BASIN YAYIN KİRLİ OLMAMALIDIR
Bugünkü basının ekseriyeti kirlenmiştir. Soruyorum bugün utanmadan evinize görebileceğiniz kaç gazete kaç dergi vardır? Ailecek veya misafirlerinizle yüzünüzü kızartmadan dinleyebileceğiniz, seyredebileceğiniz kaç radyo, kaç televizyon vardır? Bu haliyle bu araçların yetiştirildiği genç nasıl olur. Ne düşünür, nasıl yapar? Bu sorunun cevabı çok açık. İşte şehvetten şaşı olmuş gençlik.
Kötü yayın, en büyük kirliliktir.
Adam, ölüm döşeğinde çocuklarına sormuş:
- Mezarıma gelir ziyaret eder misiniz?
- Ederiz, etmez miyiz hiç! Diye cevap vermiş. Adam tekrar:
- Mezarıma gelince ne okursunuz? Ben size görevimi yapamadım, emek çekmedim, demiş. Çocukları cevap vermiş:
- Bize, evimize alıp getirdiğin müstehcen gazete ve dergileri alır gelir başında okuruz.
Adam:
- Saygısızlara bak! Demiş. Çocuklar da:
- Sen bize saygı duydun mu baba! Demişler.
Gazete inancımıza, kültürümüze, ahlakımıza, tarihimize dil uzatmamalı, yıkıcı değil yapıcı basın olmalı, milli menfaatlerimizin, milli değerlerimizin oluşmasında, korunup geliştirilmesinde basınımız, görev üstlenmelidir. Basınımız, insanımızı gayri meşruluğa, yabancılığa özendirmemelidir. Nefse, şehvete değil akla hitap etmelidir. Dilimizi, kültürümüzü yozlaştırmamalıdır. Gazete, eğitim aracıdır.
Gazeteci de nasıl daha iyi gazete veririz, nasıl daha güzel moral verecek haber yaparız, okuyucularımızı nasıl daha iyi bilgilendiririz diye çabalamalıdır.
Gazete ve gazetecinin kirlenmesini, daha çok okuyucu önleyecektir. Okuyucu nasıl gazete istediğini bildirecektir. Nasıl mı? Almayarak, tepki göstererek. Çünkü; bu milletin ahlâkının kirlenmemesi çok önemlidir. Fatih Sultan Mehmet: “Bu milletin ahlâkını bozanları Allah lânetlesin” diye dua etmiştir.
Muzır ve müstehcen yayınlar, ahlâkî çöküntüyü getiriyor. Her türlü ahlaksızlık güncel olayların bir parçası haline geliyor. Ahlâksız ve hiçbir değer tanımayan gençler yetişiyor. Yayınlar suça itiyor. İnsanımıza baş belası oluyor. Müzik, televole, eğlence programları gençliği bitiriyor. Kimliksiz ve eyyamcı bir nesil meydana geliyor. Diziler beyinleri uyuşturuyor. Dizilerde oynayan bir sanatçımız, dizi bağımlılığının insan beynini uyuşturduğunu ifade etmiştir. Çünkü her şey ticari oluyor ve ahlâksızlık üzerine kuruluyor.
Çıldırtan müzik ve çıldırtan eğlenceler, kişilik bozukluğuna neden oluyor ve kötü alışkanlıklar kazandırıyor.
Bugünkü hali ile televizyonlardaki eğlence türleri bir tür uyuşturucudur. Çürümeye kendimizden ve sorumluluklarımızdan kopmaya neden olmaktadır. Ahlâksızlıkları arttırarak aile yuvalarının yıkılmasına sebep olmaktadır. İnsanımızı alkole, uyuşturucuya ve fuhşa sürüklemektedir.
Eleştirmen Ali Osman Aydın şöyle diyor:
“Eğleniyoruz, çünkü mutsuzuz. Televizyon bize her fırsatta eğlenmemizi öğütlüyor. Eğlence, halkların yeni dini. Eğlence bir tür afyon. Sorunlarla karşılaşan korkak bireyler, çözümü erteleyerek eğlenceyle zihinlerini uyuştururlar. Tamamıyla gereksiz futbol ve bilumum spor oyunları, pop müzik, sinema, tiyatro, sergiler, bunların hepsi saçmalık. Problemlerimiz var, acılarımız var ve çok ciddi sorunlarımız var. Eğlenmek, bir erteleme biçimidir” dedi. (06/12/2004. Vakit)
Reklamlar utandırıcı oluyor, müstehcenlik gösterisine dönüşüyor. Diğer yönden israfı körüklüyor.
Şiddet filmleri ise şiddet doğuruyor. Seyreden gençler vahşi oluyor, acımasız oluyor, katil oluyor.
Bir husus da seks programlarıdır. Bu programlar zinayı yaygınlaştırmıştır. Gençlerin hayallerinin yıkılmasına intiharlara ve ailelerin yıkılmasına neden olmaktadır.
