AĞUSTOS AYI VE MİLLİ MÜCADELE

a) Vatan Kutsaldır

İnancımızda ve kültürümüzde vatan kutsaldır. İnsan öldükten sonra da vatan lazımdır. Vatansız olmaz, vatansız yaşanmaz. Vatan bize ecdadımızın malları, canları karşılığı emanetidir.

Mehmet Akif, mısralarında şöyle der:

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”

Bu cennet vatana karşı vazgeçilmez görevlerimiz vardır. Her şeyi ile onu sevmek, onu korumak, güzelleştirmek dini ve milli görevimizdir. Zira vatan sevgisi imandandır.

Girit adası 17. yüzyılda 25 yıl süren kanlı savaşlardan sonra alınmıştı. On binlerce insanımız şehit olmuştu. Sultan Abdülaziz’e Avrupa seyehatinde Paris şehrinde Napolyon, Fuat Paşaya:

  • “Şu adayı satsanız.” demiş. O da:
  • “Olur” cevabını vermişti. Napolyon:
  • “Kaça?” diye sorunca Fuat Paşa:
  • “Aldığımız fiyata!” demiştir. Napolyon susmuştur.

Yavuz Sultan Selim tekin durmayan Şah İsmail’e:

  • “Toprak, bir padişahın ırzıdır. Günlerden beri ırzın çiğneniyor. Sen neredesin?” demiş, kendisine örtü ve etek göndermiştir.

Taşvar Kalesini düşman 5 yıl kuşatmış, bir gün bir elçi gönderip: “Kaleyi teslim edin.” deyip, teslim şartlarını bildirmiştir.  Cafer Paşa, çamur gibi bir ekmek gösterir: “İşte yiyeceğimiz budur. Fakat kale benim değil milletindir. Onu teslim edemem.” cevabını vermiştir.

Yahudiler, Siyonizm’in kurucusu olan Theodor Herzl başkanlığında İsviçre’nin Basel şehrinde I. Siyonist Kongresini toplamışlardı. 

Yahudi bankerler ve zenginler, Yahudi devleti kurmak için seferber edilmişlerdi. Avusturya büyükelçisinin tasarrufu ile Herzl 19.05.1901 tarihinde Abdülhamit Han tarafından kabul edildi.

Herzl, 1492 yılında İspanya ve diğer Avrupa ülkelerinden Yahudi göçmenlerin Osmanlı Devleti tarafından kabul edildiğini hatırlattı ve Filistin’e yerleşmek istediklerini masumca izah etti.

Eğer bu teklif kabul edilirse, Osmanlı’ya sadık vatandaş olacaklarını ve Osmanlı

Devletine milyonlarca altın yardım edeceklerini bütün Dünya Yahudileri adına teklif etti. 

Bir gazetecinin cihan sultanına yaptığı bu çirkin teklifi şiddetle reddeden Abdülhamid Han, Ermenilerden sonra Yahudileri de karşısına aldığını biliyordu.

Kuvvetle Filistin topraklarına yerleşmenin imkansızlığını gören Yahudiler, reisleri Theodor Herzl’i bizzat padişaha göndererek, Osmanlı’ya karşı, para silahını kullansalar da, padişahtan aldıkları cevap bu silahında ters teptiğini göstermektedir.

“Ben bir karış dahi olsa toprak satmam; zira bu vatan bana değil, Osmanlı milletine aittir.”

Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmışlardır. Ne ile aldıysak, onunla geri veririz.” dedi.

Tarih boyunca milletlerin uğrunda savaştıkları vatan, millet, bayrak, töre gibi sevgisi yüksek değerler vardır. Bunlardan vatan, doğup büyüdüğümüz yerdir. Atalarımızın uğrunda savaşıp şehit düştüğü, kanı, canı pahasına bize devrettiği mirastır. Her şeyimiz vatan sayesinde korunur.

İslam Peygamberi: “Vatan sevgisi imandandır.” derken, atalarımız da: “Her şeyden vazgeçilir, vatandan asla.” sözü ile vatana olan bağlılığımızı ifade etmişlerdir.

