygı gösterilmişse, vefatından sonrada bu hürmet ve saygı devam etmiştir. Allah Rasulü ziyaret edilirken huşu ile saygı ile ziyaret edilmelidir. Derli toplu olunmalı, şuurlu hareket edilmelidir. Sessiz olunmalıdır.
Ziyaret sırasında tevessül ederken yani vasıta kılarken dikkatli olunmalıdır. Oraya buraya yüz sürülmemeli, duvar ve demirler öpülmemelidir. Allah‘tan isterken Allah‘ın sevgili kulu Peygamberimizi vesile kılarız. Peygamberimizin hatırına, onun yüzü suyu hürmetine deriz, dua ederiz.
Bu ziyaret selâmlamayı yaparken edepli davranmak gerekir. İmam-ı Azam, Peygambere ziyarete gelmiş, 7 adım kala durmuş, yanaşamamış, ne zamanki müsaade edilmiş, o zaman yanaşmış. Paldır küldür girmemek, yanaşmamak lazım. Biz biraz saygısızlık mı ettik bilmem ama, yanaşı verdik. Bu sevgimizin çokluğundan ve heyecanımızın fazlalığındandı, sanırım.
Unutmamak lazım İmam-ı Azam Medine‘de Allah Rasülü yatıyor diye ayağını uzatıp yatmamış, İmam-ı İafi atına binmemiş. Allah, bu şuurla Peygamberi ziyaret eden kullarından etsin.
Allah Rasulünün huzurunda samimi müslüman, heyecanlanıyor, kendini tutamıyor, titriyor, ağlıyor. Sorulara muhatap olmuyor. Huzurda : ―Ne istiyorsun? Niye geldin‖ sorusuna:
– ―İefaatini istiyorum ya Rasulallah‖ deyiveriyor.
Medine‘de bulunduğumuz zaman içinde Hz. Peygamberin hicret sırasında yaptığı, bir işçi gibi çalıştığı ilk cami olan KUBA MESCİDİ ni ziyaret ettik. Bu mescid Tevbe Suresinin 108. ayetinde takva mescidi olarak adlandırılmıştır.
İnananlar arasına ayrılık sokmak için Mescid-i Dırar yapılmıştı. Cenab-ı Allah : ―Onun içinde asla namaz kılma. Kuba Mescidinde namaz kılman daha uygundur…‖ buyurdu.
Hz. Peygamberin ilk Cuma kıldırdığı CUMA MESCİDİ ni ziyaret ettik.
Daha sonra kıblenin Kâbe‘ye döndürüldüğü İKİ KIBLELİ MESCİD-İ ziyaret ettik.
Bu mescidleri ziyaret ederken, Hz. Peygamberin o günlerde yaşadığı hayatı, sıkıntıları hatırlıyorsunuz, duygulanıyorsunuz.
Mecsid-i Nebevi‘nin yanında 10 bin sahabenin Hz. Osman, Hz. Ayşe‘nin yanında aşere-i mübeşşerden bazılarının ve peygamberimizin yakınlarının yattığı CENNET‘ÜL BAKİ =Baki Kabristanına ziyaret ettik. Burası Allah Rasulü’nün sık sık ziyaret edip gözyaşı döktüğü yerdi. Burada donduğumu hissetim. Ancak Fatiha ve 11 İhlas okuyabildim.
Bir günde UHUD SAVAİI‘nın olduğu yere gittik. Bu savaş da 3000 kişilik düşman ordusu ile 1000 kişilik islâm ordusu savaşmıştı. Hatta 300 münafık yolda ayrılmış 700 kişi kalmışlardı.
- Burada azıcık bir gurubun iman gücü ile nasıl düşmana karşı koyduğunu düşünüyorsunuz.
- Allah Rasulü‘nü dinlemeyen 50 okçunun yenilgisini…
- Münafıklara asla güvenilmeyeceğini
- Hz. Peygamberin kırılan dişini, kanayan yüzünü ve çektiği acıları hatırlıyorsunuz. – Kendisini Hz. Peygambere siper eden Ebu Dücâne‘yi Gene kendini Allah Rasulüne siperden çolak k alan Hz. Talha‘yı, Allah Rasulü‘nün etrafında pervane gibi dolaşan Hz. Ali, su dağıtmakla görevli olduğu halde peygamberin durumunu görünce su kabını bırakıp eline kılıç alarak peygambere yapılan saldırıları önlemeye çalışan Nesibe (ra.) ı hatırlıyorsunuz.
- Savaş sırasında vücudu delik deşik olmuş : ―Allah Rasulüne selâm söyleyin cennetin kokusunu alıyorum diyerek ruhunu teslim eden şehitleri hatırlıyorsunuz.‖ – Bayrağı taşıyan iki kolu da doğranan, yarım kalan kollarıyla bayrağı bağrına basıp : ―Allah Rasulünü gereği gibi koruyamadım‖ diyerek utancından yere bakan Mus‘ab (ra.) ve islâm uğruna 80 süngü mızrak yarası almış tanınamayan İbn-i Nadir (ra.) ı hatırlıyorsunuz…
- Hint tarafından kiralanan Vahşi tarafından kalleşçe şehid edilen, kulakları kesilen,burnu kesilen, karnı yarılan, ciğerleri parçalanan Hz. HAMZA (ra.) ı hatırlıyorsunuz. Onunla beraber şehid olan 70 sahabeyi hatırlıyorsunuz. Fatiha ve 11 ihlas okuyorsunuz. ―Ya Rabbi! Uhud şehidlerinin şefaatinden bizi ve islâm yolunda cihad edenleri ayrıma‖ diye dua etmek geliyor içinizden.
