Dünya Tarihinde Çağ Açan Olay İSTANBUL’UN FETHİ
İki hadis, iki müjde:
- “Kostantiniye (İstanbul) elbette fetholunacaktır. O’nu fetheden kumandan ne güzel kumandandır. O’nu fetheden askerler ne güzel askerlerdir.” (Müsned: 2/235)
- “Rumlara ait Kostantiniye (Roma) Müslümanlar tarafından tekbirlerle fethedilmedikçe kıyamet kopmaz. (Ramuz el-Ehadis:478/5)
- * *
İstanbul her yönü ile dünyanın en önemli merkezidir. Onun için herkes ona sahip olmaya çalışmıştır. Tarih boyunca atalarımız Konstantiniye’ye sahip olabilmek için can atmıştır.
Hz. Peygamberin müjdelerinden biri Konstantiniye’nin fetholunacağı ve Bizans hâkimiyetinin sona ereceği olmuştur.
Peygamber (as)’ın “Muhakkak fetholunacaktır” ifadesi, Selçuklu’lara, Osmanlı’lara bir emir, bir hedef oldu. Defalarca bu müjdeye layık olabilmek için Konstantiniye’yi kuşattılar. Bu fetih, aynı arzu ile yanıp tutuşan Sultan Mehmet’e nasip oldu.
- * *
A- SULTAN MEHMET HAN
Yıl 1432, Mart ayının 29. gününü 30. gününe bağlayan gece Sultan Murat Han sabah namazını kılmış, Kur’an okur. Muhammed suresini bitirip, Fatih suresine başlayacağı sırada, bir erkek çocuğunun dünyaya geldiği müjdesi verilir.
Murad Han derhal secdeye kapanır. Secdeden sonra ellerini açar, oğlunun adını “Mehmed” koyduğunu ifade ettikten sonra, Peygamberin müjdesi olan fethe layık olabilmesi için Allah’a niyazda bulunur.
Sultan Murad, o gün kıldığı Cuma namazından sonra Mehmed’in sağ kulağına ezan okur, sol kulağına da kamet getirir ve üç defa “Mehmed” diye seslenir.
Mehmed’in yetişmesi lazımdır. Bunun için bütün imkanlar seferber edilir. Mehmed’in ideallerini tomurcuklandıracak, O’nu aksiyon adamı haline getirecek hocalar görevlendirilir.
Böylece Mehmed usta ve emin ellerde eğitim görür.
Şehzade Mehmed, donanmayı karadan yürütecek, havan toplarını icat edecek,
füzelerin ilk şeklini düşünecek ve tankların esasını teşkil eden hareketli kuleler yapacak bir deha olarak yetişir.
Sultan Murad Han, artık oğlunun iyi yetiştiğine inanır ve güvenir. Saltanatı ona bırakıp Manisa’ya çekilir. Genç yaştaki oğluna böyle bir sorumluluk bırakmasını hoş karşılamayanlara:
- “Oğlum devletimize büyük hizmetler ifa edecektir.” demiştir.
Tarihçi Dukas’ın ifadesiyle: “Fetihten önce Sultan Mehmet’in gece gündüz huzuru kaçmıştır. Yatağında iken, gezinirken hep Konstantiniye’nin fethini düşünmüştür. Her yerde, her zaman fetih planlarıyla meşgul olmuştur. Uyku, istirahat bilmemiştir. Geceleri haritalar planlar üzerinde uyumuş kalmıştır.”
Bir gün Sultan Mehmet’in Çandarlı Halil Paşa’ya:
- “Lala bak! Uykum ve rahatım kalmamıştır.” demesi, Sultanın fethe nasıl hazırlandığını gösterir.
Sultan Mehmet’in ideali yüksektir. Amacı Osmanlı İmparatorluğu’nu dünyanın en güçlü imparatorluğu haline getirmektir. Yeryüzünde Hakk’ın ve haklının hakimiyetini kurmaktır. Taşıdığı sorumluluğun farkında olduğu için görevlendirdiği kimseleri çok iyi seçmiş ve emanetleri ehline vermiştir. Eskiden olduğu gibi askerlerini Cündullah (Allah’ın askerleri) olarak görmüştür.
Sultan Mehmed, cihan tarihinin en büyük şahsiyetlerinden biridir. Bizans elçisine:
- “İmparatorunuza söyleyiniz, gücümüzün uzandığı yere onun hayali bile yetişemez.” sözünü boşuna söylememiştir.
Kısacası Fatih Sultan Mehmet çok yönlü bir insandı. Kendini unutulanlar safına sokacak, beşeri zaaflardan uzak yaşamıştır.
Padişahlığı boyunca iki imparatorluk, dört krallık, on bir prenslik, dükalık olmak üzere, on yedi devleti dünya haritasından silerek Osmanlı Devletinin sınırları arasına katmıştır.
Nihayet 3 Mayıs 1482’de Yahudi Jakop Hamo tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.
Daha önce Fatih’e 14 defa suikast tertip edilmiştir. Fatih’in ölümü üzerine Hristiyan alemi “Büyük Kartal öldü” diyerek üç gün üç gece klişe çanlarını çalarak şenlik yapıp eğlenmişlerdir.
Fatih’in cenaze namazını Şeyh Ebu’l Vefa Hazretleri kıldırdı. Fatih camisinin kıble tarafındaki türbesine defnolundu.
* * *
B- ÇAĞ AÇAN FETİH OLAYI:
Hacı Bayram Veli’nin fetih için dua isteyen II. Murad’a “Bu çocukla bu köse görecektir” sözünden sonra Şehzade Mehmed dikkatleri üzerine çekmiştir. O’nu yetiştirme görevini üstlenen hocaları, ilk fethi nefsinde yaparak manevi formasyonunu tamamlamışlardır. Konstantiniye’yi almak Sultan Mehmed’de ideal haline gelmiştir. Bunun için: “Ya ben Konstantiniye’yi alırım, ya Konstantiniye beni” diyecek kadar fethe kendini adamıştır.
Konstantiniye’den bahsedildikçe içi gittikçe hocası Akşemseddin: “Elem çekme Sultanım, bir gün inşAllah Konstantiniye’yi fethedeceksin.” diyerek müjde vermiş, O’ndaki ideali hep taze ve diri tutmuştur. Kendisinin de etrafındakilere:
- “Şu yatağı görüyor musunuz? Bütün gece içinde çırpınıp durdum…” demesi de ondaki azmin ifadesidir.
Artık fetih günleri yaklaşır. 23 Mart 1453 tarihinde Cuma günü Edirne’den yola çıkılıp 6 Nisan Cuma günü surların önüne gelinir. Geleneğe uyularak Bizans İmparatorluğuna elçi gönderilir. İmparatorun istediği yere malı ile gidebileceği, halkının da serbest olacağı, mal, can, ırz emniyeti içinde yaşayabileceği, hatta isterse İmparatora Mora despotluğu verileceği bildirilince İmparator:
- “Şehri elimle teslim edip, tarih ve ecdat önünde suçlu olamam. Türkler ancak cesedimi çiğneyerek şehre girebilirler.” cevabını vermiş, elçiyi geri çevirmiştir.
Beklenen an iyice yaklaşmıştır. Fetihten bir gün önce asker abdest alıp temiz elbiselerini giyer. Vasiyetlerini yazıp gazaya hazır olurlar. Sultan Mehmed de abdest alıp, iki rekât namaz kılıp:
- “İlahi! Elimden geldikçe sana layık amelde bulunmaya çalıştım. İrade senin, kudret senin, benden talep ve rica. Senden yardım ve rıza…” diyerek Cenab-ı Hakk’a yalvarır. Bu galibiyet yalvarışları sabaha kadar sürer.
Tekbir sesleri dalga dalga surları aşar, İmparatorun kulağına kadar gelir. Bizans halkı tedirgindir. İsa – Meryem resimleriyle sokakta koşuşurlar. Şiddetli yağan yağmuru felaketin işareti sayarlar. Şehrin sisle kaplanması, onları iyice korkutur. Tanrının artık kendilerine yüz çevirdiğine inanırlar.
Bütün gece devam eden tekbir ve dualardan sonra, topluca kılnan sabah namazını mütakip Fetih suresi okunur. Sultan Mehmed askerlerine şöyle der:
- “Konstantiniye’yi fethedip, şehitler, gaziler olarak şan ve şerefle anılacaksınız. Zafer rüzgarları bizden yana esecektir. Askerlerim! Ne kadar yüksek bir maksada hizmet ettiğinizi unutmayın. Düşmanla karşılaştığınız zaman sebat edin, hücum sırasında ben de aranızda olacağım…”
O gün kuşatmanın 53. günüdür. Yeri göğü inleten tekbir sesleri arasında hücuma geçilir; hendekler aşılır, surlara yaklaşılır. Ulubatlı Hasan’ın:
- “Ey gaziler! Şehit olmak ne gün içindir? İşte meydan-ı gaza!” haykırışından sonra Türk bayrağını surlara diktiği ve “Eşhedü enlailaheillAllah ve eşhedü enne Muhameden abduhu ve Rasulüh” diyerek şehadet mertebesine eriştiği görülür.
Kostantine ilk kanın damlaması ve surlarda Türk bayrağının dalgalanması, Türk askerlerin coştururken, Bizans’ı da ümitsiz, çaresiz bırakıyordu. Bizans imparatoru ayaklar altında can vermiştir.
