DEVLETİN MALINI İTİBARINI MİLLETİN HAKKINI KORUMAK
Devlet adamı bilgili, becerikli ve şahsiyet sahibi bir kimse, devletin maddi ve manevi varlığını, milletin içerde ve dışarıda itibarını korumakta acze düşmeyecektir.
Devletin her kademesinde görevli, milleti temsil eden herkesin devlete, millete ait her şeyi korumak, ölçülü ve yerinde kullanmak, milletin hakkını hukukunu korumak en başta gelen görevidir.
Hayatın her safhasında israfı önlemek, tasarrufu yerleştirmek konusunda devleti, milleti yönetenlerin örnek olması gerekir. Lükse, gösterişe düşkün olur, devletin malını istaf ederler, hor kullanırlar, başkalarına peşkeş çekerlerse o zaman kötü örnek olmuş olurlar. Milletin kalkınması, başka milletlere muhtaç olmaması topyekûn yapılacak tasarrufa bağlıdır. Başka milletlere boyun eğme zilletine düşmemenin yolu budur.
Sıkıntı hep beraber çekilirse, kemerler hep beraber sıkılırsa sonuç alınır. Baştakiler bol bol, çeşit çeşit iken, halktan kemer sıkması istenirse inandırıcı olmaz.
Fatih’in hocası Molla güreni, padişahın yemek yediği bir sırada yanına girmiş ve elbisesinin ihtişamı ile yemek takımlarının som altından olduğunu görünce kızmış:
-“Elbisen haram, yemeklerin haram! Haramdan kaçın!” demiştir.
Hocası Molla Gürani’nin bu uyarısından sonra genç padişah, kıyafetini ve sofra takımlarını sadeleştirmiştir.
a)Devlet Malı Yetim Malı:
Üzerimize aldığımız her görev kutsal bir emanettir. Hele bu görev devlete, millete ait bir görev ise, son derece dikkat etmeliyiz. Teslim aldığımız gibi noksansız, kusursuz teslim etmeliyiz. Çünkü devletin, milletin malı, öksüz, yetimin, fakir fukaranın hatta yerin altında yatanların ve daha dünyaya gelmemiş olanların hakkı olan bir maldır. Bunun için hassas olunmalıdır. ġahsi işlerde, parti işlerinde, ziyafetlerde tüyü bitmemiş çocukların hakkını yemek zulüm olur. Allah kul hakkını affetmeyeceğini bildirmiştir. Peygamberimizi de: “Yetim malı yemek helak edici yedi günahtan biridir.” (1)buyurmuştur.
Cenabı Allah da Kuran’da:
“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar. Zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır.” (2) buyurarak yetim hakkını dolayısıyla millet hakkının korunmasını emretmiştir.
Devlet malı, devlete ve millete ait bir maldır. I. Mahmud, boşdurmaz, vakit buldukça kuyumculuk yaparak geçinirdi. Bir gün veziri:
-“ Sultanım, milletin hazinesi sizindir, niçin böyle zahmete giriyorsunuz?” deyince I.
Mahmud, şu cevabı verir:
-“Bre ne biçim söylersin? Milletin hazinesi, milletin ihtiyacı içindir. Ancak alınteri ile kazanılan helaldir. Ancak o lezzetli ve bereketli olur.”
Bir gün Halife Ömer, kuru ekmeği zeytinyağına batırıp yemektedir. Bunu gören Utbe: -“Ya Ömer! Sen devlet başkanısın, devletin hazinesi emrindedir. Neden bu yokluğu çekiyorsun?” demiştir.
Hz. Ömer Utbe’ye şu cevabı vermiştir:
-“Devlet hazinesi şahsıma ait değildir. O tüyü bitmemiş yetimin, dul ve öksüzün yani milletin malıdır. Ben ancak zaruri ihtiyacımı sağlayacak kadar bir aylık almak hakkına sahibim. Halkın kuru ekmeğini zeytinyağına banarak yediği bir zamanda, nasıl olur da bundan fazlasını yiyebilirim?”
