BİZ BÖYLE DEĞİLDİK BİZE NE OLDU?
Bizim tarihimiz M.Ö. 2750 yıllarına kadar uzanır. Milletimiz dünyanın en eski milletidir. Bu güne kadar kesintisiz olarak yaşamak aziz milletimize nasip olmuştur.
Geçmişimizde utanacağımız ve yüzümüzü kızartacak ne bir olay olmuştur, ne de bir büyüğümüz vardır. İnsanlığa hizmet etmeden, eser bırakmadan ölen bir büyüğümüz yoktur.
Ne yazık ki, yeni nesil tarihini, tarihindeki gurur veren olayları ve varlık sebebi olan tarihi şahsiyetlerini bilmiyor. Kendisinin kim olduğunu da bilmiyor, geçmişini inkar ediyor, düşman ağzıyla geçmişini kötülüyor.
Bilmiyor ki, kendisi eşsiz tarihin, derin kültürün kadim medeniyetin ulu hakanların, Çanakkale, milli mücadele şehitlerinin mirasçısı.
Gelin olaylarla kim olduğumuza, nasıl bir millet olduğumuza bakalım:
Biz 1071’de Malazgirt ovasında Anadolu’nun kapılarını Müslüman Türk milletine açan
Alparslan’ın torunlarıyız.
Bir Cuma sabahı Allah’a karşı,
Malazgirt’te 54 bin er, Bestelediler en güzel marşı
Allah’ü ekber, Allah’ü ekber.
Alparslan, Romanes Diogenes’i mağlup ettikten sonra esir muamelesi değil misafir muamelesi yapmış, hediyeler vererek geri göndermiştir.
Biz barbar istilacı zalim bir millet olsaydık; 6 kıtada diğer dinlere mensup, çok az insan kalırdı.
1084’te Süleyman Şah, general Pleratos’u yendikten sonra Antakya bölgesinde genel af ilan etmiş, hiçbir şeylerine dokunmamıştır.
Selçuklu Sultanı Melik Şah yoksulları ve ihtiyaç sahiplerini korumak için büyük miktarda para ayırmıştır.
Harbiye nazırı:
-Bu parayı ordunun bütçesine eklesek Bizans’ın surlarını aşmak, Kostantiniyyeyi almak kolay olur” der.
Melik Şah:
-İnsanın korunması, Bizans surlarının aşılmasından çok daha hayırlıdır” cevabını vermiştir.
Selçuklu hükümdarı Melik Şah’ın karşısına bir köylü çıkar ve:
-Memurlarının zulmünden yandık, yıkıldık” der.
Melik Şah:
-Yakama yapış, beni Saraya kadar götür” der.
Köylü, itiraz ettiyse de, ısrar üzerine Melik Şah’ın yakasından tutmuş halde saraya gelirler.
Veziri Nizamü’l mülk:
-Sultanım, bu ne haldir? Der. Melik Şah:
-Bu adam beni Allah’ın huzuruna bu şekilde götürme hakkına sahiptir. Siz ne yaptınız? Diye sorar.
Osmanlı imparatorluğunun kurucusu Osman Gazi, duvarda asılı olan Kur’an-ı Kerim karşısında yatmayıp sabaha kadar uyumamıştır. Bu saygının karşılığı ona 6 asırlık bir imparatorluk verilmiştir.
Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye şöyle nasihat etmiştir:
-Ey oğul her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farzlara dikkat din ve devletin güçlenmesine sebeptir. Din işlerini, dikkatli olmayan itikadı bozuk ve doğru yoldan ayrılmaya meyilli, günahlardan kaçınmayan, helale harama dikkat etmeyen sefihlere ve dikkatli olmayan tecrübesiz kimselere devlet, millet işlerini bırakma!”
Yıldırım Bâyezid Han:
-Biz Allah tarafından memur olmadıkça hiçbir sefere gitmeyiz” demiştir.
Bayezid meydanında kendi külliyesi ile birlikte inşa edilen caminin açılışında namaz kılınacaktır. Şöyle seslenir:
-Her kim ömrü boyunca ikindi namazının sünnetini terk etmemiş ise o imam olsun!”
Kimse çıkmayınca namazı Bayezid kendi kıldırmıştır. Çünkü kendisi barışta ve savaş ta hiçbir sünneti terk etmemiştir.