O güne kadar fetih idealiyle dolup taşan Sultan Mehmet, peygamberin müjdesine nail olmanın ve “Fatih” unvanını almanın sevinci ile Edirne kapıdan şehre girmiş, önce şükür secdesine kapandıktan sonra askerlerine:
- “Ey kahraman mücahitler! Allahü Teâla’ya hamdolsun. İşte bundan böyle Kostantiniye Fatihlerisiniz. Hazreti peygamberin övdüğü şerefli askerleri sizlersiniz. Gazanız mübarek olsun. Çocukları, din adamlarını, sizin harp etmeyen kimseleri ve kadınları öldürmeyiniz…” demiştir.
Sultan Mehmed, İstanbul’a at üzerinde yanında hocaları Akşemseddin, molla Hüsrev ve Molla Gürani olduğu halde girmiştir. Sultan henüz 23 yaşındadır. Bizans halkı, aksakallı ve olgun hali ile önde giden Akşemseddini padişah sanarak onu selamlamış ve çiçekleri ona sunmuşlardır. Akşemseddin, padişah kendisi değil arkasındaki genç delikanlının olduğunu işaret etmiştir. İltifatlar kendisine yönelince Sultan Mehmed:
- “Evet, Sultan benim ama o benim hocamdır. Çiçekleri ona veriniz.” diyerek büyük bir incelik göstermiştir. Böyle bir olaya dünya tarihinde rastlamak mümkün değildir. Fetihten sonra ok meydanında şenlikler düzenlemiştir, askerler gösteriler yapmış, üç gün yemek pişirilip halka dağıtılmıştır. Hatta gazilere Fatih Sultan Mehmed Han kendi eliyle ikram etmiştir.
Fetih olayı, kılıçla imanın beraber gerçekleştirdiği, kokuşmuş Bizans’a karşı kazanılan bir zaferdir. Bu zafer aynı zamanda hilal haç kavgası olduğu için İslam dünyasındaki akisleri büyük bir sevinç kaynağı olurken, bütün Hristiyan aleminde de hüzün yaratmıştır.
Fetih, dünya tarihinde iz bırakan bir olaydır. Asla işgal değil davettir. Bizans halkı, “Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmek isteriz”. Demiştir.
Fetihte zülüm yoktur. Yağma yoktur. Hoşgörü vardır. Af vardır. Adalet vardır. Fatihi suçlu bulan kadı vardır. Diğerlerini komşudan al o siftah etmedi diyen esnaf vardır. Arif Nihat Asya Fatih için şu şiiri yazmıştır:
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kerpetenler surun dişleri sökülecek.
Yürü hala ne diye oyunda oynaştasın Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Sende geçebilirsin yardan, anadan, serden Senin de destanını okuyalım ezberden.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sensin, gönüldesin, baştasın Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini Göster kabaran sular nasıl yıkar bendini.
Küçük görme hor görme delikanlım kendini.
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın, Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Bu kitaplar Fatihtir. Selimdir. Sülaymandır.
Şu mihrap Sinanüddin şu minare Sinan’dır.
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır.
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın Kızım sen de Fatihler doğuracak yaştasın.
Delikanlım işaret aldığım gün atandan,
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın
Bırak bozuk saatler yalan yanlış işlesin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın
Yürü aslanım fetih hazırlığı başlasın
Yürü hala ne diye oyunda oynaştasın
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın
* * *
c- FETİH ARMAĞANI AYASOFYA
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed, Ayasofya’yı fetih armağanı olarak gazilere ve Osmanoğulları’na miras bırakmıştır. İlk Cuma namazını orada kılarak vakfetmiştir.
Fetih armağanı olan Ayasofya hiçbir devirde taş tuğla yığını olarak görülmemiştir. Ayasofya’ya fethin sembolü olarak bakılmıştır. İstanbul’a uğrayıp da bir vakit veya iki rekât namaz kılmayanın işinin rast gitmeyeceğine inanılmıştır. Tamirat nedeniyle bir müddet kapalı kaldıktan sonra açılışı, Müslümanlar için büyük sevinç kaynağı olmuştur. Fatih’in torunları o günün anısına altın gümüş ve bakırdan üzerinde Ayasofya bulunan hatıra madalyaları bastırmıştır.
İstanbul’un işgal edildiği yıllarda bile büyük bir gayretle Ayasofya korunmuştur. Ona düşman eli dokundurulmamıştır. İçeriye Fransız askerlerinin girmesini önlemek için gece gündüz nöbet tutulmuştur.
Ne yazık ki işgalden sonra ilk Türkçe ezan denemsi Ayasofya’nın minarelerinden yapılmıştır. Namazda ilk Türkçe Kuran Ayasofya’da okutturulmuştur. Müslüman Türk halkı buna yaralı gönlü ile büyük tepki göstermiştir.
Nihayet Ayasofya 500 yıl Müslümanlara hizmet verdikten sonra oldubitti ye getirilerek haçlı zihniyetinin isteği doğrultusunda müzeye çevrilmiş ve haçlı ruhu memnun edilmek istenmiştir.
Bugün Ayasofya’nın bu hüviyeti ile neyi ve kimi temsil ettiği belli değildir. Hristiyan dünyasının Kostantiniye ve Ayasofya idealini coşturmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Son zamanlarda fesat yuvası patrikhane gösterişli bir şekilde açılırken Ayasofya bir kere daha mahzun olmuştur.
Ayasofya’nın kapalı tutulması, Fatih’in, gazilerin ve şehitlerinin ruhunu sızlatan bir olaydır. Bu milletin inancını, şanlı geçmişini hiçe saymaktadır. Ayasofya’nın açılmaması ancak Bizans emellerini diriltir.
Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’yı vakfederken onu camilikten çıkaranlara: “Benim camimi camilikten çıkaranlar, Allah’ın, meleklerin ve bütün Müslümanların lanetine uğrasınlar. Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.” diyerek beddua etmiştir. (Dr. Phil. İlhan Akçay, Ayasofya cami, s. 28 ank. 1968) Müslüman halk ve padişahlar, Ayasofya ya bunun için özel ilgi göstermişlerdir. Bayram namazlarını, kadir gecelerinde teravihleri Ayasofya da kılmışlardır. Halk da aynı arzuyu taşımıştır.
Böylece işgal altında bile Ayasofya Müslüman kalmıştır. Ayasofya’nın minarelerinden günde beş vakit Ezan-ı Muhammedi okunmuştur.
O kara günlerde Binbaşı Tevfik Bey kumandasında bir tabur asker Ayasofya’nın önüne yerleşir. Makinalı tüfeği de kapının önüne yerleştirirler. Fransız askerlerinin Ayasofya ya girmesi ne pahasına olursa olsun engellenecektir.
Binbaşı Tevfik Bey, Ayasofya ya hücum eden Fransız kumandanına:
- Maksadınız nedir? Diye sorar. Fransız kumandanı:
- İçeriye girmek cevabını verir. Tevfik bey:
- Buraya giremezsiniz. Burası Müslümanların mabedidir. Eğer zorla girmeye kalkarsanız, işte makinalı. Eğer sizi durdurmak için buda yetmezse, caminin dört köşesine kâfi miktarda tahrip kalıbı yerleştirdim. Israr ederseniz buyurun deneyin.” der.
Bunun üzerine Fransız kumandanı geri çekilmek zorunda kalır. (Dr. Phil. İlhan Akçay, Ayasofya cami, s. 66 Ank. 1968) ( bak. Yılmaz Öztuna. Büyük Türkiye tarihi. C. 10 s. 348) Fatih, fetihten sonra Ayasofya’da 2 rekât şükür namazı kıldıktan sonra onu milletine vakfetmiştir. Fetih sonrası Ayasofya’dan hatıra olarak küçük bir çini parçası alan askeri Fatih kırbaçlatmış ve cezalandırmıştır. Hâlbuki daha önce haçlı askerleri kutsal kilise olan Ayasofya’nın tepesindeki altın haçı sökerek çalmışlardır.
Osmanlı ordusunun silahlarının elinden alındığı ve düşmanın Çanakkale’ye saldırdığı bir dönem Sultan Vahdettin, şahsını koRumak için ayrılan taburu Ayasofya’ya göndermiş ve fethin sembolü olan Ayasofya’ya çan takmak isteyen olursa ateş edin emrini vermiştir. 1934 Boston Bizans Araştırma Enstitüsü’nden gelen heyet araştırıma bahanesiyle Ayasofya ya kilit vurdurmuştur. Daha sonra da bir kararname ile müzeye çevrilmiştir. Osman Yüksel Serden Geçti “Ayasofya” isimli şiiri için ağır ceza mahkemesinde yargılanmıştır. Serden geçti hâkime:
- “Mahkeme yukardan gelen emirlere göre hareket ediyor, Ayasofya’nın camiye çevrilmesinde benim ne gibi bir çıkarım olabilir? Ayasofya’yı kiraya mı vereceğim?
Yoksa imam mı olacağım? Beni Türk değil Yunan savcıları itham etmeli değil miydi?
Böyle bir savunma yapmaktan dolayı utanıyoRum” demiştir.
1950’li yıllarda Ayasofya’da namaz kılanlar tutuklanmıştır. Osman Yüksel imam olamamıştır. Ama Bekri Mustafa imam olmuştur. Musalla taşındaki cenazeye bir şeyler fısıldar gibi yapmıştır. Ne dedin? Diyenlere: “Öbür tarafta dünyanın halini sorarlar, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu de onlar gerisini anlarlar” dedim” der.