- Allah Rasulü : ―Uhut şehitleri ile beraber keşke bende şehid olsaydım‖ demiştir.
Cenab-ı Allah Al-i İmran suresinin 169-170. ayetlerinde Uhut şehitlerini övmüştür.
Uhut da okçuların dağılmasıyla düşman saldırıya geçti. Müslümanlar çabuk toplandı. Düşman geri çekilmek zorunda kaldı. Savaş alanını terk ederken Ebu Süfyan :
- ―Ey Muhammed! Önümüzdeki yıl Bedir de seninle tekrar karşılaşacağız‖ tehdidini savurdu. Hz. Peygamber de : ―İnşallah‖ demişti.
İehid olanlar için Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:
―Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Allah’ın lütfu ile sevinçli bir şekilde Rableri yanandı rızıklara mahzar olmaktadırlar. Onlara katılacak şehidler de hiçbir korku ve üzüntü olmadığı müjdesi ile de sevinç içindedirler.‖
Hz. Peygamber (s.a.) Uhut şehitlerinin şöyle dediğini nakleder. ―Bizim cennetteki halimizi, dünyadaki kardeşlerimiz bilse cihad etmekten çekinmeseler, gevşek, korkak davranmasalar…‖
HENDEK SAVAİI‘nın yapıldığı yere geliyorsunuz. Burada :
- Günlerce aç susuz karınlarına taş bağlayarak hendek kazılmıştı.
- Çıkan büyük kayayı kimse parçalayamamıştı da Hz. Peygamber ―Bismillah‖ deyip balyozu kayaya vurdu. Kaya parça parça olmuştu.
- Hz. Ali gençti. Hendeği atlayan güçlü kuvvetli düşmanı bir hamlede yere sermişti.
- Kuşatma 27 gün sürdü. Müslümanlar, bunalmıştı.açtı, susuzdu, sayı azdı, yeterince malzeme de yoktu. Ümitler kesildiği bir sırada sevgili Peygamberimiz Allah‘a şöyle yalvardı:
- ―Allahım! Kur‘an‘ı gönderen, düşmanın hesabını tez gören Rabbim! İu düşman topluluğunun hesabını gör…‖ O sırada:
Bir rüzgar bir fırtına herşeyi alt üst etti. Kumları düşmanın yüzüne çarpıyor, çadırları söküp atıyor, yiyecek içeceklerini oraya buraya saçıp savuruyordu. Cündullah (Allah’ın orduları) düşmanla savaşıyordu. Bu durumda düşman orduları çekip gitmek zorunda kalmıştı.
Medine‘de 40 vakit geçiyor, 8 gün doluveriyor. Bu arada Medine‘de bir okuldan ve öğrencilerinden bahsettiler. Bir miktar yardım ettim. Burada : ―Arkadaşlarımdan da toplayıp size vereyim ne zaman gelirsiniz?‖ dedim. Bana : ―Biz sizin paranızı aldık. Ama başkasının parasının kaynağını bilemediğimiz için alamayız‖ dediler.
Mekke‘de tüp, yiyecekleri verelim dedik aynı durumla orada da karşılaştık. Yani kaynağı bilinmeyen, helalliğinden tam emin olunmayan şey kabul edilmiyordu. Medine‘ye gelirken göz aşı dökenler, Medine‘den Peygamberden ayrılırken de göz yaşı döküyordu.
Gözler ağlıyor, gönüller ağlıyordu. ―Allah ısmarladık‖, ―Hoşca kal Ya Rasülallah‖ diyordu.
Medine‘nin o sıcak havasından ve Peygamber (s.a.) den ayrılmak çok zor oluyor.
Medine‘de nefse hitap eden ne bir resim, be bir ses, ne bir görüntü olmuyor. İnsanın kötü yönde etkileneceği hiçbir şeye rastlamıyor.
Mecsid-i Nebevi‘den ayrılırken, dönüp dönüp bakıyorsun. Kendini tutamıyorsun.
Oralar unutulacak gibi değil.
İmkân olsaydı, bana fırsat verilseydi Peygamber Mescidinde hizmetçi olmak isterdim, diye aklına geliyor.
İhrama girerek Medine‘den ayrıldık, mikat mahallini geçmiştik. Arabayı durdurdular. Arabada kaç kişi olduğunu sordular. Herkese birer paket verdiler. İçinde iki öğünlük zengin yiyecek vardı. Paketin üzerinde de ―Medineli müslümanların ikramıdır, lütfen kabul edin‖ yazılı idi.
Mekke‘ye yaklaştık. Arabaları durdurdular, birer buçuk litrelik zemzem verip biraz istirahat etmemizi istediler. Bir müddet sonra bir rehber verip bizi uğurladılar.
Telbiye, tekbir ve salavat getirerek dualar ederek içinde Beytullah‘ın bulunduğu peygamberin doğup büyüdüğü Mekke‘ye ulaştık.
Mekke, Hz. İbrahim‘in şehri, Hz. İsmail‘in şehri ve sevgili peygamberimizin ve Ashabının izlerini taşıyor. İşte böyle bir yerde bulunmak, insana manevi bir heyecan veriyor.
