GÜZEL DAVRANIŞLAR

Davranışlar iki türlüdür. Ya faydalıdır, ya faydasız. Faydasız olmakla beraber zararlıdır.

Bazı insanlar kötü davranmayı alışkanlık haline getirmiştir. Faydalı olmaktan, iyilik yapmaktan zevk almazlar. 

Atalarımız: “At tepmez, köpek ısırmaz demeyin. Yaratılışı kötü olan mutlaka bir hainlik yapar,” demiştir. Mesela lağım kurdu ile elma kurdunun yerlerini değiştirseniz ikisi de yaşamaz. Camideki ile meyhanedekinin de yerini değiştiremezsiniz. Herkesin beslendiği, zevk aldığı bir ortam vardır. 

Bir de iyi ortamlarda yetişmiş, eğitim görmüş, faydalı ve güzel şeyleri alışkanlık haline getirmiş kimseler vardır ki; onlar da kötülükten zevk almazlar. İyilik yapmadan da rahat edemezler.

İnsan yüce bir varlık olarak yaratılmıştır. Kendisine de bazı üstün görevler verilmiştir.

Buna rağmen insan kelimesi, “nisyan” dan gelir. İnsanın isyan etme ve günah işleme zaafı vardır. 

*              *              *

        Emanete sahip çıkmak, onu korumak, ehline vermek, hainlik etmemek, güzel huylardandır.

            Emanete          riayet, müslümanın    vasfıdır.          Peygamber      (as)             yaşadığı          toplumda “Muhammed’ul-Emin” (Güvenilir Muhammed) adını almıştır.         Başlangıçta emaneti hiçbir şey yüklenmedi, kabul etmedi, ancak insan onu kabullendi.

(Ahzab:72) öyleyse her şey insana emanettir. 

        Kur’an’da: “Onlar ki; emanetlere ve verdikleri sözlere riayet ederler.“ (Mü’minun:8)

  • “Kim emanete hainlik ederse, kıyamet günü hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir.” (Al-i İmran:161) buyrulur.

İnancımızda emanete hainlik, verdiği sözde durmamak münafıklık olarak tanımlanmıştır. Emanete sahip çıkılmaması kıyamet alametlerinden sayılmıştır.

Allah emaneti ehline vermemizi emrediyor. (Nisa:58)

İnsan güvenilir olmalı, etrafına da güven vermelidir. Eskiden bir söze güvenilirdi.

Şimdi çeke, senede bile güvenilmiyor. 

Ahde vefa imandandır.

  • *              *

        Son yılların meşguliyeti; insanlar arasındaki saygıyı, samimiyeti, dayanışmayı, hatta selamlaşmayı bile bitirmiştir.  

        Selamlaşmada çok ihmalkârız. İsteksiz selam veriliyor. Gönülsüz selam alınıyor. Mecburen, mecburiyetten oluyor. Hatta ağızla söylemeye üşeniyoruz; başımızla, el kol hareketleriyle geçiştiriyoruz. Veya selam yerine geçmeyen kelimelerle selamlaşıyoruz. 

        Aceleciyiz; eve, iş yerine pat diye giriveriyoruz, selam bile vermiyoruz. 

        Hâlbuki selam; barıştırır, esenliktir, dualaşmadır, sıcak bir diyalogun anahtarıdır. 

        Selam, hiç eskimeyen bir sözdür.

        Allah Kur’an’da şöyle emrediyor:

  • “Size selam verildiği zaman sizde ondan daha güzeli ile selamlayın yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını arayandır.” (Nisa:86)
  • “Ev halkına selam vermeden içeri girmeyin.” (Nur:27)
  • “Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak selam verin.” (Nur:61)

Bu konudaki peygamberimizin emir ve yasakları da şöyle:

  • “Aranızda selamı yayınız.” (R.Salihin:851)
  • “İnsanların Allah katında en makbul olanı önce selam verendir.” (Ebu Davut, Edep:144)
  • “Ailene selam ver ki; senin ve ailenin üzerine bereket olsun.” (Tirmizi, İst’zan:10)
  • “Selam kelamdan önce gelir.” (B.Hadis Külliyatı:4/7684)
  • “Bir yere girdiğiniz zaman selam verin. Kalkarken de selam verin.” (Age:7679)
    • *              *

        İşlerimizde danışma, sorma, görüş alma ihtiyacı duymuyoruz. Bunun için mağdur oluyoruz, mahrum oluyoruz, üzülüyoruz.