Tarih boyunca milletini seven büyüklerimiz, milletin malını kendi mallarından daha iyi korumuşlardır. Milletin malına dokunmazken kendi mallarını millete vakfetmişler, çeşitli yollarla halka sunmuşlardır. Mal toplamak servet biriktirme sevdasına kapılmamışlardır. Milletin başına geçenlerin, çocuklarının, damatlarının veya yakınlarının birden bire zengin oldukları görülmemiştir. Sayılı zenginler arasına giriverdikleri görülmemiştir. Dış ülkelerde mal mülk sahibi oluvermemişlerdir. b)Devletin Malını Yiyen Domuz:
Markos güzel bir örnek. 1986 ġubat ayında Filipinler devlet başkanı markos, seçimi kaybedince ülkeyi terk ederken karısının üç bin çeşit ayakkabısı olduğunu görülmüş, markos ise dışarıdaki mal varlığı hariç yirmi dört sandık para ile ülkesini terk etmişti. Üç yıl sonra ölmüş ve ölümünden sonra yapılan açıklamaya göre sahip olduğu servetin değerinin ülkesinden daha fazla olduğu belirtilmiştir.
Devlet adamı, millet malını ve yerinde kullanmazsa, ülke çapında yağmacılık meşrulaşır, hırsızlık artar. Devlet adamının harcamaları, millete kötü örnek olur. Halk dürüst vergi vermez, yanlış beyanda bulunur. Zaman zaman vergi vermem diyenlerle karşılaşıyoruz.
Sorduğumuz da herhangi bir yolsuzluğu veya bir savurganlığı örnek gösteriyor.
Atatürk, rahatsızlığı sırasında: “Beni Türk doktorlarına emanet ediniz” diyerek dış ülkelerdeki tedavi görmek istemediğini belirtmiştir. Devlet adamı lüksten, israftan kaçınmadıkça, adil bir yönetim, adil bir düzen kuramaz. Milletin güvenini yitirir. Vücuttaki kanserli hücrelerin şişip büyüdüğü ve bulunduğu vücudu yiyip bitirdiği gibi milletin sırtından zenginler türer, haksız kazanç sağlayanlar artar. Bu da devletin varlığını, milletin bütünlüğünü tehdit eder. Bu devlet bizimdir. Devlet zarar görürse insanımızı zarar görür. Kişiye, partiye, hükümete kızarak millet malını kırmak, yığmak, yakmak, akılsızlık örneğidir. Devlet memurları kendilerine emanet edilen devletin, milletin itibarını, binaları, vasıtaları, aletleri ve her türlü malzemeyi iyi korumakla yükümlüdür. Bundan ne çıkar diyerek hiçbir şey telef edilmemelidir. Gereksiz hiçbir harcamada bulunulmamalıdır. Yolsuzluk yapanlara göz yumulmamalı, suç küçük de olsa örtbas edilmemelidir.
Milletin idaresi, devletin malı bir emanettir. “devletin malı deniz, yemeyen domuz” sözü bir imparatorluğun batmasına neden olmuştur. Bu söz, yemekle ilgili ve hak-hukuk tanımayan bir sözdür. Bunun için “Devletin malı deniz, yiyen domuz” olarak kullanılmalıdır. c)Ödül Rezaleti:
Devletin malı, kel ile körün yiyip, kösenin duasını ettiği yağma hasanın böreği değildir. İsteyen istediğine veremez. Ama bakıyoruz, kaymakam ödül veriyor, vali ödül veriyor, belediye başkanı ödül veriyor, bakan, başbakan ödül veriyor, devlet başkanı ödül veriyor. Kimin hakkını kime veriyor? Niçin veriyor? Sebep, başarılı olmak ise, peki onun görevi başarmak, başarılı olmak değil midir?