Mete, Hun Türk devletinin başına, babasının yerine geçince, düşman elçi göndermiş ve çok sevdiği atını istemiştir. Bu teklifi kurultay onur kırıcı kabul ettiyse de Mete, kan dökülmesini istememiş, “Şahsi malımdır” diyerek göndermiştir.

Bir süre sonra aynı elçi başka bir istekle gelir. Bu defa da Mete’nin cariyesini ister. Mesele açıktır, savaşmak için sebep aranmaktadır. İstek ağır ve onur kırıcı olmasına rağmen şahsi meseledir. Mete cariyesini de gönderir ve savaşı önler.

Elçi üçüncü isteğinde bir parça toprak ister. Kurultay toplanır . “Küçük, çorak bir parçadır, verelim savaşa gerek kalmasın” derler. Bu kez Mete farklı düşünür: “Toprak kimsenin kişisel mülkü değildir. O milletin malıdır. Millet malını hiçbir kimse başkasına verme hak ve yetkisine sahip değildir. O vatan parçası uğrunda ölenlerin, bundan sonra doğacak olanların hakkı vardır.” demiş, savaşmıştır.

Biz Çanakkale’de milli mücadelede vatanı çiğnetmemek ve vatanı kurtarmak için sayısız şehit verdik. Bizden öncekiler vatan için rahat yataklarında yatmadılar. Seferden sefere koştular. Akka Kalesi düştü diye padişahın vücudunun yarısı felç oldu.

                                                                               *          *          *

            b) Ağustos Ayının Önemi:

Ağustos ayının önemli zaferleri gün gün şöyle cereyan etmiştir:

  • Ağustos 1921. Günlerden cuma… Sakarya Zaferi’nin öncesinde Mustafa Kemal Paşa Başkumandan olur. 
  • Ağustos 1571… Kıbrıs fethimizi o gün Magosa kalesinin zaptı ile taçlandırmışızdır. 
  • Ağustos 1635… IV. Murad bugün Erivan denilen Revan Kalesi’ni fetheylemiştir. Topkapı Sarayı’nın arka bahçesinde, Osmanlı sanatının insanı deli eden mimari estetiği ile bestelenen Revan Köşkü o günün yadigârıdır. 
  • Ağustos 1915… Çanakkale destanının Anafartalar zaferidir. 
  • Ağustos 1915’te tarihe Conkbayırı zafer kitabemizi mühürlemişizdir. 

13 Ağustos 1529… Kanuni’nin Sava Nehri’ndeki 800 parçalık ince donanması ve ordusu ile Avrupa’ya “Hayda bre…” sağanağı ile boşandığı gündür. 

16 Ağustos 1566… “Cihan ve İslâm medeniyetinin erişilmez abidesi Süleymaniye Camii’nin açıldığı öğle vaktidir. 

20 Ağustos 1915… Birincisi ile soluklanıp ikinci Anafartalar şehnamesinin yazıldığı akşamdır. 

20 Ağustos 1543… Koca Kanuni’den yardım dilenen Fransa Kralı Fransuva’yı kurtarmak için Barbaros Hayrettin Paşa, Nice Limanı’nın açığında demir atmış ve şehrin hâkimi olmuştur. 

23 Ağustos 1921… Subay kadromuzun yüzde 60’ını Allah’ımızın huzuruna selametlediğimiz o aziz Sakarya Zaferi… 

  • Ağustos 1514… Yavuz Selim Han kendisi kadar cihangir ve büyük bir Türk olan Şah İsmail Safevi’ye Çaldıran’da Anadolu fethi rüyasını zehir edivermiştir. 
  • Ağustos 1516… Mercidabık Savaşı’nın son bulduğu çöl akşamında Yavuz Selim devletine Yemen’den Cezayir’e kadar uzanan futuhat haritasını çizmiştir. Mısır artık bizimdir.  25 Ağustos 1516… Yani Mercidabık’ın ertesi günü… Halep tam 401 yıl 18 gün müddetle artık bizimdir. 
  • Ağustos 1071… O cuma günüdür ki Malazgirt’te sadece Bizanslı Diojenes’in değil, bütün Avrupa’nın koynundan, artık Anadolu’nun ebediyyen bizim olduğunu müjdeleyen tapuyu almışızdır. 
  • Ağustos 1389… Sırplar’ın bugün daha hâlâ acısını soluklandıkları Kosova Meydan Muharebesi Sultan Murad Hüdavendigar, sağ kanadında oğlu Bayazıd ile, semada zincir beste misali musıkileşen bu zaferi o gece yaşarlar. 