        İnsan her zaman yanılabilir, hata edebilir, yanlış yapılmayacak yerde yanlış yapabilir. Bu yüzden, sormaya, danışmaya ve görüş almaya muhtaçtır. Allah insanı yaratmış, kendi haline bırakmamış, peygamber göndermiş, kitap göndermiştir. 

        İnsan dünya ve ahret işlerinin kendi kendine altından kalkamaz. Hz. Ali (ra): “İstişare ile hak olan yol bulunur,” demiştir. 

        Atalarımız: “Soran yanılmaz.”, “Bin bilsen bir de bilene sor.”, “Danışan dağlar aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış,” demişlerdir. 

        Peygamberimiz (as): “İstişare eden mahrum kalmaz. İstişare eden pişman olmaz. İstişare eden darlık görmez. İstişare eden yardım görür.” (Ramuz el-Ehadis:374/8+108/1)

        “Danışan dağlar aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış,” diye bir atasözümüz var.

        Kur’an’da: “İşlerinde istişare et.” (Al-i İmran:159)

  • “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” (Şura:38)
  • “Bilmiyorsanız bilene sorun.” (Nahl:43)

Peygamberimiz (as): “İstişare eden zillete düşmez.” (Hadis Ans:16/42) buyurmuştur, ashabıyla hep istişare etmiştir. 

İstişare herkese yapılmaz. Her konuda da istişare olmaz. Dinde açık hüküm olan bir konu dinden başkasına sorulmaz.

Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye şöyle vasiyet etmiştir:

  • “Allah’ın buyruğundan gayri iş işlemeyesin. Bilmediğini âlimlere sorup öğrenesin. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Sana itaat edenleri hoş tutasın. Dünyayı adaletinle şenlendir. Ulemaya riayet eyle ki devlet işleri nimaz bulsun…”
    • *              *

        Bir felaket anında bazı üzücü olaylar karşısında basıyoruz feryadı. Sabır tavsiye edenlere, “Beterin beteri vardır,” diyenlere, “Bundan daha beter ne olabilir?” diyoruz.  

        Sabır, nefse ağır gelene katlanmak, felaket anında sızlanmayıp Allah’tan gelene rıza göstermektir. 

        Rabbim kulunu her zaman imtihan eder. Hoşumuza gidenle de, gitmeyenle de imtihan eder. “Sabrın sonu selamettir,” derler. 

        Allah şöyle buyuruyor:

  • “Hoşlanmadığınız bir şey sizin için iyi olabilir. Hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (Bakara:216)

Dünya bir imtihan yeridir. İmtihanı kazananlara büyük mükafat vardır. Kur’an’da:

  • “Sabredenlere mükâfatları elbette sınırsız olarak verilir.” (Zümer:10) buyrulur.

Kutsi hadiste de:

  • “Benim takdirime razı olmayan, verdiğim belaya sabretmeyen, benden başka Rab arasın.” (Ramuz el-Ehadis:327/1)
  • “Kullarımdan birinin vücuduna, malına veya çocuğuna bir musibete uğrattığımda o bunu sabırla karşılarsa, kıyamette onun için mizan kurmaktan, onun için amel defterini açmaktan hayâ ederim.” (H.H.Erdem, İlahi Hadisler:77) diyor.

Peygamber (as) da şöyle müjde veriyor:

  • “Hastalık isabet eden kimse sabreder, haline şükrederse, günahları sonbahar yaprakları gibi dökülür.” (Buhari, Merda:13)
  • “Mü’min’in başına ne gelirse, bunlar onun günahlarına kefarettir.” (Müslim, Birr:52)

İnsan yapısı itibariyle çok acelecidir, sabırsızdır.

  • *              *

        Bunca nimete şükür gerekmez mi? Ama insan aza kanaat getirmiyor. İhtiyacı kadarıyla yetinmiyor. Çok, çok, daha çok istiyor. Aza da şükretmiyor, çoğa da şükretmiyor.  

        Şükürsüzlük, nimetin kimden olduğunu düşünmeme ve nimete teşekkür etmeme yaygın. İnsan elindeki nimeti görmüyor. Ne zaman elinden çıktı, o zaman farkına varıyor. 

        İnsan kendine iyilik edene teşekkür etmeyince bir huzursuzluk duyuyorsa, Allah’a şükretmeyince de huzursuzluk duyacaktır.

