BU HALE NEDEN DÜŞTÜK GERİ KALIŞIMIZIN SEBEPLERİ
Geçmişimize göre bugün olmamız gereken yerde değiliz. Hemen hemen her alanda geri durumdayız. İleri olmamız gereken konularda da geriyiz. Dünya sıralamasında kendimizi kabul ettirdiğimiz bir konu yok. Teknolojide geriyiz, tarım ülkesiyiz diyoruz, tarımda da geriyiz. İnsan haklarında bile geriyiz.
Bu durumda geri kalışımıza neden aranmış, fakat doğru bir teşhis konamamıştır. Bazı çevreler durumu bahane ederek geri kalış sebebini dine yüklemiş, suçu da Müslümanlara yüklemiştir. İslam incelenmeden, İslam’ın evveline bakmadan hüküm veriliyor.
Cihana ün salmış, dünya medeniyetine ışık tutmuş bir milletken bu hale neden düştük? Son zamanlarda hep bu soru zihinleri kurcalamış ve çeşitli çevrelerce değişik cevaplar aranmıştır. Batı hayranı olanlar geri kalışımızın sebebini kayıtsız şartsız Batı’ya teslim olmamakta görürken, dinimizi tanımayanlar veya ona düşman olanlar ise, sebep olarak dinimizi göstermeye çalışmışlardır. Bazı beyni sulanmış ve aziz milletimizin kültür değerlerini tanımayanlar da, geri kalışımızın sebebini domuz eti yemememizde, su gibi içki içmememizde, ahlakımıza, tarihimize ve milli kültür değerlerimize bağlı kalmamızda aramışlardır.
Hülasa bu konuda fetva veren çok olmuş, ama halimize tam bir teşhis koyan çıkmamıştır.
Biz burada bir yandan bu iddiaları cevaplandırırken bir yandan da geri kalışımızın nedenlerini ortaya koymaya çalışacağız.
- ) GERİ KALIŞIMIZIN SEBEBİ HIRİSTİYAN OLMAYIŞIMIZ MI ?
Hıristiyanlık Ne diyor ?
Hiçbir yorum yapmadan mukayese etme bakımından İncil’den birkaç örnek vermek istiyorum : “Gök’ün kuşlarına bakın, onlar ne ekerler, ne biçerler, nede ambarlara toplarlar; ve semavi babanız onları besler. Siz onlardan daha değerli değil misiniz ? Ve sizden kim kaygı çekmekle boyunun ölçüsüne bir arşın katabilir ? Ve niçin esvaptan ötürü kaygı çekiyorsunuz ? Kır zambaklarının nasıl büyüdüklerine iyi bakın, ne çalışırlar nede iplik eğirirler; Size derim : Süleyman bile bütün izzetinde bunlardan biri gibi giyinmiş değildi. Fakat bugün mevcut olup yarın fırına atılan kır otunu Allah böyle giydirirse, sizi daha çok giydirmez mi ? Ey az imanlılar, İmdi ne yiyeceğiz ? Yahut ne içeceğiz ? Yahut ne giyeceğiz diye kaygı çekmeyin. Çünkü milletler bütün bu şeyleri ararlar; çünkü semavi babanız bütün bu şeylere muhtaç olduğunuzu bilir. Fakat önce Onun melekutunu, selahını arayın; ve bütün bu şeyler size arttırılacaktır. Bundan dolayı yarın kaygı çekmeyin; zira yarınki gün kendisi için kaygı çekecektir. Kendi derdi güne yeter. (Matta İncili Bap:6:26…34)
Luka İncili Bap: 14’de gerçek Hıristiyan olabilmek için insanların kendi ve dünya varlıklarından vazgeçmeleri istenir.
12. Bapta da, Dünya için kaygı çekmemeyi, Tanrının bir Hıristiyanı ekip biçmeyen, kileri, ambarı olmayan kargalardan daha çok sevdiği, çalışmayan, iplik eğirmeyen, kendiliğinden büyüyen zambaklara bakılmasını, yarın kuruyacak bir otu böyle giyindiren Tanrının insanları daha iyi giyindireceği ifade ediliyor. Ve neniz varsa satın, sadaka verin. Kendinize eskimeyen keseler, göklerde eksilmeyen hazineler yapın; Orada hırsız yaklaşmaz, güvede bozmaz,” denilmektedir.
Yuhanna İncilinde de :
“Fani olan yiyecek için değil, fakat ebedi hayatta baki olan yiyecek için çalışın”
(Bap:6/27)
“İsa Onlara dedi ki : Hayat ekmeği benim, bana gelen asla acıkmaz ve bana iman eden asla susamaz.” (Bap:6/35) denilmektedir.