29 Ağustos 1521… Kanuni Sava ve Tuna üzerinden Belgrad’a bindirir ki aman Allah. Belgrad’ı alamayan Fatih’e Belgrad ve hâlâ aynı ismi taşıyan Taş Meydanı küçük torununun hediyesi olur… Taa 1878’e kadar, bugünkü Miloseviç’in Belgrad’ındaki şeytanet yerine Müslüman Osmanlı Türk’ünün ruhaniyeti tekbirlenir. 

Yine bir başka 29 Ağustos… Yıllardan 1526’dır… Mohaç’ta bir Türk-İslâm ordusu ve hakanı Kanuni vardır ki, barış andlaşmasını bozan Papa ve ortaklarını orada bir ebedi utanç çukuruna gömüvermiştir… 

Ve 30 Ağustos 1922. Semada, hilalin yıldızla öpüştüğü gecenin sabahında, Alparslan’ın Malazgirt’te tarihe, devlete ve millete hediye ettiği Anadolu tapumuzu delmek isteyenlerin ciğerlerini deldiğimiz gün… Başkumandanlık Meydan Muharebesi demek isterim. Pakistanlı Muhammed Ali Cinnah, ertesi gün Londra’da “Türkler Batılılar’ın hazırladıkları tabutu hazırlayanların başına geçirdiler…” dediği gün… 

            Ağustos ayı milletimiz açısından dönüm noktası olan zaferlerle doludur.  Son olarak Birinci Dünya Savaşında milletimiz yenik sayılmış, ordumuz dağıtılarak, vatan topraklarımız taksim edilmişti. Fakat milletimiz, “Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer inanıyorsanız mutlaka üstünsünüzdür.” ayetindeki müjdeyle tekrar toplanmış, vatanın bölünmesine namusun çiğnenmesine müsaade etmemiştir.

            Kendisinden kat kat maddi üstünlüğü olan müttefik devletlere karşı azmi ve imanı ile şanlı bir zaferi daha Ağustos ayı zaferlerine katmıştır.

            30 Ağustos; “ölümcül hasta” dedikleri milletimizin dirilişi olmuştur. İngiliz Generalin 6 ayda aşılmaz dediği tel örgüler 6 saatte aşılmıştır.

            Milli mücadele yalnız Yunan’a karşı değil, işgalci batı dünyasına karşı da verilmiştir. O günlerde Yahya Kemal:

            “Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi!

            Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi!

            Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın.

            Galip et çünkü bu son ordusudur İslam’ım.” diyordu.

            İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar topraklarımızı işgal etti. Yunanlılar Ankara’ya kadar dayandı. Yapmadıkları zulüm kalmadı. Her yeri yakıp yıktılar.

           Yunan başkumandanı esir alınmıştı. Mustafa Kemal kumandana:

  • “Birkaç ay evvel başkumandanınız Hacı Anesti cepheyi teftiş edip dönerken, gazetecilere verdiği beyanatında, “Mustafa Kemal mi? Ben bu isimde bir kumandan tanımıyorum, cephede hiçbir yerde rastlamadım.” demişti. Şimdi ben bir haftadır muharebe meydanlarındayım; ama başkumandanınızı hiçbir yerde görmedim, nerelerdedir?” dedi.

Yunan askerleri Türk’ün belini kırarak bütün İslam alemini korkutmak için İzmir’e çıkarılmıştı.

Yunan askerleri İzmir’de denizden karaya ayak basınca bir Türk genci, belinden çıkardığı tabanca ile sancağı taşıyan Yunan askerini sancakla beraber yere serer. Geri kalan kurşunları da Yunan askerlerinin üzerine boşalttıktan sonra Damlacık yokuşuna tırmanırken pencereden kendisini seyreden Türk anasına:

  • “Ana gördün ya mermim bitti, yarın ahirette şahitim ol.” diyerek yoluna devam etmiştir.

