Ahirete hazır olmak gerekir
Günümüz insanı ölümü, kabri ve ahireti hatırlamıyor. Ölenlerden ibret almıyor, ölmeyecekmiş gibi yaşıyor ve ölüme hazırlanmıyor. Mezar satın almayı, kefen alıp zemzemle yıkayıp bir kenara koymayı ahiret hazırlığı zannediyor.
Ahiret yolcusuyuz, hani ahiret hazırlığı?
Dünya yolculuğuna çıkarken her türlü hazırlığı yapan, çoluk çocuğuna; şunu unutmayın, şunu da alın diye sıkı sıkı tembih ederek yola çıkarken, ahiret akılda olmuyor. Ahiret yolcusu olduğumuz unutuluyor.
Dünyada mal mülk sahibi olmak için çırpınırken kabirdeki yerimiz, ahiretteki yerimiz düşünülmüyor.
Unutmayalım, ahiretteki her şey buradan gider. Orada ne ateş vardır ne de azık vardır. Hepsi buradan götürülür. Güllerde, cennet meyveleri da buradan gider. Bunlar ahiret yolculuğunun hazırlığıdır.
Bazılarının meczup, bazılarının evliya dediği Behlül dana perişan bir halde saraya gelir. Harun Reşit sorar:
- Hayrola böyle nereden gelirsin?
- Cehennemden.
- Ne işin vardı cehennemde?
- Ateş almaya gittim.
- Alabildin mi bari?
- Hayır, vermediler. Burada ateş olmaz. Herkes ateşini dünyadan kendi getirir, dediler der.
Cenab –ı Allah şöyle emreder:
- “Ahiret için azık hazırlayın” (Bakara: 197)
Ahiret hazırlığı yapılmamışsa nasıl kurtulunur? Kulluk yapmamış bir beden, yaşarmamış göz, katı kalp, pişmanlık veren hayat nasıl Allah’a arz edilir?
Her gece ölüp sabah dirilirken, uyarı ve ikaz durumunda olaylar her an olup dururken, neden ölüm hatırlanmaz?
Bir eli yağda bir eli balda her türlü lüksün içinde, yediği önünde, yemediği ardında böyle ahiret kazanılır mı? Cennet o kadar ucuz değil…
Ahiret endişesi ne kadar çok olursa, hazırlık da o kadar çok olur, güzel olur. Öyleyse bütün zevkleri bıçak gibi kesen ölümü unutmayalım. Ölümü unutmak, insanı günah işletir, harama bulaştırır. Yılanlarla, çıyanlarla geçecek kabir hayatını unutturur. Kabir azabını ve ahiret sorgusunu unutmak, insanı insanlıktan, insanı kulluktan uzaklaştırır. İnsana hak hukuk çiğnetir.
Öyleyse nasıl bir hayat?
Peygamber (as): “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz” buyurmuş. Müslüman nasıl dirilmek ve nasıl muamele görmek istiyorsa öyle yaşamalıdır.
Öğretmen inanmıyormuş, öğrencilere inançsızlık telkin ediyormuş. Kandillerde, Ramazanda çocukların ağzına su dökermiş. Emekli olmuş, felç olmuş, bir meslektaşı sormuş:
- Hala inanmıyor musun?
- İnanmak istiyorum, ah bir inanabilsem, rahatlayacağım” demiş ağlamış. Buna ne denir? “Geçti, geçti” denir.
Adam “Nerede çalgı orada kalgı” der, eğlenceden eğlenceye koşarmış. Ölüm zamanı gelmiş, Kelime–i Şahadet getirmişler, duyduğu halde duyarsız, oralı değil.
Parmaklarını kıtlata kıtlata ölmüş.
Böyle bir hayat nereye götürür? İşte bu sona götürür.
Müslüman’ım diyen kendine gelmelidir. Aklını başına toplamalıdır. Yerde ve gökte Allah’ı zikreden canlı cansız varlıkları görmeli, yaratıcısına isyan etmeyen hayvanlara bakmalı, kendisine verilen kulluk görevini yer yüzünün halifesine yakışır şekilde yerine getirmelidir.
İmansız, amelsiz gitmek de insanın elinde, iyi bir sonla bu dünyadan ayrılmak da insanın elindedir.