- ) DİNİMİZ YÜZÜNDEN Mİ GERİKALDIK ? (BİZİ İSLAM MI GERİ BIRAKTI )
Bizim dinimiz yüzünden geri kaldığımızı ileri sürenler vardır. Bugün İslam’ı geri kalışımızın sebebi olarak gösteremeye çalışanların fikirlerine iştirak etmek mümkün değildir. Dinimizi şu veya bu sebeple itham edenlerin, dinimizi bilmedikleri, Kur’an’ı okumadıkları muhakkaktır.
Hatayı kendimizde değil de kendimizin dışında aramak, hatalarımızdan dolayı İslam’a saldırmak, kabahati İslam’da aramak bir hezeyandır. Sadece hezeyan değil, İslam’la uzaktan yakından hiçbir ilgileri olmayan insanların İslam’a yaptıkları en büyük iftiradır. İslamiyet, ilmin, irfanın, çalışmanın, ilerlemenin ve medeni hayat yaşamanın karşısında değildir. Bunun için bugün İslam’ın kötüleyebileceğimiz bir tarafı yoktur. İslam’ı bilmeyenler veya yanlış anlayıp uygulayanlar vardır. Bu durumda da hatayı İslam’a yüklemek insafsızlık ve düşmanlık olur. Çünkü şahıslar, İslam’ın ölçüsü ve temsilcisi değildir. Onu kişilerle değerlendirip, kişilerle küçültemeyiz.
İslam’ın gayesi, insanın mutluluğudur. Bunun için insanı mutlu kılacak şeyleri emretmiş, mutsuz kılacak şeyleri de yasaklanmıştır. Okumak, araştırmak çalışmak ibadet sayılmıştır. İslam, ilerlemeye mani bir din değildir; İslam nazarında ancak alın teri ile kazanılan şey helaldir. Başkasına yük olmak, tembel tembel oturmak, alın teri dökmeden kazanmak haramdır. İslamiyet faizi, dilenciliği, şans oyunlarını yasaklarken toplumda herkesin çalışmasını istemiştir. İslamiyet “tembel tembel yat rızkın gelir” dememiş, fakirliği övmemiş” bir hırka bir lokma” düşüncesine karşı çıkmıştır. Peygamberimiz (SAV) de her vesile ile ilk önce küfürden ardından da fakirlikten korunması için hep Allah’a dua etmiş ve korumasını istemiştir. Bir hadislerinde de : “İki günü eşit olan zarardadır” buyurarak” fasılasız çalışmayı emretmiştir.
Ayrıca İslamiyet, donuk bir din de değildir. Hayat aleminin değişen safhalarına göre temsil kabiliyetine sahip ve her devirde geçerliliğini koruyan yegane bir dindir. Denilebilir ki, İslamiyet, bugünkü fikri inkişafımızın seviyesinden daha yüksek bir dindir. Böyle bir din geriliğimizin sebebi olarak gösterilebilir mi ?
İslam denilince, yalnız ibadet etmek olarak anlayan, İslam’ın sosyal, ekonomik, siyasi yönünü bilmeyenlerin İslam’a saldırmaları ve İslam’ı bugünkü geriliğimize sebep göstererek dinsiz bir hayat sürmemizi tavsiyeleri son yarım asrın mahsulüdür.
İslam’ın değişen hayat şartlarına ayak uyduramadığı için kendisine inanları çağın gerisinde bıraktığı doğru değildir. İslam, çölde yaşayan bedevinin ihtiyaçlarına cevap verdiği gibi imparatorlukların ihtiyaçlarına da cevap veren bir dindir. Dünyanın en ileri, en medeni milleti iken de müslümandık, hem de nasıl müslümandık. O zaman İslamiyet ilerlemeye mani değilken şimdi mi geri bırakmıştır. O zamandan bugüne İslamiyet herhangi bir değişikliğe uğramamıştır.
İslamiyet bizi geriletmemiştir. Biz islama bağlılıkta geriledik. Yani bugünkü geriliğimiz, dindeki geriliğimizdendir. Bugün dinde ileri değiliz ki geriliğimizi dine bağlayalım. Eğer bugün dinde, ileri, teknikte ve sanayide geri olsaydık, geriliğimizin sebebini İslam’a bağlayanların haklı oldukları düşünülebilirdi.
Milli şairimiz Mehmet Akif’in dediği gibi :
“Çalış, çalış dedikçe din çalışmadın durdun
Onun hesabına bir çok yalanlar uydurdun”
Tarihteki inkişafımızın sebebi dinimizdi. Bugünkü sefaletimizin sebebi ise dinimiz değil tembelliğimizdir. Yine Akif’in belirttiği gibi :
“Demek İslam’ın ancak namı kalmış Müslümanlarda, Bu yüzdenmiş demek hüsran-ı milli son zamanlarda”
Dinden kopmuşken, hakiki, samimi Müslüman olmadan din bizi nasıl geri bırakmış olabilir. Bu güne kadar geriliğimizi İslam’a bağlayanların iddiaları, kendilerinin dinle ilgisi olmadığı kadar gerçekle ilgisi olmayan iddialardır.