İükrediyorsun, şükür namazı kılıyorsun, dua ediyorsun : ―İükür Rabbim beni buralara gelmek, buraları görmek nasip ettin‖ diyor, şükürler ve dualar ediyorsun.
Bundan sonra gelelim Mekke ve Mekke‘deki kutsal yerleri size anlatayım.
Başta müslümanların kıblesi olan, yeryüzünün ilk mabedi KÂBE var. Bir adı da BEYTULLAH yani Allah’ın evin.
Kâbe‘yi ilk gören şu duayı yapmalıdır. Çünkü Kâbe‘yi ilk görenin duası red olmaz.
―Ya Rabbi! Bugüne kadar yaptığım ve bundan sonra yapacağım dua ve ibadetlerimi kabul et.‖
Kâbe’de Allah’ın misafiri oluyorsunuz. Kapısından içeri girerken tüyleriniz ürperiyor. İçeri girince o güzellik, o hava o haşmet ―Rabbim evin güzelmiş‖ demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Kâbe’nin etrafında dönerken, kelebeğin kendini helak edercesine lambanın etrafında döndüğü gibi aşkla, şevkle, sevgi ile dönüyorsunuz.
Tavafa Hz. Peygamberin öptüğü HACERÜ‘L EVSED‘in hizasından ―Bismillahi
Allahü Ekber‖ diyerek selâmlayarak başlıyorsunuz. 24 saat hiç eksilmeden insan seli akıyor.
KÂBE‘yi yapması için Allah İbrahim (s.a.) a emretti. Hz. İbrahim oğlu İsmail ile Kâbe’yi yaptı. O günden bu güne dünyanın manevi cazibe merkezi oldu. Her yıl dünyanın her yerinden akın akın insanlar buraya akın etmektedir.
Bir zamanlar bu ilgiyi Ebrehe kıskandı, yıkıp, yok etmek istedi. Filleriyle, kalabalık ordusuyla harekete geçti. O zaman Ebrehe‘ye karşı koyacak bir güç yoktu.
Ebrehe‘nin beyaz fili Kâbe‘ye yaklaşınca yere çöktü yürümedi. Başka tarafa yürüyor, Kâbe’ye doğru yürümüyordu. Bu sırada gökte Ebabil kuşları göründü. Ayaklarına ve ağızlarına aldıkları küçücük taşları ordunun üzerine bıraktılar.
Filler ve ordu çiğnenmiş ekin gibi oldu. Ebrehen‘nin bir hesabı vardı ama Allah’ın da bir hesabı vardı. Taşlardan biri Ebrehe‘ye isabet etti. Ebrehe yaralandı. Çok geçmeden öldü.. Ebrehe‘ye kılavuzluk eden Mekkeli iki kişi de feci şekilde ölmüş, fili çeken iki kişide kör ve kötürüm olmuş, daha sonra Mekke‘de dilenerek hayatlarını sürdürmüşlerdir.
Cenab-ı Allah Kâbe’nin yıkılmasına müsaade etmemiş Onu düşmandan korumuştur. O zaman Kâbe’yi koruyan, savunan Ebabil kuşları, 24 saat Kâbe’nin üzerinde uçuyor. Nöbet bekliyor. Hangi sahabenin hangi evliyanın ruhudur bilinmez. Kâbe’yi tavaf edip duruyorlar. Fakat hiçbir zaman Kâbe’nin tam üzerinden uçup saygısızlık yapmadıkları gibi, asla o bölgeye de pislemiyorlar. Birde o bölgeye gelen sinekleri, böcekleri ve çekirgeleri temizliyorlar.
24 saat devam eden kalabalık ve izdihamdan Hacer-i Esved‘i öpemedik, sadece selâmladık, Allah Rasulü öptü diye saygı gösterdik.
İbrahim (s.a.) ın ayak izlerini taşıyan Makam-ı İbrahim adı verilen taşı gördük yakınında defalarca namaz kıldık.
Altın oluğun altında, Hatim denilen yerde Hz. İsmail ve annesi Hacer‘in defnedildiği nakledilir. Hz. Aişe : ―Kâbe’de namaz kılmak istedim Peygamber Hatime gir kıl dedi‖ der. Mecsid-i Nebevi‘de kılınan namazın 1000 kat sevabı olduğunu Kâbe’de kılınan namazın 100 bin kat sevabı olduğunu peygamberimiz bildirmiştir. Kâbe’de namaz kılana, tavaf edene hatta Kâbe’yi seyredene büyük sevap vardır. Mecsid-i Haram‘da Kâbe’yi seyrederek namaz kılınır.
Bir de Mecsid-i Haram‘ın içinde ZEMZEM var. İsmail (s.a.) dan bugüne eksilmeden bol aktığı için zemzem denmiştir. Zemzem, yeryüzünün sularının en faziletlisidir. Zem zemle abdest alınır, ama pisliklerin temizlenmesinde kullanılmaz. Hz. Peygamber şöyle buyurur:
―Zemzem hangi maksat ve niyetle içilirse o maksat içindir.‖
Büyüklerimiz, Kıyamet günü susuzluk çekilmemesi niyetiyle içilmesini tavsiye etmiştir.
Safâ ve Merve tepeleri arasında yedi defa koşmanın, ―sa‘y‖ in tarihi hatırasıyla alâkalı olarak anlatılanlar şunlardı: Rivayete göre, Hz. İbrahim karısı Hacer‘i küçük bebeği İsmail ile birlikte Mekke‘nin o zamanlar çöl olan bu bölgesine bırakıp gitmişti. Çok geçmeden yanlarındaki su bitince , Hz. Hâcer yavrusuna su bulmak için, annelik sevgisi ve şefkatiyle sağa sola koşturup durdu. Bereketli Zemzem suy işte o zaman ortaya çıktı.
