BASIN YAYIN ORGANLARI YIKIM YAPIYOR
Milli manevi değerlerimize saldıran, bir kaşık suda fırtınalar koparan, kendi basınımızdır. Meselâ: % 99’u Müslüman olan halkımız arasında anket yapılıyor: “Bekâretin önemli olmadığı mesajını veriyor. Aile yuvalarımıza, namusumuza saldırıyor. Resimleriyle yazılarıyla haberleriyle fuhşu yaymaya çalışıyor.”
Ülke meselelerini unutturmak için, meseleler icat ediyor. Sporla eğlence ile dedikodu ile vakit geçirtiyor. Bir uzaylılar konu ediliyor. O bitiyor Van Gölü canavarı ortaya çıkıyor. O bitiyor, cinler – periler manşetlere geçiyor…
Yabancı kültürlerin içinde erimiş kimselere çeşitli adlar takılıp, unvanlar verilerek sürekli, onların yediği, içtiği, kullandığı alkol, uyuşturucu, sevgilileri, seks hayatı, özel işleri konu ediliyor. Açık saçık resimleri basılıyor. İnsanımıza kötü model, kötü örnek sunuluyor.
İnsanımızın ideolojik guruplara ayrılması için elden gelen esirgenmiyor. Sporda, siyasi alanda, ırkta, mezhepçilikte, tarikatta, bölgelicilikte, şekilcilikte insanımızı cephelere ayrılıyor.
Siyonizm programının ana maddelerinin 13. maddesi şöyle:
“Kafalarını işleterek, idraklerini kullanarak hakikate vakıf olmasınlar diye onları eğlenceler, oyunlar türlü zevkler, sefahatlar ve umumhanelerle oyalayacağız.”
“Yakın bir gelecekte, gazeteler ve dergiler vasıtasıyla her çeşit spor eğlenceleri ve müsabakaları ortaya atacağız. İnsanlar düşünme kabiliyetlerini kaybederek eninde sonunda bizim gibi ve bizim istediğimiz gibi düşünecek ve konuşacaklardır.”
Hiç unutmam bir zamanlar bir gazete, eli tüfekli çoban kızının resmini basmış, altına da “iki köy halkı birbirine girdi” haberi ile iki köy birbirine girmişti.
1970 yılında “Denizli’de kolera salgını” başlıklı haber, çarşıda – pazarda haftalarca sebze – meyve alışverişini durdurmuştu. Halbuki, baştabibin açıklamasına göre bir tek kolera vakası yoktu.
Ayrıca gazetelerdeki fallar, bulmacalar, yanlış yönlendirme ve zaman harcatma yolu olarak seçilmiştir. Laik, antilaik, çağdaş, çağdaş olmayan kavgası, medyanın zevkle sürdürdüğü kavga değil midir?
Ne yazık ki, büyük bir kesim yıkım yapıyor. Basın hürriyeti her zaman yıkıcı, bölücü, bozucu alanlarda kullanılıyor. Gençlere aileye zarar verebilmek için, çıplak resim basmak için yol arıyor. Üstteki resimle alttaki haberin alâkası olmuyor veya yazı kimsenin ilgi duyacağı bir yazı değil. Böylece hayvanî hisler ayağa kaldırılıyor, hasta ruhlu insanlar artıyor. Gençler o hale getiriliyor ki, kötü duyguları düşünceleri kovamaz hale geliyorlar. Gençlikte açılan yaralar, taze fidan da açılan yaralar gibi oluyor, onun büyümesi ile büyüyor.
Medya, her şeyi menfi yönden ele alıyor ve en korkunç yozlaşmayı medya yapıyor. Mehmet Akif:
– Türlü adlarla çıkan namütenâhi gazete,
Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete,
İt yetiştirmek için toprağı gayet mümbit bularak; fuhuş ekiyor salma gezen bir sürü it.”
Derken, Arif Nihat Asya da:
Çoğu bilmez, hoşlanmaz… açıkça nefret eder;
İmtihana çekersen üç sıfır alır dünden…
Lâkin ayın dördünde çıkar beş tarihlisi;
Bizde yarını satar gazeteler, bugünden! demiştir.
Bugün televizyonun insanımız, bilhassa gençler ve çocuklar üzerinde yaptığı tahribatın boyutları korkunçtur. Bütün dikkatleri üzerinde toplayan televizyon, kısa sürede insanı değiştirecek güçtedir. Televizyondan bugün hiçbir ülke memnun değildir. Bazı ülkeler televizyonun etkisini bertaraf edebilmek için dernekler kurmuştur.