Dinde ileri olduğumuz dönemlerde üç kıtaya hakimdik. Dünya bizden yardım görüyordu. Şu anda dinde geriyiz çok geriyiz. Bizim terk ettiğimiz din bizi nasıl geri bırakmış olabilir ?
İslam’da ilim ibadetten önce gelir, İlim kadına da erkeğe de farzdır. İslam’da çalışmak ibadet sayılır.
Charles Mismer şöyle der :
“Hıristiyanlar alim olunca Hıristiyanlıkla alakaları kesilir. Müslümanlar da cahil olunca İslam’la alakaları kesilir.”
Batı : “Rönesans’ı İslam’a borçluyuz” diyor.
Bizimkiler baktılar batıda din düşmanlığı var, onlarda din düşmanlığına başladılar. Ama dinler ayrıydı bunun farkında değillerdir.
1860’lı yıllarda İslam’ın bizi geri bıraktığı iddiaları ortaya çıkınca Ziya Paşa şöyle diyordu.
“İslam imiş devlete Pa-yend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı”
Bu iddia İslam’ı yıkma ve İslam dışı ahlak yerleştirme gayretinden başka bir şey değildi.
Müslüman olmaya karar veren ve Muhammed ismini alan Avusturyalı gazeteci bakın bugünkü İslam aleminin durumunu nasıl izah ediyor :
“İslam alemini incelemem neticesinden şunun farkına vardım ki, İslam aleminin gittikçe bozulması, zayıflaması, adeta çöküntüye uğramasının en büyük sebebi, Müslümanların dinlerine, gittikçe kayıtsız kalmalarıdır. Müslümanlar, tam Müslüman oldukları müddetçe daime yükselmişler, Müslümanlığı bırakmaya başlayınca, aşağılara düşmüşlerdir.
Halbuki bir memleketin bir milletin, bir cemiyetin yükselmesi için ne lazımsa,
Müslümanlıkta mevcuttur. Bütün medeniyet esasları onda vardır. İslam dini, hem çok ilmi, hem de çok pratiktir. Koyduğu esaslar, mantıki ve herkes tarafından kolay anlaşılabilen, uygulanabilen, içinde; ilme fenne, insan tabiatına uymayan tek bir unsur bile bulunmayan kaidelerdir. Onda lüzumsuz hiçbir şey yoktur…
Ben, Müslümanlıkta, Hıristiyanlıkta bulamadığım her şeyi buldum. Müslümanlığın hangi kaidesinin, hangi esasının bana daha yakın geldiğini söyleyemem. Çünkü onun her kaidesine, her esasına hayranım. Müslümanlık, muazzam bir abidedir. Onun tek parçasını bile ondan ayırmak kabil değildir. Bütün parçalar birbiri ile bir nizam içinde kenetlenmiş ve perçinlenmiştir.
Parçaların arasında muazzam bir ahenk vardır. Hiçbir eksiği yoktur. Her şeyi yerli yerindedir. Belki, bu son derece takdire layık intizam, beni İslam dinine bağlayan bir amildir. İşte ben, bütün kalbimle ve aşkımla İslam dinine sarıldım ve o da bir daha çıkmamak üzere kalbime yerleşti.”
Cumhuriyetin ilk yıllarında Tevfik Rüştü Mecliste şöyle demiştir :
-“ Dinimiz Teşkilat-ı Esasiyemiz’de apaçık yazılmalıdır.
Kendisine :
- Teşkilat-ı Esasiye de dinimiz yazılıdır. Sen hangi dini yazdıracaksın, Hıristiyanlığı mı ?
Mahmut Esad söz alır :
-Evet. Çünkü, İslamiyet terakkiye manidir, bu dinle yürümez,” der. Kendisine
- Bu Avrupa’nın uydurmasıdır denir. (Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması : (55-56)
Geriliğimizin sebebi, dindeki geriliğimizdendir. Din bizi geri bırakmamıştır. “Yat uyu, çalışma dememiştir. Çalışma deseydi o zaman din geride bıraktı denilebilirdi. Nasıl Hıristiyanlık ilerleme sebebi olarak gösterilemezse, İslam’da geri kalış sebebi gösterilemez. Avrupa ortaçağ karanlıklarında iken sebebi gösterilemez. Avrupa ortaçağ karanlıklarında iken Hıristiyan’dı. Bizde ileri olduğumuz dönemlerde Müslüman’dık.
Kanuni döneminde, Fatih döneminde koyu müslümandık. 4. Murad : “Verin verin Rus
Çar’ınada verin, Leh kralına da !” diyordu
Yaklaşık üç asırdır önce duraklama sonrada gerileme dönemine girilmiştir.