Hacer‘e ve İsmail (s.a.)‘a şifa olduğu gibi bugüne kadar da şifa kaynağı olmuştur.
İöyle anlatırlar:
Çocuk çok hastaymış ümit kesilmiş.
Haçtaki bana anne telefonda sormuş:
- ―Oğlum nasıl demiş,‖ cevap:
- ―Ümit yok demişler.‖
- ―Kargo ile zemzem gönderdim. İçirinde midesinde bulunsun‖ demiş.
Bir bardak içirmişler, biraz kendine gelmiş, gözlerini açmış, biraz daha içmiş iyileşmiş…
―Doktoru görmüş hayret etmiş. İlâçlara cevap vermedi, ne verdiniz?‖ demiş.
- ―Zemzem içirdik‖ demişler.
Doktor laboratuarda tahlil ediyor. Hayretle diyor ki:
- ―Bu su bizim serumlardan daha güçlü‖ diyor.
Zemzem içerken ―İifa niyetine Ya Rabbi! ‖ denirse, zemzem şifa olur. Bol rızık için içilir, niyetin yerine gelmesi için içilir.
Zemzem, kana kana içilmeli ve içerken dua edilmelidir. Adam alkolik, kanına işlemiş bırakamıyor. Adam, zemzem kanına işlemiş oda bırakamıyor.
Bazıları, kutsal beldelere gittiği halde zemzem içmiyor. Bazıları da ikram edilen zemzemi, ben dilime sahip olamıyorum; ara sıra sövüyor, yalan söylüyorum, sigara içiyorum veya içki içebilirim gibi gerekçelerle içmiyor. Bu çok yanlıştır. Bilakis zemzem içip ―Ben zemzem içtim‖ deyip kötü alışkanlıklardan vazgeçmeye çalışılmalıdır. Eğer bir insan zemzem içmekten kaçınıyorsa, bilsin ki zemzeme layık değil, zemzem ona layık değildir. Birde Cenabı Allah ona zemzem nasip etmeyecek. Çünkü herkes nasibini yer içer.
- Zemzem şifadır.
- Zemzem idrar olmaz.
- Ter olarak çıkan zemzem kokmaz, bozulmaz. Normal su özelliğini yitirir de zemzem, yıllar sonra gene özelliğini yitirmez.
Mecsid-i Haramın içinde, İbrahim (s.a.) ın ayrılmasından sonra su ve yiyeceklerin bitmesiyle, İsmail (s.a.) ın susuzluktan ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalması durumunda, Hacer‘in bir tepeden bir tepeye yardım edecek birini aramak için koştuğu SAFA – MERVE tepeleri var. Burada say yaparken İsmail (s.a.) ın ağlamasını, Annesi Hacer‘in feryadını ve imdât seslerini hissederek göz yaşları ile koşuyorsunuz. İki tepe arası 400 metre. Bir o tepe bir bu tepe koşuyorsunuz.
Duaların kabul olduğu kutsal yer ARAFAT‘a çıktık. Arafat, Cennetten çıkarılan Âdem ile Havva‘nın yeryüzünde buluştukları yer, duaların kabul olduğu yerdir.
―Haccın en önemli rükünlerinden biri olan Arafat‘ta vakfeye sahne olan mekânla ilgili şunlar anlatılır: Hz. Âdem ile Havva, Cennet‘ten uzaklaştıkları zaman kaybolmuşlardı, birbirlerini arıyorlardı. Yalnızlık içindeydiler, nihayet Allah’ın lütfuyla Arafat‘ta buluştular, hasretle kavuştular. Müslümanlar Âdem‘le Havva‘nın torunları olarak Arafat‘taki vakfe sırasında, sanki o günleri hatırlarcasına, Allah‘a minnet ve şükranlarını sunarlar. Dua ve niyazlarda bulunurlar, O‘na daha içten yönelirler ve âdeta ilâhi varlıkta kaybolmak isterler.‖ Bazıları ibadetle meşgul olurken bazıları bid‘atlerle uğraşıyor.
- Arafatta ağaçlara çaput bağlamak,
- Kumdan ev yapmak,
- Falanda gelsin diye kum yığmak gibi bit‘atler işleniyor.
- Bazıları da yatıyor, bol bol uyuyor. Bunlar da hoş olmayan şeyler oluyor.
Arafat, Peygamberimizin ümmeti için af istediği ve af müjdesi aldığı yerdir.
Allah Rasulü Vedâ Hutbesini bu kutsal mekânda okumuştur.
―Bugün size dininizi kemâle erdirdim. Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmı beğendim.‖ Ayeti (Maida:3) burada nazil olmuştur.
Burada herkesin üzerinde kefene benzeyen ihram ve kıyamet sahnelerini andıran mahşeri bir kalabalık…
Burada kendimiz için, Müslümanlar için, milletimiz için ve insanlık için dualar yapılıyor, tesbihler çekiliyor,namazlar kılınıyor. Burada duygulanmamak mümkün değil.