Tarih bizden hesap soracaktır. Fatih yakamıza yapışacaktır. Bizden sonraki nesil bize iyi şeyler söylemeyecektir. Fatih’in bedduası üzerimizde olacaktır.
Bediuzzaman’ın Menderes’e şöyle dediği nakledilir:
- “İkişeyi yaparsan seni ırkçılarla halkçılar deviremez, ezanı aslına çevirmen, Ayasofya’yı aslına çevirmen” demiştir.
* * *
D- FETİH ÖNCESİ İSTANBUL
Konum olarak İstanbul, iki kıtanın birleştiği, iki denizin kavuştuğu ve Allah’ın eşsiz güzelliklerle bezeyip süslediği emsalsiz bir beldedir.
Tarih boyunca dünyaya hükmetmek isteyen herkesin ilgisini çeken İstanbul’a pay-ı taht-ı cihan gözü ile bakılmış ve ona sahip olmak isteyenler tarafından tam 29 defa kuşatılmıştır.
Önemine binaen İslam peygamberi Kostantiniyenin Müslümanların eline geçmesini istemiştir. Bunun için fethedecek kumandanı ve askerlerin övmüştür. İslam peygamberinin müjdesini nail olabilmek için başta Ebu Eyyüb’el Ensani olmak üzere nice sahabeler bu uğurda şehit düşmüştür. Sürekli ilgi çekmek için Ebu Eyyüb’el Ensani gibi birçokları da kuşatma sırasında düştükleri takdirde surların dibine gömülmelerini vasiyet etmişlerdir.
Osman gazi de Osmanoğulları’na:
“Osman Ertuğrul oğlusun,
Oğuz Karahan neslisin,
Hakkın kemter kulusun,
İslambol’u al gülzar yap.” diyerek Kostantiniye’nin fethini vasiyet etmiştir.
Tarih boyunca Kostantiniye her devirde gündemde tutulmuş ve bu uğurda nice taht ve taçlarını yitirenler olmuştur.
Napole’on Bonaparte: “Eğer kürre-i arz bir hükümet olsa paytahtı İstanbul olması lazım gelir” derken, Çar Büyük Petro da: “İstanbul hükmeden, bütün cihana hükmeder.” demiştir.
Diğer taraftan tarihçilerin, seyahların ifadelerine göre İstanbul, dünyanın merkezi olarak tanımlamıştır.
Gerçekten İstanbul kadar güzel yerleştirilmiş, süslenip bezenmiş başka bir şehir yoktur. Bunun için denilebilir ki, İstanbul dünyanın en güzel şehridir. Kur’an’da Sebe Suresinin 15. Ayeti “Beldetün Tayyibetün” ifadesiyle en güzel bir belde olduğu bildirilmiştir. Bu kelime ebcet hesabı ile çözüldüğünde Hicri 857 (M.1453) rakamı çıkmaktadır. Ayrıca peygamberin İstanbul’un fethi konusundaki hadisini de bu ayet üzerine söylediği nakledilir. Kur’an’ın işareti, peygamberin hadisi, surlar dibinde sahabenin gömülü oluşu ve Osman gazinin vasiyet gibi nedenlerle Türkler de bu şehri kutsal kabul etmiş ve fethe kadar İstanbul Türklerin kızıl elması olmuştur. Cihan buradan idare edilecektir.
Nihayet 28 defa kuşatmadan kurtulan Kostantiniye, Sultan Mehmet ve Ulubatlı Hasan’lardan kurtulamamış, 8 asır sonra peygamberin müjdesi gerçekleşmiştir. Fetihten sonra peygamberin müjdesine nail olan Fatih Sultan Mehmet secdeye kapanmış:
– “Ey yüce Allah’ım. Sana hamdü senalar olsun, beni yüce peygamberin övgüsüne mazhar kıldın.” demiştir.
* * *
E- FETİHTEN ÖNCE BİZANS
Her insanın, her milletin ve her devletin tayin edilmiş bir ömrü vardır. Ve her biri kendi sonunu kendi hazırlar. Kimseye layık olmadığı, hak etmediği bir muamele yapılmaz.
Bizans da tantanalı ve şaşalı günlerinden sonra yok oluşa kendisi gitmiştir.
Bizans yokluk ve yoksulluktan değil, ahlaksızlıklar nedeniyle gücünü kaybederek yaşama hakkını yitirmiştir. Sefahat, fuhuş Bizans’ı sarmıştır. Sosyal bozukluklar afet haline geldiği için Bizans çökmeye yüz tutmuştur.
İnsani olmayan yönetim ve zulümden zevk alan yöneticiler, halkı canından bezdirmiştir. Halk, Kardinal külahı yerine Türk sarığını tercih eder hale gelmiştir.
İnsanı kurtuluşa çağıran papazlar ahlaksızlıktan zevk alır hale gelmiş, dini müesseseler ise yozlaşmıştır. Kiliseler kızlı oğlanlı eğlence yerleri haline gelmiştir.
Kısacası, Bizans’ı yıkılışa götüren sebepleri tarihçi Dukas şöyle ifade etmiştir:
- “Her milletten fazla haksızlık yaptık, zulmettik. Bize her ne yaptın ise, adil kararınla yaptın tanrım.”
Bizans imparatoru Herakliyus, Antakya’da yenilerek dönen Rum askerlerine hitaben:
- “Yazıklar olsun size! Söyleyin bana savaştığınız kimseler sizler gibi değil miydi?” demiş, onlar da:
- “Evet” deyince imparator;
- “Peki siz mi çoktunuz? Onlar mı?” diye sormuş. Askerlerin başındaki komutan şu cevabı vermiştir:
- “Biz çoktuk.”
- “Öyleyse niye yenildiniz?” sorusuna da şu cevabı vermiştir:
- “Onlar gündüz oruç tutuyor. Gece ibadet ediyor. Verdikleri sözü yerine getiriyorlar. İyiliği emredip, kötülükten sakındırıyorlar. Biz ise şarap içiyoruz, zina ediyoruz, haram yiyoruz, zulmediyoruz, yeryüzünde fesat çıkarıyoruz, iyiliğe değil kötülüğe teşvik ediyoruz.”
Son Bizans imparatoru XI. Kostantinos Paleologos İstanbul’u kaybetmemek için oruç tutmuş, sadaka vermiştir. “Tanrım bizi Osmanlı’dan kurtar” diye dua etmiştir. Duaları kabul olmayınca da: “Tanrım hangi günahlarım için bilmiyoRum ama yalvarmamı dikkate almadı.
Müslüman Türk’ler Tanrıya daha yakın.” demiştir.
Bizans imparatoru topraklarını koruyabilmek için çok çaba sarf etmiştir. Kendi bütçesi yetmemiş, kuşatma sırasında zenginlerden para talep etmiştir. Zenginler baskısından bıktıkları imparatora : “Paramız yok, veremeyiz” dediler. Fatih’in İstanbul’a girişinden sonra Bizans zenginleri Fatihe tepsilerle altın sundular. Fatih sordu:
- “Bu nedir?”
- “Biz sizin kazanacağınız biliyorduk, bunları size sakladık.” dediler. Fatih:
- “Bunları kendi hükümdarınıza vermeliydiniz, vatanını koRumayanlarla benim işim yoktur.” demiştir.
* * *
F-BİZANS’I İHYA PLANI
Bütün Hristiyan âlemi fethi hazmedememiştir. Fetihten sonra İslam’a ve Türklere karşı var olan düşmanlık bir kat daha artmıştır. Hatta Avrupa da yas ilan edilmiştir. Türklere karşı eli silah tutan her Hristiyan papa tarafından cennetle tebşir edilecek fermanlar yayınlanmıştır.
Fetihten hemen sonra Bavyera Regensburg şehrinde Türklere karşı düzenlenecek haçlı seferlerinin planı görülmüştür. Fethi gerçekleştiren Fatih zehirlenip öldürüldükten sonra papanın emri ile kiliselerde üç gün çanlar çalınıp şükür ayinleri yapılmıştır.
Bir tarihçinin ifadesiyle “Bizans imparatorluğunun düşmesi, taht şehri İstanbul’un
Türklerin eline geçmesi, Avrupa milletleri için uzun bir mücadele devresi açmıştır.(Hammer, II.437)
Bu güne kadar batı, İstanbul un fethi olayını asla içine sindirememiştir. Bunun için Müslüman Türk milletine karşı haçlı seferleri düzenlemiş, misyoner orduları kurmuştur. Haçlı seferlerinden netice alamayınca sürekli taktik ve metot değiştirmiştir. Aziz milletimizin dayandığı temelleri sarsmak için var gücü ile uğraşmış, her yolu denemiştir.
Rumeli hisarının üst tarafına Robert kolejini kuran Amerikalı papaz Cruz Hamlin “Fatih İstanbul’a nereden girdiyse bizde oradan gireceğiz” demiştir.
II. Mahmut zamanında isyanları kışkırtıp destekleyen patrik Grigorios’un idam edildiği Patrikhane’nin kapısı intikam hisleri ile kapalı tutulmaktadır. Buyrun Patrikhane’nin açılışına izin verenler, güçleri yetiyorsa intikam kapısını açtırsınlar.
