DEVLET ADAMI YALAN SÖYLEMEMELİ VADİNDE DURMALIDIR
a)Hoşa giden yalan:
Politika, politikacı denilince, yalan, yalanlarla halkı kandıran kişi olarak düşünenler çoktur. Ne yazık ki buna politikacıların bugüne kadar ki tutum ve davranışları yüzünden yanlış da diyemiyoruz. Bugüne kadar maalesef doğruyu söyleyenden çok yalan söyleyen ve yalan vaatlerde bulunanlar kazanmıştır. Kim daha çok atıp tutuyorsa, kim daha çok vaat edip, şarlatanlık yaptıysa onun ön sıralara geçtiği görülmüştür.
Üzülerek kabul etmeliyiz ki, menfaatlerin ağır bastığı günümüzde yalan, doğrudan daha çok hoşa gidiyor. Hemen hemen herkes yalana sığınıyor. Boş lafa müşteri çıkanlar da çok oluyor.
Artık doğru söyleyene de yalancı gözü ile bakılmaya başlanıyor. Kimseye güvenilemiyor.
Dolayısıyla milletin kaderi de değişmiyor. Aynı hamam aynı tas… Halka terlemek düşüyor. “Milleti aklımızın ermediği veya yapmak kudret ve kabiliyetini nefsimizde görmediğimiz hususatta iğfal ederek geçici teveccühler celbine tenezzül etmeyiz. Millet adi politikacılar gibi yalan vaatlerde bulunmaktan nefret ederiz.” (1) Atatürk bu sözü ile seçim öncesi başka, sonrası başka olanları, milletin oylarını alabilmek veya durumunu koruyabilmek için yalana başvuranları adi olarak vasıflandırmıştır.
Yalan çirkin bir şeydir, bir şeyi olduğundan başka gösterir. Bilinmediği sürece geçerliliği devam eder. Meydana çıkınca da her şey altüst olur. Onun için devlet adamı yalan söylememelidir. Yalan söylemeyi hüner bilmemelidir. Devlet adamı güvenilir olmalı, verdiği sözü unutmamalı, vaat ettiği şeyleri bir bir yerine getirmelidir.
Seçimlerden önce milletin ayağına kadar git, ona bol bol vaatlerde bulun, mecliste namuslu, dürüst olacağına, milletin ideallerine bağlı kalacağına şerefin, namusun üzerine yemin et, sonra da bütün bunları unut, sözünü tutma. Bu durum insan haysiyeti ile bağdaşmaz. Yapamayacağını söylememek, söylediklerini yerine getirmek namuslu insanların ve şahsiyet sahiplerinin işidir. Sözünün eri olmamak münafıklığın alametlerinden sayılmıştır.
Bilim adamları, yalancı politikacıların vatandaşın ruh sağlığını bozduğunu belirtmişlerdir. Bu konuda psikiyatri profesörü Dr. Toksöz Bayram Karasu: “Kötü ve yalancı politikacıların halkın ruh sağlığını bozduğunu ifade etmiştir. Daha sonra politikacıların işçi ve memur kesimine sık sık sözler verdiğini, ancak bunların daha sonra gerçekleşmediğini, bunun ise toplumda inançsızlık meydana getirdiğini belirtmiştir.” (2) b)Sözünde Durmak:
Kutsal kitabımızda şöyle buyrulur:
“Öyle Müminler ki, onlar emanetlerine ve ahidlerine riayetkerdırlar.” (3)
“Ahdinizi yerine getiriniz. Çünkü ahdinizden mes’ulsünüz.”(4)
“Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylersiniz? Yapamayacağınız şeyleri söylemeniz Allah yanında büyük günahtır.” (5)
“Söz verdiğiniz de onu yerine getiriniz.” (6)
“Münafıklığın alameti üçtür; söylediği zaman yalan söyler, vaat ederse sözünü yerine getirmez, kendine bir şey emanet edildiği zaman ona ihanet eder. O adam oruç tutsa da, namaz kılsa da ve kendinin Müslüman olduğunu ifade etse de münafıktır.” (7) Başka bir hadislerinde de:
“Bir toplum sözünde durmazsa aralarında cinayet işlenir. Toplum içinde fuhuş çıkarsa Allah onlara ölümü musallat eder. Toplumun zenginleri zekâtlarını vermezlerse onlara yağmur verilmez.” buyurur.(8)
Hz. Peygamberin ifadesine göre yalan söyleyen, söylediği sözü yerine getirmeyen, kendisine emanet edilenleri korumayan kimse ibadet eder görünse de, Müslüman olduğunu iddia etse de hepsi yalandır.