Arefe günü akşamı Arafat‘tan ayrılıyorsunuz ve hüzünle Müzdelife‘ye geliniyor. Burası da âdeta bir Mahşer yeri.(Bak taş yok gibi. Parmağınla bir karıştır aynı boy 5-10 taş, herkes için öyle. Asırlardan beri herkes taş bulmuş.) Sabah kurbanların kesileceği, şeytan taşlanacağı MİNA‘Ya hareket ediliyor.
İbrahim (s.a.) ında, İsmail (s.a.) ında imtihan edildiği yer. İeytanın İbrahim (s.a.) ı ve İsmail (s.a.) ı kandıramadığı yer. Burada İbrahim (s.a.) şeytanın isteklerini red edip şeytanı taşlamıştır. Biz de üç gün MİNA‘da şeytan taşladık. Her taşı, atarken şeytana uymayacağımızı, her türlü şeytani düşünce ve davranışlardan uzak duracağımızı, şeytanın peşinden gitmeyeceğimizi düşünerek atıyorsunuz.
Küçük, Orta ve büyük şeytanı taşlarken, onu bütün hayatımızdan, benliğimizden kovarak atıyorsunuz.
Ayrıca burada önemli bir husus insanın aklına geliyor. Hacer‘in İeytana : ―Eğer Rabbi! Ona emrettiyse Allah’ın emrine uyması gerekir‖ demesi, İbrahim (s.a.) ın tereddüt etmeden Allah’a verdiği sözü tutması, İsmail (s.a.) ın boynunu uzatarak ―Baba beni yüzü koyun yatır, yüzümü görüp vazgeçmeyesin‖ diyerek teslimiyet göstermesi, Allah’a itaatin derecesini gösterir. Bize de mesaj verir.
Burada şeytanı iyi taşlayamayanı şeytan hemen yakalıyor, şemsiyesini attırıyor, terliğini attırıyor, onu bunu ittirip kaktırtıyor. Kavga ettiriyor.
Sıra, Sevgili Peygamberimizin doğup büyüdüğü evine ziyarete gelmişti. Çok heyecanlıydın. Alemlerin hayırlısı burada doğmuştu. Yerdekilerin ve göktekilerin övdüğü
Muhammed o evde büyümüştü. Anasız babasız çileli bir çocukluk ve gençlik devresi geçirmişti.
Vardığımızda kendi mi tutamadım, ağladım. Ev haraptı, bakımsızdı, yarısını yol almış acınacak durumdaydı. Kral gökdelenler yaptırırken Allah Rasulü‘nün doğduğu evi unutmuştu. Kapısında küflü bir kilit, etrafı çör çöp dolu, nasıl duygulanmazsın, nasıl ağlamazsın. Ama elden ne gelir.
Peygamberin evini ziyaret edip etrafını dolaştıktan sonra Ebu Cehil’in evini sordum. Gösterilen yere baktığım da birçok insan giriyor, birçok insan çıkıyordu. Ayrıca yürüyen merdivenler bile vardı; biri aşağıya iniyor biri yukarıya çıkıyordu. Tam Ebu Cehil‘e layık bir yerdi. Ebu Cehil‘in evi tuvalet olmuştu. Ziyaretçisi de çoktu.
Ebu Cehil öldüğü zaman öyle bir kokmuş ki. Oğlu yanına girememiş, evi üzerine yıkıvermiş…
Ebu Cehil, bu duruma din düşmanlığından, Peygamber düşmanlığından ve müslüman düşmanlığından düşmüştür. Ölünce leş gibi kokmuş, evide tuvalet olmuştur. Bu durum bazıları için ibret olmalıdır.
Birgün İlk vahyin geldiği NUR DAĞI‘na gittik. Allah Rasulü bir miktar azık alır, uzak, yüksek Nur (Hira) mağarasına girer, orada ibadet eder, toplumun kötülüklerinden uzak tefekkür ederdi.
610 yılının Ramazan Ayında ―Yaratan Rabbi‘nin adıyla oku‖ diye başlayan ayet nazil oldu.
Allah Rasulü o zaman çektiği çileleri hep bizim için çekmişti. Bir gaye uğruna oralarda sevgili peygamberimiz dolaşmış durmuştu. Çektiği sıkıntıları hatırladım.
Daha sonra Hz. Peygamberi barındıran SEVR DAĞI ve SEVR MAĞARASI‘na uğradık. Burası hicret sırasında Allah Rasulü‘nü barındırmıştı. Mağarada mûcizeler görüldü. Düşman mağaranın ağzına kadar gelince
- ―Geldiler Ya Rasulallah‖ diyen Hz. Ebu Bekir‘e Allah Rasulü :
- ―Korkma Allah bizimle beraberdir‖ diyerek Allah’a sonsuz güvenini gösterdi. Rabbim de bu teslimiyet karşısında onları korudu.
Başka birgün Cinlerin Hz. Peygamberden Kurân dinlediği ve müslüman oldukları CİN MESCİDİ‘ne uğradık.
Burada müslüman olan cinler, diğer cinlerle görüşünce, cin heyetleri Allah Rasulü ile birkaç defa görüşmüştü.