Bu olay en son imkanların kullanıldığının göstergesidir.

Vatan için herkes seferber olmuştur. Dağdaki eşkıya bile eşkıyalığı bırakarak düşmanın karşısına dikilmiştir. İzmir’de bir sokak kadını, kendisini çağıran Yunan komutanın yanına, vücuduna sarımsak sürerek gitmiş, “Vatanımı işgal eden düşmana kendimi sunacak kadar alçalmadım.” demiştir.

Topyekûn öyle bir mücadele verildi ki; köylerde erkek kalmadı, cenazeleri kadınlar defnetti.

Cephedeki durumu başkumandan Mustafa Kemal şöyle anlatıyor:

  • “Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre. Yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyor. İkinciler onların yerine geliyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Şehit olanı görüyor, üç dakikaya kadar şehit olacağını biliyor, en ufak bir tereddüt bile etmiyor. Okuma bilenler dillerinde Kur’an, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Kur’an okumayı bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyorlar. Bu durum Türk askerindeki imanı ve ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir.” der.

Milli mücadelelerin başlangıç noktası Kahramanmaraş olmuştur. Sütçü İmam, düşman işgali altında Cuma namazı kılınmaz fetvası vermiştir. Kadınlarımız baş örtüsüne saldıran üç Fransız askerlerine çekti tabancasını, bastı tetiği, birini yere serdi, ikisi kaçtı. Böylece milli mücadelenin ilk kurşunu sıkılmış oldu.

“Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir!” emrinden sonra düşman geri çekilmeye başladı.

Büyük taarruz 26 Ağustos 1922 günü başladı. Önemli mevziler yavaş yavaş ele geçirildi. Çiğiltepe’yi yarım saatte almaya çalışan Albay Reşat, Mustafa Kemal ne olduğunu sorduğu zaman sözümü yerine getiremedim diyerek intihar etmişti. Halbuki kısa süre sonra o tepe de alınmıştır.

                                                                               *          *          *

            c) Zafer Nedir?

            Vatan, millet bayrak, bağımsızlık gibi değerler uğrunda can verilen değerdir.

           Atalarımız: “Hazır ol cenge, istersen sulhu selah” demişlerdir. Cenab-ı Allah da:

“Düşmanlarımıza karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın ve at besleyin. Onunla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve düşmanlarınızın ötesinde , ileride düşman olabilecekleri korkutursunuz…” (Enfal: 60)

            İki topluluktan birisi Allah yolunda savaşanlar, diğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah dilediğine yardımıyla destekler. Bunda görebilenler için ibret vardır.” (Ali İmran: 13) buyurmuştur.

            Zafer, varoluş mücadelesinde haklı olanaların galibiyetidir. Zaferler yalnız kılıcın ucunda, silahın namlusunda değildir. Zafer üstün ahlak ve faziletin burcundadır. Zaferi tarafların haklılığı, idealleri ve hareketlerinin insani oluşu tayin eder. Aksi halde galibiyet zulme dönüşür.

            Yavuz Selim, Mısır yolunda orduyu hümayun saatlerce Kocaeli’nin bağ ve bahçelerinden geçer. Yavuz’un içinde bir endişe:

  • “Acaba asker izinsiz tek bir elma koparmış mıdır?”

Bir müddet sonra ordusunu durdurur. Yeniçeri ağasını çağırarak bütün askerlerin heybesinin aranması emrini verir. Arattığı şey tek bir elmadır. Fakat yok. Yarım elma bile çıkmaz heybelerden. Yavuz mesrurdur:

  • “Eğer bir askerin üstünde halkın bahçelerinden koparılmış tek bir elma çıksaydı, Mısır seferinden vazgeçecektim. Şükür Allah’ıma.”

Millet olarak bizim zaferlerimiz Hakkın ve haklılığın zaferleri olmuştur. İnancımızın zaferleri olmuştur. Cenab-ı Allah: “Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer inanmışsanız mutlaka üstünsünüz. (Galip gelirsiniz)” buyurur. (Ali İmran: 139)

Maddi güç, manevi güçle desteklenmedikçe zafere erişilemez.