- Sanayileşme engellenmiştir.
- Devletle millet çatışma içerisine sokulmuştur.
- Halk çeşitli adlarla bölünmüştür
- Dış güçlerin uyuşturucu telkinleri ( Bir lokma hırka gibi )
- İstilalar, yıllarca süren savaşlar (Adı yemendir gülü çemendir, giden gelmiyor acep nedendir
? )
- Aşılanan taklit ve aşağılık duygusu
- Güdümlü yöneticiler
- Milli eğitim yapılamaması
- Komünizmin baş düşman gösterilip, düşmanların unutturulması.
- Bir yılın ortalama 120 gününün tatil olarak geçirilmesi
- Teknik gelişmeye ayak uyduramayışımız ve hep başkalarından beklememiz
- Maddi gelişme, kalkınma hesapları yapılırken manevi ve ahlaki gelişmenin göz ardı edilmesi gibi nedenlerle geri kaldık.
c ) GERİLİĞİMİZE SEBEP MÜSLÜMAN TÜRK OLUŞUMUZ MU ?
İnanç ve ideallerimizden kopmuş aydınlara ve milletimizi yok etmek isteyen millet düşmanlarına göre milli ve manevi değerlerimize bağlı kaldığımız için geriyiz. Bunlardan da bazılarına göre Kapitalist Batıya, bazılarına göre de komünist sisteme yönelmediğimiz için geri kaldığımız ileri sürülmektedir.
Geriliğimize sebep olaran Türk ve Müslüman olmamız gösteriliyor. Dinimize ve milli ideallerimize yersiz iftira ve haksız isnatlarda bulunuyor. Dikkat edilirse bu tür isnat ve iftiralar da bulunanların, milli ideallerimizden kopmuş ve dinimizi tanımayan kimseler olduğu açıktır.
Bu şekilde düşünenle kendi dilimiz kendi ifademizle değil de başka ifadeyle cevap verelim : Filozof Reimarus : “Türklerin dini Müslümanlığı, şu veya bu şekilde itam edenlerin büyük bir ekseriyetinin Kur’an-ı okumamış olduğundan eminim” derken, Gobineau da : “İslami emirlerin ilerlemeye mani olduğunu göstermek isteyenlerin fikirlerine iştirak etmek güçtür. Bunun aksi daha mantıklı görünüyor” demiştir.
Bu sözlere ilaveye gerek duymuyorum. Bizim geriliğimizin tarihi, tanzimatla başlar. Yani, dini, milli, inanç ve ideallerimizden koparılıp uzaklaştırılmaya başladığımız Tanzimatla. Burada şu soruları sormak yerinde olacak. Tanzimattan önce bizden ileri, bizden güçlü hangi millet vardı ? Hangi ülkenin insanı, insanımızdan daha mutludur ? Bugün mirasçısı olma seviyesine bile ulaşamadığımız ilim ve medeniyet abideleri kimin eseridir ? Bugün ileri sayılan ülkelerin insanımızın hayat seviyesi nedir ? Uyanışları ne zaman, nasıl olmuştur ? İşte bu soruların cevabını veremeyen kimseler, zorla itildiğimiz hale bakıp geriliğimizin sebebini dinimizde ve Müslüman Türk olmamızda aramakla büyük hata etmektedirler.
Geçmişe baktığımızda; Müslüman Türk’ün özüne sıkıdan sıkıya bağlı olduğu, dininde ve ülküsünde ileri olduğu dönemlerde böyle bir iddia yoktur. Bu durumu Ziya Paşa şu beytiyle dile getirmiştir:
“İslam imiş devlete Pa-yend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı”
Peyami Safa ise bu iddialara şöyle cevap verir :
“Bizim din yüzünden geri kaldığımızı ileri sürenler vardır. Hakikatte biz her sahada olduğu gibi dinde de geriyiz. Geriliğimizi dine bağlayanlar, dinde niçin geri olduğumuzu aynı sebebe atfedebilirler mi ? Eğer dine bağlılıkta, dini öğretim ve teşkilatta çok ileri, teknikte ve sanayide geri olsaydık, bu geriliğin sebebini dinde bulanların haklı olduklarını düşünebilirdik.”
“Rusların dinsiz oldukları için teknikte ve endüstride ileri gittiklerini yazanlar da vardır. Bundan daha yanlış ve mesnetsiz bir demagoji olamaz. Dindar Amerikalıların, laik olmayan İngilizlerin ve Almanların ilerlemelerini inkar etmek lazım gelir.”