****
Sultan Murat Han, Kosova savaşından önce şöyle dua etmiştir:
-Ya Rabbi! Benim arzum mal-mülk ve şöhret değildir. Buraya senin rızan için geldim. Beni milletim uğruna feda kıl. Evvelce gazi kıldın, şimdi şehadet nasip et!”
****
Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin peygamber (as)dan, İbni Sina’dan sonra, 6 asır önce mikroptan şöyle bahsetmiştir.
-“Hastalıklar, insan vücuduna giren bir takım canlı tohumlar yüzünden meydana gelir. O canlı tohumlarla insandan insana bulaşır” (Maddetü’l Hayat eserinden)
Sırp Kralı, Brankoviç, Macarlar Ortodoks oldukları için bütün Ortodoks kiliselerini yıkıp yerine Katolik kiliseleri yaptıracağını söyler Macar Kralı. Fatih Sultan Mehmet’e sığınıp: “Bizi ve kiliselerimizi koruyunuz, yıkmayınız” deyince Fatih:
-Sırbistan’ı fethedip yaptıracağım caminin yanında Ortodoks Kiliselerine dokunmayacağım. Halkın dini inançlarını yerine getirmelerini sağlayacağım” cevabını vermiştir.
Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camisini yaptırıyordu. Rum ustası İpsilanti, sütunları fazla kesmişti çok üzülen Fatih Usta’nın elini kestirmişti. Usta Kadı Sarı Hızır’a gidip davacı oldu. Kadı iki tarafı da ismi ile çağırıp ifade alacaktı. Fatih bir yere oturunca kadı:
-Oturma Begüm, hasmınla omuz omuzadır! İhtarında bulundu.
İki tarafı da dikkatle dinleyen kadı, Fatih’in elinin kesilmesine karar verdi. Usta kısas değil tazminat istedi. Fatih bunu kabul etti.
Fatih Sarı Hızar’a dönerek:
-Ben Padişahım diye ihtimas etseydin, (Kılıcını göstererek) bununla başını uçuracaktım” deyince, kadı da:
-Sen de ben padişahım diyerek adaletin yerine gelmesini engelleseydin (Minderin altından çıkardığı hançeri göstererek) Vallahi bunu kalbine saplayacaktım” cevabını vermişti.
****
Trabzon’un fethine giderken, çekilen zahmeti ve yapılan fedakarlığı gören Sare Hatun:
-Ey oğul! Bunca zahmet nedendir? Demişti.
Fatih Sultan Mehmet ona şu cevabı verdi.
-Ana, bu zahmet din yolunadır. Ahirette Allah’ın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslamın kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gezi demek yalan olur.”
****
İstanbul’un fethinden sonra ganimetler bir çadıra konmuş bir de nöbetçi dikilmişti. Bir yeniçeri askeri gelip nöbetçiye:
-Ganimetten bir kısmını bir yere gömelim, sonra paylaşırız teklifinde bulunur.
Nöbetçi ona derki:
-Devlet malına el uzatmanın er geç Allah belasını verir. Ben Allah’tan korkarım, emanete hainlik edemem.”
****
İstanbul’un fethinden sonra Fatih’e hapsedilmiş iki ihtiyar papaz getirilir. Fatih sorar:
-Sizi kim hapsetti? Diye. Onlar:
-Siz muhasaraya başlayınca imparator bize sordu: “Türkler Kostantiniyyeyi alacaklar mı?” Biz: “Evet alacaklar” dedik, bizi hapsetti” derler.
Fatih onlara sorar:
-Peki İstanbul bizim elimizden çıkacak mı?
-Aranızda fesat artarsa, şahsi çıkar öne geçerse, mal yabancılara satılırsa ve dışardan medet beklenirse, bu güzel şehir elinizden çıkar” derler. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet şöyle dua eder: -Dilerim Allah’tan bunları yapanlar Allah’ın gazabına uğrasınlar.”
****
Yavuz Sultan Selim Mısır seferine giderken yolda mola verir. Bağ ve bahçelerin arasından başlarını eğe eğe geçen askerlerine:
-Canım meyve istedi. Bir armut, bir elma, bir çilkim üzüm koparan var mı? diye sorar.
Asker hep bir ağızdan:
-Padişahımız bizi haramimi zanneder” derler.