Dini inancın ve milli duyguların istismarı çok yanlıştır, yapılmamalıdır. Eğer dindar ve milliyetçi görünen varsa, kişinin yalan söyleyip söylemediğine, sözünde durup durmadığına ve kendisine emanet edilene hıyanet edip etmediğine bakılmalıdır. Kişi ne derse desin esas olan o kişin dürüstlüğüdür.
Yalanla dolanla hiçbir şeye varılmaz. Atalarımız: “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” demişlerdir. Baştan bol bol vaatlerde bulunup, yalanlarla yalvaran, kısa zaman sonra ne söylediğini, kime söylediğini unutanları baştan düşünmeliyiz. Ölçüsüz vaatlerin yerine getirilmeyeceğini bilmeliyiz. Yalanın farkına vardıktan sonra da artık yalanın, yalancının destekçisi olmamalıyız. Yüce peygamber şöyle buyurur:
“Benden sonra gelecekte yalan söyleyen ve zulmeden emir sahipleri olacaktır. Bineanaleyn onların yalanlarını tasdik eden ve onların zulümlerinde yardımcı olan herhangi bir kimse benden olmadığı gibi ben de o kimseden değilim. Böyle bir kimse kıyamet gününde Havz-ı
Kevsere varamayacaktır.” (9)
Demek ki yalancıya, zulmedene destek olmanın vebali büyüktür. Çünkü zulmü yapmakla ayakta tutmanın farkı yoktur. İnancımıza göre bir şeye sebep olmak, destek olmak o işi bizzat işlemek demektir. Yani sorumluluk altına girmek, vebali paylaşmaktır. c)Yalana Yer Yok: Ahlakımızda, inancımızda yalan yoktur. Toplumumuzda yalan ve yalancıdan nefret edilir.
Büyükler küçüklere “ölsen de yalan söyleme” öğüdünü sık sık verirler. Bunun için Müslüman Türk milleti tarih boyunca karakterli ve dürüst bir millet olarak tanınmıştır.
Bedir savaşı sırasında Ebu Huzeyfe bin Elyemani ile Ebu Hasil adlarındaki Müslümanlar,
Mekke’den gelirken müşrikler tarafından yolları kesilir. Bunlara savaş için mi gittikleri ve Muhammed’e katılıp katılmayacakları sorulur. Savaşa katılmayacaklarına dair söz verirler. Bu iki arkadaş nihayet peygamberin yanına gelir. Durumu anlatırlar. Düşman 1000 kişi, Müslümanlar ise 300 kişidir. Peygamberimiz: “Müslüman verdiği sözü mutlaka tutmalıdır.” Diyerek onları savaşa sokmamıştır. İşte İslam ahlakı budur. İşte Allah’ın elçisinin bir lider olarak başarılı olmasının nedenlerinden biri de budur. Yalana iltifat etmemiş ve verilen sözü mutlaka yerine getirmiştir.
Bir ülke yöneticileri halkı ile doğruluk ve hak üzerinde birleşmedikçe o ülke için huzur yalan olur.