“Hakikatte laikliğin ilimle, teknikte, endüstri ile alakası yoktur. Medeniyetlerin tarihi de açıkça gösteriyor ki, en ileri memleketlerde din ilerlemeye mani olmamıştır.” (Bak.1000 T.E. sayfa 92-93)
Neden geri kaldık ? Bunu araştırırken evvela suçu İslam’da bulacak Müslümanlara yükleyeceksek, Müslüman kime denir ? Biz gerçekten Müslüman mıyız ? İslam’ın gerçek manasını kaç kişi biliyor ? İslam’ın emirlerini tam olarak kaç kişi yerine getiriyor ? Bu sorulara dürüst cevap vermeliyiz. Ve şunu iyi bilelim ki, İslam’ın bize yüklediği görevleri yerine getirmeden geriliğimizin vebalini İslam’a yüklemek gaflet olur.
İslam’ın özü ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan kimselerin ihmal ve kusurlarından doğan hataları, İslam’a yüklemekle bir netice elde edilemez. III. Selim zamanında Nizam-ı Cedit askerlerinden kaputu gavur icadıdır ve günahtır diye giymeyenlere, neyin günah, neyin sevap olduğunu sorulunca, giymemekte direnenlerden cevap veren olmamıştır.
Dinimiz, toplum yararına olan her türlü yeniliğe açıktır. Topluma zarar veren şeylerin de karşısındadır. Mesela, İslam’da içtihad kapısı kapanmamıştır. “İlim Çin’de bile olsa alınacaktır”, “Beşikten mezara kadar ilim öğrenilecektir” ve “İki günü eşit olan zarardadır”
d ) DİNİMİZ ÇALIŞMAYI İBADET SAYMIŞTIR :
İslam Dini, gayret, fazilet ve canlılık dinidir. Çalışmayı aksatan şeyleri yasaklamıştır. Dünya ve ahret işlerinde ihmal ve tembelliği asla hoş görmez. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur :
“Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah lütfundan rızık isteyin; Allah’ı çok anınki, saadete erişesiniz.” (Cuma Suresi :10)
“ Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık, ve gündüzü çalışasınız diye aydınlık olarak yarattığımızı görmediler mi ? Doğrusu bunda, inanan milletler için dersler vardır.” (Neml
Suresi: 86)
“ Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahret yurdunu da gözet, dünyadaki payını da unutma”
(Kasas Suresi : 77)
Yüce Peygamberimiz de, İnsanın insana yük olmamasını, kimsenin kimsenin sırtından geçinmemesini emrederek şöyle buyurmuştur :
“ Allah’ım, acizlikten, tembellikten sana sığınırım.”
“ Ümmetim üzerine en çok korktuğum şey çok yemeleri, çok uyumaları ve tembelliktir.”
“ İnsanın ipini alarak dağdan odun taşıyarak satıp geçinmesi, dilenmesinden hayırlıdır.”
“ Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalışınız.”
“Helal rızık kazanmak uğrunda yorulup da yatanlar, günahları af olunmuş olarak uykuya varırlar.”
“Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacak olan kimseler, ömürlerini tembellik içinde geçirenler ve başkalarının sırtından geçinenlerdir.”
“ İki günü eşit olan zarardadır”
“Hiç kimse kendi elinin emeği olan yiyecekten daha hayırlı bir şey yememiştir.”
Görülüyor ki, Allah’ın ve Peygamberin emirlerine göre Müslüman durmadan çalışacaktır. Ayrıca hac ve zekat, yardımlaşma gibi mali ibadetleri yerine getirebilmek için varlık sahibi olacaktır.
Hz. Ömer, kendisinden bir şeyler isteyen sağlam bir dilenciye :
– Ben oduncunun oğlu Ömer’im. Babam ihtiyaç sahibi idi. Dilenmedi, dağdan odun taşıyıp onu sattı” demiştir. Bir gün de namaz vakti dışında bir gurup insanın camide oturduklarını gördü.
1. Siz niçin böyle zillete düşerek tembel tembel oturuyorsunuz ? deyince
1. Biz mütevekkil (Tevekkül eden) kimseleriz” cevabını alınca öfkeyle :
1. Hayır hayır sizler mütevekkil değil, müteekkil, yani başkalarının yardımı ile geçinmeyi adet edinmiş yiyici kimselersiniz. Allah’a yemin ederim ki, çalışmayan kimselere gökten ne altın yağar, ne de gümüş” diyerek onların o halini kınamış ve boş oturmaktan men etmiştir.
Kısacası İslam, bir lokma, bir hırkayı kafi görmez. Bir lokma, bir hırka düşüncesi, yukarıda örnekleri görüldüğü gibi İslam düşüncesiyle bağdaşmaz. Her Müslüman görevini yerine getirecek, ailesinin ve toplumun refahı için gücü nisbetinde çalışacaktır. Peygamberimiz : “En hayırlınız, insanlara en çok faydalı olanınızdır” buyurarak başkalarına faydalı olmayı emretmiştir.