Bir gün bir grup cin dediler ki:
- ―Senin Allah’ın Rasulü olduğuna kim şahidlik eder?‖ yakında bir sakız ağacı vardır, Peygamber o ağaca işaret ederek cinlere:
- ―İu ağacı gördünüz mü, o şahitlik ederse iman eder misiniz?‖ deyince onlar:
- ―Evet dediler.‖ Ağaç sürünerek geldi. Peygamber (s.a.) ona:
- ―Benim Allah’ın Rasulü olduğuma şahadet eder misin?‖ diye sordu. Ağaç :
- ―İahadet ederim ki sen Allah’ın Rasulü‘sün ‖ dedi. Ankebut (29-31.) ayetlerinde bildirildiğine gör; cinler birbirine ‖susun‖ diyerek Kur‘an‘ı dinlediler. Uyarıcı olarak topluluklarına döndüler. Milletlerine şöyle dediler:
- ―Ey Milletimiz! Allah’a çağıran Muhammed‘e uyun ve Ona inanın da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azabtan korusun.‖
- * *
En son Hz. Hatice‘nin kabrinin bulunduğu Cennetü‘l Muallâ‘ya ziyaret ettik. Burada bir çok sahabe ve islâm büyüğü yatıyor. Buralarda insan dünyadan kopuyor. Onların ruhuna hediyeler göndererek dua ediyor ve Allah’ın izniyle şefaat edip kurtuluşumuza vesile olmaları dileğinde bulunuyor.
- * *
Veda tavafı yapıp ayrılırken; ayaklar gitmiyor, ağızlar susuyor, gözler ağlıyor. ―Allah
Ismarladık‖ diyorsunuz. Beytullahi vedâ ediyorsunuz. Allah’ın evindeki misafirlik bitiyor. Ayrılmak kolay değil. Medine‘den nasıl zor ayrıldıysak, Mekke‘den de ayrılmak çok zor oldu.
İimdi Mecsid-i Nebevi, Mecsid-i Haram, gözümde tütüyor. Rüyalarıma giriyor. Rabbim tekrar nasib etsin. Gitmek isteyen herkese gidip, görmek, makbul olan hac yapmak nasip etsin inşallah.
NELERE ÜZÜLDÜM
Mekke ve Medine‘de bütün güzelliklerin arasında üzüldüğüm şeylerde oldu.
- Önce müslümanlar bilgili ve şuurlu olarak hac yoluna düşmüyor. Bunun için daha çok Kâbe tavafı değil çarşı tavafı yapıyor. Kâbe’de, peygamber mescidinde namaz kılacağı, Kur‘an okuyacağı, zikir yapacağı yerde dünya sohbeti yapıyor. Çoğunun cebinde 99‘luk tesbih yok, çoğu da Kur‘an‘ı bilmiyor. Ablalarımız, teyzelerimiz ön plânda yemek içmek düşünüyor, tesettür nedir bilmiyor.
Birçoklarında buradaki hal ile oradaki hal arasında bir fark olmuyor. Değişme olmuyor. Çokları tahammülsüz oluyor; diline sahip olamıyor, tavaf sırasında bile vuruyor. Kırıyor,bağırıp çağırıyor. Bazıları mübarek yerlerde hanımı dövüyor.
- Üzüldüğüm bir husus da Allah Rasulü‘nün sünnetine itibar edilmemesi oldu. Namazların farzları kılınıyor tamam sünnet namazları yok, dua yok, tesbih yok. Nafile ibadetler yok.
- Bir tutmuştur. Ama bugün son ilaveler bilhassa yapılan oteller Kral‘ın misafir haneleri Kâbe‘den yukarıda yapılmıştır.
- Bir üzüntü kaynağı da hac için toplanan müslümanların birbirine yakın olmamasıdır.
- Bizim hacılarımız din hakkında fazla bir şey bilmedikleri için orada gördüğü yanlışlıkları benimseyiveriyor, başkalarına uyuveriyor, onlar gibi yapmaya başlıyor. Sebebi de Arapları dini en çok bilen ve yaşayan kimseler olarak görmesidir. İunu açıkça bilmeliyiz ki, onlar dört mezhebin dışında İngilizler tarafından özellikle kurdurulan Vahhabi mezhebindendir. Sünnete itibar etmezler.
- Araplarda Türk düşmanlığı aşılanmak için çok çalışılmıştır. Osmanlı‘nın eserleri yok edilmiştir. Hatta Kâbe‘nin korunması için yapılan Ecyat Kalesi bile yıkılmıştır.
YAPILAN BAZI YANLIİLIKLARA GELİNCE
Orada dört mezhepten müslüman var, mezhep nedir bilmeyenler var, mezhepsizler var, Vahhabiler var. Bir de bunlara bakıp da köklü bilgisi olmadığı için yanlış yapanlar var. Bu durum da:
- Sünneti terk edenler oluyor.
- Kerahat vakti namaz kılanlar oluyor.
- Namaz kılanların önünden rahatça geçenler oluyor.
- Namazların sonunda dua ve tesbih terk ediliyor.
- Kur‘an yere konabiliyor.
- Peygamberin yattığı yere, Kâbe’ye veya kıbleye ayak uzatıp saygısızca yatanlar oluyor. (Halbuki, ölüyü bile bu şekilde yatırmayız, tuvalette kıbleye dönmeyiz.)
- Birçokları niçin geldiğinden nerede olduğundan habersiz, vaktin çoğunu çarşı – pazarda geçiriyor. Uyuduğu vakitler, uyanık olduğu vakitten daha çok oluyor.
- Bazılarının bir elinde sigara bir elinde kola. Kolada alkol, kafain, kokain olduğunu öğrenememiş.
- Mecsid-i Nebevi‘nin avlusunda Mecsid-i Haram‘ın en üst katında sigara izmaritleri gördüm. Buralarda sigara içenler oluyor.