        İnsan helal yiyip içmiyorsa, düzgün yaşamıyorsa, ona şükür nasip olmaz. Kur’an’da: “Şükredin; sakın nankörlük etmeyin,” buyruluyor. (Bakara:152)

        Rahman suresinde Allah defalarca soruyor: “Hangi nimetimi yalanlayabilirsiniz?” diye.

        Her nimete, her şeye şükür gerekir. Bir gözü kör olan, diğer gözü için şükretmelidir.

Onun şükretmesi “Öbür gözümü de kör et” anlamına gelmez. Her hale şükür gerekir. Çünkü beterin beteri vardır.          Şükür, Allah’ın emridir. Kulun şükretmesi, kulluk borcudur. Kulun şükrü, bülbülün ötüşü gibi olmaz. Bir şeyin şükrü, onun hakkını vermekle olur. Varlık sahibi bülbül gibi ötüp durmaz. Onun şükrü faydalı olmak ve faydalandırmakla olur. 

        Nimet şükürle artar. Şükrü eda edilmeyen şey azalır ve huzur vermez. Allah şöyle diyor:

  • “Şükrederseniz; nimetimi arttırırım.” (İbrahim:7) Allah’ın nimetine hamd ve şükür, nimeti yok olmaktan, telef olmaktan korur.

Şükür; Allah’ın gazabını önler, rahmete vesile olur. Kur’an’da: “Eğer siz iman eder ve

şükrederseniz, Allah size neden azap etsin? Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.”

(Nisa:147)

Peygamber (as) her hal üzere şükretmemizi istiyor.  

  • *              *

        Felaket anında musibetlere karşı tavrımız; “kahrolsun”, “lanet olsun”, “bu da nereden çıktı?”, “bula bula beni mi buldu?” … olmamalı.

        Ne diyeceğiz, nasıl düşüneceğiz ve nasıl davranacağız? Her şeyin bir imtihan olduğunu, bize bir ikaz ve uyarı olduğunu düşüneceğiz. “Bunda benim hatam ne?” diyeceğiz. Her şeyin Allah’tan olduğunu bilip, sabır göstererek inancımızı devreye sokacağız. Bir de olanlardan ders alacağız. 

        Hiçbir şey durup dururken karşılıksız olmaz. İnsan hak etmeden bir felakete uğramaz.

        Kur’an’da:

  • “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” (Şura:30)
  • “Allah kimseye zulmetmez, kul kendi kendine zulmeder.” (Yunus:44) buyurmuştur.

Eğer bela ve musibetler karşısında inanç devreye girerse, acı ve ızdırapları sevaba dönüştürebiliriz. Değilse, kendi kendinize acıları, zararları büyütmüş oluruz.

Unutmayalım ki; başa gelen istenmeyen olaylar sabırla karşılanıp, isyan edilmezse, günahlara kefaret olacaktır.

  • *              *

        Zaman zaman inancı, itikatı bozuk, kötü niyetli kimseler birçok konuda kafa karışıklığına neden oluyor. Bunlara kananlar ve uyanlar oluyor. Bu sapığın sapıtmasıdır.

        Bunlar kendilerini çağdaş fetvacı, kurtarıcı ilan edip, zayıf görüşlerle sahte gündem oluşturuyorlar. Birliği, beraberliği, inanç bütünlüğünü bozmak istiyorlar. Görüşlerinin kaynağı kendileri ve kendi yazdığı kitaplar oluyor. 

        Ne yapmalıyız? Şeytandan ve hilelerinden uzak durmaya çalıştığımız gibi bunlardan da uzak durmalıyız. İşin doğrusunu öğrenmek için sorup araştırmalıyız. Doğru kaynaklara başvurmalıyız. Yoksa atalarımızın dediği gibi: “Rehberi karga olanın burnu pislikten kurtulmaz,” bir de atalarımız: “Çürük baklanın kör alıcısı olur,” demişlerdir. Aldatılan duruma düşülmemelidir. 

        Kur’an uyarıyor:

  • “İnsanları kıyamet günü önderleri ile beraber çağıracağız.” (İsra:71)
  • “Firavun kıyamet günü kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir.” (Hud:98)

Allah Resulünü şöyle uyarıyor:

  • “Birileri dinin temizliğini bozacak şeyler söylerse, Allah’ın, lanet edicilerin, meleklerin ve bütün Müslümanların laneti onların üzerine olsun.” (Ramuz el-Ehadis: 507/5)
  • “Sizden bazıları yalan söylerler. Kim bunların yalanlarını tasdik ederse, ben onlardan değilim, onlarda benden değildir.” (Age:141/9)
0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir