DEVLET VE MİLLET
“Ey Muhammed deki: “Mülkün sahibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye kadirsin.” (1)
1. Devlet Nedir? Devlet, saadet, mutluluk, servet, zenginlik ve bağımsızlık gibi anlamlara gelir.
Başka bir deyişle: “Devlet, bir toplumda var olabilen ve idaresini maddi kuvvet kullanma yoluyla gerçekleştirebilen sosyal organizmadır.” (2) diye tarif edilmiştir.
Devlet, “millet” denilen toplumun varoluşunun temel taşıdır. Denilebilir ki, insanoğlunun sosyal bir varlık olarak bir araya yaşamaya başladığı günden bugüne kadar devlet vardır. Aslında devlet ve millet bunlar birbirine bağlı şeylerdir. Her ikisi de gücünü ve varlığını birbirinden alır. Varlıklarını beraber sürdürürler.
Tarihe baktığımız zaman devlet yapısının sağlam olduğu dönemlerde millet adını verdiğimiz
toplulukların huzurlu yaşadıklarını, eğer devlet zayıf ise millete karşı görevlerini yapamadığını ve milletin düşmanlarının tehdidine maruz kaldığını görürüz. Bunun için büyüklerimizi, milletimizin selameti için hep: “Allah devlete zeval vermesin” diye dua etmişlerdir.
Türk milletinin düşüncesinde devlet babadır. Yani devlere babalık görevi yüklenmiştir. Bu yüzden devlete yakın zamana kadar hep bu gözle bakılmış, devlet adamından babalık beklenmiştir.
1. Devlete hizmet kutsaldır:
Türk kültüründe insan, millet, toprak ve töre gibi devlet de kutsaldır. “Türk devletinin tarih boyunca mukaddes sayılması, Osmanlı mefkûresinin din, devlet, mülk ve millet gibi dört esasa dayanması ve Türk hâkimiyetin dünyaya yayılması sebepleri arasında hükümdarların babalık sıfat ve vazifeleri mühim rol oynamıştır.” (3)
Türk tarihinde devlet ve devlet adamı anlayışı, diğer milletlerinkinden çok farklıdır. Nedeni de Türkler dünyanın en iyi teşkilatçı milleti olmasıdır. Türk devlet adamları, devlet kurmak ve insanları yönetmekte büyük ustalıklar göstermişler ve diğer milletlerin büyüklerine nasip olmayan başarılar elde etmişlerdir. Çünkü Türk milletinin başına geçen devlet adamları saltanat sürmeyi değil, milletini yüceltmeyi ülkü edinmişlerdir.
İnebahtı deniz muharebesinde yakılan donanmamızın yerine Sadrazam Sokullu Mehmet Paşanın, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’ya kış mevsimi içinde yeni bir donanma yapılmasını emretmesi, zamanın kısalığı ve işin zorluğu ifade edilince de Sokullu’nun: “Sen bu devleti tanıyamamışsın. Bu devlet öyle bir devlettir ki, isterse donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapar.” demesi meşhurdur.
Nitekim bahara Akdeniz’e açılan yeni Osmanlı donanmasının karşısına hiçbir düşman gemisi çıkmamıştır.
Bir örnek de Fatih’in Rumeli hisar’ıdır. Rumelihisarı Fatih’in nezareti altında dört ayda baştan sona yapılmıştır. Zamanımız da ise bütün imkânların seferber edilmesiyle dört senede tamir edilememiştir. Hisardaki akustik sistemini bugün yapmak mümkün değildir. Telsiz yok, telefon yok, yüzlerce metreden fısıltıyla yapılan konuşma komutan kulesinden aynen dinlenmektedir.
Türk insanına göre devlet, millet hizmetinde çalışmak, fedakârlık yapmak, hatta devlet için, millet için ölmek her insana nasip olmayan şerefli bir görev, üstün bir mertebedir. Bu güne kadar Türk insanı ne yaptıysa din için, devlet için ve milleti için yapmıştır.
Buna örnek olarak iki olay nakletmek istiyorum: 27-28-29 Haziran 1988 tarihinde Denizli de
Türk ocağı tarafından tertiplenen merkez efendi sempozyumuna katılan Doç. Dr. Necmi Ülker anlatmıştı:
“Milli mücadele bütün şiddetiyle devam ederken Acıpayam kara höyük pazarında Hasan Efendi asker yazmaktadır. 13 yaşındaki bir çocuk:
-“Bizi de yaz” der.
Hasan efendi çocuğa bakar, gözleri dolar, gözyaşları sakalından süzülürken:
-“Siz biraz daha büyüyün. Hem köyde de askere ihtiyacımız var.” der.
Diğer olayda: zahire olmadığı için kadınlar dağdan geven kazıp merkebe yükleyip dönerken Mehmet dede Yatağan pazarından gelmektedir. Sorar:
-“Nereden geliyorsunuz?”
