BİD’AT VE HURAFELER
- A Cahiliye adetleri gibi bid’atler çoğaldı. Gerçek bilinmediği için bid’atlere sarılınıyor.
Bid’at işleniyor, bid’at kapısı açılıyor. Bid’atlar seviliyor ve yayılıyor. Yanlışın, sapıklığın yayılması daha çabuk oluyor.
Cahillikten doğan saptırma ve kendimize göre uydurma hastalığımız var. Bid’atci kolay müşteri buluyor.
-
- Cenabı Allah, her yönü ile dini tamamlamıştır. “Dininizi tamamladım” buyurmuştur. Bundan sonra dine bir şey eklemek veya bir şey çıkarmak bizim işimiz değildir. Din Allah’ ındır. İnanç ve ibadetle ilgili olan şeyler asla değiştirilemez. Peygamber (as): “Beni nasıl namaz kılar görürseniz öyle namaz kılınız” demiştir.
Bid’at, dinde daha önce olmayan sonradan ortaya çıkarılmış şeydir. Bunlar Kur’an’ a ve sünnete ters şeylerdir. Kıyas ve içtihat; dinin doğru yaşanması ve anlaşılması için olduğundan bid’at sayılmaz.
Bid’atin İslam’ da yeri yoktur. Kur’an’ da: “Şüphesiz ki bu dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yola uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ ın yolundan ayırır.” (En’am: 153) buyrularak uyarı yapılmıştır. En güzel yol, Kur’an’ a ve sünnete uymaktır. Peygamber (as): “Sapıtmayacağınız iki şey” diyerek Kur’an ve sünnete işaret etmiştir.
Daha çok sevap kazanma arzusu ile bazı bilgisiz kimselerin gayretleri bid’atlar için ortam hazırlamaktadır.
Peygamber (as): “Bid’at sapıklıktır.” (R. Salihın: 169), “Bir kimse dinde olmayan bir şeyi ihdas ederse, o şey red olunmuştur.” (Age: 168), “Bid’at işleyenin amelini Allah kabul etmez.” (Ramuz e’lEhadis: 6/5), “Bir topluluk gelir sünneti öldürür. Dine dinin temizliğini bozacak şeyler sokarlar. Allah’ ın, lanet edicilerin, meleklerin ve halkın laneti onların üzerine olsun.” (Age: 507/5) buyurarak bid’atin ne kadar kötü olduğunu haber vermiştir.
Bid’ate yol açan şeyler şunlardır:
- İslam’ ı bilmemek ve doğru kaynaklarından öğrenmemek,
- Daha çok sevap kazanma arzusu, bu değilse İslam’ a zarar verme düşüncesi,
- Menfaat temini ve meşhur olma isteği,
- İslam’ ı ucuz ve kolay yaşama düşüncesi.
Bid’at büyük günahtır. Bid’ate düşmeyi büyüklerimiz ateşe düşmek olarak kabul etmişler, dinin temizliğini bozmamak için ellerinden geleni yapmışlardır. Ayrıca bid’atcılara da asla itibar etmemişler ve onlara hayat hakkı tanımamışlardır. Her zaman bid’atcıya sapan ve saptıran gözü ile bakmışlardır. Çünkü bid’atten herkes zarar görür.
Bid’ate bizimde karşı çıkmamız gerekir. Bid’at ve bid’atcı lanetlenmiştir. Bid’ate karşı çıkmayanda aynı durumda olur.
Allah Kur’an’ da:
- “Peygamber size ne getirdi ise onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr: 7) diye emretmiştir.
Peygamber (as) diyor ki:
- “Bid’atler yayıldığı zaman ilmi olanlar onu açıklasın. Eğer açıklamayıp ilmini gizlerse, Allah’ ın Muhammed’ e indirdiğini gizlemiş olur.”
Bid’atte mahsur görmemek insanı sapıtır. O kişi saptığı ile kalmaz başkalarını da sapıtır. Onlarında günahına girer.
- B
İnsan olarak gaybı bilme, bulma ve merak etme hastalığımız var. Gizlilikten ve gelecekten haber veren falcısına, medyumuna inanıveriyoruz. Bu yolda çok paralar harcanıyor. Bu yaygın olan hastalıklardan birisi.