Yavuz Sultan Selim, amcası Cem Sultan’ın katlinde rolü bulunan koca Mustafa Paşaya kızgın olduğundan onu idam ettirir. Yaptırmış olduğu camiinde yıkılmasını ister. Emrini yerine getirmek üzere gönderdiği adamlar, her defasında geri döner. Çünkü külliyenin bir bölümünde Sünbül Efendi dergâhı bulunmaktadır. Adamların bu işi niçin halledemediğine şaşan ve kızan sultan selim, nihayet bir gün tesisleri yıktırmak üzere harekete geçer onu Sünbül Sinan karşılar. ġeyhin heybeti ile padişahın öfkesi zail olur. Niçin geldiğini adeta unutur. Hatta
Sünbül efendiye bir samur kürk hediye eder. Bunun üzerine Sünbül Sinan padişaha oraya geliş sebebini hatırlatarak:
-“Sultanım, padişahların ahdinin yerine getirilmesi lazımdır. Bu itibarla, emir buyurunuz da hiç olmazsa medresenin üstündeki bacalardan bir kaçı yıkılsın.” Der ve öyle yapılır. (10) Devlet adamı yalan söylememelidir. Eski sigara paketlerinin üzerine yazma alışkanlığı çeşitli yollarla devam ettirilmemelidir. Ciddi bir görev olan devlet adamlığı yalancılık, iki yüzlülük,
şarlatanlık işi olarak anlaşılmaktan kurtarılmalıdır. Biri hocaya sorar:
- Hanımın anasına, kendisine sövdüm, nikâh durumum nedir? Hoca:
- Daha evvel de sövmüş müydün? Diye sorar. Bunun üzerine adam:
- Evet, deyince hoca:
- Fark etmez, cevabını verir.
Yalanla devlet idare edilip, millet yönetilmez. Bu güne kadar söylenen yalanlar milletle devlet adamlarının arasını açmıştır. İkisi barışık değildir. Çünkü güven kalmamıştır.
Sözün özü:
Namuslu insan, özü sözü doğru olan insandır. Verdiği sözü tutar, yerine getiremeyeceği sözü söylemez.
Abbasi halifesi Ebu Cafer, İmam-ı Azam’dan kadı olarak yararlanmak istiyordu. Ebu Hanife ise bu teklifi kabul etmedi. Ebu Cafer’in şiddet ve baskılarında rağmen yine kabul etmedi.
Ebu Hanife şu cevabı verdi:
-Allah’tan kork, kadılık emanetini ancak Allah’tan korkan birine emanet et. Ben kendime güvenemiyorum. Eğer beni Fırat’ta boğulmakla bu işi kabul etmek arasında muhayyer bıraksan, ben boğulmayı tercih ederim. Senin etrafında bir alay maiyetin var, ikram beklerler.
Ben buna layık değilim, yapamam.
Bu sözler üzerine Ebu Cafer’in canı sıkılır. Ebu Hanife’ye:
-Yalan söylüyorsun, sen bu işe layıksın! Der. Ebu Hanife:
-İşte hükmü kendin verdin, yalan söylediğimi ifade ettin. Bu durumda kadılık görevini bana nasıl verirsin? Cevabını verir.
Talebesi Ebu Yusuf’u vezir Fazıl oğlu Rebi’nin şahitliğini kabul etmemiş, vezir, Ebu Yusuf’u halifeye şikâyet etmiştir.
Halife bir mektup gönderir ve:
-Vezirim dürüst bir kimsedir, yalan söylemez. Niçin şahitliğini reddettin? Diye sorar.
Ebu Yusuf’un cevabı da şu olur:
-Vezirinizin bir gün huzurunda: “Ben kölenizim” dediğini işittim eğer bu sözü doğru ise kölenin şahitliği kabul olmaz. Eğer yalan söylemişse yalancının şahitliği zaten kabul olmaz” der.
Görülüyor ki, yalana ve yalancıya hiçbir devirde iltifat edilmemiştir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
- Ord.Prof E.Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler sf:161
- 17.06.1990 Günaydın Gazetesi
- Mü’minun Suresi:8
- İsra Suresi:34
- Saff Suresi:2-3
- Nahl Suresi:91
- Buhari-Müslim
- İbni Mace, Fiten:2
- İmam-ı Gazali, İhya-i Ulum’id-din c:4 sf:307
- Doç.Dr. Mehmet Demirci, Merkez Efendi Sempozyumu, sf:8 1988