- Camide köy sohbeti, dünya sohbeti yapanlar.(Halbuki camide dünya kelamı konuşulmaz, dünya kelâmı konuşulacaksa, musafaha bile yapılmaz. Peygamberimiz :
―Camide yitik sorana Allah yitiğini buldurmasın‖ demiştir.)
- Bazıları izdiham varken tavafta, Hacer-i Esvedi öpmede, namaz kılmada, zemzem içmede eziyet görüyor, eziyet veriyor. Bu doğru değil. Bu hali gören bazı kardeşlerimiz kadın hacca gitmez deyiveriyor, bu da yanlış. Çünkü Cenab-ı Allah gücü yetenlere kadın olsun erkek olsun haccı farzı kılmış. Ayrıca İslâm’ın şartlarından biri. Kadının değmesi ile abdesti bozulan şafiler bile Hanefileri taklide ederek hac yapar.
Hac suresinin 25. ayette : ―Birilerini Mecsid-i Haram‘dan alıkoymaya kalkanlar, bu zulmü işlerlerse, onlara acı azaptan tattırız‖ buyurmuştur.
Kadın ne yapacak? Biraz dikkat edecek. Sonra o Allah’ın evinde mümkün mü nefsi duygu olsun. Yarın mahşerde toplanınca nefsi duygu olur mu? Nefsini aşamayanın zaten orada işi ne?
Hz. Peygamber (s.a.) ―İmkanı olup da hac yapmayanın ister Yahudi ister Hıristiyan olarak ölmesinde bir fark yoktur.‖ buyurmuştur (K. Sitte:4/216)
Ayrıca Al-i İmran suresinin 97. ayetinde ―Hacca yol bulabilen hac etmesi gerekir. Hac onun üzerinde Allah’ın hakkıdır‖ buyrulmuştur.
- Bazıları şu veya bu nedenle zemzem içmiyor. Allah nasip etmiyor.
- Bazıları, kendi attığı çöpleri görüyor, görülmemesi gerekenlere gözü takılıyor, iyi şeyleri göremiyor, ihlaslı davranamıyor. İlk yakınlarından ayrılırken döktüğü göz yaşının bir damlasını oralarda dökemiyor. Neden?
- Para, faiz parası da ondan
- Vücutta haram lokmalar var.
- Kul hakkı var. Ne yapsa olmuyor. Tat alamıyor, değişemiyor.
- Bazıları daha haç görevini yapmadan :―Hacı, hacı‖ diye bir birine hitap ediyor.
Gönderdiği eşyaların üzerine büyük harflerle ―HACI ‖ yazıyor, adını adresini küçücük yazıyor. Bunlar yanlış…
İnsan hacılığı kullanmamalı. O Allah’ın emri. Müslüman namaz kıldığı, oruç tuttuğu ve zekât verdiği gibi hacca da gider. Ne var bunda…
Müslüman korku ile ümit arasında olmalıdır. ―Acaba hacı oldum mu?‖ inşallah olmuşumdur. ―Ya Rabbi! Hac ibadetimi kabul et‖ diye niyazda bulunmalıdır. Kendisine ―hacı‖ denmesini istememeli,, dendiği zamanda riyaya düşmekten sakınmalıdır. Çünkü riyanın şirke giden yönleri vardır.
Diğer bazı yanlışlıklarda şunlardır:
- Dönüşte hacı için kurban kesip kanını hacının alnına bindiği arabaya sürmek. (Allah için kesilmeyen hayvan leş hükmündedir, bu hayvanın eti bile yenmez.)
- Hacının elinin içini öpmek, ayrıca karşı cinse el öptürmek veya el öpmek.
- Kartlara, levhalar ―HACI‖ yazdırmak.
- Kendini günahsız addetmek. Temizlendim, kurtuldum, demek.
- Dünya ve dünya işlerinden elini eteğini çekmek.
- Hele yanlışlıklar yapıp kötü örnek olmak.
- Birde mevlid okutup cennetin kapıların kendine açıldığını sanmak.
- Hacdan gelenin avuç içinin, yüzünün, gözünün ve ayak altının öpülmesi, öptürülmesi. – İşin özüne değil de teferruatla uğraşılması, bazı bit‘atlar karıştırılması – Hac işini hediyeye dönüştürmek.
- Mevlid okutmayı haccın şartı imiş gibi anlamak.
* * *
Hz. Peygamber (s.a.) bir hadislerinde şöyle buyuruyor:
―Kıyamet günü ümmetime şefaat edeceğim. Bu arada Zebaniler gelip ümmetimden bazılarını benden önce kapıp Cehenneme götürecekler. Ben (Ya Rabbi! Bunlar benim ümmetimden) diyeceğim. Rabbim bana (Onların senden sonra neler icat edip, neler yaptığını bir bilsen)‖ diyecek.
Hac da en çok dikkat edilmesi gereken şey şeytana fırsat vermemektir. Çünkü o her an fırsat kolluyor. İnsanları birbirine düşürüyor. İnsanı dünyaya meylettiriyor. İnsanı Allah’a isyan ettiriyor. Allah korusun insanı şirke düşürecek işler yaptırıyor.
Mecsid-i Nebevi de Kâbe’de, kabristanlıklarda, ziyaret edilen kutsal yerlerde; insanları yanlış düşünce ve davranışlara sürüklüyor. Allahü Teala‘dan istenmesi gerekeni peygamberden, mezarda yatandan, taştan, topraktan ağaçtan istetiyor. Sevap kazanılacak yerde günah kazandırıyor, Allah korusun şirke sürüklüyor.