Gayb, gizli demek, insan bilgisinin dışında kalan demek. Gayb, insan içindir. İnsanı yaratan Allah için kayıp, gizli bir şey yoktur.
İnsan daha çok gelecekle ilgilenir. Gizliliği ve geleceği öğrenmek istemiştir. Böyle olunca falcıdan, büyücüden ve medyumlardan kendini kurtaramamıştır. Mesela tedbirini almaz deprem ne zaman olacak? Ölüme, kıyamete hazırlanmaz kıyamet ne zaman kopacak? Bunu sorar.
Bazıları “Fala inanma falsızda kalma” diyerek günlük bilgileri almadan evinden çıkmamaktadır. Kendilerine sorulan kimseler eğer gaybı bilseydi, önce kendilerine fayda ve zarar verecek şeyleri bilirlerdi. Böylece faydayı elde ederler ve zarardan korunurlardı.
Defineci ondan bundan bilgi almaya çalışıyor. Onun kendisi bilse, gider hazineyi o bulur. Hangi bilete ikramiye çıkacağını bilir, o bileti kendi alır. Gelecek kötülüğü, kazayı bilse, ondan korunur., kutulur. Bunları bilemeyen, nasıl başkalarına ait gizli bilgileri bilir?
İnsan tahmin eder, ihtimallerden bahseder ama asla gizli olan, geleceğe ait bilgileri bilemez, elde edemez.
Peygamber (as): “Gelecekten haber veren kimseye varıp bir şeyler soran ve onun dediğini tasdik eden kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz.” buyurur. (R. Salihın: 1701)
Gayptan bir şeyler söylemek, gaybı bildiğini iddia etmek ve bunlara inanmak büyük günahtır.
Kur’an’ da: “Gaybı Allah’ tan başka kimse bilemez” buyrulur. (En’am: 59)
- “Göklerde ve yerde Allah’ tan başka kimse gaybı bilmez” (NemL: 65) buyrulmuştur.
- C
Büyücülük hastalığımız var. Bir şey istediğimiz veya bir şey olduğunu zannettiğimiz zaman, hemen büyücü arıyoruz, büyü yaptırıyoruz. ġarlatanlara oluk oluk para akıtıyoruz. Okumuşumuz, okumamışımız gülünç durumlara düşüyoruz.
İşimiz mi bozuldu, geçimimiz mi sıkıntıya girdi, birine mi kızdık, işsiz mi kaldık haydi büyücüye, büyü yaptırmaya koşuyoruz.
Büyü çeşitli yollarla insanları etkileyip aldatma oyunudur. Asılsız olduğu için Allah falcılık, sihirbazlık ve medyumculuk gibi aldatma yollarını yasaklamıştır.
Allah büyü ile uğraşmayı küfür olarak nitelendirmiştir. (Bakara sûresi: 102) Sihirbazların yalancı olduklarını ve asla kurtulamayacaklarını bildirmiştir. (Taha: 77)
Peygamber (as) da büyücülerin Allah’ a şirk koştuğunu, büyücülüğün helak edici yedi büyük günahtan olduğunu bildirmiş, büyü ile uğraşmayı yasaklamıştır.
Bir gün sahabe, sorgusuz cennete gireceklerden bahsederken peygamber (as):
- “Hesapsız ve azapsız cennete gireceklerin kim olduğunu haber vereyim mi? Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayanlardır.” buyurmuştur. (Buhari, Rikak:
50)
Büyü, insana zarar verir, acı çektirir. Yıkımı daha çok psikolojiktir. Denize düşen yılana sarılır hesabı bir problemi olan büyücülere koşmaktadır.
Büyü yapanın gayesi para kazanmaktır. Büyü yaptıranlar ise genelde kötü niyetle ve kötülük olsun diye yaptırmaktadır.
Ashab, insana verdikleri acı nedeniyle peygamber (as) a:
- “Büyücüyü öldürelim mi ya Rasulellah?” demiş O da:
- “Hayır onun göreceği ilahi azap daha şiddetlidir” cevabını vermiştir.