Tarihte zaferlerin dualarla desteklendiğine örnekler verelim:

Peygamberiniz (sav) Bedir savaşı başlamadan evvel gece sabaha kadar uyumamış, Cenab-ı Allah’a şöyle yalvarmıştır.

“Allah’ım! Sen şu bir avuç insanı helak edersen artık sana yeryüzünde ibadet eden olmaz. Allah’ım! Şu Kureyş müşrikleri, olanca kibir ve gururları ve olanca övünmeleri ile geliyorlar. Sana meydan okuyup, Resulünü yalanlıyorlar. Allah’ım! Sen bana müşriklere karşı yardım et.”

Hz. Peygamber Uhud muharebesi başlamadan önce şu duayı yapmıştır:

“Allah’ım! Eğer sen Müslümanların mağlup olmasını dilersen, yeryüzünde sana asla kulluk yapılmaz.”

Hendek gazasında ise Hz. Peygamber, Allah’a şöyle niyazda bulunmuştur:

“Ey Kitap indiren Allah’ım! Hesabı süratli olan Allah’ım! Düşman ordularını boz.

Allah’ım! Onları hezimete uğrat ve perişan eyle!

Allah’ım! Ayıplarımızı ört! Bizi korkularımızdan kurtar!”

Sultan Alparslan 26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt Savaşı başlamadan önce secdeye kapanarak Allah’a şöyle dua ve niyazda bulunuştur:

“Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyorum. Azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum.

Ey Allah’ım! Niyetim halistir. Bana yardım et. Sözlerimde hilaf varsa beni kahret. Eğer içim dışıma uygunsa düşmanlara karşı cihadımda bana yardım et ve beni muzaffer kıl.

Güçlüklerimiz kolaylaştır.

Ey Allah’ım! Bu günahkar kulunu günahlarından dolayı cezalandırma. Bu aciz kulundan merhamet ve yardımını esirgeme. Senin dinine bağlı olanlar üzerine gelen bu kavurucu yelin yönünü düşman tarafına döndür.”

1. Kosava Savaşında Sultan Murat Han, haçlı sürüleri ile çarpışmadan önce gece sabaha kadar uyumamış, Cenab-ı Allah’a şu şekilde yalvarmıştır:

Allah’ım, bu güne kadar dualarımı kabul ettin. Bu duamı da kabul et. Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Mülk ve mal benim arzum değildir. Buraya senin rızan için geldim. 

Ya Rab! Beni Müslümanlara kurban eyle. Yeter ki Müslümanları kâfirlerin elinde mağlup edip helak eyleme. Ya Rabbi! Bunca insanın katline beni sebep eyleme. Müslümanları muzaffer eyle.”

Fatih Sultan Mehmet Han da 52 gün süren İstanbul kuşatmasının son gecesinde uyumamış, secdelere kapanarak her şeyin sahibi olan Allah’a şöyle yalvarmıştır:

“İlahi! Elimden geldikçe sana layık amelde bulunmaya çalıştım! İrade senin, kudret senin, inayet senin…”

Fetih gerçekleşince de ağlayarak secdeye varmış ve şöyle şükretmiştir:

“Allah’ım! Sana sonsuz hamdüsenalar olsun. Beni yüce peygamberimizin övgüsüne mazhar kıldın. Bana “Fatih” unvanını layık gördün. Dualarımı kabul buyurdun. Sana şükrediyorum Allah’ım!”

Mohaç’ta Kanuni Sultan Süleyman da savaştan önce ordu birliklerini denetlerken, selam için açılan sancağın dibinde ellerini kaldırarak şu duayı yapmıştır:

“İlahi! Güç ve kuvvet senin. İlahi! Tasarruf ve yardım senin. Kerem ve mürüvvet senin.

Bir bölük ümmeti yerindirme ve kuvvetli düşmanlara kendilerini savunma fırsatı verme.”

Preveze’de 600 dev haçlı donanmasıyla karşı karşıya bulunan Barbaros, düşman tarafından esen dehşetli rüzgarın altında çok güç durumda iken Allah’a şöyle yalvarmıştır:

“Allah’ım! İslam’ı kafirler üzerine muzaffer kıl. Sana inananlara yardım ihsan eyle, zafer nasip et.” 