Bunun üzerine Yavuz:
-Allah’a şükürler olsun. Eğer halkın bahçesinden bir tek şey koparmış olsaydınız seferden vazgeçecektim. Çünkü Allah haram yiyen askere zafer nasip etmez” demiş yola devam etmiştir.
Yolda bir gayri müslimden ödünç para alır, seferden dönüşte ödemek ister. Adamın öldüğünü öğrenir.
Yavuz:
-Ölene rahmet, malına bereket, çocuklarına sıhhat ve afiyet ve zalime lanet!” deyip defterdarı görevinden alır.
****
1516 da Şam’da Ümeyye Camiinde hutbe okuyan İmam “Hakim-ül-Harameyn” deyince, hasır üzerinde oturmakta olan yavuz ayağa kalkarak:
-Hadim-ül harameyn” diyerek ifadenin düzeltilmesini istemiştir.
****
Yavuz Sultan Selim, ömrünü tamamlamıştır. Ölüm döşeğinde memleket, millete hizmet düşüncesiyle bir şeyler söyleme ye çalışır.
Can yoldaşı, Hasa Can
-Padişah’ım, şu anda Allah’la olma zamanıdır deyince, Yavuz:
-Ya bu güne kadar bizi kiminle bilirdin Hasan” der ruhunu teslim eder.
Viyana kuşatması sırasında 5 Türk askeri Avustralyalılara esir düşer. Viyana kalesi komutanı askerlere: -Türklerin sayısı ne kadar, ne kadar top var? Diye sorar.
Türk askerleri cevap vermez. Dayanılmaz işkence uygulanır gene cevap vermezler. Birer birer kaleden attılar gene cevap yok. Son asker:
-Durun söyleyeceğim” der. Ve ilave eder: “Hey gafiller! Biz ölümden korkan bir milletin çocukları olsaydık Viyana önlerine kadar gelebilir miydik” der ve kendisini aşağıya bırakır.
****
Viyana kuşatmasına giderken Osmanlı ordusu Belgırat yakınlarında bir çeşmeden mataralarını doldurmakta, atlarını sulamakta iken yakında bulunan kilisenin papazı rahibelerin eline su kabı vererek çeşmeye gönderir. Maksadı askerleri yoldan çıkarmaktır.
Kızlar tahrik edecek şekilde çeşmeye gelince. Osmanlı askerleri, kenara çekilerek onların rahatça su doldurmalarını sağlar. Bu durumu seyreden papaz haçlı ordularının komutanına mektup yazarak şunları söyler.
-Osmanlı ordusunu bu ahlakı ile kimse yenemez, boş yere kan dökmeyin”
****
2018 Zeytin dalı harekatında bir köyün PKK dan kurtarılmasında Çavkari Simon adlı Süryani kızı Türk askerlerine su mektubu göndermiştir”.. Ölmemiz gerekiyorsa, siz öldürün. Bizi teröre bırakmayın ablam tecavüze uğradı intihar etti. 11 yaşındaki kardeşimi teröristler alıp götürdü. Siz gelince önce namusumuz kurtuldu, sonra karnımız doydu. Ellerinizden öperim.”
İlk dans hareketleri Fransa’da başlayınca bunu duyan Kanuni, Fransa kralına bir mektup yazar. Bu harekatın durdurulmasını ister. Mektubun bir bölümünde şöyle der:
-… “Duydum ki memleketinde dans adı ile kadın erkek birbirine sarılarak eğlence yapılıyormuş memleketime de sirayet edebileceğinden derhal son verilmesi…”
Kral bu mektubu okuyunca bir müddet bu dansı yasaklamıştır.
****
11. Murat, hazineyi zenginleştirme teklifinde bulunan vezirine sorar:
-Nasıl bu işi yapacaksın?
-Halktan bazıları fazlasıyla zengin bunların paralarının bir miktarını alabiliriz” der.
Padişah fena halde sinirlenir ve:
-Bizim askerimiz gazi askerdir. Bir padişah haram yer ve askerine haram yedirirse, asker harami olur” der.
****
Yahudiler, bir temsilci heyet seçip Abdülhamid Han’a gönderirler maksatları Filistin’den toprak satın almaktır. Bol para teklif ederler ve her türlü hileye baş vururlar. Padişah:
-Ben size bir karışda olsa toprak vermem” cevabını verir. Zira orası benim malım değil, Müslümanların vatanıdır” der.