Hristiyan aleminin emeli İstanbul’u tekrar ele geçirmektir. Hatta Anadolu’yu ele geçirmektir. Bunu Rum kilisesinin siyasi hedeflerinin 1. Maddesinde şöyle ifade etmişlerdir:
– “Türk hükümdarlığını baltalamak. Bu işi azar azar geliştirip İstanbul’u ele geçirmek. Eski Kostantiniye’yi yeniden kurmak.” (İhanet Planları s.229)
Bu ideal sönmemiştir. Bu güne kadar bütün haçlı zihniyeti bu idealinin etrafında toplamıştır. Yeniden büyük masraflarla patrikhanenin açılmasının arkasında Bizans emellerinin gerçekleşmesi yatmaktadır.
Bugün batı ülkelerinde İstanbul değil Kostantinye adı kullanılmaktadır. Yayınlanan turizm broşürlerinde Ayasofya minaresiz haliyle yer almaktadır.
Şimdi soruyoRum: bunların bu kadar ideallerinin yanında bizim çoğumuzun neden bir ideali yok?…
Yunan ve Rum ders kitaplarında ege, Marmara bölgeleri Bizans toprakları olarak gösterilmiştir.
Atina’da dikilen heykelin bir eli efesi diğer eli de İstanbul’u göstermektedir. 1993 te Türk Yunan spor karşılaşmasında: “Kostantiniyye Yunanistan’ın başkentidir.” diye tempo tutulmuştur.
İstanbul’un işgali sırasında patrikhaneye yunan bayrağı çekilmiştir.
Patrikhane Osmanlının iyi niyetinden yararlanarak şer yuvası haline gelmiş, patrik
Grigorios II. Mahmut zamanında en büyük ihaneti yapmıştır. İsyanlar organize etmiş, 15000 Müslümanın ölümüne sebep olmuştur. İhanetini belgeleri ile patrikhanenin orta kapısında idam edilmiştir. Orta kapı, kin kapısı olarak hala kapalıdır. Bir Türk büyüğünün asılarak idam edileceği günü beklemektedir.
Osmanlı devletinin Rus elçisi olarak uzun yıllar çalışan ignatiyet hatıralarında, Sultan II. Mahmud Han zamanında Fener patrikhanesinin kapısında asılan 1821 Rum isyanının baş planlayıcısı, Patrikgregoryosun Rus çarı Aleksandra’ya yazdığı mektubu açıklamaktadır.
Mektup özetle şöyledir:
“Türkler maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Türkler, Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetlidir. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i iman sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına (devlet adamlarına, kumandanlarına, büyüklerine) olan itaat duygularından gelmektedir.
Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandılar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da ananelerine olan bağlılıklarından gelmektedir. Türkler de evvela ita ’at duygusunu kırmak ve manevi bağlarını parçalamak, dini sağlamlığını zayıflatmak icap eder.
Bunun de en kısa yolu milli geleneklerine ve maneviyatlarına uymayan harici fikirler ve hareketlere alıştırmaktır.
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin kendilerine şeklen çok güçlü, kalabalık kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebepler Osmanlı devletini tasfiye için mücerret olarak harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir.
Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır.”
* * *
G-PATRİKHANENİN İKAMET PLANI DA ŞÖYLEDİR:
Madde 1- Türkleri ezeli bir düşman olarak Rumlara tanıtmak
Madde 2- Türklerin en ufak hatalarını büyüterek avrupaya duyurmak, medeni alemi Türklere düşman etmek.
Madde 3- Türkleri iktisaden çürütmek, bunun için de, zengin Türkleri ticaret yollarına götürmek, bol faizli krediler açmak, ağır şartlarla rehin kabul etmek.
Türk mamulatının sahtelerini çürüklerini yapıp, aynı Türk malı damgası ile satışa çıkarıp Türk müesseselerine iflasa sürüklemek. Her türlü Türk malı ile rekabet etmek milli bir vazifedir. Her hangi bir Rum’un yapacağı fedakârlığın karşılığı, Rum bankalarına, ticaret kulüp yeri tarafından ödenecektir.
Türk ahlakının ve İslam dinine karşı ise:
Madde 4- Türk milletini ahlak, milliyet, din ve gelenekleri bakımından çürütmek. Bu hususta:
- Küfürler öğretmek, küfrü Türkler arasında yaymak, laubalileştirmek
- Türkleri zinaya, diğer ahlaksızlıklara teşvik etmek…
- Gençlerine apaş-külhanbeyi ruhu aşılayarak, Türk geleneklerini çürütmek. Gençler arasında kabadayılık ruhunu yayarak, sevgi, saygı ve bağlılıklarını kırmak. Onları birbirine düşürmek. Milli terbiyeyi bozmak.
- Argoya benzeyen bir küfür dilini Türkler arasında yaymak suretiyle milli dil ve duygularını bozmak…”
Madde 5- Türkleri hükümdarlığını baltalamak. Bu işi azar azar getirip İstanbul’u ele geçirmek eski Kostantiniye’yi yeniden kurmak.
Madde 6- Türk halkı arasında daima fitne fesat sokarak devletle milletin arasını açmak.
Madde 7- Bir harp sırasında buğday ve lüzumlu gıda maddelerin gizlice toplamak, adalara sevk etmek. Rum tüccarlarının uğradığı zarar telafi edilecektir. Madde 8- Doktor ve eczacı Rumlar Türk hastalarını zehirleyecek ve sakat bırakacaktır.
Madde 9- Türk çiftçisi ağır faizlerle toprağından edilecektir.
Madde 10- Türk idareciler rüşvet ve kadın ikramı ile yönlendirilmelidir. Madde 11- Rum ustalar, Türk çırak kullanmaktan men edilmiştir. Politik düşüncelerle bir Türk çırak almak gerekirse Rum usta çırağı hizmetçi gibi kullanacaktır. Hevesli Türk gençlerine de ters muamele edecek, hırpalayacak uzaklaştıracaktır. (Kemal Yaman, ihanet planları, 225-227)
Bu gün patrikhaneye yurtdışına taşın desen taşınmaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında patrikhanenin yurtdışına çıkarılması istendiğinde patrikhane yetkilileri razı olmamış, yalnız dini kurum olarak kalmayı, başka faaliyetlerde bulunmayacağına söz verip, belge imzalamıştır. Ama bu gün ihanet yuvası olarak çalışmaya devam etmektedir.
* * *
H-FETİH RUHUNU YAŞATMAK
Milletimizin varlığı, devletimizin sürekliliği için ferih ruhunu yaşatmak zorundayız.
Batılı dostlarımız(!) darılsa da bu işi milli çıkarlarımız için yapmalıyız.
Bu gün insanımızın gönlü yeni fetihlere muhtaçtır. Bu fetihlerin yapılabilmesi için Fatih’i ve fethi iyi anlatmalıyız. Bizans oyunları ancak o zaman bozulacaktır.
Fatih denildiği zaman yalnız İstanbul’u fetheden bir kumandan, fetih denildiği zaman da sadece Kostantiniye’nin fethi, bir şehrin daha topraklarımıza katılması anlaşılmamalıdır.
Fatih, iman ve aksiyon adamıdır. O’nun gücünün eriştiği yerlere düşmanın hayali bile ulaşamamıştır. Fetih olayı ile yeni bir çağ açmıştır. Maddi, manevi, sosyal ve ekonomik şartların tamamlanması ile olmaz denilen şeyi oldurmuştur.
Fetih, azmin, iradenin zaferidir. Fetihle cihan devletine gidiş hareketi başlamıştır. Aynı şartlara sahip olan toplumların benzer fetihler yapabileceğini anlamalıyız.
Fetihte sosyal olaylara yön veren bir dinamizm vardır. Fetihle Bizans zulmü inkılaba dönüşmüştür. Bizans halkı her türlü hürriyetine kavuşmuştur. Ayasofya da yerlere kapanan halk, şefkat ve merhamet görmüştür. Kendi yöneticilerinden görmediği insanca muameleyi görmüştür. Herkes inancında serbest bırakılmıştır. İmparatorun güçlükle tanınan ceseti insana yakışır biçimde gömülmüştür. İstanbul da hiçbir yağmalama olayına rastlanmamıştır.
İstanbul ilim merkezi olmuş, batı da Rönesans hareketleri başlamıştır.
En önemlisi de fetih, insanların idealleri ölçüsünde nasıl büyüdüğünü, ne büyük işler başardığını göstermesi bakımından da dikkatle incelenmesi gereken bir olaydır.
Ayrıca fetih, üstünlüğün maddi gücün fazlalığında ve sayının çokluğunda değil, iman ve idealin yüceliğinde aranması gerektiğini ortaya koyan bir olaydır.
Fatih’i genç nesle tanıtırsak, büyük adamlar yetiştirebiliriz.
Fetih, gayrettir. Fetih fedakârlıktır. Fetih Hak’tan gafil olanların uyandırılmasıdır. Fetih gözün gönlün açılmasıdır.
Fetihten önce Kostantin: “Türkler bu şehri alacak mı?” diye 2 Papaza sorar onlar da: “Evet” der ve hapse atılırlar. Fetihten sonra Fatih o iki papaza: “Neden hapsedildiniz?” diye sorar. Onlar da:
-“İmparator, Türkler bu şehri alacak mı? Dedi evet dedik bize sinirlendi.” derler.