Millî, ahlâkî ve insanî değerlerimizin birer birer yıkılmaya çalışıldığını görmek, her aklı başında olan insanı kahredecek boyuttadır. Gençler, çocuklar televizyonca düşünüyor, televizyonca konuşuyor, televizyonca yaşıyor. İnsanımız tembel olmuş, ufku daralmış, ekran çağı yaşanıyor. Birçoklarında kimlik ve karakter kaybolmuştur.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nurdoğan Nigel, medyadaki şiddet salgınının sebeplerini araştırmış, televizyonun toplum ahlakını tehdit eden en önemli tehlikelerin başında geldiğini açıklamıştır.
Atatürk Üniversitesi Araştırma Hastanesi Beyin Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın, yaptığı açıklamada şunları söylemiştir:
“Kontrolsüz biçimde yayın yapan radyo ve televizyon kanallarının beyin hücreleri üzerinde tahribat yaptığını, toplumu düşünme, muhakeme, okuma ve anlama gibi yeteneklerden uzaklaştırarak, tembelliğe ittiğini ve olaylara ilgisiz tepkisizliğe yönelttiğini belirtmiştir. İlâve olarak “robotlaşan beynin zamanla fonksiyonlarını kaybederek düşünemez hale gelir.” demiştir. (08/04/1995. Zaman)
İngiltere’deki muhafazakâr çevreler de televizyon programlarından memnun değil. Muhafazakâr eğilimli Ulusal izleyiciler ve dinleyiciler derneği tarafından yapılan açıklamada, TV programlarında evlilik dışı seks ilişkilerinin reklam edildiğini ve bunun da AIDS gibi hastalıkların yayılmasına yardımcı olduğu kaydedildi.
Derneğin ünlü başkanı Mary Whitehouse, “Önüne gelen kişiyle seksin normalleştirilmesinde medyanın oynadığı rol, bu yıkıcı ve en tehlikeli AIDS problemini oluşturan ana faktörlerden birisidir” dedi.
Derneğin TV programlarını iki hafta boyunca izlediğini ve bazı sonuçlar çıkardığını belirten bayan Whitehouse, programlardaki insanların yüzde 49’unun evliliğine sadık insanlar olarak görüntülendiğini bildirdi.
Ancak bayan Whitehouse, programlardaki kişilerden yüzde 19,5’inin evlilik dışı ilişkilere girdiklerini, yüzde 11’inin de evlenmeden birlikte yaşadıklarına dikkat çekti.
Programlardaki kişilerin yüzde 33,5’inin bekar, ancak önüne gelenle cinsi ilişkiye giren tipler olduğunu söyleyen bayan Whitehouse yüzde 7’sinin de eşcinsel ilişkilerde görüntülendiğini bildirdi. (19/11/1992. Zaman)
Merhum Cemil Meriç, “Televizyon kültürü” üzerine neler söylüyor; birlikte takip edelim: “Televizyon kültürü diye bir mefhum tanımıyorum. Televizyon; ayık şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş, bir nevi afyondur (…)” Gerçek hayattan uzaklaştırmaya hizmet eder. Televizyon tam bir kaçıştır. Yokluğa, boşluğa, şuursuzluğa açılan bir kapı. Bu korkunç tiryakilik insanları Batılaştırmaz, batırır. Arada bir kabak çekirdeği nevinden bilgi kırıntıları, bu fikir temelinin aldatıcı tesellisidir.”
Bugün toplumsal bunalımın suçlusu televizyondur. Uzmanlar, ahlaki değerleri gözardı eden televizyonların bunalımın kaynağı olduğnuu söylüyor. Bir uzmanın uyarısı şöyle:
– “Psikolog Farika Teymur: “Televizyonun magazin programları, gençlerimizi evlilik öncesi ilişkilere özendirirken, uyuşturucu ve alkol gibi kötü alışkanlıklara da sevk ediyor, yozlaşmanın başını çekiyor…” (21/01/2004. Vakit)
Bu durumda aile, inancımız ve ideallerimize sahip çıkmalıyız. Televizyon izlemeye sınır koymalıyız. Çocuklarımızın televizyon tutsağı olmasını önlemeliyiz. Sınırlı programları seyrederek ve ettirerek televizyonu yararlı hale getirmeliyiz.
Aileyi, çocukları ve bir çok insanî, ahlakî değerlerin kaybolup gittiğini gören bazı batı ülkeleri “Temiz TV” kampanyası açmıştır. Bu konuda dernekler kurulmuştur.