DÜNYA HAYATI GEÇİCİDİR
Kültürümüze ve inancımıza göre dünya hayatı geçicidir.
Böyle inanıyor, böyle kabul ediyoruz ama böyle yaşayamıyoruz. Sanki hayat ebedi, ömür tükenmez. Gözlerimizin önünde insanlar ölüp dururken, kendi ellerimizle mezarlar kazıp, ölülerimizi ellerimizle gömüp dururken, şu yaşayışımıza bakın. Kalacağımız günler belli. Yaptığımız iş ise hiç. Öleceğimizi hatırlatmıyor, gönül hep dünya sevgisine açık.
Dünya hayatı, geçici, sınırlı olduğu gibi çok cazibeli ve aldatıcı, serap olayı kadar yalancıdır.
Aslında dünya hayatı, oyun ve eğlenceden ibarettir. Dünya hayatının geçmişi rüya, geleceği ise arzulardan ibarettir.
Ayrıca dünya hayatı, başıboş bir hayat gibi görünüyorsa da, baştan sona sorumluluklarla dolu bir hayattır. Böyle bir hayatın içinde insan, bir nefes fazla alabilmek, daha çok mal toplayabilmek ve dünyadan daha çok zevk alabilmek için çırpınıp duruyor. Hayatı iyi yönü ile dolu dolu yaşamak, her anını değerlendirmek varken, bu fırsatı değerlendiremiyoruz. Onun için ağlaya ağlaya geldiğimiz bu dünyadan ağlaya ağlaya gidiyoruz. Aslında hayat nimetinin kıymetini bilebilsek, o zaman ağlata ağlata ayrılmamız lazım.
İmam-ı Gazali şöyle der: “Ey oğul! Dünya bir denizdir. İçinde bir çok insanlar boğulmuştur. Unutma sen de bu denizin içindesin… Ey oğul iki kişi dünyadan hasretle gider.
Biri malı olup yemeyen, diğeri ilmi olup amel etmeyen”
Nuh (AS), 900 yıl yaşayıp bu dünyadan ayrılırken şöyle demiş: “Dünyayı iki kapılı bir han buldum. Birinden girdim, diğerinden çıkıyorum”
İki arkadaş sohbet ediyorlarmış. Biri:
- “Hayat kırkından sonra başlar” demiş. Diğeri de:
- “Otuz beşinde ölmezsen eğer” demiş.
Şeytan birini kırk yıl yaşayacaksın diyerek aldatmış. Adam 20 sinde ölmüş.
Dünya hayatı iki nefesten ibarettir. Bir alır, bir de verirsin o kadar. Aradakileri sayma. Onlar ikramdır.
Öyle veya böyle hepimiz sona doğru gidiyoruz.
Dünya misafirhanedir:
Bu dünya bir misafirhanedir. Doğan ölür, ölen göçer. Bugüne kadar nice yolcular gelmiş geçmiş, nice misafirler konaklayıp göçmüştür.
“Dünyada garip bir yolcu gibi olunuz” buyuran Peygamberimizi İbni Mesud, bir gün bir hasır üzerinde uyur bulur. Hasır vücudunda iz yapmıştır. Bu hali görünce üzülür. Peygamberimiz ona:
- “Benim nazarımda dünya ile benim durumum bir ağacın altında gölgelenip de sonra kalkıp giden insanın durumundan farksızdır” buyurur.
Belh şehrinin sultanı İbrahim Etem’in sarayına biri gelip oturur. Ve sultanla aralarında şu konuşma geçer:
- “Kimsin, ne istiyorsun?
- Yolcuyum konaklıyorum.
- Burası saray. Han değil!
- Peki burası senden evvel kimindi?
- Babamın.
- Ondan evvel kimindi?
- Dedemin.
- Birinin göçüp diğerinin konduğu yer han değil de nedir?
Sultan verecek cevap bulamaz.