Fatih onlara:
-“Peki, bu şehir bizim elimizden çıkacak mı?” diye sorar. Onlar:
-“Fitne çoğalır, menfaat ön plana geçer, gayrimenkuller yabancılara satılır ve dışardan medet beklenirse.” derler. Fatih:
-“Dilerim Allah’tan bunu yapanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar.” diye dua eder.
* * *
I-YABANCI GÖZÜ İLE FETHİN SONUCU
“Türkler tarafından İstanbul’un fethi, cihan tarihinin en büyük hadiselerinden birini teşkil etmiştir. Bu fethin, Avrupa’nın mukadderatı üzerindeki tesiri mucizevi olmuştur. Doğu Avrupa da Türklere asırlar boyunca üstünlük temin etmiştir. Bu hadise hemen hemen tarihi değiştirmiştir. Son derece fevkalade bir vakıadır. Bilhassa bu devirde çok yeni bir silah olan top tarafından kazanılmış ilk büyük muhasaradır… Bu azametli nisan ve mayıs 1453 ayları, ortaçağ ı kapatır ve modern çağların başlangıcını işaret eder.” (G. Schnumberger) Eyyup Sultan hazretlerinin kabri nasıl bulundu?
Fatih Sultan Mehmet hocası Akşemseddin’e ricada bulunarak sahabeden Ebu Eyyüb el-Ensari olarak bilinen Halid b. Zeyd’in kabrinin bulunduğu yeri tespit etmek için mana âlemine dalmasını, rüyaya yatmasını istedi.
Akşemseddin hazretleri bir rüya gördü. Rüyasında Ebu Eyyüb el-Ensari’yi gördü ve kendisine şu müjdeyi verdi:
“Allah’a şükrediyorum ki artık Rumların bu topraklarda hâkimiyeti kalmadı. Pek yakında İslam ordusu galip gelecek ve muzaffer olacak, beni yattığım bu kabirde kâfir ayakları altında çiğnenmekten kurtaracak.”
Daha sonra Ebu Eyyüp hazretleri Akşemseddin kabrinin bulunduğu yeri tarif etti.
Akşemseddin gitti, rüyasını Fatih Sultan Mehmet’e anlattı.
Fatih “Efendimiz bu hususta delil gösterebilir misiniz?” deyince Akşemseddin:
“Evet Sultanım, Hazret-i Halid’in başucunda İbranice yazılı 8 taş olsa gerektir…”
Rüyada görülen yer kazıldı ve hiç bozulmamış bir kabir bulundu. Kabrin başucunda mermer üzerinde İbranice yazılmış bir yazı vardı. Askerler arasında İbranice bilen birini bulup okuturlar. Böylece Hz. Ebu Eyyüb’ün türbesi asırlardır Müslümanlar tarafından ziyaret edilmektedir.
Fatih Sultan Mehmet’in oğlu cem Sultanın papaya cevabı:
Fatih Sultan Mehmet’in zehirlenmesinden sonra oğulları arasında taht kavgaları başladı. Konya valisi olan Cem Sultan gelip Bursa’yı aldı. Ağabeyi Beyazıt ile yaptığı mücadeleyi kaybettikten sonra Roma’ya gitti.
Papa Cem’e önce Hristiyan olmasını teklif etti sonra da haçlı ordularının başına geçmesini önerdi ve Osmanlı tahtını ona vadetti. Cem:
-“Değil Osmanlı tahtını, bana dünyanın tahtını verseniz gene de dedikleriniz olmaz.” dedi. Ve şöyle dua etti:
-“Ya Rabbi! Bunlar beni bahane edip Müslümanlara zarar vermeye kalkarlarsa, benim canımı al, bana o günleri gösterme.” dedi
Cem Sultan, papanın emellerine hizmet etmediği için 35 yaşında papa tarafından zehirlenerek öldürüldü.
* * *
J- SONUÇ OLARAK
Tarihi olayları yapmak kadar değerlendirmek ve yaşatmak da önemlidir.
Fetih için Sultan Mehmet, nasıl yetiştirilmiş ise gelecekte maddi ve manevi varlığımızı emanet edeceğimiz gençlerimizi de öylece yetiştirmek boynumuzun borcudur. Şu andaki
varlığımızı borçlu olduğumuz büyüklerimizin idealleri yeni nesle aktarılmadıkça geleceğimizden emin olmak gaflet olur.
Bizim için hiçbir anlamı olmayan günlerin gecelerin anılmasına karşılık, milletimizin hatta insanlığın mukadderatını tayin eden günlerin, gecelerin layıkı ile anılması anlamlı bir şekilde kutlanması şarttır. Yoksa benliğimizi kaybederiz. Tarih sahnesinden çekilip, tarihin çöplüğüne atılan milletlerden oluruz.
Şunu da unutmamak gerekir ki, geçmişin zaferleri ile kuru kuru övünmek, o günleri toplantı ve göstermelik törenlerle ruhundan uzak bir şekilde kutlamak bizi uyutur ve uyuşturur. Ve bize hiçbir şey kazandırmaz. Bizim yapacağımız tarihine, köküne bağlı idealist bir nesil yetiştirmektir. Bizden sonraki nesillere övünebileceği ve örnek alabileceği işler yapmaktı.
Bugün diğer milletler idealist, milli davalarında sahip çıkacak bir nesil yetiştirmek çabasındadır. Bizim de politikamızın, eğitimimizin amacı iyi insan iyi vatandaş yetiştirmek olmalıdır. İnsanımızı Bizans’ın durumuna düşürecek yaşayış biçiminden alıkoymak ve kendi hayat tarzımızı benimsetmek yöneticilerimizin, anne baba ve eğitimcilerimizin milli görevidir.
Fatih Sultan Mehmet çıka gelse ve bize sorsa:
- “Benim ideallerimi nereye kadar götürdünüz? Emanetlerimi ne yaptınız? Roma’ya ulaşabildiniz mi? Ayasofya’mı ne yaptınız? İstanbul’um ne durumda?” dese. Ulubatlı Hasan:
- “Surlara diktiğim sancağı ne yaptınız, nereye diktiniz?” dese ne cevap veririz?
* * *
K- FETİH VE FATİH’TEN HATIRALAR
Geçmişi şan, şeref tabloları ve gurur veren zaferlerle dolu bir milletiz. Tarihimizde yüzümüzü kızartacak ne bir olay ne de bir büyüğümüz vardır. Tarihi şahsiyetlerimiz, yalnız kendi milleti için değil bütün insanlığa hizmet etmeyi düşünmüş ve bu idealle yaşamıştır.
Böyle bir geçmişe ve gurur duyacağımız tarihi şahsiyetlere sahip iken menfi propagandalarla geçmişimizden ve büyüklerimizden kopma noktasına geldiğimiz de acı bir gerçektir.
Bilhassa bugünkü nesil, yüz akı tarihi olayları ve gurur duyacağı büyüklerini bilmiyor, tanımıyor. Bunun içindir ki devler cüceleşiyor. Cüceler devleşiyor. Ufak adamlar büyük roller oynuyor. Yeni yeni ucuz ve sahte kahramanlar türüyor. Büyüklüğün ölçüsü değiştiği için büyük adam yetişmiyor ve büyük işler başarılamıyor. Yeni neslin geçmişle bağları kopuk olduğu için boşluğa itiliyor. Arayış içine giriyor. Babasını tanımayan çocuk durumuna düşüyor.
Ne yaparsak yapalım kartvizit adamı olmaktan öteye geçilemiyor.
“Kendi türküsünü bilmeyen başkasının havasını söyler.” diye güzel bir söz vardır. Biz kendimizi tanımadığımız için ve yeni nesle tanıtmadığımız için kendi milletimize “barbar” diyoruz. İstilacı olarak biliyoruz. Büyüklerimizi zalim, gaddar, cahil, astığı astık kestiği kestik kimseler olarak tanımışız. Küçük bir örnek verecek olursak, Napolyon’u her yönü ile biliriz, ama onu dize getiren Cezzar Ahmet Paşayı hiç tanımayız.
29 Mayıs günü ne gibi bir önemli olay olmuştur? Diye sorarsanız bir sınıf dolusu gençten çıt çıkmaz. Bu durum acıdır. Hababam sınıfı niye temcit pilavı gibi her gün konuyor?..
Geçmişi, bizi biz yapan büyüklerimizi unutmak olmaz. Bugünkü kökü dündedir. Geleceğin durumu da bugüne bağlıdır. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer.” denmiştir. Şair de:
“Mazi cadı halinde yaşar, öldürülürse
Ati kararız altına mazi gömülürse.” demiştir.
Denilebilir ki bu gün bizim kadar geçmişini inkâr eden, büyüklerini sevimsiz gösteren başka bir millet yoktur. Çünkü tarihimizi yabancılar yazmış, olayları onlar değerlendirmiş ve bizi onlar yönlendirmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, dünya tarihinin unutulmaz simalarından biridir. O’nun gerçekleştirdiği fetih olayı da tarihin en büyük ve en anlamlı, çağ açan bir olaydır.
Şuanda samimi olarak geleceğimizi düşünüyorsak bize ait olan şeyleri çok iyi değerlendirmeliyiz. Geçmişin emanetlerine, her biri mesajlar veren ve bizi başkalarından üstün kılan değerlere sahip çıkmalıyız. Kısacası, Fatih’in fethin ruhunu yaşatmalıyız. Hiçbir şey yapamazsak, yeni neslin bize düşman yetişmesini önlemeliyiz.