Buna rağmen biz,
– Kur’an “Oku” dedi biz okumadık.
İslam çalış dedi, biz çalışmadık.
İslam çalışmak ibadettir, dedi biz ibadetten kaçtık. Peygamber : “İki günü eşit olan zarardadır” dedi biz zarara rıza gösterdik. Biz çalışma, yat anladık.
Eğer dinimiz, tembelliği, dilenciliği, başkalarının emeği ile geçinmeyi hoş karşılasaydı. Bir lokma bir hırkayı yeterli görseydi. Diğer dinler gibi çalışmayın Rabbiniz sizin rızkınızı verir deseydi. O zaman geriliğimizin sebebi dinimiz gösterilebilirdi.
Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın elçisi olarak Fatih Sultan Mehmet’e elçi olarak gelir. Fatih bakar ki bilgili kafası çalışıyor, yanında kalmasını teklif ediyor. Ali Kuşçu, bir görevle geldiğini, geri döneceğini söyler. Fatih, geri döndüğü takdirde ülke sınırları içinde her adımına bir altın vereceğini söylüyor.
Bugün Avrupa, doktorlarımızı, mühendislerimizi, ilim adamlarımızı çalıyor, imkanlar tanıyor kendine hizmet ettiriyor.
Bir pehlivan gücü kuvveti yerinde olduğu halde hep yeniliyormuş, bir gün hocasına sormuş.
- Hocam ben hep neden yeniliyorum ?
- “ Ha şimdi oldu. Bundan sonra yenilmezsin” demiş.
e ) GERİLİĞİMİZİN BİRKAÇ SEBEBİ :
Her şeyin mutlaka bir sebebi vardır. Geriliğimizin bazı sebepleri şunlar olabilir :
- Dış etkiler
- Gelişmeleri yakından takip edemeyişimiz. Olaylar olduktan sonra farkına varmamız
- İsrafçı bir toplum oluşumuz. Çok uyuyan, çok yiyen ve çok harcayan bir hayat yaşamamız
- Okumayışımız, düşünmeyişimiz ve düşünmekten alıkonmamız
- Zamanı kullanmasını bilmememiz
- Resmiyetteki formalitelerin çok ve lüzumsuz oluşu
- Kafamızda karnımızda hep gelecek yatması; yaparız; ederiz, daha var dememiz.
- Geçmişle bağlarımızı koparmamız
- Fen derslerinin medreselerden kaldırılması
- Sun’i problemlerin gündemden eksik olmaması
- Araştırmacı ruhun ölmesi, icat keşif yapanların desteklenmemesi
- İslam’dan kopuşumuz
- Taklit, moda hastalığı
- Batı’ya bağımlı hale gelişimiz (Elden gelen öğün olmaz, olsa da karın doymaz)
- Milli bir idealimizin olmayışı 16. Vasıflı insan yetiştiremememiz.
Kendimizi inkar dönemine girmeden, her yönü ile dinlerine bağlı olan Müslümanlar, diğer milletlerden üstün ve ileri durumda idiler. Başkalarına tarih boyunca insanlık ve medeniyet dersi vermişlerdi. Fetihler, zaferler, kıt’aların hakimiyeti ve hep birbirini takip etmişti.
Müslüman halk, dinlerinden aldıkları güçle çok dinamikti. İslam’ın verdiği büyük bir hareket vardı. Selçuklular, Osmanlılar Ramazan ve Kurban Bayramlarının dışında her gün çalışırlardı.
Ne zamanki dinden uzaklaştık. Önceki güç, üst kademelerdekileri çabuk gevşekliğe sevk etti. Bu durumdan yararlanan düşman, miras paylaşmak için seferlere başladı. Bir yandan da bünyemize yabancı fikirler soktu. Mezhep kışkırtıcılığı, bölücülük faaliyetleriyle İslam dünyasını sarstı. Geçmişin değerlerini, asırların mirasını inkar ve yeni neslin bir önceki nesilden koparılması, Müslümanları ölü bir hayatın içine itti.
Hiçbir devirde boş durmayan düşmanın faaliyetlerinden birkaçını ifade etmekte yarar vardır :
- Düşman yıllarca insanımızı şekilcilik, özenti, taklitçilik ve teferruatçılıkla meşgul etmiştir. İsrafa yönelik modanın peşinden koşturmuştur.
- Müslümanların arasına olmadık meseleler, oyunlar ihdas ederek ihtilaflar sokmuş, birliği, beraberliği bozarak sürtüşmelere neden olmuştur.
- Köprülü Mehmet Paşa zamanında, Hızır yaşıyor mu ? Yaşamıyor mu ? diye büyük münakaşalar olmuş, din adamları, cami cemaati birbirine girmiştir.