Din alimlerine göre büyücülük, küfre en yakın olan kötülüktür. Büyücünün para alması ve ona para verilmesi caiz değildir. (Bakara: 102) Büyüyü, imansızlık hastalığı olarak tarif etmişlerdir.
İşim iyi gitmiyor, kendimi iyi hissetmiyorum, geçimim iyi değil deyip büyücüye koşulacağına durum değerlendirmesi yapılmalıdır. Nerede hatam var? Bu işte benim payım ne? Demeliyiz. Şüpheleri, vesveseleri, takıntıları kafamızdan atmalıyız. Kimse kimsenin rızkını kesemez, kısmetini bağlayamaz. Allah’ ın izni olmadan bir yaprak bile düşmez. (En’am: 159)
En önemliside Felâk ve Nâs surelerini okuyup Allah’ a sığınmaktır. Allah duaları kabul eder ve emanetleri korur. Büyücünün şerrinden de korur.
Peygamber (as): “Yedi şeyden kaçının: Şirk, sihir, katil, faiz, yetim malı, cihadtan geri durmak ve iffetli kadına iftira” (R. Salihın: 1614)
Bir hadiste de:
- “Büyücüyü tasdik eden cennete giremez” (Seçme Hadisler: 210/19) buyurmuştur.
- D
İnsan fala baktırmayı, fal bakmayı seviyor. İnanmasa da falcıdan uzak durmuyor. Elini uzatanın eline bakıp bir şeyler atıp tutuyor. Kahve fincanı kapatılıyor. Gazete falı kaçırılmıyor. Aynı falı binlerce insan okuyor. Güvercin, tavşan fal çekiyor.
Falcıyı dinledikten sonra “vallahi içimi okudu”, “dediği çıktı” deniliyor. En inanmayanımız: “Fala inanma, falsızda kalma” diyor.
Avuç açmak, fincana bakmak, bakla açmak, fal çekmek, burca bakmak, medyuma bir şey sormak… Bunlar aslı astarı olmayan şeyler. Yalan olduğu için dinen büyük günah olduğu bildirilmiştir.
- “Gaybı Allah’ tan başkası bilmez” (En’am: 59)
- “Gökte ve yerde gaybı Allah’ tan başkası bilmez” (NemL: 65)
- “Gaipten haber verdiğine inananın kırk gün namazı kabul olmaz” (R. Salihın: 1701) “Falın ne türlüsü olursa olsun küfre kadar götüren bir günahtır. Falcılık parası, fuhuş parası ile bir tutulmuştur” (Age: 1705)
- “Biri falcı için “bildi” derse Allah’ ın gönderdiğine inanmamış olur” (Ramuz e’l
Ehadis: 396/2)
Allah Kur’an’da: “Fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı” (Miada: 3) Ayrıca
“Falcılık, şeytan işi pisliktir” buyrulmuştur. (Miada: 90)
Fala inanmak ruhi dengesizliğin belirtisidir. Çünkü geleceği önceden görebilenin, kendine gelecek zararı önlemesi gerekir veya gizli katili, gizli hazineyi bulması icap eder. Büyük ikramiyenin hangi bilette olduğunu bilmesi icap eder. Doğru değil mi?
Gazeteye fal köşesi yazan biri; şuna ne yazayım? Buna ne yazayım? Derdi, atar tutardı. O bir kişi yazardı belki bin kişi aynı yalanı okurdu.
Bir iddia sonu bir falcıya adam, ölmüş birinin adını verir, bir şeyler sorar. Falcı atar tutar, onun ölmüş olduğunu veya o kişinin o olmadığını bile bilemez.
Bir falcı, bir falcıya canlı yayında bir tokat atmış ve “sen medyum olsaydın benim sana tokat atacağımı bilirdin” demişti.
Fal cahiliye devrinin adetidir. Falcılık cahil ve inancı zayıf insanların işidir.
Bu tür hurafeler insanı köleleştirir. Falda falcıda derman aramak, sonunda teselli bulmak, boşluktaki insanların işi haline gelmiştir.