Bugün elimizde son bağımsız Türk devleti kalmıştır. Süper güçler cihanı hakim olma gayreti içinde birbirleri ile yarışırken “TÜRKÜM, DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM” andını içirdiğimiz yarının büyükleri yavrularımıza geçmişimizi ve büyüklerimizi iyi anlatmak zorundayız. Yeni nesil geçmişini, ecdadını tanırsa hiçbir zaman öksüz çocuk olmayacaktır. Diğer milletlere olan üstünlüğünü bilirse geçmişten kuvvet alacak, geleceğe hükmedecektir.
Sözü fazla uzatmadan her biri geçmişten geleceğe ışık tutan FATİH’in ve FETİH’in hatıraları ile baş başa bırakıyorum.
ÇOCUKLA KÖSE GÖRECEK
II. Murat, Akşemseddin ve dört yaşındaki şehzade Mehmet’le beraber Hacı Bayram Veli’nin ziyaretine gider. O’na:
Kostantiniye’yi almak, İslam diyarı yapmak isterim. Duanızı bizden esirgemeyin.” der.
Hacı bayram Veli’de:
-“Padişahım, Allah ömrünüzü ve devletinizi uzun etsin. Fakat fethi ne siz, ne de ben göreceğim. (oynayan Mehmet ile kapıda bekleyen Akşemseddin’i göstererek) bu çocukla şu köse görecektir.” Cevabını verir.
SOPA İLE TERBİYE EDECEĞİM
Şehzade Mehmet’i yetiştirme görevi Molla Gürani’ye verilmişti. Şehzadenin bazı isteksizlikleri karşısında Molla Gürani, Şehzade’yi dayakla tehdit ettiği de olmuştur.
Bir gün hocasını eli sopalı gören şehzade Mehmed, sopanın ne işe yaradığını sorar.
Molla gürani de şu cevabı verir:
- “Babanız emrettiler. Eğer çalışmaz, kuralları, saygıyı elden bırakırsanız, o zaman sizi bu sopa ile terbiye edeceğim.”
BÜYÜK HİZMETLER İFA EDECEK
Saltanatta pek gözü olmayan II. Murat, çocuk yaşta şehzade Mehmed’i yerine bırakarak Manisa’ya çekilir.
Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa:
- “Padişahım, Allah sizi başımızdan eksik etmesin” deyip padişahlığı bir çocuğa bırakmasının doğru olmadığını ifade etmek isteyince, II. Murat şu cevabı verir:
- “Yok, öyle deme lala, oğlumuz Mehmed nice büyük hizmetler ifa edecektir. Allah padişahlığını mübarek etsin.
AĞLAMA FAZLASINI ALIRSIN
Şehzade Mehmet Manisa’da iken Akka kalesinin düşman şövalyeleri tarafından zaptededildiği haberi üzerine olaya çok üzülür. Gözyaşlarını tutamayıp ağlar. Yanında bulunan Akşemseddin, Şehzadeyi şöyle teselli eder:
- “Ağlama şehzadem, elbet bir gün gelir düşmanın Akka’dan aldığının fazlasını Kostantiniye’yi fethettiğin zaman alırsın.”
SİZE EMREDİYORUM
23 yıl hükümdarlıktan sonra II. Murat Han, tahtını 12 yaşında oğlu Mehmed’e bırakmış, Manisa’daki sarayına çekilmiştir.
Bu fırsatı kaçırmak istemeyen batılılar, bundan iyi fırsat olmaz, deyip Macarlar, Ulahlar, Sırplar, Almanlar, İtalyanlar ve Arnavutlar yeni bir haçlı ordusu kurup derhal saldırıya geçerler. Bunun üzerine Sultan Mehmet bir ferman yazıp durumu babasına bildirir. II. Murat gelmek istemez. Düşman henüz 12 yaşındaki padişahın durumundan istifade etmek ister.
Sultan Mehmet, babasına bir ferman daha yazarak O’nu göreve çağırır ve şöyle der:
- “Eğer siz padişah iseniz, düşmanların saldırılarını def için göreve geliniz, eğer ben padişah isem, size emrediyorum ordunun başına geçiniz.”
Bu ferman üzerine II. Murat, ordunun başına geçmiş, yapılan Varna savaşında bir kere daha haçlıları mağlup ve perişan etmiştir.
ŞİMDİ HARAM YEDİN
Sultan Mehmet, hocası Molla Gürani ile yemeğe oturmuştur. Molla Gürani, her zamanki gibi
- “Yediğine içtiğine dikkat et, haram yeme” diyerek öğütte bulunur. Sultan Mehmet:
- “Benim yediğim haramsa işte şimdi sizde haram yediniz.” der.
Bunun üzerine Molla Gürani:
-“Benim önüme helali düşmüştür.” cevabını verir.
Sultan biraz sonra fark ettirmeden tabağı döndürür. Molla Gürani fark etmiştir ama belli etmez. Sultan şöyle der:
- “Artık bu sefer haram yemedim.” diyemezsin bu söz üzerine Molla Gürani:
- “Sizin önünüzde haram, benim önümde helal kalmamıştı. İyi fark ettin tabağı çevirdin.” cevabını verir.
SAKALIMIN BİR TELİ BİLSEYDİ
Sultan Mehmet yeni bir sefere hazırlanmaktadır. Diğerleri gibi bu seferin de nereye yapılacağını söylememiştir. Veziri:
- “Padişahım, acaba sefer nereyedir?” diye sorunca Sultan Mehmet kızar ve şu cevabı verir:
- “Vezir Efendi! Eğer bunu sakalımın tellerinden biri bilmiş olsaydı, onu derhal koparır yakardım.” der.
HÜRMETİM SONSUZDUR
Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin’e saygısı büyüktür. Akşemseddin gelince daima ayağa kalkmıştır. Mahmut Paşa bunun sebebini sorunca, Fatih Sultan Mehmet şu cevabı verir:
-“Akşemseddin Hocam’a hürmetim sonsuzdur. Diğerleri yanıma gelince elleri titrer. Akşemseddin’i görünce benim ellerim titriyor.
UYKUDA TUTMAK
Sultan Mehmed, Kostantiniye’yi muhasara hazırlıkları yaparken Galata da bulunan Cenevizliler, fitne çıkarmaya başlarlar. Bunun üzerine paşa ne yapılması lazım geldiğini sorunca, Sultan Mehmet şu cevabı verir:
- “Bizans bizim için ejderdir. Ceneviz ise yılan. Ejderi yok etmek için yılanı uykuda tutmalıyız. Ejder yok edilince hafif bir darbe yılanın başını ezmeye yetecektir.”
O KADAR ÖNEMLİ DEĞİL
Sultan Mehmet Rumeli hisarını yaptırırken usule uyup Bizans imparatorundan müsaade ister. İmparator “hayır” dese hisar yapılacak. Bunu bildiği için şöyle cevap verir:
- “O yer Galata’ya aittir. O da Frenklilerin idaresindedir. Biz izin versek bile Frenkler izin vermeyeceklerdir.”
Bu cevap karşısında Sultan sevinmiş ve şu şekilde karşılık verir:
- “Bizim maksadımız imparatorun hatırına saygı göstermekti. Mademki Frenklere ait onlar o kadar önemli değil. İcap ederse onlara cevabı biz veririz.”
BU SAYEDE ŞANLI BİR DEVLET KURDULAR
Sultan Mehmet Edirne sarayında devletin ileri gelenlerini toplayıp şöyle demiştir:
- “Ey yaşlı fedakarlar ve yiğit gençler! Şimdiye kadar ki fetihlerin kolayca olmadığını ve emeksiz devletin ayakta tutulamayacağını bilirsiniz. Bu uğurda nice kanlar döküldü, yaralar açıldı. Ne kadar dul ve yetimlerin gözyaşları aktı. Ecdadımız daima cihat yolunda kaldılar. Felaket zamanlarında kederlenmez ve zafer anlarında aşırı sevinç duymazlardı. Bu sayede şanlı bir devlet kurdular.”
BANA KİMSE ZAĞANOS DEMEZ
Rumeli Hisarı yapılırken işçilerle birlikte vezirler, beyler ve paşalar da çalışmışlardır. Bir gün inşaat yerine gelen Sultan Mehmet, zağanos Mehmet paşayı sırtında taş taşırken görünce arkasından seslenir:
- “Kolay gelsin Zağanos!”
Paşa arkasına bakmadan ve padişahı görmeden cevap verir:
- “Sağolasın padişahım.”
Padişah sesinden mi tanıdığını sorunca Zağanos:
-“Hayır, bana kimse Zağanos demez, paşa der. Ondan tanıdım.” cevabını verir.
DAHA SAMİMİ
Fetih olayından sonra birçok şair, Fatih’e çeşitli şekillerde şiirler yazıp sunar. Bir Türkmen şairi de:
“Devletlü padişahım sabahınız hayır olsun.
Yediğin bal kaymak, güzergâhınız çayır olsun.”
Mısralarını yazar verir. Fatih bu iki satırı diğerlerinden daha çok ihsanda bulunur.
- “Efendim, diğer şiirlere daha az ihsanda bulundunuz.” diyerek sebebini soranlara:
- “Bu iki satırı hepsinden daha samimi ve riyasız buldum.” Cevabını verir.