Çanakkale’de, milli mücadelede Türk ordusu zafer kazanırken dualarla, tekbirlerle düşman üstüne atılmış ya şehit ya gazi ideali ile savaşarak zafer kazanmıştır.

Kıbrıs’ta, Kore’de askerlerimiz imanları ile destanlar yazmış, müttefikleri ve düşman kuvvetlerini hayrete düşürmüştür.

Zafer, inanmış insanların hakkıdır. Çünkü inanmak, başarmak demektir. İnsan inandığı derecede başarılı olur. 

Tarihi zaferlerimiz incelendiği zaman yalnız kaba kuvvet ve kılıçla değil, maddi kuvveti besleyen iman ve ahlak üstünlüğü ile kazanıldığı görülecektir.

Bu konuda sadece bir örnek vermek istiyorum:

İstanbul’dan Viyana’ya giderken Osmanlı ordusu Belgrat yakınlarında bir su başında mola verir. Askerler abdest alıp mataralarını doldurmaktadır. Yakındaki kilisenin papazı bu durumu fırsat bilerek güzel kızları ellerine su kabı verip çeşmeye gönderir. 

Kızlar çeşmeye gelince Türk askerleri kenara çekilip onların rahatça su doldurmalarını sağlar. Papaz da bu durumu kiliseden seyreder. Bundan sonra haçlı ordularının kumandanına:

“Osmanlı ordusunu bu ahlakı ile kimse yenemez. Boş yere kan dökmeyin.” diye haber gönderir.

Türk askeri hiçbir zaman yağmacılık yapmamış, ırza namusa dokunmamış, Osmanlı her gittiği yere hamam olarak kullanılan çadırları kurmuş, böylece askerlerimiz cünüp olarak düşmanla savaşmamıştır.

Analar cepheye evlatlarını gönderirken; “Bak oğul, minarelerden ezan sesi susacaksa emdiğin süt haram olsun. Öl de geri dönme.” diyerek uğurlamışlardır.

Milli mücadelede ilk kurşun Sütçü imam tarafından sıkılmıştır. Denizlimizde Yunan, Müftü Ahmet Hulisi Efendinin gayretleri ile şehre girememiştir.

İlk meclis dualarla, hatimlerle, kurbanlar kesilerek açılmıştır. Aç, yoksul fakat inanç ve ihlasla istilacılara karşı, “Cündüllah” ile düşmanın görüp bizim göremediğimiz yardımcılarla milli mücadele zaferle noktalanmıştır.

İnançsız başarı, inançsız üstünlük olmaz. Bir milleti millet yapan; birliğini, beraberliğini koruyan, savunmasını, devamını sağlayan dindir. Kişiyi, aileyi, milleti ayakta tutan güç; inançtır. İnanç olmadan laf ile büyük millet, büyük devlet de olunmaz.

İnanç olmadan bir çok şey olmaz. Bu gün kullandığımız vakıf eserleri, sular, yollar, camiler, hastaneler hep inanmış insanların eseridir. Üzerinde yaşadığımız vatan inanmış şehit dedelerimizin emanetidir. Çünkü inanmadan şehit olunmaz.  İnancı saymazsanız, cephede şehit olacak adam arasınız da bulamazsınız. Milli mücadele de inançsız olanlar, düşmanla iş birliği yapmış, şehit olma, gazi olma arzusu taşımışlardır. 

Geçtiğimiz yıllarda Denizli’de yılın annesi seçilen üç özürlü çocuk annesi Melahat Koyuncu:

“Eğer inançlı olmasaydım, çıldırırdım ve bu kahrı çekmezdim.” demiştir.

Tekrar ediyorum, başarının sırrı inançtır. Maddi kuvvet, manevi kuvvet olmadan işe yaramaz.

J.J. Ruso: “İnanmadan da bir insanın faziletli ve üstün olabileceğini zannediyordum, ne kadar yanılmışım.” der.

İçinde bulunduğumuz hazin ve perişan halin sebebi, zaaflarımız, hatalarımız ve ihmallerimizdir. Kendimizi, kimliğimizi inkardır. Dini, milli varlığımıza sahip çıkmamamızdır.