E
Uğur ve uğursuzluk arama hastalığımız var. Sayıda, günde, renkte, hayvanda, insanda, parada, boncukta uğur veya uğursuzluk arıyoruz. İstemediğimiz bir durumda kulak memesini tutup, elimizle bir yere vuruyor “ırak olsun” diyoruz. İşe başlamak için gün sayıyor, kediden, baykuştan, sevmediğimiz insanlardan etkileniyoruz. Sabah birilerinden uğur parası almaya çalışıyoruz. “Salı sallanır” diyoruz. Sevmediğimiz birini görünce işi bırakıyoruz. bazı şeylerde uğur belleniyor, onu yapmadan işe başlanmıyor.
Bunların hepsi saçmadır, hurafedir, ilkel insanlardan kalma adetlerdir. Dinimizde inancımızda böyle şeylere asla yer yoktur.
Kur’an’ da, uğursuzluk aramak Yasin suresinin 19. , NemL suresinin 47. ayetlerinde kınanmıştır.
Hiçbir şeyde ve hiçbir yerde uğurda yoktur uğursuzlukta yoktur. Ne varsa insanın kendisindedir.
Allah Rasulu uğur ve uğursuzluk çıkarmaktan asla hoşlanmazdı. Kötü bir isim gördüğünde onu değiştirirdi. Birinden ayrılırken “Uğurlar olsun” derdi. Her şeyin hayırlısını dilerdi. “Hayırlı olsun” derdi. Bir gün peygamber (as) ın yanında uğursuzluktan bahsedilmişti. Peygamber (as) şöyle buyurdu:
“En iyisi hayıra yormaktır. Uğursuzluk inancı sizi yolunuzdan alıkoymasın.” (Ebu
Davut, Tıb: 24)
Hayırda şerde Allah’ tandır. Bize bir şeyin hayırlısını dilemek düşer. Şerden şerliden dua ile Allah’ a sığınmak gerekir.
İbni Mes’ud (ra) ın naklettiğine göre; peygamber efendimiz: “Uğursuzluk çıkarmak şirktir” diyerek üç defa tekrar etmiştir.
İnancımızda bir şeyi kötüye değil hayıra yormak esastır. Kedide, köpekte, baykuşta, tavşanda, rakamlarda, günlerde, renklerde, uçan kuşta, bacadan çıkan dumanda ne uğursuzluğu olsun.
Hiçbir şeyde uğursuzluk yoktur. Her şey Allah’ ın yaratması ile olur. Bu da kişinin tavrına bağlıdır.
Bir hadislerinde peygamber (as): “Renklerden, sayılardan, günlerden hüküm çıkaran bizden değildir” buyurmuş, İslam’ da uğur ve uğursuzluğun olmadığını bildirmiştir.
Kur’an’ da her şeyin Allah’ ın yaratmasıyla olduğu, bir deneme olarak hayırlada şerlede imtihan edileceği, hoşa giden şeylerde bir şerrin olabileceği, hoşa gitmeyen şeylerde de bir hayırın olabileceği bildirilmiştir. (Enbiya: 35+Bakara: 216)
İnsanın uğur veya uğursuzluk araması kendisine zarar verir, belayı beklemek olur ve belanın gelmesine neden olur.
Bir de rüyalara çok önem veriyoruz. Bir şeylere yoruyoruz veya birilerinin yormasını istiyoruz. Rüyadan bir şeyler çıkarıp falana malum oldu. Falan bana kızdı, bana şöyle dedi, şöyle göründü gibi sözlerle ölmüşlerle yatıp, ölmüşlerle kalkıyoruz. Bir defa ölen insanın dünya ile ilgisi kesilmiştir. Onun bu dünyada her türlü tasarrufu bitmiştir.
Rüya rahmani olur, şeytani olur. İnsanın açlığına, tokluğuna, durumuna göre değişir. Hani “Aç tavuk düşünde darı görür” derler ya onun gibi.
İnancımızda rüya delil sayılmaz. Bir de rüya ile amel edilmez ve rüya hayıra yorulur, kapatılır.