II. dünya savaşından sonra alman sporcuları başarıdan başarıya koşar, galibiyet üstüne galibiyet… Sporla ilgili bakan, başbakana ödüllendirilmeleri için teklif eder. Başbakan kızar: -“Kazanmak onların görevi idi. Çalıştılar, kazandılar, görevlerini yaptılar. Ben de burada görev yapıyorum, başarılı olmak için çalışıyorum, bu da benim görevim.” der. Abbasi Halifesi Harun Reşit, göreve başladıktan bir müddet sonra arkadaşı, büyük âlim Süfyan-ı Sevri’ye bir mektup yazar ve arkadaşlarının kendisine ziyaret edip tebrik ettiklerini belirttikten sonra kendisinin de hediyeler vererek onları taltif ettiğini belirtir. Bundan sonra niçin kendisine ziyarete, tebriye gelmediğini sorar. Süfyan:
-“Hazineden para dağıttığını yazıyorsun. Müslümanların rızası olmadan onların mallarını hangi hakla başkalarına dağıttın?” diye cevap verir. d) Devlet Malının Satışı:
Burada belirtmek istediğim bir husus da devlet malının, millet malının daha fazla veriyorlar diye yabancılara satılmasıdır. Bu son derece yanlıştır. Devlet malının satışı bazı ülkelerde olmuştur. Fakat onlar kendi vatandaşlarına satmışlardır. Mesela; İngiltere kontrolü kaybetmemek için yönetim ve denetimi devletin kontrolüne bırakmıştır. İsrail, devlet varlığını satmıştır. Ama sadece Yahudilere satmıştır.
Devletin mal varlığını yabancılara satmak ülkeyi dışa bağımlı hale getirir. Çünkü bir taş parçası bile vatanın bir parçasıdır.
Kahraman ordumuzla İzmir’e giren gazi, düşmanı denize döktükten sonra köprübaşlarını tutan yabancı sermayeyi de yurt dışına atmak için savaş açmıştır. Demir yollarını ve deniz yollarını ecnebi şirketlerinin elinden alarak millileştirmiştir. İzmir’de yapılan iktisat kongresine hiçbir yabancı davet edilmemiştir.
Başbakan menderes’in bazı kamu kuruluşlarını, özel sektöre satacağını açıklamasına, zamanın muhalefet partisi lideri İsmet İnönü’nün tepkisi oldukça sert olmuştur. İsmet paşa:
“Burunlarından getiririm alanların, kimin malını kime satıyorlar.” demiştir.
Devlete, millete ait olan bir şeyi kimsenin, babalarının mallarını satar gibi başkalarına satmaya hakları yoktur. Onlar şehitlerimizin kanları, canları karşılığı yabancıların ellerinden alınmıştır.
e)Devlet Malı Yiyen Onmaz:
Bu güne kadar devlet, millet malını, özel işinde kullanan, millet malı ile zengin olan, millet malından yiyip içenler onmamıştır. Rahat yataklarında güzel bir ölümle ölmemişlerdir. Haram lokma ile büyüttükleri çocukları da iyi insan iyi vatandaş olarak yaşamamışlardır. Bunu atalarımız şu atasözü ile güzel bir şekilde ifade etmişlerdir: “Haram yiyenin harami evladı olur.”
Devletin hazinesinden süper maaş, devlet malından lüks evler kimse itiraz etmiyor. Ne var böyle devlet adamlığına…
Birini devlet işlerinde, diğerine özel işlerde kullanmak üzere cebinde iki mum taşıyan, kendi maaşını düşüren devlet başkanı Hz. Ömer (r.a) şöyle nakleder: “Hayber’in fethedildiği gün
Müslümanlar, falan falan şehit, falan da şehit, dediler. Onları duyan peygamber “Hayır, asla! Ben onu devlet malından çaldığı bir abaya bürünmüş olarak cehennemde görüyorum.” buyurdu.”
Görülüyor ki, devlet malında çalınmış bir aba, çalanı şehitlik mertebesine ulaştırmamış, cehenneme girmesine neden olmuştur.
Çocuklarına pek bir şey bırakmayan Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz ölürken çocuklarına: -“Yemin ederim ki, ben sizi ne hakkınızdan mahrum ettim ne de milletin malını size bırakmak. Zilletini irtikâp ettim.” demiştir.
Dini bütün, vicdan sahibi, şahsiyet sahibi bir insan görevi ne olursa olsun kendine emanet edilen millet malına zarar vermez. Asla ihanet etmez. Hesabını Allah’a ve millete veremeyeceği iş yapmaz.
f)Millet Onurunun Korunması:
Devlet adamlığı haysiyet ister, ciddiyet ister. Devlet adamı içerde ve dışarıda milletin onurunu korumalı, davranışlarıyla, kişiliyi ile milletini temsil etmelidir. Milletinin itibarını ne pahasına olursa olsun korumak görevidir.