Dünya hayatı sınırlıdır:
Dünya hayatı, doğumla ölüm arasında geçen zamandır. Ana karnındaki çocuğun dış dünyadan habersiz doğumunu beklediği gibi, insan da ahiret hayatından habersiz ölümünü bekleyerek dünyadaki hayatını tamamlar.
Dünya hayatı insana belirli bir zaman için verilmiş bir emanettir. Vakti gelince ondan alınacak ve insanoğlu her saniyesinin hesabını verecektir.
Dünya hayatı Kur’an’ın ifadesiyle oyun ve eğlenceden ibarettir. Ahiretin de tarlasıdır. Dünya kurulalı beri sayısız insan bu hayatı yaşamış, hepsi de her adım atışı, her nefes alışı ile ölüme koşmuştur. Hiçbiri isteyerek, istediği zaman bu hayattan ayrılmamıştır. Ne var ki, bazısı hayatı gerçek yönü ile yaşamış, kazanmış, bazısı da sapıkların hayatını kopya edip anlamsız işlerle sona varmış ve dünya hayatı kendisine pişmanlık vesilesi olmuştur.
Hayat, çeşitli nimetlerin bulunduğu bir sofradır. Başka bir ifadeyle, iyinin de kötünün de satıldığı bir pazardır. İnsan kötünün ne alıcısı ne de satıcısı olmalıdır.
İnsanın evveli bir damla su, sonu da topraktır. Dünyada bir namazlık saltanatı olacak, erkişi niyetine namazı kılınacaktır. O da nasip ise. Mezar taşına “doğdu-öldü” yazılacaktır. Sanki onun için hayat yaşanmamış gibi olacaktır.
Dünya ve dünyadaki her şeyin bir başlangıcı bir de sonu vardır. İnsan ne kadar yaşarsa yaşasın, sınırlı olan hayatı bir gün mutlaka sona erecektir.
İnsan zaman zaman kendine kaç yıl, kaç ay, kaç gün ve kaç saatlik ömrüm kaldı. Daha ne kadar yaşayacağım. Kaç nefes alıp vereceğim acaba diye sormalı, ve ona göre yaşamalıdır. Çünkü hayatla ölüm bitişiktir. Hayat, ödünç verilmiş, ver bakalım deyip bir anda geri alınacak. Ama insanın daha bitmemiş işleri olacak, arzuları olacak, ona bakılmayacak.
Ziya Osman Saba şöyle sormuş:
İlk yağmur damlası düştü,
Kuru yapraklarına güzün,
Ardında kış, kıyamet,
Dert, hüzün…
Alın yazısı hepsi…Kısmet…
Ha yazı, ha kışı, gecesiyle gündüzün,
Kim bilir, kaç günü kaldı
Ömrümüzün?!
Kur’an’da şöyle bildiriliyor:
- “Kıyamet gününü gördüklerinde, dünyada sadece bir akşam vakti, ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar” (Zariat:46)
- “Her canlı ölümü tadacaktır” (Enbiya:35)
- “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak” (Rahman:26)
Bu dünya kimseye kalmaz. Onun için ahirete endeksli bir hayat yaşanmalıdır.
Allah Resulü şöyle buyurur:
- “Gerçek hayat ahiret hayatıdır” (Buhari Rikak:1)
- “İnsanların en hayırlısı, ömrü uzun, ameli kötü olanıdır. İnsanların en şerlisi ise; ömrü uzun, ameli kötü olandır” (Tirmizi, Zühd: 22)
İnsan ömrünü gaflet ve isyanla geçirenlerden olmamalıdır. Bahaneler uydurarak görevlerinden kaçan, dünya hayatını nefsinin isteği üzerine yaşayanlardan olmamalıdır. Sonra mazeret yok. Son pişmanlık fayda vermeyecek. Şimdi mi aklın başına geldi? denilerek bütün istekler, yalvarmalar reddedilecek.