F
Nazara çok önem veriyoruz. Birçok şeyi nazara bağlıyoruz. Hafif bir rahatsızlık olunca “Bana oku!” diyoruz. Kurşun döktürmeye gidiyoruz. Nazarlık takıyoruz, mavi ipi, mavi boncuğu ihmal etmiyoruz. Kemik, kaplumbağa kemiği, at nalı, hayvan kafası ile nazardan korunmaya çalışıyoruz. Nazar değmesin diye elbiseden bir parça kesmeye veya ayakkabı kesmeye kadar gidiyoruz.
İnancımıza göre nazar haktır. Kur’an’ da: “Neredeyse seni gözleriyle yıkıp
devireceklerdi.” buyrularak nazarın hak olduğu bildirilmiştir. (Kalem: 51)
Peygamber (as) da: “Nazar (göz değmesi) haktır” buyurmuştur. (Müslim: 2187)
Nazar hakmış diye nazarlık takılmaz. Bu şirk kokan bir davranıştır. Peygambere biat etmek için on kişi gelir. Dokuzu ile biatlaşır, biriyle biatlaşmaz, elini tutmaz. Neden onun elini tutmadığı sorulunca: “Onun kolunda nazarlık vardı” demiştir.
Nazarlık takmak batıl bir inançtır. Kurşun döktürmek tamamen İslam dışı bir davranıştır. Bunlar insanı nazar değmesinden korumaz. Fayda ve zarar Allah’ ın takdiri ile olur.
Dinimizde Allah’ tan başka şeylerden medet ummak şirk sayılmıştır. Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Kim korunmak için bir şeyler takarsa, onun bütün işleri o taktığı şeye havale edilir.”
Nazardan korunmak için takılar ve kurşun dökmek, eski Şamanlardan kalan bir adettir.
Nazarın çaresi, bu tür bid’atler değildir.
Nazar değmemsi için “Bârekâllah, maşallah ve Allahümme bârik fîhi” diye dua edilir. Nazar değmesi halinde peygamber (as) duş alınmasını tavsiye ederdi. Ayrıca Kalem suresinin 51 ve 52. ayetlerinin, Ayetel Kürsi’ nin, Fatiha, İhlas, Felak ve Nas surelerinin okunmasını tavsiye ederdi. Kendisine başvuranlara da bunları okurdu.
İslam dışına çıkarak peygamber (as) dan farklı davranmak, çareyi onda bunda aramak bir müslümana yakışmaz.
G
Kabrin içini, kabir azabını değil, kabirlerin dışı ile meşgul oluyoruz. Kabir satın alalım, kabri güzel yapalım, yatırlara kabirlere gidip dua edip bir şeyler isteyelim derdindeyiz. Kabirlerle ilgili akıl almaz bid’at ve hurafeler işliyoruz. İşimizi gücümüzü ve dinimizin bildirdiği gerçekleri bırakıp ruhlarla uğraşıyoruz. Diğer batıl dinlerdeki inançları yaşatmaya çalışıyoruz.
İnsanlar yaratılırken herkesin ruhuda ayrı ayrı yaratılmıştır. İnsan öldüğü zaman ruh bedeni terk eder. Kıyamet günü hesap vermek üzere ruhların beklediği Berzah alemine gider. Hiçbir ruh başı boş orada burada dolaşamaz. Geri gelemez. Çağrıldığında gelemez. Kendisine bir şey sorulsa veya kendisinden bir şey istense cevap veremez.
Kur’an’ da olumlu hayat yaşamayanların ve inançsızların tekrar dünyaya dönmek isteyecekleri ancak buna izin verilmeyeceği bildrilmiştir. (Bak: Mü’minun: 11+Zümer:
58+Yasin: 31+Mü’minun: 99100)
Ölen bir insandan asla yardım istemez. Yardım Allah’ tandır. Yardım istemek şirk olur. Bu eski Şamanların ölen büyüklerin ruhlarından yardım istemeleri, onların ruhlarını çağırmalarının devamından başka bir şey değildir.
“Falanın ruhu hazırdır. O bize yardım eder. Kabirde sorularımızı cevaplandırır. Sıratta bizi alıp uçurur” gibi inanç ve sözler, şirktir ve küfre götürür.