Kendisine yapılan aşağılayıcı davranışları aldırış etmeyen, onur meselesi yapmayan, yabancılar karşısında ezilip büzülen kimse, milletini temsil edemez. Yakışıksız davranışları pişkinliğe vurdurmak, devlet adamı ciddiyetliyle asla bağdaşmaz.
Bu konuda birkaç örnek vermekle yetinelim:
Fatih’in ölümüyle II. Beyazıd’ın tahta geçişini kabul etmeyen cem sultan, Roma’ya gitmek zorunda kalınca Roma’da hükümdarlara yakışır törenle karşılanmıştır. Papa, cem’i ayakta karşılamıştır. Cem’e de papanın önünde eğilmesi söylenince, Cem, kimsenin önünde eğilmediğini ve papanın önünde de eğilmeyeceğini belirtmiştir.
Yapılacak haçlı seferleri için papa, Cem’in durumundan yararlanmak istemiş, Cem’e Osmanlı tahtını vaat etmiştir. Bu teklife de Cem, “Değil Osmanlı tahtını dünya tacı verilse gene de milletime ihanet edemem” cevabını vermiştir.
Bir papa, Hıristiyan olmaya davet edince Cem bu teklifi hakaret saymıştır. (3)
Ahmet Vekif Paşa Paris’te elçi iken operaya davet edilir. Kendisine gösterilen yeri, temsil ettiği devletinin, milletlinin şanına yakıştıramaz, gider prenslere mahsus yerlere oturur. III. Napolyun içeri girer girmez, bütün salon ayağa kalkar. Fakat Ahmet Vefik Paşa ayağa kalkmaz. Napolyon durumu görünce kızar ve haber gönderir.
-“Osmanlı elçisi kendini halka muhteşem Süleyman zamanında mı sanıyor?” Ahmet Vefik Paşa cevap verir:
-“Eğer kanuni zamanında olsaydık ben burada iken Napolyon o loca da oturabilir miydi?” Fevzi çakma paşa Türkiye’yi temsilen askeri bir tatbikata davet edilir. Mareşal Forch’la karşılaşır. Bir koltuk vardır. Forch koltuğa oturmak isterken, yumuşak huylu olmasına rağmen Fevzi Çakmak Paşa derhal koltuğa oturur.
Musolini başbakan İnönü’yü davet etmiştir. Musloli’nin İnönü’yü istasyonda karşılamayacağı öğrenilince durumu İnönü, M kemal’e bildirir. M. Kemal, telgraf çeker. “istasyonda bir başbakan sıfatıyla karşılanmazsa geri dön” emrini verir. Musolini istasyonda karşılamak zorunda kalır. ġah İsmail’in elçisi, padişahîn elini değil dizini öpmüştür. Bu hareketin mukabele edileceği düşüncesiyle devletin şanına dokunacak hareketlere karşı koyacak, münasebetsizliklere müsaade etmeyecek bir elçi aranır.
Bu iş için Muhsin çelebi seçilir. Teklif edilen ücreti “ Devlete hizmet, karşılığı olarak almaz”. Aslında pek zengin de değildir. Evini, mandırasını Toroğluna rehin bırakarak ondan Pembe incili kaftanı alır. Kaftan çok değerlidir. Sekiz bin altın değerindedir. Başına bir iş gelir fakir düşersin derler, “devlete feda olsun.” der. ġah’ın karşısına çıktığı vakit yer gösterilmez, oturmasına müsaade edilmez. Elçimiz ayakta divan durmamak için kaftanı yere serer, oturur. Giderken de almaz. Unuttuğu hatırlatılınca “Biz altımıza serdiğimizi bir daha sırtımıza almayız.” der.
Zannederim bu örnekler devletin milletin itibarının nasıl korunması gerektiğine yetecektir
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
- Nisa Suresi:2
- Nisa Suresi:10
- Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar sf:303, 1000 Temel Eser