- Bursa ulu Camide bir kişi çıkıp bütün peygamberlerin eşit olduğunu söylemiş, bu konuda uzun tartışmalar ve münakaşalar olmuş, Süleyman Çelebi Merhum, “Vesilet’ün – Necat” adlı eseri yazmıştır.
- Hilafet, Tarikat meseleleri sürekli kurcalanmış, Müslümanlık yerine tarikatçılık ön plana alınmıştır.
- Müslüman mısın ? Türk müsün ? Hem Müslüman’ım, hem Türküm diyenlere, önce Türk müsün, Müslüman mısın ? gibi garip sorularla asıl mesele unutturulmuştur. İnsanımız sağ, sol diye ikiye bölünmüş, aynı Allah’ın huzurunda, aynı safta omuz omuza namaz kılmışlar, dışarıya çıkar çıkmaz birbirine düşman olmuşlardır.
- Akşam namazının farzı neden önce kılınır ?
- Cennetteki meyvelerin tadı nasıldır ?
- Cennette kaç yaşında olacağız ?
- Şüpheli şeyler sağ elle mi yenir ? Sol elle mi ?
- Mezarlıktaki ağaçların meyveleri yenir mi ? Yenmez mi ?
- Şapka giyilir mi ? Giyilmez mi ?
- Tartışmalarının yanında çalışma ile ilgili bir sürü hurafeler…
- Sayısı belli olmayan bayramlar. Cuma iş yapılmaz. Salı işe başlanmaz, yoksa sallanır kalır, diye haftanın iki gününü zehir etmişlerdir.
- Bir zamanlar Kayseri alimleriyle, Konya alimleri, tesbih duasının sonunda “Sübhane
Rabbike” mi denecek ? “Sübhane Rabbine” mi denecek diye öyle tartışmalara girmişler ki, yıllarca sürmüş. Her işi bırakıp bu konuda iki deve yükü eser yazmışlardır.
- Son zamanların bir tartışması : Cuma namazı kılınır mı ? Kılınmaz mı ? Faiz yenir mi, Yenmez mi ? Şu ülkede yenir şurada yenmez… Evvela bu konularda açık ayet vardır kimse konuşamaz. Sonra Müslüman her yerde ve her zaman müslümandır. Allah’ın yasakları her zaman her yerde geçerlidir. Tartışma ortamı yaratmanın anlamı ne ? Mesele iş yapmaktan alıkoymak, düşünmekten alıkoymak ve birliği beraberliği bozmaktır.
- Fırında, değirmende çalışan müslümana, üzerindeki un tozlarıyla tuvalete nasıl gidersin ? diyerek onu oradan uzaklaştıran, Eczacıya, Allah’ın cerdiği derde derman aramak günah değil mi ? diyerek onu ilaç yapmaktan, satmaktan soğutan, Sarrafa, altın erkeğe haram değil mi ? sen nasıl bu işi yaparsın ? diyerek sarraflıktan vaz geçirip bu işleri eline alan düşman, bu ülke insanının mutluluğunu, refahını hiçbir zaman istememiştir.
- Her dönemde kendilerinden kalkınmamız için yardımcı olmalarını, akıl verip yol göstermelerini istediğimiz sözde müttefiklerimiz, bize üretim yapıp duran uçak fabrikasını kapattırmışlardır. Bize siz sanayileşmeyiniz. Tarım ülkesisiniz. Tarlalarınızı ekin. Tavuk yetiştirin. İnek besleyin. Diyerek yol göstermişlerdir… Rehberi karga olanın burnu pislikten kurtulur mu ? Tabi ekmişiz, beslemişiz, yetiştirmişiz ama kalkınmamışız…
Avrupa’da ilk araba çıktığı zaman Pazar aranır. İlk akla Osmanlı imparatorluğu ve
Padişah gelir. Arabayı getirirler, Abdülhamid’i saraydan bindirip camiye getirirler. Çıkışını beklerler. Beğenip beğenmediğini sorarlar. Aralarında şu konuşma geçer.
- Bu arabayı ne ile getirdiniz ?
- Gemiyle.
- Tekrar gemiyle geri götürün.
- Aman efendim, beğenmediniz mi ?
- Beğendim. Bir parçası kırılsa, bozulsa biz ne yapacağız ?
- Biz derhal getiririz, onarırız, derler.
Abdülhamid, arabayı götürmelerini ister. Hemen Sanat Okullarına yazılan yazıda araba fabrikasında çalıştırılmak üzere iki ahlaklı ve zeki öğrencinin gönderilmesini ister. Zaman buna yetmemiştir.
İngilizlere gemi siparişini bizimle beraber veren Japonya, gemiyi teslim alır almaz, gemide gemi yapmaya başlamıştır. Bizim oradaki görevlilerimiz ise kadeh nasıl kaldırılır ? Kadeh nasıl tokuşturulur ? Dans nasıl edilir ? derken atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.