Hiçbir ruh başka bir bedene de geçemez. Bu da eski dinlerden kalma sapık bir inançtır. Ölen bir kimseden yardım beklenmez. Peygamber efendimize: “Medet ya Rasulellah!” demek bile tehlikelidir. O’ nun şefaati Allah’ ın izniyle olacaktır. Peygamber (as) kızına: “Peygamber kızıyım diye güvenme” demiştir. Nuh (as) oğlunu kurtarmak istemiş, kurtaramamıştır. İbrahim (as) babası Âzer için dua etmiş, duası kabul olmamıştır.
İhtişamlı, masraflı mezarlar yapmak ve buralara aşırı ilgi göstermek dinimizde asla hoş görülmeyen davranışlardır. Bu ilgi ve masraf, ölüye külfet ve eza verir.
Mezarda yatandan yardım istenmesi, hasta için şifa beklenmesi, sınava girecek için, evlenecekler için, çocuk isteyenler için, bir şey sahibi olmak için bir şeyler istemek ve beklenti içerisine girmek şirktir. Çünkü Kur’an’ da: “Yardım ancak Allah’ tandır.” (Aliİmran: 126) “Sakın Allah ile beraber başkasına kulluk edip yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun!” (Şuara: 213) buyrularak ancak Allah’ tan istenmesi ve Allah’ tan beklenmesi gerektiği bildirilmiştir.
Türbe ziyareti, hasta ziyareti gibi olmalıdır. Hastadan nasıl bir şey beklemiyorsak, ölenden de bir şey beklememeliyiz. Onun bir Fatiha’ ya muhtaç olup, bizden bir şeyler beklediğini unutmamalıyız.
Dua biliyoruz ki redolmaz. Ama usulüne göre yapmak gerekir. Eğer duaya başkaları karıştırıldıysa Allah onun duasını kabul etmediği gibi istediğini de vermez.
Ancak Miada suresinin 35. ayetine göre “Allah’ a yaklaşmak için vesile arayınız” buyrularak vasıta kılınabileceği, falanın yüzüsuyu hürmetine … denilebileceği bildirilmiştir.
Kabir ziyaretlerinde birçok bid’at ve hurafelere rastlıyoruz. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Kabirde kurban ve adak kesmek,
- Kabirin etrafında dönmek,
- Kabirde yatandan yardım beklemek, bir şeyler istemek, dilekte bulunmak, kısmetin açılmasını istemek, işinin düzelmesini, geçimin iyileşmesini istemek, şifa, rızık beklemek, bazı düşüncelerle para, yiyecek ve içecek koymak,
- Mezara yüz sürmek, mum yakmak, ip, çaput bağlamak, oradan toprak almak,
- Mezarın yanında namaz kılmak,
- Mezarın yanında, türbenin içinde yatmak… gibi.
Peki kabir ve türbe ziyareti nasıl olmalı? Kabir ziyaretinden maksat ölenden, ölümden ibret almak olmalı, ölen için dua edilmeli, yasin okunup ruhuna bağışlanmalıdır.
Sonuç olarak yanlış düşünceler, sapık inançlar ve hurafeler bir bakıma köleliktir esarettir en önemlisi kanser gidi bir hastalıktır.
H
Grupculuktan, particilikten bölük bölük olmaktan hoşlanıyoruz. Sen – ben, senden – benden, sizden – bizden değil ayrımcılığı yapıyoruz.
Bana göre diyoruz kendimize göre din icat ediyoruz.
Bir araya gelmek, güç oluşturmak yerine ayrı ayrı olmayı tercih ediyoruz. Rahmet meclisleri olması gereken topluluklar başkalarına olan ayrımcılıktan dolayı zahmet oluyor. Allah’ ın rahmetini celbetmesi gereken gayretler boşa gidiyor.
Ayrımcılık, cenneti kazanma, kurtulma ve Allah’ ın rızasını elde etme yolu değil. Cenabı Allah bir ve beraber olmamızı emrediyor. Cennete yalnız girmek isteyen cennetlik değildir.