****
Paris’te, Voltairin yazdığı Muhammed ”Yahud Taassup” adlı peygamberimize hakaret eden piyes oynatılacaktır.
Voltairi aforoz eden papa: “Voltair evladım” diye başlayan bir övgü dolu mektup yazar.
Bunu duyan Abdülhamid Han, elçilik vasıtasıyla piyesin oynatılmamasını, aksi halde cihad-ı ekber ilan edeceğini bildirir.
Fransa piyesin oynatılmasını durdurur. İngiltere’ye kaydırılır. İngiltere’ye de aynı tepki gösterilir. Onlarda Osmanlı’dan çekinir. Piyes sahneye konmaz.
İlk araba yapıldığı zaman satışını arttırmak maksadıyla tanıtımını saraydan başlamak isterler. Abdülhamit Han’a hediye diye sunarlar. Padişahı bindirip biraz gezdirdikten sonra beğenip beğenmediğini sorarlar:
Padişah Amerikan heyetine şu cevabı verir:
-İyi, ama bozulursa ne yapacağız?
-Aman efendim parça ise hemen temin ederiz. Tamir için adamı göndeririz. Değilse, yenisini temin ederiz” derler.
Padişah sorar:
-Bunu ne ile getirdiniz?
-Gemiyle” derler, padişah:
-Bunu gemiye koyun götürün” der; kabul etmez.
Sonra ne yapar biliyor musunuz?
Bütün sanat okullarına resmi emir çıkarır, okuldan ahlaklı, dürüst iki öğrencinin İstanbul’a gönderilmesini emreder. Bunları Amerika’ya gönderecek arabanın yapımını, bakımını öğrendikten sonra arabayı kendisi yapacaktır. Buna ömrü yetmez.
****
Abdülhamit Han’ın dini hassasiyeti vardı. Abdestsiz gezmez, abdestsiz devlet, millet hizmeti görmezdi.
Başkatibi Esat bey şöyle anlatmıştır:
“Bir gece yarısı önemli bir belgenin imzası gerekti. Sultanın kapısını çaldım açılmadı, epey bekledim. Kapı açıldı. Havlu ile yüzünü kuruluyordu, tebessüm ederek:
-Evlat bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğini anladım. Sen kapıyı çalınca uyandım, hemen abdest aldım. Ben bu zamana kadar bu milletin hiçbir evrakını abdestsiz imzalamadım. Getir imzalayayım” dedi, besmele çekerek imzaladı.”
****
Ulu Hakan’a neden kızıl sultan deniyor. Ulu Hakan 34. Padişahtır. Diğerleri gibi kuştüyü yatakta yatmamıştır. Teneşir tahtası ile taht arasındaki mesafeyi bilen bir padişahtır.
Zor zamanda 33 yıl bu millete rahat soluk aldırmıştır. Saraydan sürgüne giden bir Osmanlı padişahıdır.
Osmanlıyı hasta adam ilan eden Yahudi, Ermeni ve haçlı zihniyeti ona “Kızıl Sultan” lakabını takmıştır.
O, yeryüzündeki bütün Müslümanların dertleriyle ilgilendiği için Halife-i Ruyi zemin adını almıştır.
O, kızıl sultan değil, ulu Hakan’dır.
Osmanlı insanın problemlerini çözmüş, hayvanlar için hastaneler kurmuştur. Gurabai laklakan adıyla leylekler için bakım evleri inşa etmiştir. Sadaka taşları başka bir milletin medeniyetinde yoktur.
Osmanlıya yanlış yapanlar yaptıkları yanlışın bedelini çok ağır ve taksit taksit ödemişlerdir. Şu anda Osmanlının özlemini çeken milletler o günleri aramaktadır.
1998 yılında 9 yüzyıl önce haçlı seferleri düzenleyen ataları adına 45 kişilik grup Almanya’dan yola çıkıp Türklerden özür dilemişlerdir.
BATI BİZE ÇOK ŞEY BORÇLUDUR
Geçmişte adil ve müsamaha ile davranılmasaydı. Batı da bugün Hristiyan kalmazdı. Batıya insanlığı temizliği, Türk-İslam medeniyeti taşımıştır. Batının üzerine bir güneş gibi doğmuştur.
Batı Türk hakimiyetini, Türk idaresini kendisi istemiştir. Kendi yöneticilerinin zulmünden bıkan halk kardinal, külahı değil, Türk sarığı görmek istemiştir. “Türk atları çeşmelerimizden su içmedikçe bize huzur yoktur” diyen batının kendisidir.