Fatih Sultan Mehmet, Midilli seferine giderken Edremit civarında dağlık yol üzerine bir köyde kısa bir süre dinlenme esnasında kendisine ayran ikram ederler. Ev sahibesinin temizliğini ve titizliğini aksettiren tertemiz bir tas içinde sunulan buz gibi ayranın üzerinde birkaç tane de temiz saman çöpü vardır. Fatih, saman çöplerini yutmamak için dikkatli ve yavaş yavaş içmek mecburiyetinde kalır. Kadına teşekkür ettikten sonra bu saman çöplerinin hikmetini sorar. Aldığı cevap şöyledir:
- “Hey oğul sen uzak yoldan geliyorsun, gördüm ki terli yorgun ve susuzsun. Saman çöplerini bilhassa koydum ki, soğuk ayranı çabucak içmeyesin ve sıhhatin bozulmasın!
Bu şefkatli anlayıştan pek duygulanan Fatih, o köyü bu kadına tahsis eder.
GİT HÜNKÂRDAN FERMAN GETİR
Fatih Sultan Mehmet Han (k.s.) hazretleri bir gün tebdil-i kıyafet ederek halkının arasında gezmeye çıkar. Akşama kadar dolaşır. Unkapanı kapısına geldiğinde kale kapısının kapanmış olduğunu görür. Kendisinin çıkardığı fermana göre kale kapıları akşam ezanını müteakip kapanıp sabah ezanı vakti açılmaktadır.
Padişah yanındakilerle kapının önüne gelir ve kapı muhafızı Sinan Çelebi ile aralarında şu konuşma geçer:
- “Aç şu kapıyı” Sinan Çelebi:
- “Kimsin sen, bana kapıyı aç diye nasıl emredersin?”
- “Kim olduğuma ne bakıyorsun, kapıyı aç yeter.”
- “Nasıl bakmam? Niçin bu zamana kadar dışarda kaldınız? Dost musunuz düşman mısınız? Padişahın emrini bilmez misiniz? Ben sana kapıyı açmam. Var git başının çaresine bak.”
Hz. Fatih bu cevaba güler ve Sinan Çelebi ile konuşmasını sürdürür. Açarsın açmazsın derken nihayet Sinan Çelebi:
- “Git hünkârdan ferman getir. Ancak o zaman içeri girebilirsin” der.
- “Yahu Sinan Çelebi hünkar benim” der. Sinan Çelebi dikkatlice bakınca hünkarı tanır ve kapıyı açarken de:
- “A hünkarım kendi kanununu, kendin neye bozarsın? Madem bozacaksın, böyle kanunu ne diye koyarsın?” Mealinde söyler.
Hz. Fatih atından iner ve tavizsiz davranışından ve vazifesine bağlılığından dolayı son derece memnun olduğu Sinan Çelebi’ye:
- “Sen yavuz bir er, mert bir kişiymişsin. Padişah emirlerine bu kadar bağlı ve sadık adamlar az bulunur. Dile benden ne dilersen?” der. Sinan Çelebi de:
- “Sultanım, der. Gerçekten istediğimi yapacaksan, benim adıma bir cami yaptırıver. Ta ki kıyamete kadar hasenat defterim açık kalsın.”
Hz. Fatih derhal onun adına bir cami yaptırır.
İslam’ın fazilet hislerinin vicdanlarda hakim olduğu o devirlerin insanları işte böyleydi. Dünya nimetlerine gark olmak varken, onlar cemiyet yararlı, insanın ahiretine faydalı şeyler isterler, sadece Allah rızasına talip olurlardı.
DEVLET ADAMINA YAKIŞAN
Bi rgün Fatih hocası Akşemseddin’e:
- “Hocam, beni dervişliğe alır mısın?” der, Akşemseddin:
- “Olmaz, alamam” cevabını verir. Fatih üzülür.
- “Başkalarını alıyorsun da beni niye almazsın hocam” der.
Akşemseddin şu cevabı verir:
- “Dervişlikte bir hal vardın. Ondan tat aldığında takdirde dünya ve dünya işlerinden el çekmenden korkarım. O zaman memleket bundan zarar görürü. Sen de ben de günaha girmiş oluruz. Devlet adamına layık olan şey, iyi huylu ve adil olmaktır.
YA HOCA YA TALEBE OLACAKSIN
Fatih Sultan Mehmet, adına yaptırdığı Fatih medresesini tamamlanınca kendisine bir oda ister. Hocalar bu isteğe karşı çıkar ve derler ki:
Sultanım her ne kadar bu medreseyi siz kurup bize verdiniz ise de biz burada size bir oda veremeyiz. Burada bir oda sahibi olabilmeniz için ya hoca ya da talebe olmanız gerekir.
Fatih ısrar edince de sınava girmesi gerektiğini söylerler. Fatih sınava girer, kazanır. Ancak bundan sonra kendisine bir oda verilir.
DUAYI BIRAKANLAR
Fetihten sonra Fatih, atının üzerine yanında da devletin ve ilmin ileri gelenleri olduğu halde şehre girerken Bizans halkı alkış ve çiçeklerle karşılamış, Müslüman halk yol kenarına dizilmiş vaziyette ilerlerken yola bir derviş çıkar, atının dizginlerini tutarak Fatih’e:
- “Sultanım, Kostantiniye’yi aldım diye mağrur olma. Sen Kostantiniye’yi bizim dualarımız sayesinde aldın.” der Bunun üzerine Fatih kılını sıyırarak:
- “Doğru söylersin derviş baba, ama bunun da hakkını unutmamak lazım. Duayı bırakanlar öbür dünya cehenneminde yanacaklar, bunu bırakanlar da dünya cehenneminde yanacaklardır.” Cevabını vermiştir.
SUS DUYMASINLAR
Bir gün Fatihin önüne bir fakir geçer yardım ister. Fatih bir miktar yardımda bulunur. Bunun üzerine fakir:
- “Sultanım, hepimiz Adem’in çocuklarıyız, din kardeşiyiz, bu az değil mi?” deyince Fatih:
- “Sus! Diğer kardeşlerimiz duymasın. Eğer onlar duyarsa sana çok az hisse düşer.” cevabını verir.
KOSTANTİNİYE’Yİ FETHEDEN ASKER
Fetih esnasında ele geçirilen çok kıymetli eşyalar, altın, gümüş, mücevherler bir çadıra doldurulur. Gece yarısı bir yeniçeri gelerek çadırı bekleyen nöbetçiye:
- “Sayısı belli olmayan bu değerli şeylerden birazını gömelim, sonra paylaşırız.” deyince nöbetçi:
- “Devlet malına el uzatmanın er geç, Allah belasını verir. Ben Allah’tan korkarım, emanete hıyanet edemem.“ diyerek yeniçerinin teklifini reddeder.
ADALETİN BÖYLESİ
Fatih camii yaptırılırken Rum ustası mermer sütunları biraz kestirmiştir. Bu duruma çok sinirlenen Fatih de ustanın ellerini kestirir. Usta kadı Sarı Hızır’a şikayette bulunur.
Kadı, davacı ve davalıyı bir arada dinlemek için ikisini de çağırır. Fatih gelince köşeye geçip oturmak ister. Bunun üzerine kadı bağırır:
- “Oturma beyim, hasmınla omuz omuza dur.”
Kadı iki tarafı da dinledikten sonra, Fatih’i haksız bulmuştur. Davacının isteği üzerine tazminat ödenmesi şeklinde karar verir. Kararı dinleyen Fatih:
- “Kadı Efendi, eğer beni padişah diye kayırsaydın vallahi kılıcımla başını uçuracaktım.” deyince Kadı Efendi de:
- “Eğer ben padişahım diye böbürlenip uyarıma ve kararıma karşı koysaydın –postunun altından çıkardığı hançeri göstererek- yemin etmiştim bu hançeri kalbine saplayacaktım.” Cevabını verir.
ALLAH’IN GAZABINA UĞRASINLAR
Fetihten sonra Fatih, İstanbul sokaklarını gezerken bir inilti işitir. O kişinin getirilmesini ister. Biraz sonra perişan halde bir ihtiyarı getirirler. Fatih sorar:
- “Bu ne hal, seni bu duruma kim neden soktu?” diye sorunca ihtiyar şöyle cevap verir:
- “Siz muhasaraya başlayınca imparator beni çağırıp sordu, Türkler Kostantiniyeyi alacaklar mı, ben de “alacaklar” dedim. Bunun üzerine beni bu hale soktu.” Bu durumdan etkilenen Fatih:
- “Peki söyle bakalım, İstanbul bizim elimizden çıkacak mı?” İhtiyar:
- “Efendim bu şehrin düşmanı çoktur. Aranızda fesat artar, şahsi çıkar ön plana geçer, elindeki malı yabancılara satanlar olur ve yabancılardan medet umanlar çıkarsa o zaman bu güzel şehir de elinizden çıkar.” der.
Biraz daha etkilenen Fatih ellerini açarak şöyle dua eder:
- “Dilerim Allah’tan bunları yapanlar Allah’ın gazabına uğrasınlar.” KALKINIZ KORKMAYINIZ
Fatih, alkışlar ve tekbir sesleri ile Ayasofya’ya gelince kurtarıcı bekleyen Bizans halkı, Fatih’i ve yanındakileri görünce yerlere kapanırlar. Korku içinde sonucu beklerlerken Fatih’in şu sözleri ile irkilirler:
- “Kalkınız! Ben Sultan Mehmet. Hepinize söylüyorum ki bundan itibaren artık ne hayatınızda, ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden korkmayınız.