-“Geven kazdık, hayvanlara vereceğiz.”
-“ Pek güzel, insanlar da yiyebilir.”
-“Biz de yiyoruz.”
İhtiyar Mehmet dede gözyaşlarını silerek:
-“Sizin gibi evlatları olan bu memleket batmayacak inşallah.” der. (4) c) Değişen anlayış:
Ancak bugün devletlerin güçlü olduğu, görevini tam yaptığı söylenemeyeceği gibi, devlet anlayışının ve devlete bağlılığın da geçmişteki gibi yaygın olduğu söylenemez. Mesela daha önceki küçük-büyük herkesin “ya şehit, ya gazi” ideali “ ne şehit ne gazi” olarak değişmiştir, yozlaşmıştır. Devlet ve millet için fedakârlık, enayilik olarak nitelendirilir olmuştur. Meseleyi kısaca açıklayacak olursak, devlet babalık görevini ihmal etmiş, acze düşmüştür. Evlat da babasını sevmez, tanımaz ve saymaz haldedir. Böylece milletle devletin arası açılmıştır.
Burada Fuat Paşa’yı hatırlamamak mümkün mü? Keçecizade Fuat paşa Fransa’da bulunduğu sırada, yabancı diplomatların hazır bulunduğu bir toplantıda Napolyon sorar:
-“Dünyanın en güçlü devleti hangi devlettir?”
Herkes “Fransa’dır” diye taltifte bulunurken, Fuat paşa beklenmedik bir cevap verir:
-“Dünyanın en güçlü devleti Osmanlıdır!” bu cevap üzerine Napolyon şaşırır, herkes şaşırır.
Paşa devam eder:
-“Baksanıza siz dışarıdan bir içerden yıkmaya uğraştığımız halde Osmanlı hala ayaktadır…” Devlete karşı anlayışın ve yüce duyguların değişmesinin nedenleri vardır. Bunu da bir fıkra ile anlatmaya çalışalım:
Devletini seven, devletine son derece bağlı bir ağa vardır. Bu ağanın üç de oğlu vardır. Bir gün şube başkanı gelir:
-Ağam, padişahımız şuraya sefer düzenledi, oğlunu askere istiyor. Ağa tereddüt etmeden “al” der. Üç ay sonra oğlunun şehit haberi gelir. Aradan çok geçmeden şube başkanı gene gelir:
-Padişahımız sefer düzenliyor, oğlunuzu istiyor.” der
Ağa tereddütsüz ikinci oğlunu da verir. Çok geçmeden onun da şehit haberi gelir. ġube başkanı aynı şekilde küçük oğlu için gelir. “Padişahımız” der demez ağa
-“Padişahımıza selam söyle bir daha bana güvenip sefer mefer düzenlemesin.” der. ġuanda devleti kutsal bilen, devlete hizmeti şeref sayan, devleti için şehit olmak isteyecek birilerini bulur muyuz, bulamaz mıyız bilemem. Yoksa suç kimin acaba dersiniz!..
1. Her devlete bir ömür:
Her canlı gibi her milletin ve her devletin takdir edilen bir ömrü vardır. Tarih sahnesinde rollerini tamamlayıp tarihin çöplüğüne atılanlar bunun delilidir.
Tarih bize “yıkılmaz” denilen devletlerin, milletlerin yok olup gittiğini haber vermektedir. ġu anda var olan devletlerin ve milletlerin de bir gün mutlaka şu ve ya bu sebepten yok olacağı unutulmamalıdır. Üzerinde güneş batmayan imparatorluklar, üç kıtaya hükmeden Osmanlı bile tarihe malzeme olmuştur.
Her devlet için biçilmiş bir ömür olduğu Kurân’da şöyle ifade edilmiştir:
“Her topluluk için belirli bir süre vardır. Vakitleri dolunca ne bir saat gecikirler ne de öne geçebilirler.” (5)
Her canlı, her millet ve her devlet için mutlaka bir son vardır. Bu sonun evvel veya sonra oluşu yöneticilerin tavrına, devletin politikasına bağlıdır.
Alaaddin Keykubat, bir gün büyük âlim Eflaki’yi yanına çağırır ve:
“Hocam, dün gece rüyanda başımı altın, sinemi gümüş ve belden aşağısını da bakır gördüm.
Acaba bunun anlamı nedir?” der.
Eflaki, biraz düşündükten sonra şöyle yorumlar:
-“Sizin saltanatınız sırasında memleket huzurlu olacak ve altın gibi bir devir yaşayacaktır. Senden sonra memleketin idaresi gümüş derecesine düşecektir. Hele devletin saltanatının üçüncü batında halk birbirine düşecek, vefa ve şefkat kalmayacaktır. Dördüncü batında daha bozulacak, beşinci batında ise Selçuklu hanedanı harap olacak, küçük adamlar büyük mevkilere yükselecektir.”