Toplumumuz kontrolsüz yayınlar yüzünden zarar görüyor. İşte bazı örnekler:
31/12/1995 tarihli Türkiye Gazetesinin haberi:
“Televizyonda izledikleri filmin etkisi altında kalan, yaşları 15 – 17 olan üç genç Selim Paşa da bir marketi soymaya kalktı ve mahkemede 31 yıl 2 ay 10 gün cezaya çarptırıldı.”
İşte bir haber daha: “Tarsus’ta eşi ile iki çocuğunu öldüren Kadir Demir, cinayeti videoda seyrettiği filmin etkisinde kalarak işlediğini söyledi. Filmde kadın, kocasını aldatıyordu, çocuklar kötü yola düşüyordu… diye ifade verdi.” (09/12/1994. Türkiye)
Size bir de geçen yıl olmuş bir olayı anlatayım:
Küçük bir kız, evin bahçesinde yerde çırpınıp duran, ölmek üzere bulunan serçe kuşunu alıp eve getirir. Annesi ona yem ve su verir, iyileşmesi için gayret gösterirse de sonuç alınamaz. Cılız kuş çırpınarak ölüverir.
Çocuk oldukça üzülmüştür. Biraz ağladıktan sonra, annesine döner ve “Bunu gömelim mi?” diye sorar. Annesi “olur” deyince, çocuk bahçeye koşar, orada küçük bir çukur kazdıktan sonra serçeyi çukura yerleştirir. Toprağı da üzerine kapatır. Fakat yapacağı bitmemiştir. Küçük kız, kibrit çöplerinden bir “haç” yaparak toprağın üzerine yerleştirir. Annesi:
– Kızım ne yapıyorsun! diye sorduğunda aldığı cevap şudur:
“Anne, televizyondaki filmlerde hep böyle yapmıyorlar mı?”
Televizyon, evimizdeki şer kutudur. Yaptığı maddî, manevî, millî, dini tahribatın bir çoklarımız farkında değiliz. Çok seyrediyoruz bize zarar veren yönünü göremiyoruz.
Bugün televizyonun reklamları bile kötü alışkanlıkları körüklüyor.
09/04/1996 tarihli Türkiye gazetesinin haberine göre: “Amerikan toplumunun büyük bir kısmı, televizyonun kötülüklerin anası olduğuna inanıyor. Yapılan bir araştırmada halk televizyonu şiddet, zina, küçük çocukların hamile kalması, boşanma ve ahlâkî değerlerin reddini körüklemekle suçlamıştır.”
02/10/1995 tarihli, aynı gazetenin haberi de şöyle: “Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özhan Göldeli: “Gerilim ve stresi yüksek programların, kalp ve tansiyon rahatsızlığı bulunan kişilerde olumsuz etkiler yapıyor. Mesela kalp atışı hızlanır, yüksek tansiyonda beyin kanamalarına sebep olur. Fazla salgılanan mide asitleri ülsere yol açar” demiştir.
Televizyonun tahribatı büyük… yapılan araştırmalara göre bugünkü televizyon programları, intihar, cinayet, kötü alışkanlıklar ve cinsel suç gibi kötü sonuçlara yol açıyor.
20/10/1994 Türkiye: Norveç’te 5 yaşındaki kız çocuğu Silje, oyun oynadığı aynı yaştaki arkadaşları tarafından öldürülmüştür. Bunun üzerine çocuklar, filmlerde böyle gördüklerini söylemiş, başlayan tartışma sonucu televizyonlar şiddet içeren filmleri durdurmuştur.
Bugün bizim televizyonlarımız olan bunca olaydan sonra bu sorumluluğu hissetmemektedir. İnadına şiddeti, vahşeti ve dehşeti artırmaktadır. TV’lerimiz şiddet kutusudur. Şiddetle beslenmektedir ve insanlarımızı suç işlemeye yöneltmektedir.
Yapılan bir araştırmada TV’nin gençleri sapıklığa ve saldırganlığa ittiği ortaya çıkmıştır. (19/03/1993. Türkiye)
“İngiltere’de yapılan bir araştırma şiddet filmlerini izleyen gençlerin onda birinin, filmden sonra daha saldırgan hale geldiklerini ortaya çıkarmıştır. ” (12/04/1994. Yeni Asya)
16/12/1996 tarihli Zaman gazetesinin haberine göre; İngiltere’deki olumsuzluklar için TV temsilcileri, iş adamları ve hükümet yetkilileri TV şiddeti ile mücadele de, yine televizyonla yapılacağı görüşüne varmışlardır.
Ankara’da Yeni Mahallede 12 kız çocuğuna sarkıntılık eden 18 yaşındaki sapık A.D.
emniyette verdiği ifadede “Beni TV de seyrettiğim erotik filmler sapık yaptı. Bu filmlerin etkisinde kalarak bu suçları işledim” demiştir. (02/03/1993. Zaman)
TV’lerin verdiği mesajlar yanlıştır. Kötü duyguları körüklemektedir. Cinselliği ön plâna çıkarmış, kadını sermaye olarak kullanmaktadır. Bugün sokaklarda dinine karşı yürüyen bacılarımız, kendilerini reklam aracı haline getiren ve seks metaı olarak gören TV’lere karşı yürümelidir.