Cenabı Allah Kur’anı Kerim’ de şöyle buyuruyor:
- “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’ a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’am: 159)
- “Dinlerini parçalayanlardan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.” (Rum: 32)
Peygamber (as) da şöyle buyurur:
- “Yahudiler yetmiş bir gruba ayrıldı. Birinden başka hepsi cehennemdedir. Benim ümmetimde yetmiş üç gruba ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir.” “O kurtuluşa eren grup kimlerdir ya Rasulellah?” sorusuna cevaben: “Onlar benim ve Ashabımın gittiği yoldan gidenlerdir.” demiştir.
Allah ve Rasulünden başkasına kayıtsız şartsız itaat olmaz. Ali, Veli eksenli din yaşanmaz. Saatlerce falanca böyle dedi şöyle söyledi, ama Allah ne diyor, peygamber (as) ne diyor hiç dile gelmiyor.
Kur’an’ da anaya, babaya itaat emredilir ama onların istekleri Allah’ ın dinine, peygamberin sünnetine uymuyorsa, yani meşru değilse anababaya itaat edilmeyecektir. (Bak: Ankebut: 8+Lokman: 15)
Allah’ a isyan sayılan bir konuda kula itaat olmaz. Mesela Sad b. Ebi Vakkas müslüman olunca annesi ona:
- “Eğer dininden geri dönmezsen, bir lokma yemeyip ölürüm, sende ana katili olursun” dedi.
Sad, çok sevdiği annesine:
- “Anne! Yüz canın olsa ve bunlar birer birer çıksa vallahi dinimi terk etmem, ister ye, ister yeme” dedi.
Peygamber (as) şöyle buyurur:
- “Allah’ ın kullarına ters düşme. Günah emredilmedikçe idarecinin sözünü dinleyip uymak gerekir. Allah’ ın kullarına ters düşmek emredilirse emre uymak yoktur.” (Buhari Cihad: 108)
Bir gün peygamber (as) bir yere görevli kimseler göndermişti. Başlarına da birini komutan tayin etti ve ona itaat etmelerini söyledi. Yolda komutanı kızdıracak bir durum oldu. “Peygamber bana itaat etmenizi söylemedi mi? Odun toplayın!” dedi. Odun toplandı, ateş yakıldı.
Komutan: “Ateşe girin!” emrini verdi. Bir kısmı itaat etmeye hazırlanırken bir kısmıda: “Biz ateşten Hz. Peygambere kaçtık” diyerek ateşe yürüyenlere mani oldu. Tartışma devam ederken ateş söndü. Dönüşte bu olayı peygamber (as) a anlattılar. O da: “Eğer ateşe girselerdi kıyamete kadar içinden çıkamazlardı. İtaat dinin güzel gördüğü konularda olur” buyurdu.
(Buhari, Meğâzi: 59)
Bid’at işleyene uyan bid’at işleyen kadar suçludur. Kur’an’ da Cenabı Allah: “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan Allah yolundan sapıtırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmazlar, yalandan başka da söz söylemezler.” (En’am: 116)
Bir çoğumuz, işlerimizi kolaylaştırsın diye birilerini arıyoruz. Gerçek olanı değil kolay olanı tercih ediyoruz. Allah’ tan başkasına sığınak diye sığınıyoruz. Allah’ tan beklenilmesi gerekeni kuldan bekliyoruz. Kayıtsız şartsız itaat ediyor, teslimiyetin ölçüsünü bilmiyoruz.
Halbuki Allah’ tan başkasına sığınılmaz. Allah Rasulü şöyle diyor: “Allah’ a isyan olan yerde kula itaat olmaz” (Ramuz e’lEhadis: 481/9)
İnancımızda kula kulluk yoktur. Kula ibadet edilmez. Kula kurban kesilmez. Kuldan bir şey beklenmez. Kul, kusursuz görünmez. Övgüde saygıda aşırı gidilmez. Her türlü tasarruf Allah’ a aittir.
I
Bana göre din, anlayışına sahibiz. Din bize uysun çağa uysun, değişsin değiştirilsin. Reform yapılsın Rönesans olsun idtiyoruz. Bazen de dinde çok aşırı gidiyoruz. Orta yolu bulamıyoruz. İnandığımız gibi yaşamıyor, yaşadığımız gibi inanıyoruz.