(kendi yöneticilerini zulmünden bıkan Bizans halkı bundan sonra her türlü emniyete kavuşacaktır. Latin kardinallerinin şapkaları yerine Türk sarığını tercih ederiz” diyenler yanılmadıklarını anlayacaklardır.)
BAYRAM NAMAZI MI KILDIRDIĞINI ZANNETTİN?
Tarihe bütün azameti ile akseden, Hristiyan âleminde sihirli bir tesir bırakan fetih olayından üç gün sonra Ayasofya’da gerekli değişiklikler yapılarak Cuma namazı kılınacaktır.
Fatih Cuma namazı kıldıracak kişinin namaz borcu olmayan ve üzerine güneş doğdurmamış kimse olmasını ister. Böyle bir kimse çıkmayınca kendisine öne geçer, ancak üçüncü tekbirle namaza başlar. Huşu içinde kılınan namazsan sonra hocası Akşemseddin Fatih’e:
- “Evladım, fetih sevinci ile bayram namazımı kıldırdığını sandın?” deyince Fatih şu cevabı verir:
- “Hayır hocam, fetihten sonra biraz içime kibir düşmüştü. Bundan dolayı ancak üçüncü tekbirde kabe-i muazzamayı görebildim…”
İKİ ADALET ÖRNEĞİ
Bizans’ın son günlerini iki papaz imparatora adaletsizlikten yakınırlar. İmparator kızar bu iki papaza hapse atar.
Fetihten sonra papazlar hapsedildikleri yerden serbest bırakıldı. Fakat papazlar çıkmak istemezler. Adaletsizlikten yakınırlar. Fatih bunlara der ki:
- “Size müsaade ediyorum, memleketimi dolaşın. Herhangi bir adaletsizlikle karşılaşırsanız bana bildirin.”
iki papaz Bursa’ya gelirler şöyle bir dava ile karşılaşırlar, adamın biri at satın almıştır.
Lakin at soluğan çıkar. Adam bu alışverişi bozdurmak için hâkime gelir. Hâkim yerinde yoktur.
Onu beklerken at ölür. Hâkim de bu arada çıkar gelir. Hakim durumu öğrenince şöyle der:
- “Eğer ben yerimde olsaydım alış verişi bozup atı geri verecektim. Sen de zarara uğramayacaktın. Ölmüş at geri verilmeyeceğine göre zararı ben tanzim ediyorum.” der adama at için ödediği parayı verir.
Bu olaya şahit olan papazlar İznik’e gelirler. Orada da şöyle bir davaya şahit olurlar:
birisi diğerinden bir tarla satın almıştır. Adam satın aldığı tarlayı sürerken içi altın dolu bir küp bulur. Küpü tarlayı satana götürür. Ona:
- “Senin bana sattığın tarlada bunu buldum al senindir.” der. Adam almaz ve: – “Ben tarlayı sana sattım. Senindir.” der.
İş mahkemeye düşer. Hâkim iki tarafı dinler, taksimine karar verir. Bu kararı iki taraf da itiraz eder. Çözüm aranır. Birinin kızı, diğerinin de oğlu olduğu ortaya çıkar. Kızla oğlanı evlendirerek küpü de düğün hediyesi olarak verirler.
Papazlar İstanbul’a dönerler, Fatih’e durumu anlatırlar ve bu adaletin devamı halinde gelecek konusunda iyi şeyler söylerler.
FATİH’İN BEDDUASI
Ayasofya’yı fetih armağanı olarak vakfettikten sonra Fatih Sultan Mehmet şöyle dua etmiştir:
- “Camimi camilikten çıkaranlar Allah’ın meleklerin ve bütün Müslümanların lanetine uğrasınlar. Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen azap içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.”
MİLLETİN AHLAKINI BOZANLAR
Bir gün Fatih Sultan Mehmet, çarşıyı kontrol etmek için tebdil-i kıyafet etmiş dolaşırken bir dükkâna girer ve isteklerini bildirir. Şunu şunu şunu ver, der. Bakkal isteklerinin bir kısmını verir. Bereket çektikten sonra bir kısmı için de:
- “Ağam bunları komşumdan al. Komşum daha siftah etmedi.” der.
Bunun üzerine Fatih:
- “Allah bu ahlakla bu milleti dünyalar fethettirir. Bu milletin ahlakını bozanlara Allah kahretsin.” demekten kendini alamaz.
GAZİ DEMEK YALAN OLUR
Fatih Trabzon’un fethine giderken uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun da yanındadır.
Oğlunun kayın pederi tekfur için şefaatçi olarak gelmiştir.
Bu günkü Zigana dağlarını askerlerle beraber yaya yürümeye mecbur kalmıştır. Sara hatun, Fatihin çektiği eziyet ve sıkıntıları görüp:
- “Ey oğul, bu Trabzon’a bunca zahmet nedendir?” der. Fatih:
- “Bu zahmet din yolunadır. Allah’ın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam’ın kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.” der.
CAMİ YANINDA KİLİSE
Ortodoks olan Sırplar, Katolik olan Macarlara Müslüman olan Türkler arasında sıkışmışlardı. Kıral Brankociç, bir gün memleketinin bu iki güçten biri tarafından alınacağını düşünüp, biri Macar kralı Hünyad’a diğeri Fatih’e olmak üzere iki elçi gönderir:
- “Sırbistan idarenize terk edilecek olsa, Sırpların inancı hakkında ne gibi tavır alacaksınız?” diye sorar.
Hünyad:
- “Ortodoks kiliselerinin yerine Katolik kiliseleri yaparım.” Cevabını verirken Fatih:
- “Herkes kendi inancında serbest olacaktır. Ve her caminin yanında bir Ortodoks kilisesine müsaade ederim.” Cevabını verir.
ÇEVRE KORUNMASI VE FATİHİN VASİYETİ
Hz. Peygamberin iltifatına mazhar olan Fatih Sultan Mehmet şöyle vasiyet etmiştir:
- “Ben ki İstanbul Fatihi Sultan Mehmet, bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un taşlık mevkiinde beş dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki: Bu gayri menkulatımdan elde olunacak nemalarlar, İstanbul’un her sokağında ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerinde bir kap içerisindeki kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler, bu sokaklarda tükürenlerin tükürüklerinin üzerine bu tozuy dökeler ki, yevmiye 20 şer akçe alsınlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabib ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlar ki ayın belirli günlerinde İstanbul’a çıkarlar, bila istisna her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar. Var ise, şifa orada mümkün ise şifayap olalar. Değil ise kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin darülacezeye kaldırılarak orada salah buldurulalar.
Allah korusun, herhangi bir gıda maddesi sıkıntısı da vaki olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah ehli erbaba verile. Bunlar ki, hayvanatı vahşiyelerin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.”
GERİSİNİ ONLAR ANLAR
Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam olur.
Bir gün bir cenaze namazını kıldırdıktan sonra ölünün kulağına eğilip bir şeyler söyler.
Orada bulunanlar:
- “Ölüye ne dedin?” diye sorarlar. Bekri Mustafa şu cevabı verir:
- “Kabir ehli dünyanın ahvali nasıl diye sorarsa, bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin gerisini onlar anlar.” dedim.
AYASOFYA’YA GİREMEZSİNİZ
İstanbul’un işgali sırasında binbaşı Tevfik bey Ayasofya’yı korumak için bir grup askerle Ayasofya’nın önüne yerleşir. Makinalı tüfeği oturtur. Fransız askerlerinin Ayasofya’ya girip yerleşmesini önlenecektir. Fatih’in vakfı, fethin sembolü olan Ayasofya korunacaktır. Ayasofya önüne gelen Fransız kumandanına Tevfik bey sorar:
- “Maksadınız nedir?”
- “İçeri girmek.”
- “Giremezsiniz, burası Müslümanların mabedidir. Eğer girmeye kalkarsanız işte makinalı… Sizi durdurmaya bu yetmezse, caminin dört köşesine kafi miktarda tahrip kalıbı yerleştirdim. Israr ederseniz buyurun deneyin.” diyerek Fransız taburunun camiye girmesine, orada yatıp kalkmasına mani olur. YAPIP YAPMADIKLARINI ANLARIZ
Tarih öğretmeni İstanbul’un fethini anlatırken, başka şeylerle meşgul olan iki öğrenciden birisine sorar:
- “Rumeli hisarını kim yaptı?” Öğrenci:
- “Valla ben yapmadın hocam.” der.
Öğretmen yanındaki öğrenciye sorar:
- “Sen söyle, kim yaptı?”
- “Valla ben de yapmadım hocam” der.
Hoca sinirlenir, dersten sonra idareye giderken koridorda nöbetçi öğretmenle karşılaşır.
Nöbetçi öğretmen:
- “Ne o hocam sinirlisiniz?” deyince tarih öğretmeni olayı anlatır. Nöbetçi öğretmen şöyle teselli eder:
- “Siz üzülmeyin hocam, onlar yaparlar yaparlar da sonra da yapmadık diye inkar ederler.”
Bu sözler üzerine biraz daha sinirlenen hoca, doğru müdüre gider. Müdür:
- “Ne var hocam?” deyince öğretmen olayı anlatır. Tarih öğretmenini büyük bir üzüntü ile dinleyen müdür:
- “Siz hiç üzülmeyin, sinirlenmeyin. Biz onları disipline verir yapıp yapmadıklarını anlarız. Yapanlara cezalarını veririz.” der.