Son zamanlarda halkın devlet anlayışı değiştikten sonra devlet de fonksiyonlarından uzaklaşmıştır. “Devlet baba” anlayışı yerine halk arasında güvenin kalmadığını ifade ile “gemisini kurtaran kaptan” düşüncesi yayılmıştır. Devlet iş bitiren, yaraları saran baba olmaktan çıkmış, işleri yokuşa süren savsaklayan bürokrat olmuştur.
Devletin bugünkü durumunu bilmem şu olayla anlatabilir miyim? ġair eşref, Kırkağaç kaymakamıdır. Kaymakamlık binasının tamiri için dâhiliye nezaretinden “Ne gibi masraflar icap ediyorsa listesini bildiriniz” şeklinde bir emir gelince, “Binanın muhtelif yerleri akıyor” cevabını verir. Bunun üzerine tekrar bir telgraf gelir: “Binanın nereleri akıyor? Ayrı ayrı bildiriniz?”
Bunun üzerine kaymakam şair eşref şu telgrafı çekmiştir: “Binanın musluklarından başka her yeri akıyor.”
Tarihteki birkaç olaya daha göz atalım:
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul un fethinden sonra Bizans’a ömür biçtikleri için hapsedilen papazlarla karşılaşır. Onlarla konuştuktan sonra onları serbest bırakır ve kendi devletine ömür biçmelerini ister. Bir süre sonra gelen papazlar Fatih’e “Sizin devletiniz ebedi”deler. Bunun için Osmanlı devletine “Devlet-i Ebed müddet” denmiştir. Yavuz sultan selim bir gün piri paşaya:
-“Paşam, Allah’ın emriyle Mısır’ı fethettik. Hadim’ul Haremeyn unvanı ile muazzez olduk, emrimize muhalefet edecek kimse kalmadı. Bu durumda devletin zevali ihtimali var mıdır?” diye sormuş, Vezir-i Azam Piri Paşa şu cevabı vermiştir:
-“Ecdadınızın koyduğu kanun ve kaideler icra olundukça bu devletin zevali muhaldir. Fakat evlatlarınızın hilafeti zamanında, akılsız vezirler tayin olunur; rüşvet kapıları açılır, görevler, makamlar ehline verilmez, devlet işlerinde kadınların hükmü yürürse o zaman bu devletin zevali mukadder olur.” der (6)
Mısır’ı fethi sırasında esir düşen bir komutanın Türk askerlerine:
-“Bizi mağlup eden sizin kuvvet ve kudretiniz değil, devletimizin ömrü bu kadarmış ve Allah’ın iradesi de böyleymiş. Bu devran size de kalmaz.” dediği nakledilmiştir.
Aradan zaman geçmiş piri paşanın dedikleri birer birer olmuştur. Namık kemal de Londra da hürriyet gazetesini çıkarmaktadır. Osmanlı devletinin artık devrini tamamladığını anlatmak için şu teşhisi koyar: “Devlet-i ebed müddet can çekişiyor.”
Sadrazam Ali paşa da N. Kemal’e karşı parası devletten kani paşazade Rıfat Bey’e Osmanlı gazetesini çıkartır. Yıllar sonra bir kadir gecesi iftar sofrasında N. Kemal ile Rıfat bey ali paşanın konağında karşılaşırlar. Rıfat Bey, Namık kemal’i iğnelemek için Ali Paşa’ya: -“Namık kemal kardeşimiz devleti ebed müddetin can çekiştiğinden bahsediyorlardı. Allah’a şükür ki devletimiz dimdik ayaktadır.” der.
Bunun üzerine N. Kemal, dudaklarından acıma dolu tebessüm ile:
“Ben bakkal Bodos veya Bakkal Ahmet Ağanın can çekişmesinden bahsetmemiştim. Altı yüz sene üç kıtaya hükmederek, dünyaya istikamet vermiş bir devletin can çekişmesi elbette elli sene sürer.” der. (7)
Kısacası, eğer devleti yönetenler, devleti ve milleti yüceltmekten aciz ise ve devletin, milletin maddi ve manevi varlığını koruyamazlarsa o zaman devletin batması, milletin yok olması kaçınılmaz olur. Hele “benden sonra tufan” derlerse milletin geleceğini düşünmezlerse buda millete yapılabilecek en büyük ihanettir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~
- Al-i İmran suresi: 26
- İlim Kültür ve sanat Gerçek dergisi, sayı:9, s.14
- Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, c.l,s.110
- Merkez Efendi Sempozyumu, s. 193-194, 1988 Denizli
- Araf suresi: 34
- Prof. Dr. O. Turan, Age. S.409
- Cemal Kutay,Tarih ne zaman ibrettir, s.18