- Din nedir? Din Cenabı Allah’ ın kullarına gönderdiği emir ve yasaklardır. Biz din icat edemeyiz. Ona göre buna göre din anlayışı olmaz. Ayrıca din ortaya koyamadığımız gibi dini değiştiremeyiz. Dinde ilaveler yapamayız, dinden bir şeyleri beğenmeyip çıkaramayız.
Bizim dine müdahale yetkimiz yoktur. Hristiyanlığa ve Yahudiliğe müdahaleler olduğu için iki dinde bozulmuştur. İslam’ da reform ve Rönesans söylentileri de İslam’ın aslını bozmaya yönelik çabalardır.
Eğer İslam Allah’ tan geldiği gibi korunamamış olsaydı, iyileştirme söz konusu olabilirdi. İslam’ ın şekilledirmeye ve iyileştirmeye ihtiyacı yoktur. Birilerinin din anlayışı değiştiyse, dini öğrenmemiş ise veya ona İslam öğretilmemişse bunda İslam’ ın ne suçu vardır?
İslam’ ın reforma da rönesansa da ihtiyacı yoktur. Çünkü İslam bozulmamıştır. İslam değişmemiştir ki biz onu değiştirelim. İslam deforme olmamıştır ki reform olsun. İslam’ ın nesi değişmiştir ki biz neyini değiştirelim. Yani herkese göre din mi icat edelim?
Dinde kuralları Allah koymuştur. Biz ya onu aynen kabul ederiz, ya da kabul etmeyiz. Bu konuda asla zorlama yoktur.
Kur’an’ da şöyle bildirilir:
- “Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadının o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah’ a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab: 36)
Bir ayette de:
- “Yoksa onların Allah’ ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? ”(Şura: 21) buyrularak dinde hüküm koyma yetkisinin Allah’a ait olduğu bildirilmiştir.
İslam tartışılmaz, İslam yaşanır. Bize düşen budur. Kur’an Müslümanlığı, Türk Müslümanlığı, Türkçe ezan Türkçe namaz arayışı boşunadır.
Allah: “kim İslam’ dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” buyurur. (ALi İmran: 85)
Başka konular da olabilir belki ama dinde ağzı olan konuşamaz. O zaman kafalar karışır, inanç bütünlüğü bozulur. İnsanlığa onun bunun görüşleri, istekleri değil Allah’ ın gönderdiği din lazımdır.
Bu kafa karıştırıcılar iyi niyetli, samimi insanlar değillerdir.
Ayrıca dinde aşırılık yoktur. İslam, kolaylık dinidir. Dinde orta yol tutulacaktır.
Peygamber (as) şöyle buyurur: “Dinde aşırı gitmekten sakının. Çünkü sizden öncekiler dinde aşırı gittikleri için helak oldular.”
Kur’an’ da: “Allah size kolaylık diler; zorluk dilemez.” ( Bakara: 185) buyrulmuştur.
Cenabı Allah güç yetiremeyeceğimiz bir şeyi emretmemiştir. Peygamber (as) da: “Eğer güçlük vermeyeceğini bilseydim her abdestte misvak kullanmayı emrederdim.” demiştir. Ashabtan biri: “Ben bütün geceleri namaz kılacağım.” diğeri: “Ben hergün oruç tutacağım.” bir başkası: “Ben hiç evlenmeyeceğim.” deyince, Allah Rasulü: “Ben Allah’ tan en çok korkanınızım. Ben bazen oruç tutarım bazen tutmam, geceleri hem namaz kılarım hem de uyurum, ben kadınlarla da evlenirim, benim sünnetim budur.” dedi.
İslam’ da her sene hac emredilmemiştir. Her gün oruç emredilmemiştir. Malın tamamının zekat verilmesi emredilmemiştir. İslam’da bir ölçü konmuştur. Aşırılık yasaklanmıştır.
Peygamber efendimiz iki şey karşısına çıkarsa, kolay ve meşru olanını tercih ederdi.
Kolaylık dini olan İslam’ ı zorlaştırmaya kimsenin hakkı yoktur.