Peygamber Efendimiz: ―Ya Rabbi! Kabrimi tapınılan yer yapma‖ diye dua etmiştir.
Hz. Ömer, Peygamber bu ağacın altında eğleşti diye o ağaca iltifat edenleri görünce, ağacı kökletmiştir.
Adam, kafasını Kâbe’nin kapısına vuruyor,kapının halkasını yalıyor, yüz sürüyor.
Oraya buraya el sürüyor, mendil sürüyor, örtüsünü sürüyor. Eğilerek iki büklüm selâm veriyor… şeytan hiç boş durmuyor.
İeytan taşlamayla ilgili tarihi olarak anlatılan şudur:
―Hz. İbrahim Allah’tan başka kimseyi sevmediği iddiasına sahipti. Aslında bu düşünce güzel ve her müminde bulunması gereken bir tavırdır. Ama insanoğlu beşerdir, iyi niyetine rağmen her zaman istenen olgunluk seviyesini tutturamaz. Mutlak kemal Allah’a mahsustur. Peygamber de olsa yüce Allah, Hz. İbrahim‘i söz konusu iddiasında imtihan etmek üzere, kendisinden sevgili oğlunu boğazlamasını istedi. Onlar ailece bu çetin imtihandan başarı ile çıkmasını bildiler.
İeytan, kararından caydırmak üzere ilkin Hz. İbrahim‘e geldi, sonra kocasını vazgeçirsin diye Hz. Hacer‘e gitti ve son olarak da, kurban olmayı reddetmesi için çocuğun, yani bizzat Hz. İsmail‘in yanına vardı. Her biri de onu taşlayarak yanlarından kovdular. İşte bu olayın Minâ‘da cereyan ettiği söylenir. Onun için bu hareketler, hayattaki şeytani dürtülere karşı, her birimiz içimizdeki kendi şeytanımıza karşı bir kararlılık gösterisi olarak, orada sembolik bir şekilde tekrarlanır.‖ İeytan hacda kazandığını kaybettirmek için gelen hacılarla çok meşgul olur. Hatta en zayıf yanları kibirlerini artırır. Sen hacca gitmiş bir büyük adamsın, falan filan ise hacca gitmemiş, senden aşağıdadırlar, diyerek hacıyı kibir tuzağına düşürür. Gururlandırır, övündürür.
Hacta şeytan taşlamanın manası, her türlü şeytani işleri söküp atmaktır. İeytanın tuzağına düşmemek için Rabbe sığınmaktır.
Hac ibadetindeki hareketlerin iç anlamı ve kişiye kazandırması gerek mânevi haller konusunda tasavvuf tarihinde ilginç bir konuşma yer alır. Cüneyd-i Badadi isimli Hak dostu ve ârif kişi, hacca gidip gelen adama sorar:
- Haccetmek için ne yaptın?
- Guslettim, ihrama girdim, iki rekât namaz kıldım ve telbiye ettim.
- Bunlarla haccı akdettin mi? – Evet.
- Peki, yaratıldığından beri bu ahdine aykırı bütün akitleri bozdun mu? – Hayır.
- Sen akdetmemişsin.
- Sonra ihram için elbisesini çıkardın mı? – Evet.
- Sen elbisesini çıkarmamışsın.
- Sonra yıkandın mı? – Evet.
- Bu temizlenme sendeki her illeti, mânevi kirleri giderdi mi?
- Hayır.
- Sen temizlenmemişsin.
- Hareme (Kâbe’nin çevresine) girdin mi?
- Evet.
- Hakeme girmenle her haramı terketmeğe söz verdin mi?
- Hayır.
- Sen Hareme girmemişsin. – Kurban kestin mi? – Evet.
- Aşırı isteklerini ve iradeni Hak‘ın rızâsında yok ettin mi? – Hayır.
- Sen kurban kesmemişsin.
- İeytana taş attın mı? – Evet.
- Sendeki cehaleti attın mı, böylece sende bilgi göründü mü? – Hayır.
- Sen taş atmamışsın, kovmamışsın.
- Kâbe’yi ziyaret etin mi? – Evet.
- Bu ziyaret sebebiyle ilâhi-mânevi ikramları arttığını gördün mü? Çünkü Hz.
Peygamber şöyle buyurur : ―Ziyaret edilenin, kendisini ziyaret eden ikram etmesi bir haktır. Sen bu ikramı fark edebildin mi?
- Hayır.
- Sen ziyaret etmemişsin. Sen hac etmemişsin diyor.
Böylece haccın bütün hareketlerinin taşıması gereken iç anlamlara, soru-cevap
şeklindeki işaret edildikten sonra, haccın bu bilinç ve anlayış içinde yapılması gerektiği belirtilir.
- Yani hacca gönülden niyet etmeliyiz.
- Üzerimizdeki elbise ile beraber, dünya kirlerinden de yıkanmalıyız.
- Yıkanırken günah ve haram kirleri de yıkamalıyız.
- Harem‘e girince bütün haramları terke söz vermeliyiz. – Kurbanla beraber nefis belâsını da kurban etmeliyiz.
- İeytanı taşlarken, şeytanı hayatımızdan kovmalıyız.
- Kâbe’yi ziyaretle, sahibinin ikramına nâil olmalı ve bunu hissetmeliyiz.