2011 de Türkiye’ye gelen Alman başbakanı Merkel, Osmanlı, eğitim sisteminin kendisine verilmesini istemiştir.
Batılı yazarlar düşünürlerin itirafları ve övgülerine tarih şahittir.
İstanbul’un işgali sırasında bin başı Tevfik bey bir gurup askerle Ayasofya’yı korumak için görevlendirilir. Fransız askerleri Ayasofya’ya girip, yerleşmek için gelir.
Tevfik bey sorar:
-Maksadınız nedir?
-İçeriye girmek” derler.
-Giremezsiniz burası Müslümanların namaz kıldığı yerdir. Eğer girmeye kalkarsanız size ateş ederim. Israr ederseniz caminin dört köşesine tahrip kalıbı yerleştirdim, patlatırım” der ve Ayasofya’yı korur.
****
Çanakkale savaşları başlayınca vatanın her yerinden 15liler dahil, lise öğrencileri herşeyi bırakarak vatan savunmasına koştu.
Bilecik istasyonunda bir ana kocasını, bir oğlunu şehit vermiş tek evladını Çanakkale’ye uğurluyor diyor ki:
-Bak oğlum, minarelerden ezan susacaksa, vatan düşman eline geçecekse, sütüm sana haram olsun, öl de geri dönme emi! Allah yolunu açık, yüzünü ak eylesin” diye dua eder.
****
Bir İngiliz Londra’da bir lokantada çalışan gencin Türk olduğunu öğrenince o na:
-Ben Türklerden nefret ederim” der.
Genç sorar:
-Neden
-Çünkü onlar Çanakkale’de birçok İngiliz’i ve Hıristiyan’ı öldürdü” cevabını verince genç:
-Peki onların Çanakkale’de ne işi varmış?” der.
1974 Yunanistan’da Türklerin hakkını savunan gazeteci, suçlu bulunup yargılanırken binaya fazlasıyla dinleyici girince hakim telaşlanır binanın yıkılabileceği bahanesiyle dinleyicilerin dışarıya çıkmasını ister, gazeteci:
-Merak etmeyin hakim bey Osmanlı yapısıdır yıkılmaz” der.
Bir Cihan hakimiyeti idealimiz vardı. Maksadımız ilây-ı kelimetullahtı yani Allah’ın adını yeryüzüne yaymaktı.
Şair:
“Maziye sor ecdadını söylerler sana kimdi,
Bir bitmez ufuktum küre vaktiyle benimdi”
Ne oldu? Abdul Hamid Han şöyle haykırdı:
“Sen Türkün adını anarken biraz eğil.
Türkün sebeb-i sukutuna Türk olması değil”
Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam olmuş. İçimizden batı hizmetine girip kökünü inkar edenler olmuş. Milli manevi değerler inkar edilmiş…
-Akşam namazının farzı neden önce kılınır?
-Cennetteki meyvelerin tadı nasıldır?
-Cennette kaç yaşında olacağız?
-Şüpheli şeyler hangi elle yenir?
-Mezarlıktaki meyveler yenir mi?
-Hızır yaşıyor mu yaşamıyor mu?
-Müslüman fırında çalışır mı?
-İlaç kullanmak Allah’a isyan değil mi? Biz bu gibi şeylerle meşgul edildik. Geriliğimizin sebebini İslâm dedik.
Şair buna cevap verdi:
“İslam imiş devlete payende-i terakki, Evvel yağ idi, iş bu rivayet yeni çıktı.”
Son zamanlarda ideallerimizi kaybettik. İnancımızdan vazgeçtik. Kökümüzü inkar ettik. Osmanlı’yı reddettik. Müslümanlar Osmanlıyı arıyor, birçok insan Osmanlıya hayran biz böyle olmamalıydık. Amerika’ya, Avrupa’ya sığınıp Türk’e Türklüğe İslam’a dil uzatanlar yüzümüzü kızartıyor.
Bu hale neden geldik?
Son zamanlarda ihanet ve yabancılaşma hastalığına tutulduk. Batılılaşma bize pahalıya mal oldu.
Durum ne olursa olsun BİZ KÖKÜ MAZİDE OLAN ATIYIZ. Kökümüz sağlam, tekrar diriliriz.