TV’lerin tahriki ile küçücük çocuklar şekerle aldatılarak tecavüze uğruyor veya yataktaki yatan nineler tecavüze uğruyor. Çünkü fuhşu özendiriyor, aşırı derecede tahrik ediyor.
TV, Amerikalı uzmanlar tarafından “enayi kutusu” ilân edilmiştir. “Çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. TV, insanı ölü düşünceye sevk ediyor ve çeşitli şartlandırmalarla insanı esir alıyor” demiştir.
TV, toplumu az okuyan, az düşündüren çok seyreden ve lüzumsuz işler yapan şuursuz hale getirmiştir.
Reklamlar da ayrı bir derttir. Malzemesi kadın ve yalandır. Sadece ticarî amaç söz konusudur. Reklamlar aldatıcıdır. Haksız ve aşırı talep uyandırmaktadır. İsrafı körüklemektedir.
TV, insanî, ahlâkî, ve millî değerlerden uzaklaştırıyor. Değerleri öldürüyor, insanları bencilleştiriyor ve acımasız hale getiriyor. İşte bizden önce TV tuzağına düşmüş kısır, ahlâksız ve acımasız Batının hali…
TV ekranlarında seyredilen yüz kızartıcı sahneler, gençleri fuhuş bataklığına itiyor. Parklarda, sokaklarda utanmadan ekranın görüntüsü sergileniyor. Her taraf zevksizliklerle dolu. Batının kokuşmuş hayatını ekranda seyrede ede ne ar kaldı ne de haya…
Haberlere gelince; iyi haber, muteber haber değildir. Haber kötü olacak, kan olacak, vahşet olacak, tecavüz olacak, ahlâksızlıkları meşrulaştıracak, insanımızı birbirine düşürüp bölecek, moral bozacak, mide bulandıracak. İşte haber…
Kamuoyu, medya ile oluşur, şekillenir. Bunun için medya, kötüye kullanılırsa son derece tehlikeli olur.
Medyanın müstehcen yayınlarının insan üzerinde menfi tesirleri, ilim adamları tarafından açıklanmıştır.
Emniyette, mahkemede bir çok saldırgan, bir çok sapık, kendilerini, müstehcenliğin o hale getirdiğini, müstehcen yayınların etkilediğini itiraf etmişlerdir.
Geçen yıl müstehcen yayınlar yapan bir televizyonda ahlâksız bir film oynamaktadır. Cemaat temsilcileri telefon eder filmin durdurulmasını ister, müdüre iletilir. Müdür: “Ne var bunda?” diye cevap verir. Ardından bir psikolog telefon eder. Bu film, insanlar üzerinde olumsuz etkiler yapar, der. Durdurulmasını ister. Müdür: “Ne olacak, bu filmi benim kızım erkek arkadaşları ile beraber seyrediyor” der. Telefonu kapatır. Biraz sonra sekreter müdüre: “Efendim emniyetten aradılar, kızınız tecavüze uğramış. Emniyette sizi bekliyorlar” demiş…
Atalarımız: “Alma mazlumun âhını çıkar aheste aheste” demiş.
– “Ev yıkanın olur hanesi vîran” denmiştir.
Bizim televizyonlarımız aile yıkıyor, ahlâk yıkıyor, gönül yıkıyor, hayat söndürüyor…
Medya ne yapmak istiyor?
IV. Murad’ın meşhur bir sözü vardır:
“Rus çarına da verin, Leh kralına da verin. Yardım alan buyruk da alır.”
Bir insan nereden beslenirse onun davulunu çalar.
Bugün medyanın sermayesi kadındır. Para kazanmak, ahlâk değerlerini yıkmak hedefidir.
Türk basınının 70 yıldan beri belirli silahları var. Bunlardan biri “lâiklik elden gidiyor” diğeri “Şeriat hortluyor” üçüncüsü de müstehcenliktir. Müstehcenlik sanki ana vazifesidir.
Ayrıca basında, bir yarıştır sürüp gidiyor. Müstehcenlik de kültür, inanç düşmanlığında öne geçmek için tiksinti veren resimler görüntüler de sınır tanınmıyor. Hayasızca yayınlar yapılıyor. Bunların adına da sanat deniyor.
Bir de inançları, düşünceleri ve kafaları allak bullak edecek cinler, şeytanlar, ruhlar, mezarlar, cesetler, ufolar ve medyumlar, medyanın ana konularıdır.
Gözden kaçmayan bir konu da; Din bilmeyen, mezhep, sünnet tanımayan, Kur’an-dan başka kaynak tanımayan belirli kimselerin, sütunlardan ekranlardan ve dergi kapaklarından eksik edilmemesidir. Bunlarla zihinler meşgul ediliyor, kafalar karıştırılıyor.
Bir husus da bugüne kadar asılsız iddiaları gerçekmiş gibi gösterip, yanıltma ve aleyhte kamu olu oluşturma, basın yayın organlarımızda bir çok kereler kanıtlanmış gerçeklerdir.