Çare, din bize sadece savaşta lazım değildir. Bize asırlarca ayakta tutan ve düşmanlarımıza üstün kılan, anlı şanlı zaferler kazandıran inancımıza sahip çıkalım. 

                                                                               *          *          *

  • Milli Mücadelede Kahraman Kadınlar:

            Milli mücadelede destan yazılırken kadın kahramanların da unutulmaması gerekir. Binlerce kadın cephe gerisinde büyük çabalar sarf etti, fedakarlıklar gösterdi. Askerlerin ihtiyaçlarını kanılarla taşıdılar. Sağlık hizmeti gördüler. Cephaneleri, top mermileri sırtlarında taşıdılar. Evdeki unu, bulguru, tarhanayı askerlere verip armut ekmeği yediler, geven yediler. 

            Halide Edip, elleri çatlamış bir Anadolu kadınının ellerine bakınca hemen cevap geldi:    “Evin kadınıyım, dışarının erkeğiyim. Bu el yumuşak kalsın, beyaz kalsın olur mu?”        Kadınlar cemiyetler kurdular. “Anadolu kadınları Müdafai vatan cemiyeti” Halide Edip milli mücadeleye katılımı sağlamak için ateşli mitingler düzenledi. 

            Nene Hatun, Kara Fatma, Tarsuslu Kara Fatma, Gaziantepli Yırık Fatma, İzmirli Ayşe Hanım, Gördesli Makbule Fransızlara yanlış yol gösteren Kılavuz Hatice, erkek elbisesi giyip onlarca düşmanı öldüren Bitlisli Hanım Bacı, Tayyar Rahmiye Hanımlar milli mücadelenin sayabileceğimiz bilinen isimleridir. Adı bilinen, bilinmeyen kahraman hanım bacılarımızı rahmetle anıyoruz.

                                                                               *          *          *

  • Milli Mücadelede Din Adamları:

            Milli mücadelenin öncüleri din adamları olmuştur. Onlar gerçek kahramanlardır. Tarihimizde hiçbir hareket yoktur ki içinde, başında bir din adamı bulunmasın. Hal böyle iken diyebilirim ki; onlara minnet borcumuz unutulmuş ve unutturulmuştur. 

            Anadolu’da Mustafa Kemal’i ilk karşılayıp destek verenler din adamlarıdır. Samsun’da, Sivas’ta, Erzurum’da karşılayanların en önünde din adamları vardır. İngilizlerin fetvalarına karşı cihat fetvalarını din adamları vermiş, milli mücadeleye katılımları sağlamışlar, kendileri de en önde olmuşlardır. 

            Kahramanmaraş’ta Fransız askerlerine ilk kurşunu Sütçü İmam sıkmıştır. Onun için çarşıda dikilen anıta: “30. Teşrin 1919’da Sütçü İmam, Türk namusunu burada silahı ile korudu.” yazılmış ve hayırla yad edilmektedir.

            Manisa Müftüsü Alim Efendi, diğer illerin müftüleri ile birlik oluşturarak işgali protesto edip halkı karşı koymaya hazırladılar. 

            İzmir müftüsü Rahmetüllah Efendi şöyle bir çıkış yapmıştır:

            “Kardeşlerim… ciğerlerimizde bir nefes soluk kaldıkça, damarlarımızda bir damla kan bulundukça, vatanımızı düşmana terk etmeyeceğimize, hep birlikte Kur’an-ı Kerim’e el basarak yemin edelim.” 

Yine aynı müftü efendi, yunan işgal kuvvetlerine karşı çıkılmamasını isteyen İzmir Valisi İzzet Bey’e şunları söylemişti:

            “Vali Bey… Bu sakal kanla kızarabilir, ama bu alına, yunan alçağını sükûnetle selamlamış olmanın karasını sürerek Huzur-ı İlahi’ye çıkamam.”