Sonuç olarak; geriliğimiz dindeki geriliğimizdendir. Çoğumuzun hakkında hiçbir şey bilmediği ve hayatımızda yer vermediğimiz din bizi nasıl geri bırakmış olabilir ?
Eğer dinin emirlerini yerine getirmekten dünya için iş yapma fırsatı bulamasaydık ve şöyle diyelim : Dinde ileri olsaydık da, diğer hususlarda geri olsaydık, O zaman din bizi geri bırakmış olabilirdi. Aksine dinde o kadar geriyiz ki, Camiye yalnız ölümüz gider. İslam ne demektir ? Müslüman kime denir bunu çok az insan bilir. Bakın Avrupa’ya. Avrupa dindardır. Din aleyhinde yayın yapmak, konuşmak yasaktır. Herkes kiliseye gider. Duasız sofraya oturmaz. Her insan vaftiz olur. Herkes kiliseye vergi verir. Kiliseye gelmeyeni, vergi veremeyeni kilise aforoz eder. Kilisesiz bir mahalle, bir köy yoktur. Dizilerde, filmlerde hep papaz, kilise, İsa, Meryem, dua ve ibadet gibi şeyler geçer. Çocuk duasız okula başlamaz. Devlet adamı vazifeye başlarken İncil üzerine yemin eder.
Avrupa’da dindarlık ayıp değildir. Herkes yeryüzündeki dinler hakkında bir şeyler bilir. Alman askerlerinin kemerlerinden “Önce Allah sonra biz”, Amerikan dolarında “Biz Allah’a güveniyoruz” yazılıdır. Astronotlar Ay’da ilk iş olarak İncil okumuş ve dünyadakilere ilk söz olarak : “Buradan Tanrının varlığını çok daha güzel müşahede ediyoruz” olmuştur. Bizde böyle şeyler olsa kıyametler kopar.
İşte geriliğimizin sebebi. Dinde geri olduğumuz için geriyiz.
Adamın biri yoksul düşmüş, kör numarası yapıp gözlükleri takmış bir köşe başına mendil açmış, bir miktar para birikince biri bakmış kör, avuçlamış paraları hızlı hızlı koşmaya başlamış. Arkadan bir taş beline, aldırmamış, yürümüş. Bir taş daha kafasına… Dönmüş – “ Bu kör atışı değil demiş.
Bizde olan olayların hiçbiri tesadüfi değil hepsi planlı, hesaplı düşman oyunu…
Asırlarca haçlı saldırıları tahribat yaptı. Tamiratı bizi meşgul ederken batı yakamızı bırakmadı. Bizi istediği gibi yönlendirdi. Kendi hayatlarını, dünya görüşünü bize empoze etti. Kendini mahveden şeyleri bize kurtarıcı diye şifa diye takdim etti. İslam ülkelerine baş olmamızı engelleyip, kendine kuyruk yaptı…
Bizi diriltecek kimseleri bize bırakmadı. Beyin göçü yoluna gitti. Eritemediklerini meşgul etti. Benim bir arkadaşım Almanya’da 10 yıl lületaşını inceledi !…
Bir ilim adamımızda 15 yıl hangi hayvan yumurtlar, hangi hayvan yavrulayarak neslini devam ettirir, bununla meşgul edildi. Dosyalar dolusu sonucu açıklamak üzere çıktığı kürsüde konuşmanın konusunu açıklayınca bir vatandaş “bunda ne var hocam, kulağı içinde olanlar yumurtlar, kulağı dışında olanlar yavrular” deyince bir müddet düşünen Prof. “doğru” demiş ve kürsüden inmiştir.
Batı bize kestirme yolu unutturdu.
1821 yılında ihanetleri yüzünden patrikhanenin kapısına asılan patrik Gragoryos’un Rus Çar’ı Alensandr’a yazdığı mektupta Türkleri maddeten ezmek, yıkmak mümkün değildir. Manen yıkmak lazımdır dediği gibi bizi manen erittiler. İğdiş ettiler.
Soruyorum :
Bugün devlet hangi mucidin elinden tutuyor ? Hangi ilim adamına sahip çıkıyor ? Kime destek oluyor ?
Beyin göçü milli kayıptır. Fatih’in Ali Kuşçu için yaptığını bugün başka ülkeler yapıyor Bize verilen hiçbir nimeti son zamanlarda yerinde kullandığımız söylenemez. Hani ne derler “El-alemin bize ettiği şey ne kadar büyük olursa olsun, bizim kendimize ettiğimiz hepsinden daha büyüktür.”
Bir ideal iyi yaşanmaz ve iyi temsil edilmezse yaşayamaz, gelişemez.