            Denizli Müftüsü Ahmet Hulisi Efendi ise, İzmir’in işgalinden dört saat sonra, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından dört gün önce düzenlediği mitingde şunları söylüyordu:    “Muhterem Denizlililer, İzmir Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı

hareketsiz kalmak ihanettir. Cihat, tam manasıyla teşekkül etmiş, dini fariza olarak karşımızdadır. Silahımız olmayabilir, biz sapan taşlarıyla da savaşırız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi, haysiyet şuuru ve imanımızdan aldığımız güçle zaferi kazanacağız. Bu uğurda canını verenler şehit, kalanlar ise gazidir. Korkmayın, me’yus olmayın… Livay-ı Hamd’in altında toplanın ve mücadeleye hazırlanın… Müftünüz olarak “Cihad-ı Mukaddes” fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum. Elinizde hiçbir silah olmasa dahi, üçer taş alarak düşman üstüne atmak suretiyle cihada katılın.” 

  Mustafa Kemal’i Amasya’da ilk karşılayanlar arasında Müftü Hacı Tevfik Efendi vardı.

Mustafa Kemal’in Kurmay Başkanı Hüsrev Bey, bu karşılamayı şöyle anlatıyor: 

            “En gönülden ve coşkun karşılama Amasya’da oldu. Müftü efendi itimat telkin eden nurani çehresiyle ilerleyerek gür bir seda ile: “Paşam, bütün Amasya emrinizdedir. Gazanız mübarek olsun…” dedi.”

            Sivas’ta Müderris Ali Efendi milli mücadeye adam toplarken, “Sen nutuk atar asker toplarsın ha!..” denilerek şehit edilmiştir. 

            Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Amasya’da Mustafa Kemal Paşa’nın anlattıklarını şöyle nakletmektedir: 

            “Geldiğinizde sizi karşılayanlar arasında sağ tarafımdaki Amasya müftüsünü gördünüz. Akşam yediğiniz iftar yemeği de evinden geldi. Samsun’a çıktığımdan beri mahalli din adamları, düşünce ve gayelerimize kalplerini ve imkanlarını açtılar. Halk da onlara inanıyor.

Bu bizim manevi terkibimiz.”

            Daha sonra bir konuşmasında Mustafa Kemal şunları söylemiştir:  “Sarıklı din adamlarının, imam ve müezzinlerin, kürsü vaizlerinin, medrese hocalarının, tekke mensuplarının milli mücadeledeki hizmetlerini şükranla yad etmeyi bir vazife bilirim. Bunlar dini mefküreler sevki ile milli mücadelenin muvaffakiyetine can ve gönülden çalışmışlar, kavlen ve fiilen ellerinden gelenleri yapmışlardır. Bu çetin yılların hatıraları anlatmakla, yazmakla bitmez. Milli mücadele yıllarında vatana hizmet eden din adamlarını ölmüşse rahmet yaşıyorsa selametle anarım.”

                                                                               *          *          *

  • İlk Mecliste Görev Alan Din Adamları:

 Milli mücadele boyunca kendisinden bahsedemediğimiz bir çok din adamı canla başla çalışmışlardır.

            İlk mecliste 53 tane din adamı milletvekili vardı. Çoğu müftülük görevini yürütürken milletvekili seçilmiştir. 

            Meclis, Cuma günü hatimlerle, dualarlar, Buhari-i Şerif okunarak açılmıştır.

                                                                               *          *          *

  • Sonuç Olarak:

            Hıristiyan Avrupa ve şımarık Yunanistan, Anadolu’yu Bizans ruhunu diriltmek için işgal etmiştir. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e çıktı. Yüzkarası insanlığa sığmayan zulümler yaptılar. 

            Milletimizin azmi ve imanı ile yunanlılar denize döküldü. Diğer işgal kuvvetlerinden de Anadolu temizlendi. Hıristiyan Avrupanın Anadolu hayalı böylece denize gömüldü.

Yunanlıların İzmir’i işgalleri sırasında Yunan komutanı Türk bayrağının üzerine çıkarak, askerlerine bir konuşma yapmış, böylece kin ve nefret tazelemişti. Üç yıl sonra Türk askerinin İzmir’e gelişinde de Atatürk’ün önüne Yunan bayrağı serilmiştir. Atatürk: 

            “Onu yerden kaldırınız. Bir milletin şerefini sembolize eden bayrak çiğnenmez.” demiştir. Elindeki asa ile toplayıp kenara itelemiştir. 

0

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir